islam ahlaki
Ahlâkın Mahiyeti, Nevileri
ve Ahlak İlminin Kısımları
1- Ahlâk sözü, hulk kelimesinin çoğuludur. Hulk, insanın
ruhundaki "huy" dediğimiz bir meleke, özel bir hal demektir. Böyle bir meleke,
ya hayırlı bir semere verir veya hayırsız ve zararlı bir semere verir. Bu
bakımdan ahlak özellikleri güzel ve çirkin diye ikiye ayrılır. Şöyle ki: Güzel
huylara ve bunların güzel meyve ve neticelerine: "Ahlak-ı Hasene, Ahlak-ı
Hamide, Mehasin-i Ahlak, Mekârim-i Ahlak (Güzel Huylar)" adı verilir. Aksine
çirkin huylara ve bunların meyvelerine de: "Ahlak-ı Kabiha, Ahlak-ı Zemîme,
Mesavi-i Ahlak, Rezail-i Ahlak (Çirkin huylar)" denir. Örnek: Edeb, tevazu,
kerem, birer güzel huy eseridir. Sefahat, kibir, cimrilik de birer çirkin huy
eseridir.
İşte bütün bu huylardan ve neticelerinden bahseden ilme
"Ahlak İlmi" denilmektedir.
2- Ahlak ilmi, nezarî ve amelî ahlak diye iki kısma ayrılır.
Nazarî Ahlak:
Ahlak esaslarına ve kanunlarına ait görüşleri ve fikirleri gösterir.
Amelî Ahlak: Ahlakla
ilgili görevlerin nelerden ibaret olduğunu bildirir.
İnsanlar, hayatlarındaki uygulama bakımından Nazarî ahlaktan
çok, Amelî ahlaka muhtaçtırlar. Biz de bu eserimizde bu amelî ahlak kısmını
biraz anlatacağız. Yalnız şunu da belirtelim ki, filozofların birtakımı, ahlak
esaslarını lezzete, zevke, maddî menfaate, kalbin duygularına veya görev ve
kemal duygusuna dayandırmak istemişlerdir. Oysa ki, bunlardan hiç biri, ahlak
için yeterli bir dayanak olamaz. Bunlara dayanan ahlak müesseseleri, insanların
bu konudaki ihtiyaçlarını karşılayamaz. Ancak hak bir dine bağlanan ve dayanan,
bu yönden İlâhî bir mana taşıyan ahlak müessesesi, insanın manevî ihtiyaçlarını
karşılar ve yükselmesine yeterli olur.
İşte, Allah'a hamd olsun, bizler İslam dini sayesinde böyle
yüksek bir ahlak müessesesine sahip bulunmaktayız.
Ahlâkın Önemi ve Arındırmaya Elverişli Olması
3- İslam dini, ahlaka pek büyük bir kıymet ve önem vermiştir.
Aslında İslam, bir ahlak ve fazilet, bir hikmet dinidir. Öyle ki, Peygamber
Efendimiz buyurmuştur:
"Ben, ancak mekâkim-i ahlakı
(ahlakın iyi ve güzel olanlarını)
tamamlamak için gönderildim."
İslamda, insanların manevî kıymetleri, sahib oldukları ahlaka
göredir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Sizin imanca en güzeliniz,
ahlakça en güzel olanınızdır."
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer bir
hadis-i şerifde buyurmuştur:
"Allahü Teala'ya kullarının en
sevgilisi, ahlakça en güzel olanıdır."
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dua
buyururdu:
"Allah'ım! Ben, senden sağlık,
afiyet ve güzel ahlak dilerim."
4- İnsanların ahlakı değişebilir. Çirkin huyları güzel
huylara çevirmek işine "Tehzib-i ahlâk" denir. Bu değiştirme her halde
mümkündür. Mümkün olmasaydı, Peygamber efendimiz:
"Ahlakınızı güzelleştirin''
diye emretmezdi.
Nefisleri ile mücadele eden çok kimselerin başarıya ulaşarak
çok güzel huylar kazandıkları daima görülmektedir. Nefis terbiyesi
(riyazet-alıştırma), hayvanlara, otlara, çiçekler ve hatta taşlara tesir edip
dururken, insanlara tesir etmez mi? "Huy canın altındadır. Can çıkmadıkça huy
çıkmaz," sözü, her yönü ile doğru değildir. Bazı huyları değiştirmek güçtür;
fakat imkansız değildir. Tedavi sayesinde bazı hastalıklar tesirsiz hale geldiği
gibi, terbiye ve mücahede sayesinde de bazı huylar, hiç olmazsa, tesirini
gösteremez bir hale gelir, güzel huyların karşısında siner kalır.
Görevlerin Mahiyetleri (Esasları) ve Nevileri
5- Görev, yapılması dinen zorunlu olan veya tavsiye edilen
herhangi bir hayır, bir kemal ve güzel bir şey demektir. Bu tarife göre,
görevler iki nevidir. Biri, dince zorunlu olan görevlerdir ki, bunları yapmamak
herhalde azabı ve sorumluluğu gerektirir. Namaz, oruç, zekat gibi...
Diğer nevi, dinen her halde zorunlu olmamakla beraber istenen
ve tavsiye edilen ahlakî birtakım görevlerdir ki, bunlara riayet edilmesi bir
kemaldir ve iyi haldir. İnsanın sevaba kavuşmasına ve övülmesine sebeb olur.
Yapılmaması ise, bir noksan olmakla beraber her halde bir sorguyu ve azabı
gerektirmez. Nafile kılınan namazlar, fakirlere verilen sadakalar, insanlara
karşı yapılan güzel ve kibar davranışlar gibi...
6- İnsanlara ait bütün görevler, İslam dininin çerçevesi
içinde bulunmaktadır. Bunlardan dinen mecburi olan görevleri ve yapılması
zorunlu işleri, kitabımızın ibadetler kısmında yazmış bulunuyoruz. Bu ahlak
kısmında ise, en ziyade ahlakî, ihtiyarî görevlerden bahsedeceğiz.
7- Görevler, diğer bir bakımdan başka bir bölüme tabi
bulunmaktadır. Şöyle ki: Görevleri, ya sırf Allah için veya insanın kendi
şahsına ve ailesine karşı veyahut da cemiyete karşı yapılır. Bu bakımdan
görevler, İlâhî şahsî, ailevî ve içtimaî (toplumsal) nevilerine ayrılır.
İlahi Görevler
8- Her akıl sahibi ve baliğ kimse, Allahü Teala Hazretlerini
bilip ona kullukta bulunmakla yükümlüdür. Bir insan için bu kulluktan daha büyük
bir nimet ve şeref olamaz. Biz önce büyük yaratanımızın varlığını, birliğini
kudret ve azametini, kutsal emirlerini ve yasaklarını bilir ve doğrularız.
Bunlar bizim inançla ilgili görevlerimizdir. Sonra da, namaz, oruç, zekat ve hac
gibi sırf bedenî veya sırf malî veya hem bedenî ve hem de malî olan ibadetlerle
yükümlü bulunduğumuzu bilir ve bunları seve seve yaparız, bunlardan feyiz alır,
büyük zevk duyarız. Bunlar da bizim birer amelî görevimizdir.
9- İslam yurdunu koruma ve savunma da îlahî bir görev
demektir. Cihad, İslam yurdunu koruma görevi bazan farz-ı kifaye, bazan da
farz-ı ayın olur. Kesin bir zaruret bulunmadığı halde, İslam ordusuna katılmakla
cihada, İslam yurdunu korumaya gönüllü olarak katılmak İlahî ve vatanî bir ahlak
görevidir.
Dine ve İslam varlığına hizmetten daha büyük ne olabilir? Bir
hadis-i şerîfde buyurulmuştur:
"Müşriklere karşı mallarınızla,
canlarınızla ve dillerinizle cihad edin."
Onun için Allah yolunda cihad, beden ile olacağı gibi para ve
dil ile de olur.
Diğer bir hadîs-i şerifde de şöyle buyurulmuştur:
"Cennetin kapıları, kılıçların gölgesi
altındadır."
İşte bütün bunlar, İslam'da askerliğin, dine ve İslam yurduna
hizmetin ne kadar kıymetli olduğunu göstermeye yeterlidir. Ne mutlu İslam
askerlerine, İslam'ın kahramanı mücahidlerine!..
10- Nefs ile mücadele de büyük bir cihaddır. Bundan dolayı
çok önemli îlahî bir görevdir. İslamiyetin verdiği bir terbiye içerisinde
nefsini korumayan kimse, ne kendisine ne de İslam yurduna gereği gibi hizmet
edemez. Yüksek fedakarlıklar, yüksek bir İslam terbiyesi sayesinde meydana
gelir. Buna dünya tarihi şahiddir. Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz bir
savaştan döndükleri zaman ashab-ı kirama şöyle buyurmuşlardı:
"Biz şimdi küçük bir cihaddan büyük bir cihada dönmüş
bulunmaktayız." Bununla nefisle mücahedeye işaret
buyurmuşlardı.
11- Bir kısım nafile ibadetler de birer İlahî görevdir.
Örnek: Biz, Yüce Allah'ın rızasını kazanmak için nafile namaz kılar, oruç
tutarız. Kalblerimizin nurlanması için zaman zaman Kur'an-ı Kerîm okuruz.
İmanımızın nurunu artırmak için her şeyde yüce olan yaratıcımızın kutsal
isimlerini anarız (zikrederiz). Anlayışlı ve uyanık bir ruha sahib olmak için
büyük yaratıcımızın yüce kudretini ve eserlerindeki yüksekliği derin derin
düşünürüz. İşte bütün bunlar, birer İlahî görevdir.
Şahsa Ait Görevler
12- İnsanların kendi nefislerine karşı da birtakım görevleri
vardır. Bu görevlerin bir kısmı bedenlerine, bir kısmı da ruhlarına aittir.
Başlıcaları şunlardır:
1) Beden terbiyesi:
Öyle ki, her insan için temiz ve pak olmak, güçlü bir bedene sahib olmak
gereklidir.
Bir hadîs-i şerirde buyurulmuştur:
"Kuvvetli olan mü'min, zayıf olan bir mü'minden
hayırlıdır."
2) Sağlığı koruma:
Sağlık büyük bir nimettir. Onun için sağlığa zararlı
şeylerden kaçınmak ve gereğinde tedaviye önem vermek gerekir. Bir hadîs-i şerife
göre: ''Ölümden başka her hastalığın bir devası
vardır." Yeter ki, ilaç bulunsun...
3) Zararlı riyazetlerden
kaçınmak: İslamda Ruhbaniyet (toplumdan ayrılıp
yalnız başına ibadetle uğraşmak) yoktur. Geceli gündüzlü aç durmak, helal
şeylerden büsbütün nefsini kesmek caiz değildir.
Dinimizin emrettiği ibadet ve riyazetler orta bir halde olup
hayatın mutluluğuna pek ziyade elverişlidir. Bunlara aykırı olarak yapılan
riyazetler hayatı ters yönden etkileyip gevşeklik getireceği için caiz olmaz.
Bir hadis-i şerifte buyrulmuştur: "Nefsin, senin
bineğindir, artık ona yumuşak davran."
4) Vücudu yıpratacak şeylerden
sakınmak: İslamda içki haramdır. Herhangi bir organı
kesin bir gerek bulunmaksızın kesmek haramdır. İntihar denilen cinayet haramdır.
Çünkü bunları yapmak, Yüce Allah'ın insanlara ikram ettiği hayata suikast
demektir. Onun için bu gibi haram şeylerden kaçınmak şahısla igili bir görevdir.
Aksi halde insan birçok pişmanlıklardan ve azablardan kurtulamaz.
5) İradeyi kuvvetlendirmek:
İnsan, sağlam bir irade sahibi olmalıdır. Yararlı şeyleri öğrenip yapmalı,
yararsız şeyleri de, sırf şunu bunu taklid hevesi ile yapmamalıdır. İnsan bir
inanca ve bir huya sahib olmalıdır. Hakkı kabul etmeli, haksız ve zararlı olan
bir şeyi de, herhangi bir düşünce ile öne sürüp kıymetlendirmeğe çalışmamalıdır.
Böyle bir hafiflik insana yakışmaz.
6) Aklı ve zihni ilim, irfan nurları ile aydınlatmak, kalbde
yararlı ve yüksek duyguları uyandırmak, İslamda ilim ve marifet kazanmak pek
önemli bir görevdir. İnsan akıllıca yaşamalı ve daima gerçek arkasından
koşmalıdır. Yanlış fikirlerden, aldatıcı sözlerden, yaldızlı muhakemelerden,
zararlı törelerden, batıl inançlardan, hasis duygulardan kaçınmalıdır. Bir
hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"İnsanın dayanacağı şey aklıdır.
Aklı olmayanın dini de yoktur."
Ailevi Görevler
13- Aile hayatı, toplumsal varlığın başlangıcıdır. İslamda
aile teşkilatı pek önemlidir. Aile ferdleri, başta zevc ile zevceden ve bunların
çocuklarından ibarettir. Bunların karşılıklı görevleri vardır.
1) Kocasının başlıca görevleri:
Zevcesi ile güzel geçinmek, onu korumak, onun nafakasını (geçim ihtiyaçlarını)
karşılamak, kendisine doğruluktan ayrılmamaktır. Bir hadis-i şerifde
buyurulmuştur:
"Sizin hayırlılarınız, kadınları
için hayırlı olanlarınızdır."
Diğer bir hadîs-i şerîf de, şöyle:
"Kadınlara ancak kerim olanlar ikram eder, kötü
olanlar da ihanet eder."
2) Kadınların başlıca görevleri:
Kocasının dine uygun olan emirlerini tutmak, onun namus ve şerefini korumak,
bulunduğu hale kanaat etmek, israftan kaçınmak, ev hanımı olacak bir şekilde
bulunmaktır. Mutlu bir şekilde yaşamanın yolu budur.
3) Çocukların ana-babalarına
karşı başlıca görevleri: Onlara saygı gösterip itaat
etmektir. Kendilerinin hayatına sebeb olan, kendilerini yıllarca sevgi ve
şefkatla kucaklarında beslemiş bulunan ana-babalarına karşı "öf" bile demeleri
caiz değildir. Ana-babasına bakmayan, onların dine uygun emirlerini dinlemeyen,
onların ihtiyaç zamanlarında yardımlarına koşmayan bir çocuk, hayırlı evlad olma
şerefinden yoksun kalır, toplum içinde yararlı olmaktan çıkar, hem de Yüce
Allah'ın azabını hak etmiş olur.
Babalar saygı bakımından, analar da yardım bakımından önde
gelirler. Bununla beraber ananın hakkı babadan iki kat fazladır. Bir hadis-i
şerifde buyurulmuştur:
"Cennet anaların ayakları altındadır."
Hayırlı çocuklar, yalnız babalarına ve analarına değil,
onların ölümünden sonra onların dostlarına da saygı gösterir ve mezarlarını
ziyaret ederler. Çünkü bu saygı da, ana-babaya hürmet kısmındandır.
4) Ana-babanın çocuklarına karşı
görevleri: Dünyaya gelmelerine sebeb oldukları bu
yavrularını güçleri yettiği kadar beslemek, terbiye etmek ve okutup bir kazanç
yoluna koymaktır.
Baba ile ana, çocuklarına karşı eşit hareket etmeli, onları
okşamak ve gözetmek hususunda eşit tutmalıdır ki, bir kırgınlık ve bir
çekememezlik duygusu meydana gelmesin.
Ana ile baba, çocuklarına yumuşak davranmalı, kendilerini
isyana götürmeyecek şekilde onları terbiye etmeye çalışmalı ve onlara karşı
güzel bir fazilet örneği olmalıdır. Dokuz yaşına giren çocuklarını yataklarından
ayırmalı, on üç yaşına girdikleri zaman namaz kılmayan çocuklarını hafifçe
döğmeli, on altı yaşına giren çocuklarını da bir engel yoksa evlendirmeye
çalışmalıdır. İyi çocuklar, Allah'ın birer kıymetli ihsanı demektir.
5) Kardeşlerin başlıca görevleri:
Birbirini sevmek, birbirine yardım edip saygı ve merhamet göstermektir.
Kardeşler arasında pek kuvvetli bir bağ vardır; bunu daima korumalıdır. Hele
büyük kardeşler, baba ve ana yerindedirler. Bunlara karşı büyük bir saygı
göstermelidir.
Maddî bir yarar yüzünden birbirine düşman kesilen kardeşler,
iyi ruhlu kimseler sayılamazlar. Birbirine tutkun olan kardeşler, hayatta daima
başarı sağlarlar.
Şunu da ekleyelim ki, hizmetçiler de aile ferdlerinden
sayılırlar. Bunlara karşı da, iyilik ve tatlılıkla hareket edip okşamalı,
güçleri yetmeyecek olan işleri onlara yüklememelidir.
Hizmetçiler de, insanlık bakımından efendilerine eşittirler.
Bunların da mümkün olduğu kadar terbiyelerine ve güzelce yaşamalarına
bakmalıdır. Kusurlarını bağışlayarak onların hallerini güzellikle düzeltmeye
çalışmalıdır.
İçtimaî (Toplumsal) Görevler
14- Bilindiği üzere, insanlar yaratılış bakımından
medenîdirler. Toplu bir halde yaşamak ihtiyacındadırlar. Bu yönden aralarında
karşılıklı bir takım görevler bulunur. Bunlar gözetilmedikçe, toplum hayatı
devam edemez, hiç bir işte düzen bulunamaz. Bu görevlerin başlıcalan şunlardır:
1) Cemiyet ferdlerinin hayatını
gözetmek: Her insan yaşamak hakkına sahibdir. Hiç
bir kimsenin hayatına haksız yere tecavüz edilemez. İslam gözünde bir insanı
haksız yere öldüren, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Aksine bir insanın
yaşamasına sebeb olan bütün insanları hayata kavuşturmuş gibi olur.
2) Ferdlerin hürriyetini
gözetmek: Yüce Allah aslında bütün insanları hür
olarak yaratmıştır. Hiç bir kimse meşru bir sebep olmaksızın esir edilemez.
Ancak hürriyetlerin çerçevesi belirlidir. Her insan her istediğini yapmak
yetkisine sahib değildir. Öyle olsa, cemiyetin hürriyeti kaybolur gider.
Herhangi bir sebeble esir olmuş kimseleri hürriyetlerine kavuşturmak, İslamda
büyük bir hayır sayılmaktadır.
3) Ferdlerin vicdanlarını
gözetmek: Vicdan İlahî bir kuvvettir, ruhun bir
özelliğidir. İnsan, bozulmayan bir vicdanla, iyi şeylerle kötü şeylerin arasını
ayırabilir. Vicdanın kıymeti dışardaki eserlerinden anlaşılır. Fena harekette
bulunan insanın, iyi bir vicdana sahib olduğu söylenemez. İslam, bütün
insanların hidayet ve mutluluğunu isteyen vicdanlara büyük önem verir. Kirli
vicdan sahiblerinin de hallerine acır, kendilerini doğru yola getirmeye çalışır.
Fakat hiç bir kimsenin vicdanına başkalarının musallat olmasına cevaz vermez.
İnsanlar birbirlerini iyilikle uyandırmaya ve hallerini düzeltmeye çalışırlar.
Birbirlerinin vicdanına hakim olmaya çalışamazlar. Vicdanlara bakan ancak Yüce
Allah'dır. Herkesi vicdanındaki duygularından dolayı mükafatlandınr veya azab
eder. Yalnız şunu da söyleyelim ki, kötü vicdanları düzeltmek için yapılacak
olan bilinçli uyarıları ve öğütleri, vicdanlara karışma şeklinde anlamak doğru
değildir.
4) Ferdlerin ilmî görüşlerim
gözetmek: İslamda onun bunun fikrine, ilmî görüşüne
tecavüz edilmesi caiz değildir. Şu kadar ki, herhangi bir fikrin ve kanaatin
doğru olup olmadığına, yine ilmî bir şekilde müdahale etmelidir. Çünkü bir
hakkın meydana çıkması, ancak bu sayede mümkün olur. Bir batılın kötülüğünden
cemiyetin kurtulabilmesi de ancak böyle yapmakla mümkündür.
5) Ferdlerin namus ve şereflerini
gözetmek: İslam dininde herkesin namus ve şerefi
saldırıdan korunmuştur. Böyle bir saldırı ağır bir cezayı gerektirir. Bunun
içindir ki, İslamda gıybet, iftira, alay etme, sövme ve kötü söylemek kesinlikle
haramdır. Başkalarının namus ve şerefine saygı göstermeyen kimse, namus ve şeref
duygusundan yoksundur. Cemiyetin kutsal duygularına saldıran bir canavar
gibidir.
6) Ferdlerin mülkiyet haklarını
gözetmek: İslamda herhangi kimsenin mülkiyet
hakkına, mülküne ve tasarruf hakkına tecavüz etmek haramdır. Herkesin kazancı
kendine aittir. Herkesin meşru surette kazandığı malları tecavüzden korunmuştur.
Cemiyetin ilerlemesi ve medenî bir halde yaşayabilmesi, ancak bu korunma ile
mümkün olur. Bir cemiyeti meydana getiren ferdlerin servet ve meslek bakımından
değişik derecelerde olmaları, hikmet ve ihtiyaç gereğidir. Herkes Allah'ın
taksimine razı olmalıdır. Herkes meşru şekilde çalışıp servet kazanmalıdır.
Temiz ve huzurlu bir cemiyet hayatının başka şekilde devamına imkan yoktur.
İslâmda Muaşeret (Güzel
Geçinme) Âdâbı
15- İslam dini, insanların muaşeretine (birbiriyle görüşüp
konuşmalarına, toplum halinde medeniyet üzere yaşamalarına) büyük bir önem
vermiştir.
Müslümanların birbirleriyle geçinmelerinde samimiyet, tevazu,
sadelik, zorlanmama, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi ve hayırseverlik
bir esastır.
16- İslamda halk ile geçinmenin çeşitli yönleri ve dereceleri
vardır. Bunların bir kısmı şunlardır:
1) Herkese karşı tatlı dilli,
güler yüzlü, açık kalbli olmak. Bir müslüman daima
güleryüzlü bulunur. Hiç bir kimseyi asık bir yüzle karşılamaz. Bir hadis-i
şerifde buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, Allah yumuşak
huylu, açık yüzlü kimseyi sever."
2) Herkesle güzel şekilde
görüşmek, insanlara eziyet vermekten kaçınmak.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Müslüman odur ki, dilinden
ve elinden müslümanlar selamette bulunur.
3) İnsanların eziyetlerine
katlanmak, kötülüğe karşı iyilik yapmak.
Bir hadîis-i
şerifde buyurulmuştur:
"Sıddîkların (özü-sözü dosdoğru
olanların) derecelerine geçmek istersen, senden ilgiyi kesene bağlan, senden
esirgeyene sen ver, sana zulmedeni de bağışla."
4) Dargınlığa hemen son vermek.
Müslümanlar arasında bir dargınlık olursa hemen barışırlar, birbirlerinden üç
günden ziyade ayrı kalmazlar. Müslümanların gönüllerinde düşmanlık ve kin
duyguları yaşamaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Üç günden ziyade kardeşine
dargın kalmak bir müslümana helal olmaz."
5) Dargınların arasını düzeltmeye çalışmak.
Bir müslüman, iki din kardeşi arasında her nasılsa bir dargınlık olduğunu
görünce aralarını bulmaya ve küskünlüğü gidermeye çalışır. Bir hadis-i şerifde
buyurulmuştur:
"Sadakanın en faziletlisi,
dargınların aralarını bulup düzeltmektir."
6) İnsanların kusurlarım
araştırmamak ve yaymamak, aksine örtmeye çalışmak.
Müslümanlar kimsenin kusurlarını araştırmazlar. Kimsenin ayıbını ve kusurunu
araştırıp ortaya çıkarmaya ve göstermeye çalışmazlar. Buna aykırı hareket dinde
yasaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Bir kul bir kulun kusurunu
örterse, Allahü Teala Hazretleri de onu kıyamette örter.
(günahlarını açığa vurmaz)."
7) Dostları arkalarından savunma.
Bir müslüman gerektiğinde dostlarını, din kardeşlerini arkalarından savunur.
Onlar hakkındaki yanlış fikirleri düzeltmeye çalışır. Bir hadis-i şerifde
buyurulmuştur:
"Bir kul kardeşine yardımda
bulundukça, kendisine de Allah daima yardım eder."
8) İnsanların kalblerini kötü
zandan korumak için sakıncalı yerlerden uzak durmak.
Buna aykırı davranmak birçok kimselerin günaha girmesine sebeb olur, insanlar
arasında dedi-koduya ve nefrete yol açar. Bir hadis-i şerifde şöyle
buyurulmuştur:
"Töhmet yerlerinden kaçınız..."
9) Değişik halk sınıfları ile makamlarına göre
sohbet edip ilişki kurmak. Herkese kabiliyet ve
durumuna göre hitab etmeli. Bir alimden, bir zahidden, bir zenginden beklenen
vasıfları, bir cahilden, bir fasıkdan, bir fakirden beklememelidir.
10) Yaşlılara hürmet, çocuklara,
düşkünlere merhamet ve şefkat göstermek. İslamda
büyüklere karşı saygı, küçüklere karşı sevgi bir esastır. Bu esas, aileler
arasında bir kat daha önemlidir. Anaya-babaya pek ziyade hürmet etmek bunun bir
örneğidir. Bunları adları ile çağırmak terbiyeye aykırıdır. Bir kadının kocasını
adı ile çağırması da edebe aykırı olduğundan mekruhtur. Bir hadis-i şerifin
anlamı şöyledir: "Bir genç bir yaşlıya sadece
yaşından dolayı hürmet etti mi, Allah da ona bir mükafat olmak üzere,
ihtiyarlığı zamanında hürmet edecek bir kimseyi muhakkak yaratır."
Bu mübarek hadis, yaşlılara saygı gösteren gençlerin sevab
kazanacaklarını ve çok yaşayacaklarını müjdelemektedir. Artık ihtiyarları bir
yük kabul eden gençler, bunu biraz düşünmelidirler.
11) Hayırsever olmak, yardım
etmek ve arka çıkmak. Şöyle ki: Müslümanlar herkes
için hayır ister, herkese yardımda bulunmaktan haz duyar. Müslümanların din
ölçüleri içinde birbirlerine yardım etmesi ve şefaatta bulunması, aralarındaki
kardeşliğin bir gereğidir. Kendisi için hayırlı görüp istediği bir şeyi,
başkaları için de islemeyen kimse, İslam muaşeretinin temiz esaslarını
gözetmemiş olur. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Sizden biriniz kendi nefsi için
sevip istediği bir şeyi kardeşi (veya komşusu) için de sevip istemedikçe, gerçek
mü'min olamaz."
12) Selam vermek.
Şöyle ki: Müslümanlar arasında selam vermek bir sünnettir, bir dostluk ve
hayırseverlik alametidir. Selam almak da bir farzdır. Bir hadis-i şerifde
buyurulmuştur:
"Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz.
Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size bir şey göstereyim mi ki,
onu yaptığınız zaman birbirinizi sevmiş olursunuz: Aranızda selamı yayınız."
Selam vermenin bazı edebleri vardır. Bunlardan bir kısmı: Bir
topluluğun yanma girilirken konuşulmadan önce
"Esselâmu aleyküm" diye selam verilir.
İçinde insan olmayan bir yere girildiği zaman
"Esselâmu aleyna ve alâ ibadillahissalihîn"
denir.
Gençler yaşlılara, süvariler yayalara, yürüyenler oturanlara,
arkadan gelenler önden gidenlere selam verirler. Bir topluma verilen selama:
"Ve aleykümüsselâm" diye
içlerinden birisi karşılık verirse, diğerlerinden selam alma görevi düşmüş olur.
Fakat o topluluk içinden hiç biri karşılık vermezse, hepsi de günahkar olur.
Bir toplantıdan ayrılırken de selam vermek iyidir.
Kendisine selam verilen kimse, daha güzel bir karşılıkta
bulunarak şöyle der: "Ve aleykümüsselâmu ve
rahmetullahi ve berekâtüh."
Bunu söylemek yerine göre pek güzeldir.
Bir kimsenin selamım getirip tebliği edene
"Aleyke ve aleyhisselâm" diye
karşılık verilir. Bir mektubla selam yazılmış olursa, ya dil ile veya yazı ile;
"Ve aleykesselâm"
denilir.
Selama karşılık veremeyecek durumda olanlara selam vermek
mekruhtur. Onun için yemek yiyene, Kur'an okuyana, hutbe dinleyene, namaz kılana
selam vermemelidir. Verilirse, cevablanması mutlaka gerekmez. İşlediği günahı
açıkça söylemekten çekinmeyen kimselere (fasıklara) selam vermek mekruhtur.
Sonuç: Selam verip almak, bir dostluk belirtisidir, sevgi
alametidir. Fakat selam verirken aşağı doğru bükülmek mekruhtur. Öyle ki, bazı
alimlere göre, selam verirken rükü haline yakın eğilmek, secde etmek gibidir.
Yaratıklara saygı için yapılacak bir secde ise imana aykırıdır.
13) Musafa
(el sıkışmak). Şöyle ki: İki müslüman bir araya gelince birbirinin elini
tutarlar. Salat-selam getirerek birbirinin hatırını sorarlar. Bu da sevgi ve
dostluk nişanıdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Birbirine rasgelen iki müslüman
musafahada bulundu mu, onlar daha birbirinden ayrılmadan bağışlanırlar."
14) Teşmitte bulunmak
(aksırana hayır ve bereket istemek). Şöyle ki: Bir müslüman aksırınca:
"Elhamdülillâh" der. Yanındaki
müslüman kardeşi de: "Yerhamükallah
= Allah sana rahmet etsin" diye dua eder. Aksıran adam da:
"Yehdina ve yehdikümullah =
Allah, bizleri de sizleri de hidayet üzere bulundursun" diyerek karşılık verir.
15) Toplantılarda temiz bulunmak
ve edebe uygun davranmak. Şöyle ki: Müslümanlar,
toplantılarda yıkanmış olarak temiz bir halde bulunurlar, içleri ve dışları
temiz olur. Toplantılarda ilim sahipteri ve yaşlılar baş tarafa geçirilir. Gerek
olmadıkça söze karışmazlar, söylenilen yararlı şeyleri dinlerler. Toplantıya
sonradan gelenlere yer verir ve birbirlerine karşı güleryüzlü bulunurlar.
Müslümanlar toplantılarda kendiliklerinden başka tarafa geçip
oturmazlar. Kendilerine saygı için kalkarak yer vermek isteyenlerin hemen
yerlerine oturmazlar. İki kişinin arasına rızaları olmadıkça girip oturmazlar.
Bir toplantıda üç müslümandan ikisi başbaşa verip gizlice konuşmazlar. Böylece
üçüncü kimsenin üzülmesine ve yanlış fikre kapılmasına meydan vermezler.
Müslümanlar bulundukları bir toplantıdan, arkadaşlarından
izin alarak ayrılırlar. Geçici olarak toplantıdan ayrılanların yerine de hemen
oturmazlar.
16) Dostları ziyaret:
Müslümanlar uygun zamanlarda gidip din kardeşlerini, büyüklerini ve yakınlarını
ziyaret ederler. Bu ziyaret de, bir sevgi ve bağlılık nişanıdır. Ancak bu
ziyaret, usandırıcı ve pek sık olmamalıdır. Ziyarete gelen misafirlere mümkün
olduğu kadar ikram edilmesi gerekir.
Bir hadîs-i şerîfde
buyurulmuştur:
"Sizi ziyarete gelenlere ikram
ediniz"
17) Ziyafetlere
(davetlere) icabet etmek.
Bir müslüman, din kardeşinin davetine uyar, ziyafetinde
bulunur. Böylece aralarındaki sevgi ve yakınlık artmış olur. Bir hadîs-i şerîfde
buyurulmuştur:
"Sizden birinizi, kardeşi düğün
yemeğine veya başka bir şeye çağırsa, ona icabet etsin
(uysun)"
Yeter ki, ziyafet yerinde haram bir şey bulunmasın. Çünkü bir
müslüman, haramların işleneceğini bildiği bir yere gidemez. Ancak o haramları
engelleyebilecekse veya kendisine saygı için işlenmeyecekse, gidebilir.
Ziyafetlerde, misafirlere ağırlık verecek kimseleri
bulundurmamalıdır. Misafirler gitmek isteyince, ev sahibi ısrar etmeksizin biraz
daha oturmalarını istemelidir. Toplantılar sade ve külfetsiz olmalıdır.
18) Saygı için ayağa kalkmak.
Müslümanlar, yanlarına gelen din kardeşlerine karşı ayağa kalkabilirler. Bu bir
hürmet belirtisidir. Mescidde bulunan veya Kur'an okuyan bir kimsenin, hürmet
edilmeğe hak kazanmış bir kimse için ayağa kalkması mekruh değildir. Bir
toplantıya gelenler için ayağa kalkılması adet olan yerlerde, ayağa kalkılması
müstahabdır. Böyle yapılmazsa, kin ve nefrete yol açılmış olabilir.
19) Değerli zatların ellerini
öpmek. Müslümanlar, alimlerin, takva sahibi
kimselerin ve adaletli hakimlerin ellerini sevgi ve saygı göstermek niyetiyle
öperler, onlarla musafahada bulunurlar; bunda bir sakınca yoktur. Bunlardan
başka büyüklerin ellerini dindarlıklanna saygı ve ikram için öpmek de caizdir.
Fakat dünyaya ait bir maksad için öpmek mekruhtur.
Bir de, bir müslümanın, başkası ile karşılaştığı zaman kendi
elini öpmesi tahrimen mekruhtur. Alimlerin ve diğer büyüklerin huzurunda yerleri
öpmek de haramdır. Bunu yapanlar ve yapılmasına razı olanlar günaha girmiş
olurlar. Bu, bir nevi putlara yapılan ibadeti andırır. Bir müslüman için asla
caiz değildir.
20) Komşuluk haklarını gözetmek.
Şöyle ki: İslamda komşuluğun büyük önemi vardır. Bir hadîs-i şerifde
buyurulmuştur:
"Ev satın almadan önce komşu,
yola çıkmadan önce de yoldaş arayınız."
Komşulara ikram bir sünnettir. Bir müslüman komşusunun
hakkını fazla gözetir, ona güleryüz gösterir, gerektiğinde ödünç verir, bir
kaderi olunca onu tesilli etmeye çalışır, taziyede (baş sağlığı dileğinde)
bulunur. Komşusuna eziyet verecek şeyleri yapmaktan sakınır. Evin akıntı suları
ile ve çöplerle komşularını rahatsız etmez. Yüksek sesle devam eden çalgı ve
radyo sesleri ile komşularını rahatsız edenler, hasta ve okur-yazarlarını
düşünmeyenler komşuluk haklarını gözetmemiş olur ve topluma karşı görevlerini
çiğnemiş sayılırlar.
Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"Kötülüklerinden komşusu emin olmayan kimse,
gereği üzere Allah'a iman etmiş olmaz."
Sonuç: İnsan, komşularının sevgi ve övgülerini kazanmalıdır.
Hazret-i Ömer (radıyallahu anh) buyurmuştur: "Komşusu, yakını ve yol arkadaşı
tarafindan övülen kimsenin güzel hal ve ahlak sahibi olduğundan şübhe
etmeyiniz."
21) Hastaları ziyaret etmek.
Müslümanlar hasta olan dostlarını ve komşularını uygun zamanlarda yanlarına
giderek ziyaret ederler. Sağlıklarına duada bulunurlar. Bu da sevgiyi
kuvvetlendirmeye ve kalbleri hoşlandırmaya yardım eden bir görevdir. Bunun da
bir takım edebleri vardır. Şöyle ki: Bu ziyaretler pek sık yapılmamalıdır,
hastanın yanında çok oturmamalı, hastanın canını sıkacak sözler söylememelidir.
Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"Beş şey vardır ki, bunlar
kardeşine karşı müslümana vacib olur; Verilen selamı almak, aksırana teşmit
(hayır dua) etmek, davete gitmek (icabet etmek), hastayı ziyaret etmek,
cenazelerin arkasından gitmek"
22) Cenazeleri teşyî etmek
(uğurlamak). Bu da önemli ve sevabı çok olan bir kardeşlik görevidir.
Müslümanlar, ölen din kardeşlerinin cenazelerini mezarlarına kadar üzgün ve
düşünceli olarak götürürler. Rahmet toprağına bırakırlar. Haklarında rahmet
isteyerek duada bulunurlar. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"Bir cenaze üzerine namaz kılana
bir kırat, gömülmesinde bulunana da iki kırat (sevab) vardır. Bir kırat ise,
Uhud dağı kadardır."
23) Müslümanların mezarlıklarını
ziyaret etmek. Müslümanlar kendi aralarında, ahirete
göçmüş olanların, özellikle yüksek alimlerin ve salih kimselerin, mezarlarını
zaman zaman ziyaret ederler, onları rahmetle anarlar. Bu da bir vefakarlıktır,
değer bilmedir. Bir hadîs-i şerîfde beyan olunduğu üzere, mezarları ziyaret
etmek ölümü hatırlatır, uyanmaya sebeb olur. Onun için kabirleri saygı ve
ibretle ziyaret etmeli, insanlığın acıklı sonucunu düşünerek gaflet içinde
yaşamaktan kaçınmalıdır.
Güzel ve Çirkin Huylar
17) İttika:
Yüce Allah'dan korkmak, haramdan ve şüpheli şeylerden sakınmaktır. Böyle bir
hale "Takva" denir. Bunun sahibine de "Müttakî" denilir. Müttakî olan bir zat,
güvenilir ve itimat edilir bir insan demektir. Ondan hiç bir kimseye zarar
gelmez.
İslam önünde insanlar esasen birbirine eşittirler. Bunların
seçkinliği ancak takva iledir. Kur'an-ı Kerîm'de buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, Allah yanında en
iyiniz, en çok müttakî olanınızdır."
İttikanın karşıtı fısk'dır,
fücur'dur. Daha açığı, doğru
yoldan çıkmak, Allah'a asi olmak, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmamaktır.
Böyle bir halin sonucu da felakettir, azabdır.
18) Edeb:
Güzel terbiye ve güzel huylarla vasıflanmaktır, utanılacak şeylerden insanı
koruyan bir hal demektir.
Edeb, insan için büyük bir şereftir. Edebin karşıtı İsaet'dir
ki, kötülük yapmak ve terbiyeye aykırı davranmak demektir.
Edeb, insanın süsüdür. Edeb, insanı nefsin arzusuna uymaktan
korur ve kurtarır.
"İnsanın edebi, zehebinden
(altınından) iyidir"
denilmiştir.
Edebden yoksun olan bir insan, bir toplum için zararlı
mikroplardan daha tehlikelidir.
19- İhsan:
Bağışlama, iyilik etme, bahşiş verme, hayır olarak yapılması uygun olan bir şeyi
yapma demektir. İhsan, adaletin üstünde bir faziletdir. Bir ayet-i kerimede
buyurulmuştur:
"İhsan ediniz; şübhe yok ki,
Allah ihsan edenleri sever."
Diğer bir ayet-i kerimede de buyurulmuştur:
"Yüce Allah sana ihsan ettiği
gibi, sen de ihsan et."
20- İhlas:
Herhangi bir işi güzel bir niyetle ve saf bir kalb ile yapmak, işe başka bir şey
karıştırmamaktır. Böyle bir hale, "Hulûs" da denir. Yapılan görevlerin değerleri
ihlasa göre artar. İhlasın karşıtı Riya (gösteriş) 'dır. Bir görevi yalnız bir
gösteriş için veya maddi bir yarar için yapmaktır.
Riyakar bir insan, temiz ruhlu, iyi bir insan değildir.
Yaptığı işlerin mükafatını Allah'dan dilemeğe yüzü olmaz. Bir hadîis-i
şerifde buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, Allah, sadece
kendisi için yapılan ve kendi rızası için istenen bir işi kabul eder."
21- İstikamet:
Her işte doğruluk üzere bulunmak, adaletten ve doğruluktan ayrılmayıp din ve
akıl çerçevesi içinde yürümek demektir. Din ve dünya görevlerini olduğu gibi
yapmaya çalışan bir müslüman, tam istikamet sahibi bir insandır. Böyle bir insan
toplumun en önemli bir organı sayılır.
İstikametin karşıtı, hıyanettir ki, doğruluğu bırakıp verilen
sözü gözetmemek, caymak, emanete riayet etmemektir, insanların haklarına tecavüz
etmektir. Bir ayet-i kerimede, Peygamber Efendimize hitaben şöyle buyurulmuştur:
"Emrolunduğun gibi
istikamette bulun."
İşte bu ayet-i kerime, istikametin ne kadar önemli ve gerekli
olduğunu göstermeğe yeter.
22- İtaat:
Üst amirin dince yasak olmayan emirlerini dinleyip ona göre yürümektir. Yüce
Allah'ın buyruklarını dinleyip tutmak bir taattır. İnsanın mutluluğu da bu taata
bağlıdır. Bunun karşıtı isyandır. Yüce Allah'ın emirlerini dinlemeyen bir insan
günahkar ve hayırsız bir kimsedir ki, kendisini tehlikeye atmış olur. Artık
böyle bir kimseden insanlık ne bekleyebilir:
Kur'an-i Kerîm'de şöyle buyurulmuştur:
"Allah'a itaat ediniz; Allah'ın Peygamberine de,
sizden olan idarecilere de itaat ediniz."
23- İtimad:
Güvenmek ve emniyet etmek, bir şeye kalben güvenip dayanmak demektir. Halkın
güvenini kazanmak bir başarı eseridir. İktisadî ve içtimaî hayatın devamı
itimadın varlığına bağlıdır. Onun için insan, güzel ve doğru hareketleriyle
herkesin güvenini kazanmaya çalışmalıdır. İtimada aykırı olan şey, hiyanettir,
işi kötüye kullanmaktır ki, bunun sonucu pek korkunçtur.
24- İktisad:
Her işte denge üzerinde bulunmaktır. Gereğinden fazla veya noksan harcama
yapmaktan kaçınmaktır. İnsan iktisada uyma sayesinde rahat yaşar, hadis-i
şerîfde buyurulmuştur:
"İktisad üzere bulunan fakir olmaz."
İktisadın karşıtı israf dır, aşırı gitmektir. İsraf, yemek,
içmek, giyinip gezmek gibi işlerde belli bir ölçüyü aşmaktır ki, haramdır.
Ferdlerin ve cemiyetlerin yıkılmasına sebebdir. Bunun için ki, Kur'an-ı Kerîm'de
şöyle buyurulmuştur:
"Allah israf edenleri sevmez."
Bir de "Takdîr" vardır ki, bir şeyi gereğinden çok fazla
kısmaktır. Bu da uygun değildir.
25- Ülfet:
Uygun kimselerle güzel bir şekilde görüşüp konuşmak demektir. İnsanlar devamlı
olarak yalnız başlarına yaşayamazlar. Birbirleri ile görüşmek zorundadırlar.
Güzel bir ahlaka sahib olan kimse, herkesle güzel görüşür, onların sevgisini
kazanır. Bu hale, "Ünsiyet" de denir. Bunun karşıtı "Uzlet" kenara çekilmek,
yalnız başına kalmak, herkesten uzaklaşmaktır. Herkesle görüşmek uygun olmadığı
gibi, herkesten kaçınmak da uygun değildir. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"Mü'min ülfet eder ve ülfet
olunur. Ülfet etmeyen ve ülfet olunmayan kimsede ise hayır yoktur. İnsanların
hayırlısı, insanlar için hayırlı olanıdır."
26- Emniyet:
Bir şeye güvenmek manasına geldiği gibi, insanda doğruluktan ileri gelen bir huy
anlamına da gelir, insanların sırlarını ve mallarını güzelce saklamak da, bir
emniyet halidir. Emniyetin karşılığı "Hiyanettir", sözünde durmamaktır.
Ferdleri arasında emniyet bulunmayan bir toplum geleceğinden
güven içinde bulunamaz. Emniyeti kötüye kullanmak münafıklık alametidir. Bir
hadîs-i şerîfde şöyle buyurulmuştur:
"Münafıkın alameti üçtür:
Konuşunca yalan söyler, söz verince cayar, emanet edilince hiyanette bulunur."
27- İnsaf:
Adalet içinde hareket etmek ve gerçeği kabul etmektir. İnsaf, ciddî ve iyi huylu
bir insanın alametidir. Bunun karşılığı zulümdür, haksızlık etmektir, hak olan
şeyi inkardır. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"İnsaf dinin yarısıdır."
Çünkü gerçek din, faydalı olan şeylerin kabul edilerek
yapılması ve zararlı şeylerden sakınılması demektir. İnsaf sahibi olan kimse,
muhakkak dinin yarısını teşkil eden o yararlı şeyleri anlar ve kabullenir.
Böylece insaf, kendisinde dinin yarısı gibi sayılır.
28- Beşaşet:
Güleryüzlü olmak ve hoş bir hale sahib olmak demektir.
Beşaşet, ruhtaki saflık ve neş'enin yüzde parıltısı demektir. Karşılığı Ubuset,
yüz ekşiliğidir. İnsan daima güler yüzlü olmalı, hiç kimseye karşı çatık kaşlı
bulunmamalıdır. Güleryüzlülük bir sadaka ve bahşiş sayılır. Bir hadîs-i şerîfde
buyurulmuştur:
"Allah muhakkak ki yumuşak huylu
va parlak yüzlü kulunu sever."
29- Te'dib:
Terbiye etmek, edeb ve ahlak üzere yetiştirmek demektir. Bunun karşıtı da,
terbiyeyi terk etmek, yapmamaktır. Terbiye işinde asla gevşeklik yapılmamalıdır.
Kendi çocuklarını güzelce terbiye etmeye çalışmak, her aile idarecileri için
vacib olan bir görevdir. Burada yapılacak dikkatsizliğin zararları yalnız bir
aileye ve ferde değil, koca bir topluma aittir. Denmiştir ki:
"Baba ile ananın terbiye
etmediğini, gece ile gündüz (zaman)
terbiye eder. Zamanın terbiye etmediğini de, Cehennem terbiye eder."
30- Teenni:
Bir işte acele etmeyip düşünerek hareket etmektir. Böyle bir davranışa "Teüde"
de denir. Vakti gelip çatan hayırlı bir iş için teenniye (yavaş davranmaya)
gerek yoktur. Fakat henüz zamanı gelmeyen bir iş içinde acele etmek, pişmanlık
doğuracağından doğru değildir.
Teenni'nin karşıtı istical, acele etmektir. Bir şeyi
zamanından önce elde etmeğe çalışmaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Yavaş davranmak (teenni)
Rahman'dan, acele ise Şeytandandır."
Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur:
"Ahiret işi müstesna, her
işte yavaş ve tedbirli davranmak hayırlıdır."
31- Ta'zîm:
Hürmete değer bir kimse hakkında, büyük sayıldığını
gösterecek şekilde güzel bir davranışta bulunmak demektir. Bunun karşıtı "Tahkîr"dir,
küçümseme hareketidir ki, asla caiz değildir.
İlim, edeb ve yaş bakımından bizden büyük olanlara saygı
göstermek, bizden küçük olanlara da sevgi göstermek bizim için bir görevdir. Bir
hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Bizim büyüklerimize saygı göstermeyen ve
küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir."
32- Tefe'ül:
Bir şeyi uğur saymak, bir olayı bir hayrın başlangıcı
görmektir. Bu güzel bir zan işi olduğundan iyidir. Bunun karşıtı "Teşe'üm ve
Tatayyür'dür. Bu da bir şeyi uğursuz görmek, nefsin nefret duyduğu bir işi
uğursuzluğa bir alamet saymak demektir. Bir kuşun ötüşünü veya bir tarafa
uçuşunu uğursuzluğa yormak gibi... Bu ise, kötü bir zan ve kuruntu eseri
olduğundan caiz değildir.
Herhangi bir olaydan uğursuzluk hükmü çıkararak ümitsizliğe
ve kuruntuya saplanmak doğru değildir. Bazı günlere ve zamanlara uğursuzluk
yorumunda bulunmak da uygun değildir.
Peygamber Efendimiz buyurmuştur:
"Hayıra yorma, güzel söz,
temiz laf hoşuma gider."
İnsan hayırlı söz söylemeli, fena ve uğursuz sözlerden dilini
korumalıdır.
33- Tefekkür:
Düşünmek ve bir iş üzerinde fikri geliştirmek demektir. Yüce Allah'ın kudretine
delalet eden varlıkları düşünmeye dalmak bir ibadettir. Birçok maddî ve manevî
buluşlar ve yükselmeler hep tefekkür (düşünme) sayesinde olmuştur.
Tefekkürün karşıtı, Gaflet'tir. Düşünceden yoksun olmaktır
ki, insana asla yakışmaz.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Yüce Allah'ın yaratmış olduğu
şeyler üzerinde düşününüz; fakat Allah'ın zatı hakkında düşünmeyiniz, helak
olursunuz."
34- Tevazu:
Kendini büyük görmemek, bulunduğu dereceden daha aşağı derecede saymaktır. Bunun
karşıtı "Tekebbür'dür, "Tecebbür"dür. Kendini büyük görmek, bulunduğu derecenin
çok üstünde saymak, geçici şeylere güvenerek ona buna çalım satmak ve
gururlanmaktır ki, çok kötü bir huydur. Bir hadis-i şerif şu anlamdadır:
"Yüce Allah ölçülü davrananı
zengin eder, israf edeni de fakir düşürür. Tevazu göstereni yükseltir,
büyüklenen kimseyi de kırıp geçirir."
35- Tevekkül:
Allah'a güvenmek, kulluk görevini yaptıktan sonra başarıyı Allah'dan beklemek ve
insan gücünün yetişemediği şeyleri Yüce Allah'a bırakıp ümitsizliğe ve keder
içine düşmemektir. Tevekkülden yoksun olmak büyük bir noksanlıktır. Bir mü'min
bilir ki, herhangi bir işin elde edilmesi için, sadece sebeblerin varlığı
yeterli değildir. Allah'ın dilemediği bir iş, hiç bir zaman meydana gelemez.
O'nun dilediği bir şeyi de hiç kimse engelleyemez. Bununla beraber tevekkül,
sebeblere sarılmaya engel değildir. Yüce Allah olayları birer sebebe
bağlamıştır. Bu konuda ilahî kanunlara uymak gerekir. Peygamber Efendimiz,
devesini bir şeye bağlamaksızın dışarıda bırakıp Peygamberin huzuruna gelen Amr
ibni Umeyye'ye şöyle buyurmuştur: "Deveni bağla da,
tevekkül et."
36- Sebat:
Sözde durmak, verilen sözü yerine getirmek, bir işte, bir inançta veya bir
düşüncede kararlı bulunmak demektir. "Sabit (kararlı) olanlar nabit (başarılı)
olurlar" sözü meşhurdur. Sebat başarının bir şartıdır. Doğrusu hayırlı ve hakka
bağlı olan işlerde sebat etmek bir fazilettir. Faydasız olan boş şeylerde sebat
göstermek ise, aklın noksanlığına ve insafın yokluğuna delalet edeceği için
büyük bir kusurdur.
37- Cûd:
Cömert davranmak, insanlara ihtiyaçlarını bildirmelerine
meydan vermeksizin ihsan ve ikramda bulunmaktır. Verilmesi uygun olan şeyleri,
uygun yerlere kolayca vermek huyudur ki, buna sehavet de denir.
Cûd ve seha (cömertlik), insana yaraşan iyi bir huydur.
Bunların karşıtı, hasislik, cimrilik ve tama'dır ki, insanlara asla yakışmaz.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Cömert kimsenin yemeği şifadır.
Hasis (cimri) kimsenin
yemeği de hastalıktır."
38- Hazm:
Anlayışla yürümek, tedbirli davranmak ve sonucu bilinmeyen şeylere hemen
atılmamaktır. Karşıtı, tedbirsizliktir. Tedbirli hareket edenler pişmanlık
duymazlar. Bununla beraber hazm (ihtiyatlı bulunmak), bazan kötü kuruntulardan
da ileri gelir. Onun için hazm deyip de teşebbüste tereddüt ve kuruntuya
düşmemelidir. Onun için bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Hazm bir kötü zan'dır."
39- Hüsnüzan:
Güzel sanma veya bir şeyin iyiliği üzerinde inanç beslemedir. Bunun karşıtı
Suizan (kötü sanma)'dır. İnsan kötüzan beslemekte hiç bir zaman aşırı
gitmemelidir. Hiç kimse hakkında da yok yere kötüzanda bulunmamalıdır.
Doğrusu, herhangi bir kimse hakkında körü körüne "Pek iyi bir
insandır" diye hüküm vermek de hüsnü zannı kötüye kullanmak olacağından iyi bir
davranış değildir. Onun bunun işlerini araştırmak, kusurlarını öğrenme arzusunda
bulunmak, tecessüs denilen, kötü zandan doğan ve ahlaka aykırı olan bir
harekettir ve haramdır. Bunun hakkında Kur'an-ı Kerim'de buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, zannın bir kısmı
günahtır."
40- Hıfz-ı Lisan:
Dili gereksiz sözlerden koruyup ihtiyaçtan fazla söz söylememek halidir ki, çok
iyidir. Bunun karşıtı "Malâyani" denilen faydasız şeylerle uğraşmak ve ağzına
gelen her şeyi söylemektir.
Akıllı olanlar çok kez susarlar. Gerek görülmedikçe söz
söylemek istemezler. Susmak çok güzel bir şeydir. Yeter ki, bir hakkın
kaybolmasına veya bir gerçeğin yanlış anlaşılmasına sebebiyet vermiş olmasın.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
buyurmuşlardır:
"Her kim Allah'a ve ahiret gününe
iman ediyorsa, hayır söylesin veya sussun.''
41- Hakk:
Yüce Allah'ın mübarek bir ismidir. Her doğru olan ve değişmeyen şeye de hak
denir. Bunun karşıtı "Batıl" sözüdür.
Herkesin meşru bir şekilde elinde bulundurduğu yetkiye veya
mülke de hak denilmiştir. Bunun çoğulu "Hukuk"dur.
Her hak karşılığında bir görev vardır. Bir insan hayat
(yaşama) hakkına, namus ve şeref hakkında sahibdir. Bunlara hiç kimsenin tecavüz
hakkı yoktur. Her insan karşılıklı olarak bu hakka sahib olduğu için herkes
karşısındakinin hakkını kabul ve ona uygun hareket etmekle görevlidir ve bu
görevleri korumakla yükümlüdür. Bu haklara tecavüz haramdır, cezayı gerektirir.
Toplum düzenine engel olur.
Hak hiç bir zaman değişmez. Hakka, kuvvet ve diğer şeyler
üstün gelemez. Geçici olarak kaybolan bir hak, bir gün dünyada değilse bile
ahirette meydana çıkacaktır.
42- Hikmet:
İlim ve amelin birleşmesinden meydana gelen yüksek bir sıfattır. Bilmeyen veya
bildiği ile amel etmeyen kimse hikmet sahibi değildir. Her şeyin aslını öğrenmek
için edinilen bilgiye de hikmet denir. Adaba, ahlaka, öğütlere ait güzel sözlere
ve fıkralara da hikmet denir.
Hikmet sahibi olan insanda, zeka, ezberleme, güzel düşünme,
kolaylıkla öğrenme, açık zihin, iyi anlayış ve kavramları hafızada tutma gibi
duygular belirir. Bir ayet-i kerimede buyurulmuştur:
"Kendisine hikmet verilen kimseye, muhakkak
birçok hayır verilmiş olur."
Bir hadis-i şerif de şöyle:
"Hikmet, mü'minin yitiğidir. Onu
nerede bulursa alır."
43- Hilm:
Şiddete sabredip tahammül etmek, öfke ateşini söndürmek ve nefsi heyecandan
korumaktır. Yerinde yapılan böyle bir davranış büyük bir fazilettir. Bunun
karşıtı "Hiddet, tehevvür"dür. Bu da bir öfke, titizlik ve kızgınlık halidir.
Hoşa gitmeyen bir olaydan dolayı gazab kuvvetinin parlayıp meydana çıkmasıdır.
Kızgınlık ve darılma halleri, kalbdeki kanın taşması
zamanında meydana gelen bir nefis değişikliğidir ki, haksız yere olunca bir
kusur sayılır, pişmanlığı gerektirir. Fakat akla uyarak haksızlığa karşı olan
bir öfke iyidir. Çünkü kutsal inançlar bununla korunur.
Hilm, ilim ve hikmete bağlı olmalıdır. Bir hadis-i şerifde
şöyle buyurulmuştur:
"Hiç bir şeyin bir kimsede
birleşmesi ilimle hilmin birleşmesinden daha üstün olamaz."
44- Hamiyet:
Kutsal şeyleri ve milletin haklarını gözetmek, namus,
şerefi ve fikirleri töhmetten korumak yolunda gösterilen çabaya hamiyet denir.
Bu çok güzel bir haslettir. Fakat batıl fikir ve akideleri korumak yolunda
gösterilen gayrete "Cahilce hamiyet"
denir ki, bu pek kötüdür.
45- Haya:
Utanma, hicab, ar, namus manalarına gelir. Çirkin şeylerden
nefsin darlanması, edebe aykırı bir işin meydana çıkmasından dolayı kalbin
duygulanıp sıkıntı içinde kalması demektir. Bunun eseri hemen yüzde belirmeye
başlar.
Haya pek güzel bir huydur. Bunun karşıtı Vakahat
(utanmazlık)'tır. Batılı hak şeklinde görüp çekinmeksizin onu yapmaktır.
Hayasızlık, insanı insanlıktan çıkarır, hayvanlardan daha
aşağı düşürür. Bir hadis-i şerifin anlamı şöyle:
"Haya imandan bir bölümdür.
İnsanlardan utanmayan Allah'dan da utanmaz."
46- Huşu:
Tevazu göstermek, hakka boyun eğmek, korku ile sevgi
karışımı olan saygılı bir tavır takınmak demektir. Karşıtı, gaflet içinde
kendini büyük görme, kalb huzurundan yoksun olmadır. Bir ibadetin değeri, huşua
olan yakınlığı nisbetinde artar. Haşyet de, saygı ile karışık kalble ilgili bir
korkudur. Allah korkusuna "Haşyetullah" denir. Kalbinde Allah korkusu bulunmayan
kimsenin her çeşit fenalığı yapması mümkündür. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Hikmetin başı Allah korkusudur."
Yüce Allah'ın kudret ve azametini düşünen bir mü'minin
kalbinde Allah korkusu parlar ve onu daima iyiliğe götürür.
47- Hayır:
İyilik demektir. Her helal olan mal ve yarar da bir hayırdır, Allah'ın
ihsanıdır. Allah rızasını kazanmaya sebeb olan her güzel iş bir hayırdır.
Geçerli olan asıl hayır da budur.
Hayrın karşıtı "Şerr"dir. Hakka ve yaratılışa uymayan ve kötü
bir sonucu gerektiren her şey bir şerdir, fenalıktır.
Herkes için iyilik istemeye "Hayırhahlık" denir. Bu ruhun
temizliğinden ileri gelir. Bütün hayır müesseseleri, hayırseverliğin bir
eseridir. Başkasının fenalığını istemek de, "Bedhahlık"tır. Bu, bir ruh
hastalığıdır ki, sahibinin kötü kimse olduğuna bir alamettir.
İşte "hased", çekememezlik ve kıskançlık denilen kötü hal, bu
kötülük severlikten başkası değildir.
Başkasının hak kazanarak elde etliği nimetlerden rahatsız
olup da o nimetlerin kaybolmasını istemek bir hasedden ibarettir. Bu pek fena
bir huy olduğundan bundan çok sakınmalıdır. Bir hadis-i şerifde şöyle
buyurulmuştur:
"Hasedden kaçınınız; çünkü ateş, odunları yakıp
bitirdiği gibi, hased de güzel işleri (salih amelleri) yer bitirir."
Kötülüğe alet olan bir varlığın kaybolmasını istemek hased
sayılmaz. Yine başkasının elde ettiği bir nimetin benzerine kavuşmayı istemek de
hased değildir. Bu isteğe "Gıbta ve Münafese" denir ki, bazı hallerde caizdir.
Yüksek bir alimin ilmine ve faziletine gıbta edilmesi (imrenilmesi) gibi...
48- Dostluk:
İki ve daha çok kimseler arasında meydana gelen samimi bir sevgi ve bağlılık
demektir. Allah için olan dostluk devam eder. Dünya için olan dostluk da bir
akan yıldız gibi parlayıp söner.
Dostluğun karşıtı, düşmanlık, davet ve kindarlıktır. Bütün
müslümanlar birbirine dosttur. Çünkü aralarında sönmeyen bir din kardeşliği
vardır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine şöyle
emretmiştir:
"Birbirinize kin tutmayınız,
hased (kıskançlık)
etmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz, ey Allah'ın kulları!.. Kardeş olunuz.
Bir müslümanın müslüman kardeşine üç günden çok dargın kalması helal olmaz."
Başkasının bir kederinden ötürü sevinmek de bir düşmanlık
eseri olduğundan caiz değildir. Buna "Şematet" denir. Bir hadis-i şerifde
buyurulmuştur:
"Kardeşin için şematet eyleme
(kötü haline sevinme); sonra
Allah ona merhamet eder de, seni belaya düşürür."
49- Diyanet:
Dindarlık yapmak, dinin kutsal emirlerine uyarak gereği
üzere hareket etmektir. Karşıtı dinsizliktir, din hükümlerine aykırı
davranmaktır, bütün fenalıkların en büyük kaynağıdır.
İnsanların kurtuluşu, temiz bir halde yaşayış ve mutluluğa
ermesi, ancak diyanet sayesindedir. Diyanet doğuştan vardır. Gerek ferdler için
ve gerekse cemiyetler için zorunludur. Onun için diyanete sımsıkı sarılmalıdır.
Bu, insanlığın yararı ve selameti bakımından son derece gereklidir.
50- Zikir:
Anmak ve hatırlamak manasınadır. Yüce Allah'ın kutsal isimlerini anmak ve vacib
olan bir görevdir, en yüksek bir zikirdir.
Yüce Allah'ı zikretmek, ya büyüklüğünü düşünmekle olur ki,
bundan yüceltme ve tazim meydana gelir. Ya da Allah'ın sonsuz kudretini
düşünmekle olur. Bundan da korku ve hüzün doğar. Bir de nimetlerini anmakla olur
ki, bundan şükür ve hamd meydana gelir. Yahut pek acaib ve üstün olan eserlerini
düşünmekle olur. Bundan da uyanma ve ibret alma yüz gösterir.
Zikrin karşıtı, "Nisyan (unutma)"dır. Yüce Allah'ın mübarek
isimleri ile kulun gönlünü süslememesidir. Bu çok acınacak bir dalgınlık
eseridir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:
"Allah'ı çok zikrediniz ki, kurtulasınız."
Bir hadis-i şerifde de: "Zikrin en faziletlisi Lâ ilâhe
İllallah'dır. Duanın da en faziletlisi Elhamdülillah'dır"
buyurulmuştur.
51- Rıza:
Hoşnut olmak, uygunluk göstermek herhangi bir hükmü veya işi kalben hoş görüp
kabul etmektir. Bunun karşıtı kabul etmemek, red etmek, itiraz etmektir.
Yüce Allah'ın her hükmüne ve her takdirine razı olmak bir
kulluk görevidir. Gerçek olan bir şeye razı olmamak bir ahmaklık işareti olduğu
gibi, batıl bir şeye razı olmak da bir taşkınlık ve isyan eseridir.
Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Allah bir kulu severse, yalvarmasını dinlemek
için onu bir sıkıntıyla sınar."
52- Rıfk:
Yumuşaklık, yavaşlık, nezaket ve tatlılıkla iş yapmak, sonu
güzel olan bir şeye güzelce boyun eğmek anlamındadır. Bunun karşıtı "Unf
(şiddet, sertlik kabalıkdır)" ki, katı yürekli olmaktan, sertlik göstermekten,
nezakete aykırı davranmaktan ibarettir. İnsan, yumuşaklık sayesinde en güç
neticeleri elde edebilir. Düşmanca davranmak yüzünden de, elde edilmesi pek
yakın olan şeyleri imkansız bir hale getirmiş olur. Hadis-i şerifde
buyurulmuştur:
"Şüphesiz ki, Allah, yumuşak
huyludur ve yumuşak huyluluğu sever. Ve sertlik uzerine vermediği şeyi yumuşak
huyluluk üzerine verir."
Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurmuştur:
"Yumuşaklıktan yoksun olan,
hayırdan da yoksun bulunur."
53- Sa'y:
Çalışmak, bir maksadın elde edilmesi için gerekli gücü harcamaktır. Karşıtı
"Atalet, bataet, meskenet (gevşeklik, miskinlik, umursamazlık)"dır. Bu İslam
ruhuna asla uygun değildir. İnsan hak olan şeyleri elde etmek için düzenli bir
çalışma ve gayret sahibi olmalıdır. Bütün ilerlemeler gayret ve çalışmanın
neticesidir. Kur'an-ı Kerîm'de buyurulmuştur:
"İnsan için çalıştığından başkası
yoktur."
54- Ayıpları örtmek:
İnsanların kusurlarını örtmek, görmemezlikten gelmek, başkalarına açıklamamak
demektir. Karşıtı "Kusurları yayma"dır.
Başkalarının kusurlarını arkalarından söylemek gıybettir.
Öyle ki, bir kimsenin arkasından boyuna, elbisesine, yiyip içmesine, gezip
yürümesine varıncaya kadar bir kusurunu dil göz veya el ile işaret ederek
göstermek de bir gıybettir. Çünkü bunları öğrenince üzüleceğinde şübhe yoktur.
Başkalarına, yapmadıkları kusurları yüklemek de iftiradır,
buhtandır. Bunlar İslam terbiyesine aykırıdır, kesinlikle haramdır.
Bir hadis-i şerif şöyle buyurulmuştur:
"Ne mutlu o kimseye ki, kendi
kusuru kendisine, başkalarının kusurlarını görmeye zaman bırakmaz."
Onun için insan, kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye
çalışmalıdır. Ancak uygunsuz işleri hiç çekinmeksizin yapıp duran günahkar
kimselerin bu çirkin hallerini arkalarından söylemek gıybet sayılmaz. Bu söyleme
ile çirkin işler kötülenmiş ve başkaları bundan korunmuş olur. Bir İslam
toplumuna karşı, küstahça hareket ederek ahlaka uymayan şeyleri açıkça yapıp
duran kimselerin bu rezaletini söylemek, toplumsal anlayışın güzel bir
tepkisidir. Yeter ki, bu söyleyiş şahsî bir kırgınlık neticesi olmasın.
Gıybetin sorumluluğundan kurtulmak için, mümkünse gıybet
edilen kimseden helallık dilemeli, özür dilemelidir. Bazı alimlere göre, yapılan
gıybetten pişman olup istiğfarda bulunmak yeterlidir. Çünkü durumu haber verip
gıybet edilen kimseden helallik dilemek, bir üzüntüye, bir dargınlığa sebebiyet
vermiş olabilir. Ancak o kimse bu gıybetten haberdar olmuşsa, o zaman
kendisinden özür dileyerek helallık istemek gerekir.
İki dargının özür dilemek için musafaha yapması (görüşüp el
sıkışması) helallaşmak sayılır.
55- Şecaat:
Yiğitlik, kahramanlık, kalb metinliği, gereğinde tehlikelere atılabilme özelliği
demektir. Karşıtı "Cebanet (korkaklık)"dır. Hak yolunda mukaddesatı korumak için
gösterilen yiğitlik (şecaat), çok kıymetli bir huydur.
56- Şefkat:
Korku ile karışık merhametten ileri gelen acıyıp esirgeme halidir. Başkalarının
başına gelen veya gelmesi düşünülen fena bir hal karşısında kendisini gösterir.
Bunun karşıtı merhamet ve yumuşaklık duygusundan yoksunluktur ki, pek kötü bir
huydur.
Şefkat, temiz ve saf kalblerin bir özelliğidir. İslamda,
"Yüce Allah'ın emirlerine saygı, yaratıklarına şefkat" büyük bir esastır.
57- Şükür:
Görülen, iyiliğe karşı, söz veya işle memnuniyet göstermek ve yapılan iyiliğin
kıymetini bildirmektir. Görülen bir iyiliği överek anmak da bir şükürdür.
Karşıtı "Küfran-ı nimet (nimeti inkâr)"dır.
Biz her an binlerce nimetlerine kavuştuğumuz Yüce Allah'a
şükretmeğe borçlu bulunduğumuz gibi, iyiliğini gördüğümüz kimselere karşı da
teşekkür etmeğe borçluyuz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"İnsanlara şükretmeyen, Allah'a da
şükretmez."
58- Şehvet:
İstek, nefse uygun olan bir şeyi istemek, hayat hareketi için insanların
birbirlerine karşı olan doğal meyilleri demektir.
Dinde yasak olmayan bir şey hakkında kararınca bir şehvet ve
meyil iyidir. Dinde yasak olan bir şey hakkında ise, şehvet hayvani bir hal
olduğundan pek kötüdür, zararlıdır. Bundan kaçınmak gerekir.
Heva, boşuna
arzu, meşru bir sebeb olmaksızın nefsin bir şeye meyletmesidir. Heves de, bir
şey üzerinde gösterilen ham ve noksan bir aşk ve sevda demektir. Bunların ikisi
de iyi değildir. İnsanın feyiz ve şerefine engel olurlar. Peygamber Efendimiz
şöyle dua ederlerdi:
"Ya Rabbi! Beni ahlakın çirkin olanlarından ve
hevalardan uzak bulundur."
59- Sabır:
Acıya katlanmak, bedene uygun düşmeyen hallere telaş göstermeksizin karşı
koymaktır. Bunun karşıtı sabırsızlık (ceze')'dir. İnsan yaşadıkça birtakım acı
olaylar karşısında kalır. İşte bunlara karşı sabretmek gerekir. Bir ayet-i
kerimede de:
"Şüphe yok ki, Allah
sabredenlerle beraberdir" buyurulmuştur.
Sabnn sonu selamettir, başarıdır. Sabır acıdır; fakat sonucu
tatlıdır.
Sabırsızlık ruhun gevşekliğinden ileri gelir. Ancak, dine
uymayan şeyler hakkında sabır caiz değildir. Bunlara karşı kalben bir acı
duyulması ve mümkün ise mücadele yapılması gerekir. Savulması mümkün olan
kötülüklere veya ihtiyaçlara katlanmak sabır değil, bir acziyet ve miskinliktir.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır.
"Allah'ım! Ben acziyetten ve
tenbellikten sana sığınırım."
60- Sadakat:
Doğruluk, gerçeğe uygun olan doğru sözdür. Garaz lekesinden temizlenmiş ve her
yönden halis olan bir dostluk da sadakatdır. Herhangi bir doğruluğa da sadakat
denir. Doğruluğun karşıtı yalandır. Sadakatın karşılığı hiyanettir, doğruluktan
yoksun olmaktır. İnsanlara sıdk ve sadakat yakışır. Yalancı bir kimseyi ne Allah
sever, ne de kulları...
Yalan haramdır. Yalancı bir kimsenin insanlık bakımından hiç
bir kıymeti olamaz. Söylediği yalan sözleri ile insanları aldatan, yaptığı hile
ve uydurmalarla ötekini berikini saptırmaya çalışan kimseler çok büyük
günahkardır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Bize hiyanet eden bizden değildir. Hile ve
aldatmayı yapanlar cehennemdedirler."
Sonuç olarak, insanın sözü de, özü de doğru olmalıdır. Doğru
olmayanlar için mutluluk kapıları kapalıdır. İslamiyet gibi, hikmet ve gerçek
esasları üzerinde kurulmuş bir dinde doğruluğa aykırı bir şey asla yer bulamaz.
61- Salah:
İyi hal, her hayrı kendinde toplayan faziletlerden ibaret yüksek bir vasıftır.
Karşıtı "Fesad ve Fücur'dur. Bir millet, kendi ferdlerinin iyiliğine
çalışmalıdır. Çalışmazsa, fesadçıların eline esir düşer. Bir müslüman, din ve
dünya görevlerini öğrenip güzelce uygulamadıkça iyi hal sahibi olamaz.
62- Sılâ-i Rahim:
Akrabayı arayıp sormak, akrabanın kusurlarını bağışlamak muhtaçlarına yardım
etmektir. Akraba ile görüşmek, sohbette bulunmak, kendilerine selam ve hediye
göndermek sıla-i rahim sayılır. Yakın bulunan akrabayı, mümkün ise, bulundukları
yerlere gidip ziyaret etmek, uzak akraba ile de mektuplaşmak gerekir. Karşıtı
"Kat-ı Rahîm (akrabayı unutup onlarla ilgiyi kesmek)"dir. Böyle bir tutum,
İslamın öğütlediği ailevî ve içtimaî görevlere aykırıdır. Bir hadis-i şerifde
buyurulmuştur:
"Sılâ-i rahim, ömrü uzatır."
63- Salabet:
Metin olmak, kutsal varlıkları korumak için insanın sahib olduğu kalb kuvveti
demektir. Karşıtı, gevşeklik ve inanç bozukluğudur. Salabet çok kıymetli bir
huydur. Bazan salabat yerine taassub
da kullanılır. Taassub, aslında adet ve geleneklerde veya maddî ve manevî
şeylerde fazla direnip taraftarlık yapmaktır. Bu yönden iki türlüdür: Biri dine
uygun olan taassubdur. İnançlara ve din gerçeklerine gösterilen sebattır. Bu çok
iyidir. Diğeri ise, batıl ve faydasız adetler, modalar, fikirler, yapılıp
yapılmamasında dinî bir sakınca bulunmayan işler üzerinde gösterilen taassubdur
ki, bu pek kötüdür. Ne yazıktır ki, bazı kimseler, bu ikinci kısımdan olan
asılsız şeylere dört elle sarıldıkları halde, mukaddesata ve din esaslarına
bağlı kalan kimselere bir kusur olmak üzere taassub isnad etmekten kendilerini
alamazlar. Bu, cahilce bir görüşün sonucudur, bundan kaçınılmalıdır. Gerçeği
gerçek, batılı da batıl görmeye çalışmalıdır.
64- Zarafet:
İncelik, kibarlık, ince zeka eseri hoş söz ve işler ile vasıflanma huyudur.
Karşıtı, kabalık denilen bir haldır. Bu, ruhlar üzerine fena tesir yaptığından
kötüdür. Yaratılışta olan zarafetler, ölçüyü taşırmamak şartıyla iyidir. Fakat
her işte ve her sözde zarafet göstermeye çalışmak, vakar ve ciddiyete aykırıdır,
hafiflikten ibarettir. Onun için bu hususta aşırı davranmamalıdır.
65- Adl, Adalet:
Hakka yönelmek, haksızlıktan kaçınmak, her hakkı sahibine vermeye çalışmaktır.
Karşıtı "Zulüm, gadr"dır, insafsızlıktır. Dünyanın bütün düzeni ve düzgünlüğü
adaletle kazanılır. Yüce Allah bize adaleti emrediyor. Onun için insan, her
davranışını bir ölçü ve adalet içerisinde yapmaya çalışmalıdır. Görevinde
adaleti gözetmeyen bir insan, kendisine de, vatanına da, bütün insanlığa da
fenalık etmiş olur. Herhangi bir hakkın kaybolmasına veya geciktirilmesine sebeb
olmak bir zulümdür. Her hangi kimseden haksız yere bir şey almak zulümdür.
Herhangi bir insana veya hayvana haksız yere eziyet vermek de bir zulümdür.
Zulmün sonucu ise, azabdır, felakettir. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Zulme uğramışın duasından kork;
çünkü onunla Allah arasında perde yoktur."
66- Azim:
Bir işe kesinlikle niyet etmek, bir işi yapmaya kalbi bağlayarak yönelmektir.
Karşıtı, "Tereddüt ve Terahi (geciktirme)"dir. Haklı gayeler uğrunda azimli
olmak bir özelliktir. Bir ayet-i kerîme şu anlamdadır:
"Azmedince de Allah'a tevekkül et, artık
tereddüt etme, şüphe yok ki Allah Teala tevekkül edenleri sever."
67- Aşk:
Fazla sevgi ve ilgiden bir şey hakkında kalbin pek ziyade ilgi ve çekicilik
kazanmasıdır. İnsanlar, maddeten veya manen güzel ve lezzetli buldukları şeylere
karşı kalblerinde bir meyil duyarlar. Bu meyil ılımlı olursa "muhabbet", pek
kuvvetli olursa "aşk" adını alır. İnsanlar hoşlarına gitmeyen şeylere karşı da
bir "nefret" duyarlar. Bu nefret ılımlı olunca "buğz", pek kuvvetli olunca da "Makt
(kin)" adı ile anılır.
Mukaddesata karşı olan meyil bir aşk derecesinde bulunması
pek sevimlidir. Fakat ölümlü varlıklara, geçici güzelliklere karşı aşk
derecesinde olan meyil, kalbin gevşekliğinden, düşüncenin noksanlığından ileri
geldiği için kötüdür.
Mukaddesat hakkındaki aşka: "Gerçek aşk, Rahmanî aşk" denir
Geçici ve nefsanî şeyler hakkındaki aşk da "mecazî aşk, himarî aşk" adını alır.
Onun için bu ikinci kısımdan kaçınmak, her faziletli insan için bir görevdir.
68- İsmet:
Günahlardan kaçınma huyuna sahib olmak. Hak Teala'nın korkusu ile bütün çirkin
şeylerden beri bulunmak demektir. Fena şeylerden uzakta kalmak da, Yüce Allah'ın
bir koruması olduğundan bir ismet sayılır.
İsmetin karşıtı, suçluluk ve günahkarlık halidir. İnsanın
asıl güzelliği ve şerefi kazandığı ismet sayesindedir.
69- İffet:
Namus, perhizkârlık, nefsi hayvanî sarkıntılıklardan
engellemek huyudur. Karşıtı "Fuhş"dur. Namusa aykırı harekettir.
Ruhların temizliği iffetledir. İffetsiz bir kimse, zehirli
mikroplardan daha zararlı bir yaratıktır, kendisinden her halde uzaklaşmak
gerekir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah'ım! Ben senden dünyam,
dinim, ehlim ve malım hakkında iffet dilerim."
70- Af:
Bağışlamak, suçtan geçmek, günahkar kimse hakkında layık
olduğu azarlamayı bir lütuf olarak terk etmek anlamındadır. Safh da bir
meseleden dolayı göz yummak, başa kakmamaktır ki, af ile beraber kullanılır.
Af ve safh'ın karşıtı, intikam ve muahaza (azarlama)dır.
İntikam ki, acı çıkarmak, fena bir işe karşı göğüs ferahlığı için diğer bir fena
iş yapmaktan ibarettir, bazı şartlarla caiz olabilir. Fakat af ile muamele
yapmak, şüphe yok ki daha iyidir. Affın zevki, intikamın zevkinden daha çoktur.
Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur:
"Yüce Allah bir kula af
sebebiyle, izzetten başka bir şey arttırmaz."
Bir şahsa karşı kalben tutulan bir buğz, öfke ve zarar verme
arzusuna da "Kin" denir ki, bu da çok defa insanlığa uygun olmaz. Yalnız
mukaddesata düşman olanlara karşı, kalbde devamlı bir kin ve düşmanlık
beslenmesi gerekir.
71- Ahd:
Söz vermektir. Gözetilmesi gereken sözleşmeye de "ahd" denir. Ahdin
(sözleşmenin) gereğine uymak vacibdir. Verilen sözü yerine getirmemek bir
zulümdür. İnsanlar verdikleri sözde durmalıdırlar. Bundan sorumludurlar. Verilen
bir sözde, haklı bir sebeb olmaksızın durmamak insanın kıymetini ayaklar altına
alacak kadar büyük bir alçaklıktır. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Ahdin güzelliği
(verilen sözün yerine getirilmesi)
imandandır."
72- Fazl, Fazilet:
Üstünlüğe, iyilik ve ihsana, ilim ve marifete "fazl" denir. İlim ve irfan
bakımından olan yüksek dereceye ve ahlak görevlerine bağlanmak huyuna da
"fazilet" denir. Fazlın karşıtı, kötülük, hasislik ve cehalettir. Faziletin
karşıtı da, rezillik ve alçaklıktır. Faziletin çoğulu "fezail" dir. Hikmek,
adalet, şecaat ve iffet sıfatlarına "Fezail-i asliye" adı verilmiştir. Bunlardan
birçok faziletler doğar, insan, fazl ve faziletle vasflanmalıdır. İnsanlık
şerefi ancak bu sayede kazanılmış olur.
73- Fütüvvet:
Yiğitlik, nefis şerefi, iyilik ve cömertlik, dostların kusurlarını af ve
bağışlama demektir. Bunun karşıtı, cebanet (korkaklık), zillet, hasislik ve
ürkekliktir. Yiğitlik, sahibine dine ve iyiliğe aykırı işlerden korur,
fedakarlığa ve efendiliğe götürür. Onun için yiğitlikle (fütüvvetle)
vasıflanmaya çalışmalıdır.
74- Feraset:
Zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti, bir insanın ahlak ve
davranışını yüzünden anlamek halidir.
Feraset iki türlüdür: Biri, bir çeşit ilham eseridir ki,
sebebi bilinmeksizin meydana gelir. Diğeri kazanılan bir haldir ki, çeşitli
huylara dair bilgi edinmek sebebiyle olur.
Ferasetin karşıtı, belâhet (anlayışsızlık), zekadan
yoksunluktur. Ferasetli insanların yanında uyanık olmalı, edeb ve fazilete
aykırı şeylerden kaçınmalıdır. "Mü'minin
ferasetinden sakınınız; çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar,"
buyurulmuştur.
75- Kadirşinaslık:
Herkesin gerçek yerini ve değerini bilip hakkında ona göre işlem yapmaktır.
Karşıtı, Kadirnaşinaslık (değer bilmemezlik)dir. Sosyal hayatta, değer bilmenin
büyük bir önemi vardır. Kıymet bilen milletler arasında ilim ve hüner sahipleri
çoğalır. Kadir ve kıymet bilmeyen milletler de, bilgi ve marifetten yoksun
kalırlar. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"İnsanları kendi yerlerine
indiriniz (herkese derecesine göre muamele ediniz)."
76- Kanaat:
Kısmete razı olmak, yemek ve içmek gibi şeylerde tutumlu
olarak orta bir halde hareket etmektir. Karşıtı, israf (savurganlık)dır. Kanaati
yanlış anlamamalıdır. Kanaat, mutlaka az ile yetinip tembellik içinde yaşamak
değildir. Hırsla hareketten kaçınmak, başkalarının nimetlerine göz dikmeyip
hakkına razı olmak ve bir gönül huzuru ile yaşamaktır. Birçok hırsızlıklar ve
cinayetler, kanaatsizliğin sonucudur. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Kanaat tükenmez bir hazinedir"
Gerçekten kanaat sahibi bir kimse, işini yoluna kor,
başkalarına muhtaç olmaktan kurtulur. Hazinelere sahibmiş gibi, şeref ve huzur
içinde yaşar. Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur:
"Kanaat eden aziz olur, hırslı
olan da zelil olur."
Herhangi bir işte bilinen mikdarı aşmak bir israfdır. Bir
şeyi boş yere dağıtmak, uygun olmayan yerlere harcamak bir tebzir
(savurganlık)dır. Bir şeyin elde edilmesini hasislikle karışık bir şekilde
isteyip durmak da tama'dır kir, bunlar kesinlikle kötü huylardır.
Hırs'a gelince, bu da bir şey hakkında gösterilen aşırı bir
istek ve meyilden ibarettir ki, iki türlü olur: Biri, adi şeyler hakkında olan
hırstır ki, bu kötüdür. Kalbin ihtiyacından ve gevşekliğinden ileri gelir.
Diğeri ise, yüksek ve güzel şeyler hakkındaki hırstır. Bu iyidir, ruhun
iyiliğine ve himmetine delalet eder.
77- Kerem:
Cömertlik, şeref, kıymetli şeyleri gönül hoşluğu ile vermek
demektir. Bunun karşıtı, hasisliktir.
Kerem, yüksek bir huy üzere yaratılmış insanlara ait bir özelliktir.
78- Lutf:
İyilik ve güzelliktir. Yumuşaklıkla ve okşama ile muamele yapmaktır ki, insanlık
nişanıdır. Karşıtı, cevr (eziyet)dir ki, insanlığa yakışmaz. Yaratıklar
hakkından gösterilen lütuf ve kerem, yaratıcının yardımına kavuşmaya bir yoldur.
79- Lâtife, Mizah:
Şaka ve hoş duygulu söz demektir. Karşıtı, ciddiyet'dir. Sırf bir eğlence ve
iltifat için yapılan ve hiç bir kimsenin gönlüne dokunmayan latifeler caizdir.
Yeter ki hoş olsun, gereğinden fazla olmasın.
Latifenin çokluğu gülmeyi artırır, kalbi öldürür, heybeti
giderir, düşmanlığa sebeb olur. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"İnsan bir söz söylerken bununla
yanındakiler gülüşürse, kendisi Süreyya'dan
(yıldızdan) daha uzağa uçar gider."
Şeref ve heybeti havaya gider, demektir. Bundan dolayı, bu gibi latifelerden
çekinmelidir.
80- Muhabat:
Öğünme, böbürlenme, maddî ve manevî bazı vasıflardan dolayı öğünmek demektir.
Takdir edilmeye değer yüksek şeylere sahib olmaktan dolayı övünmede bulunmak
caizdir. Fakat herhangi bir geçici varlıktan dolayı öğünmek, kendisini yüksek
görmek caiz değildir. Böyle bir davranışa "Ucb, gurur, cahilce öğünme" denir ki,
pek kötüdür.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Üç şey helak edicidir: Fazla cimrilik,
kendisine uyulan heva (nefis arzusu),
kişinin kendi nefsini beğenmesi."
81- Metanet:
Sağlamlık, dayanıklık manasınadır. Deyim olarak: İnsanın fikrinde sabit olması,
tutumunda kuvvetli ve inancında köklü bulunması demektir. Bunun karşıtı,
gevşeklik ve kuvvetsizliktir. Hak uğrunda metanet göstermek, kıymetli bir
huydur.
82- Medh:
Övmek, irade ile yapılan güzel işlerden dolayı dil ile övme demektir. Karşıtı,
zem (yermek)dir. Birinin aleyhine fena sözler söylemek, onun kötü hallerini
meydana koymaktır.
Övgüye layık kimseleri övmek, cemiyet arasında fazilet ve
kemalin artmasına sebeb olabileceği için iyidir. Fakat övülmeye layık
olmayanları övmek, gerçeğe aykırı, ahlaka zıd ve başkalarını aldatmaya sebeb
olacağından pek kötüdür. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Övücüleri gördüğünüz zaman
yüzlerine toprak saçınız."
Doğrusu, şahsî bir çıkar düşüncesi ile layık olmayanları
övmeye kalkışanlar, böyle bir muameleye hak kazanırlar. Herhangi bin insanı
haksız yere yermek de haramdır.
83- Müdara, Mümaşat:
Yüze gülmek, görünüşte dost olmak, insanlara karşı güzel davranışlarda bulunmak,
başkalarının fikirlerine uyarcasına hareket etmek, sükun ve anlayış üzere
durmaktır. Din esaslarına uygun olarak yapılan müdara iyidir, başarıya sebebdir.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"İnsanlara müdara etmek bir
sadakadır."
Diğer bir hadis-i şerif de şöyle:
"Ben farzlarla emrolunduğum gibi,
insanlara müdara ile de emrolundum."
Fakat güzel bir sonuç düşüncesiyle olmaksızın, herhangi bir
kimsenin makamından ve servetinden dolayı yüzüne gülmek, ona müdarada bulunmak
çok kötüdür. Böyle bir davranışa, temellük, tabasbus, müdahane (yağcılık),
yaltaklanmak, dalkavukluk denir ki, insaniyete asla yakışmaz. Dince yasak, aklen
de çirkindir.
84- Muhabbet:
Sevgi, dostluk ve lezzet duyulan bir şeye gönlün meyletmesi demektir. Bunun
karşıtı Buğz (nefret), düşmanlıktır.
Muhabbetler iki türlüdür: Biri sebebi kaybolan
muhabbetlerdir. Bir kimseyi yalnız dünyalığından dolayı sevmek. O dünyalık
aradan kalkınca, muhabbet de aradan kalkar. Diğeri sebebi kaybolmayan
muhabbettir. Herhangi bir insanı, yalnız Allah için sevmek gibi... Bu tür
muhabbetler devam eder. İşte ahlakça bir fazilet sayılan muhabbetlerden maksad
da, bu tür sevgilerdir. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Yüce Allah'a amellerin en
sevgilisi, Allah için muhabbet ve Allah için buğzdur."
Onun için insan Yüce Allah'ın sevdiği şeyleri sevmeli ve sevmediği şeyleri de
sevmemelidir.
85- Merhamet, Rahm:
Esirgemek, acımak, şefkat göstermek, çaresizlerin hallerine kalben acıyarak
kendilerine yardımda bulunmak demektir. Merhamet, temiz ruhların bir süsüdür.
Yalnız insanlara değil, hayvanlara da merhamet etmeli, acımalıdır. Bir hadis-i
şerifde buyurulmuştur:
"Yerde olanlara merhamet ediniz
ki, gökte olanlar size merhamet etsin."
86- Mürüvvet:
Erkeklik, insanlığa uygun olan şeyi yapmak, güzel görünen şeyleri alıp yerilmeyi
gerektiren hallerden kaçınmak demektir. Bunun karşıtı, namerdliktir.
Açıkça yapılmasından utanılacak bir işi, gizlice yapmamak da
bir mürüvvet sayılır. Görülen bir iyiliği unutmamak ve fırsat düştükçe
karşılığında iyilik yapmak da bir mürüvvet eseridir.
87- Müşavere:
Danışma, bir işin hayırlı olup olmadığını anlamak için
uygun görülen kimselerle görüşüp fikirlerini almak demektir. Karşıtı dediğim
dediklik ve kendini beğenmişlik.
Müşavere bir sünnettir. İnsan danışma sonunda aydınlanır,
bilmediği ve hatırına gelmeyen şeyleri öğrenir, tedbirli olarak hareket etmiş
olur. Yalnız kendi fikri ile hareket eden, çok kez pişmanlık çeker. Bir hadis-i
şerifin anlamı şöyledir:
"Müşavere eden
(danışan) zarar görmemiştir."
Ancak kendisine danışılacak kimse, doğru sözlü, tecrübeli,
danışılan iş üzerinde bilgili, hiddet ve gurur gibi hallerden beri olmalı,
düşüncesini olduğu gibi söylemekten çekinmemelidir.
88- Muavenet, Teavün:
İnsanların birbirine yardımda ve hizmette bulunmaları demektir. İnsanlar daima
birbirlerinin yardımına muhtaçtırlar. İnsan, elinden gelen yardımı akrabasından
ve dostlarından, din kardeşlerinden esirgememelidir. Ancak yardımlar iyi işlerde
olmalıdır. Kötü işlerde yardımcı olmak günahtır, zarardır. Kur'an-ı Kerîm'de
buyurulmuştur: "Birbirinize iyilik ve takva üzere
yardım ediniz. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayınız."
89- Minnet:
İyilik etmek manasına geldiği gibi yapılan iyilikleri birer birer sayarak başa
kakmak anlamına da gelir. Bu ikinci anlamda olan minnet, fena bir huydur,
yapılan iyilikleri siler. Bir ayet-i kerimede buyurulmuştur:
"Ey mü'minler! Sadakalarınızı,
minnet altında bırakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayın."
Fakat iyilik edilen kimse nankör olursa, uyarılabilir,
nankörlüğe son verilmesi kendisinden istenebilir.
90- Namus:
Şeref, iffet, edeb, haya, emniyet ve istikamet gibi faziletlerin tümünden ibaret
olan pek kıymetli bir vasıftır. Şeriata ve kanuna da namus denir. Melek Cibril-i
Emîn'e Namus-i Ekber
denilmiştir. Namusun karşıtı, iffet ve istikametten yoksun bulunmaktır.
Namus, değişmeyen bir gerçektir. Onun bunun anlayışına göre
değildir. İslam ahlak ve adabına uymayan herhangi bir şeyin namus vasfı ile
ilgisi yoktur. Onun için İslam ahlakına uymayan şeylerden kaçınmak gerekir.
91- Nifak:
İki yüzlü olma, dil ile mü'min veya dost görünüp kalbde küfür ve düşmanlığı
gizlemek anlamındadır. Böyle bir insana Münafık, Zülvecheyn (iki yüzlü) denir.
Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"İki yüzlü olan kimse, Allah
katında bir mevki sahibi olamaz."
Onun için insan samimi olmalı, dili kalbine, sözü de özüne
uygun bulunmalıdır.
92- Nemime:
Söz gezdirmek, koğuculuk yapmak, bir kimse aleyhine söylenen sözleri bir kötülük
maksadı ile o kimseye ulaştırmak demektir. Bu çok kötü bir huydur. Bu yüzden
nice dostların arası açılır, nice düşmanlıklar yüz gösterir. Bir hadis-i şerifde
buyurulmuştur: "Koğucu olan Cennet'e giremez"
Böyle bir müslüman azaba hak kazanır demektir. Doğrudan
doğruya cennete girmeye layık olamaz. Ne büyük bir korkutma!.. Böyle çirkin bir
halden Allah'a sığınırız.
93- Va'd:
Söz vermektir. Söz verilen bir şey, bir kimsenin yapacağına dair söz verdiği
iştir. İnsan gerek olmadıkça bir şey için söz vermemelidir. Söz verince de "İnşaallah"
deyip onu yerine getirmelidir.
Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Va'd (verilen söz)
borçtur." Onun için, verilen sözü yerine getirmek
insanlık borcudur.
94- Vefa:
Verilen sözü yerine getirmek, borcu ödemek, din ve akla uygun olarak gereken
şeyi yerine getirip altından çıkmak demektir. Bu pek şerefli bir görevdir.
Karşıtı Hulf, caymak
sözünde durmamak, verilen sözü yerine getirmemektir ki, bu haramdır. Eski
dostluğu, korumaya da "Vefakârlık" denir. İnsan vefalı olmalı, dostluk haklarını
unutmamalıdır.
95- Vakar:
Ağırbaşlı olmak, yapılacak işlerde tedbirli ve yavaş davranmaktır. Bunun karşın
"Hafiflik"dir. Samimi olan vakar, insanın kıymetini yükseltir. Bunun işareti,
insanlar arasında ve yalnızlıktan eşit bir hal üzere bulunmaktır. Hafiflik ise,
insanın şerefini giderir.
Vakar, bir büyüklenme hali değildir. Düşünceden ve şerefi
koruma duygusundan, ilmin ve hilmin kuvvetinden ileri gelir. Hafiflik ise,
ahmaklık ve az akıllılık nişanıdır. Gereksiz yere öteye beriye bakıp durmak veya
gidip gelmek, bazı organları oynatmak, her söze önemle kulak vermek, gereksiz
sorular sormak, soru ve cevablarda acele etmek, elbise ve kıyafete gereğinden
fazla düzen vermek hep hafiflik eseridir. Onun için insan, böyle hafif sayılacak
hareketlerden kendisini korumalıdır.
96- Himmet:
Yüksek bir irade, kalbin bütün ruh kuvveti ile Yüce Allah'a ve kutsal amaçlara
yönelmesi demektir. Bunun karşıtı, huyun aşağılığı ve bayağı şeylere istek
göstermesidir. İnsan himmetine göre yükselir. "Himmetin yüksekliği imandandır."
Yüksek gayelere yetişmek arzusu, üstün bir himmetin nişanıdır.
Daima yükseklik aynasına gözünü
dik ki,
Gözünden himmet nuru yansıyıp parlasın...
97- Yüsr:
Kolaylık, zenginlik, bir şeyin yapılması veya yapılmaması üzerinde kolaylık
göstermek demektir. Karşıtı, Usr (güçlük) sözüdür. Çetinlik demektir. İslamda
kolaylık bir esastır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
buyurmuşlardır:
"Müjdeleyiniz, tiksindirmeyiniz.
Kolaylık gösteriniz, güçleştirmeyiniz."
Onun için insanların kalblerini sevindirmek, nefret doğuracak
şeylerden kaçınmak ve insanlara her işte kolaylık göstermek esastır. Bir hadis-i
şerifin yüksek anlamı şöyledir:
"Din kolaylıktır. Dinde üstünlük
yarışına çıkan herhangi bir kimseye, din muhakkak üstün gelir."
Artık kutsal İslam dininin bütün insanlık için rahmet olan bu
mübarek esasını güzelce bilmeli, onun her yönü ile kolay olan ve uygulaması çok
uygun olan emirlerine ve hükümlerine gereği üzre bağlanmalıdır. Onun gösterdiği
geniş ve nurlu yolu izlemeye çalışmalıdır. İnsan ancak bu şekilde selamete ve
hidayete kavuşur, mutluluğa erer. Bizleri böyle yüksek bir dine kavuşturan Yüce
İlahımıza ne kadar şükretsek yine kulluk görevimizin milyonda birini yerine
getirmiş olamayız. Ancak onun ezelî ve ebedî olan yüce varlığına sığınarak
kusurlarımızın ve günahlarımızın bize bağışlanmasını kırık bir duygu ile,
değersiz bir ifade ile istirham eder, af ve keremlerine kavuşmayı şu değersiz ve
günahkar yalvarışımızla dileriz.
"Övgü ve sevgi âlemlerin Rabbına,
yardım ve teslimiyetler efendimiz Muhammed'e, soyundan gelenlere ve bütün sohbet
dostlarına olsun."