namazilmi
Namazın
Önemi ve Fazileti
1- Bilindiği gibi Yüce Allah'ı tevhid (bir kabul etmek),
Onun eşsiz varlığını bilip tasdik etmek, farz olan en büyük bir görevdir.
Bundan sonra farzların en büyüğü ve en önemlisi namazdır. Namaz, imanın
alametidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir, mü'minin miracıdır. Mü'min bu
namaz sayesinde Yüce Allah'ın manevî huzuruna yükselir. Yüce Allah'a
yalvararak manevî yakınlığa erer. Mü'min için ne yüksek bir şeref!..
Bütün hak dinler, insanlara namaz kılmalarını emretmişlerdir.
Bizim sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz de,
peygamber olarak gönderilişlerinden itibaren namaz kılmakla yükümlü olmuştur.
Ancak o zaman, güneşin doğuşundan ve batışından sonra olmak üzere günde
iki defa namaz kılınıyordu. Sonra Miraç gecesinde beş vakit namaz farz olmuştur.
Hazreti Peygamber'in miracı ise, sahih kabul edilen rivayete göre, Medine'ye
hicretlerinden on sekiz ay önce Receb ayının yirmiyedinci gecesinde olmuştur.
2- Kur'an-ı Kerîm'de ve hadîs-i şeriflerde namaza dair
birçok emirler ve öğütler vardır. Bütün bunlar, İslam dininde namaza ne
kadar büyük önem verildiğini gösterir. Bir ayet-i kerîmenin anlamı şöyledir:
"Ey Resulüm! Sana vahy olunan Kur'an ayetlerini
güzelce oku ve namazı gereği üzere kıl. Gerçekten namaz, edeb ve namusa
uygun olmayan şeylerden, çirkin görülen işlerden alıkor. Her halde Yüce
Allah'ı zikretmek, her ibadetten daha büyüktür. Yüce Allah bütün yaptıklarınızı
bilir."
Namaz ibadeti ise, en büyük zikirdir.
Diğer bir ayet-i kerîmenin anlamı şöyledir:
"Namazı gereği üzere yerine getiriniz, zekatı
yeriniz. Nefisleriniz için hayır olarak önceden ne gönderirseniz, onu Yüce
Allah yanında (sevab olarak) bulursunuz; asla kaybolmaz.
Muhakkak ki, Allah yaptıklarınızı görür."
Bir hadîs-i şerîfde:
"Namaz dinin direğidir."
buyurulmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerîfin anlamı şöyle: "Namaz,
kişinin kalbinde bir nurdur; artık sizden içini aydınlatmak dileyen,
kalbindeki nurunu artırmaya çalışsın."
İşte bütün bu mübarek ayetlerle hadîs-i şerifler,
namazın Yüce Allah yanında ne kadar büyük ve makbul bir ibadet olduğunu göstermeye
yeterlidir.
3- Gerçek şu ki, namaz çok mukaddes bir ibadettir. Namazın
faziletlerine nihayet yoktur. Namaz, aklı yerinde olan ve büluğ çağına
ermiş bulunan her müslüman için belli vakitlerde yapılması gereken şerefi
yüksek farz bir görevdir. Bu önemli farzı yerine getirenler, Yüce Allah'ın
pek büyük ikram ve ihsanlarına kavuşacaklardır. Bunu kasden terk edenler
de, azabı çok şiddetli olan Allah'ın acıklı cezasını çekeceklerdir.
Müslümanlar, henüz yedi yaşına girmiş çocuklarını
namaza alıştırmakla görevlidirler. Bu çocuklara ana-babaları ve yetiştiricileri
namaz kılmalarını öğretir ve yaptırırlar. On yaşına bastığı halde
namaz kılmayan çocuğa velisi, üç tokattan ziyade olmamak üzere, hafifçe
el ile vurur.
4- İnsan bir düşünmeli, her an Yüce Allah'ın sayısız
nimet ve ihsanlarına kavuşmaktadır. Öyle ikramı bol, merhameti geniş olan
yaratıcımızın tükenmeyen lütuflarına karşı teşekkürde bulunmak
gerekmez mi?
İşte insan, namaz yolu ile şükür borcunu ödemeye, yaratıcısının
lütuf ve nimetlerini tatlı bir dil ile anarak kulluk görevini yerine
getirmeye çalışmış olur. Bu bakımdan: "Namaz, şükrün bütün
çeşitlerini bir araya toplar." denilmiştir.
Bununla beraber namaz ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan,
imanı yüksek duygulardan haberdar eden, insanı kötülüklerden alıkoyan,
insanı hayırlara, düşünceye, tevazu ve intizama götüren en güzel bir
ibadettir.
İnsan namaz sayesinde nice günahlardan kurtulur ve Yüce
Allah'ın nice ihsan ve ikramlarına kavuşur.
Namaz, manevî hayattan başka maddî hayata da canlılık
verir. İnsanın temizliğine, sağlığına ve intizamla hareket etmesine sebeb
olur.
5- Sonuç: Namazın meşru kılınmasındaki hikmetler ve
yararlar her türlü düşüncenin üstündedir. Fakat bir müslüman namazını
yalnız Yüce Allah'ın rızası için kılar, yalnız yaratıcısına şükür
ve saygı için kılar. Namazın insana yararı olmadığı düşünülse dahi,
yine bunu bir kul görevi bilerek sadece Allah'ın emrine uymak için yerine
getirmeye çalışır. Bu kutsal görevin yerini hiç bir şeyin tutamayacağını
kesinlikle bilir. Namaza harcayacağı dakikaları, hayatının en mutlu ve neş'eli
zamanı olarak kabul eder.
Doğrusu, geçici hayatın son bulmayacak birçok kazançları
ancak namaz sayesinde elde edilir. Namaza ayrılan saatler, sonsuzluk aleminin tükenmez
mutluluk günlerini hazırlamış olur.
Bu çok mübarek ve pek feyizli ibadete gereği üzere devam
edenlere müjdeler olsun!..
Namazla
İlgili Bazı Deyimler
6- Salât: Namaz demektir. Çoğulu "Salâvat"dır.
Salât, sözlükte dua manasındadır. Din deyiminde, bildiğimiz ibadetten, erkân
ve zikirlerden ibarettir. Namaz kılana, "Müsalli" denir.
Bir de "Salât", Peygamber efendimize şu şekilde
yapılan dua manasına da gelir: "Allahümme salli ve selim alâ
seyyidina Muhammedin ve alâ ali seyyidina Muhammed = Allah'ım!
Efendimiz Muhammed'e ve onun ailesine selamet ve rahmet ihsan buyur." Bu
salat ve selamdan maksad, Peygamber efendimizin hem dünyada, hem de ahirette
her türlü ikrama kavuşmasını istemekten ve bu vesile ile kendisine olan bağlılığımızı
ve saygımızı göstermekten ibarettir.
7- Tekbir: "Allahü Ekber"
demektir.
8- Kıyam: Ayakta durmaktır.
9- Kıraat: Kur'an-ı Kerîm'den bir mikdar
okumak demektir.
10- Rükû: Sözlükte eğilmek demektir.
Din deyiminde, namazdaki okuyuştan sonra eğilerek baş ve sırtı düz bir şekle
getirmektir.
11- Kaveme: Rükû halinden doğrulup da bir
defa "Sübhane Rabbiyel'azim" diyecek kadar ayakta
durmaktır.
12- Secde: Namaz kılarken yere eğilerek yüzün
bir kısmını, Yüce Allah'a saygı için yere koymaktır. Arka arkaya yapılan
iki secdeye "Secdeteyn" denir. "Sücûd" sözü de secde
etmek ve secdeler manasına gelir.
13- Celse: İki secde arasında bir defa
"Sübhane Rabbiyel'azim" diyecek kadar oturmaktır.
14- Ka'de: Namazda teşehhüd için, "Ettehiyyatü
lillâhi"yi okumak için oturmaktır. Bir namazda iki defa
oturulursa, birinci oturuşta "Kade-i Ûlâ = İlk otururş",
ikincisine de: "Kade-i Ahire = son oturuş" denir.
15- Rek'at: Namazın bölüklerinden her
biri demektir. Şöyle ki: Bir namazda kıyam, rükû ve iki secdenin toplamı
bir rekattır. Bir namazda iki kıyam, iki rükû ve dört secde bulunursa, o
namaz iki rekatlı olur. Üç veya dört kıyam bulunursa, o namaz üç veya dört
rekatlı olur.
16- Şef: Çift manasında olup namazların
her iki rekâtına denir. Dört rekâtlı bir namazın önceki iki rekatına
"birinci şef" son iki rekatına da "ikinci şef" denir.
Üç rekatlı bir namazın üçüncü rekatı da, "ikinci şef"
demektir.
Namazların
Nevileri ve Rekâtları
17- Namazlar, farz, vacib, sünnet ve müstahab nevilerine
ayrılır. Şöyle ki: Aklı yerinde olan ve büluğ çağına eren her müslümanın
günde beş defa belli vakitlerde belli rekâtlarla kılacağı namazlar, birer
farzı ayndır. Cuma namazı da bu kısımdandır. Vitir ve bayram namazları
birer vacibdir. Farz namazlardan önce veya sonra yahut hem önce, hem de sonra
kılınan bir kısım namazlar birer sünnettir. Teravih namazı da böyledir.
Diğer vakitlerde sadece Allah'ın rızası için kılınan ve nafile (tatavvu)
denilen bir kısım namazlar da, ya birer sünnet veya müstahabdır. Kuşluk
namazı gibi.
Bütün bu namazların sahih olması için birtakım şartları
ve rükünleri vardır. Bunların yerine getirilmesi de birer farzdır. Bunlar
namazların farzlarını teşkil eder. Bunlardan başka, namazların birtakım
vacibleri, sünnetleri ve edebleri de vardır.
Namazların bir takım mekruhları ve müfsidleri de vardır.
Her namazın bunlardan beri olması lazımdır. Bunun için her müslümanın
bunları bilip ona göre din görevini yerine getirmesi gerekir.
18- Namazların rekâtlarına gelince: Sabah namazının iki
rekât sünneti ve iki rekât farzı vardır.
Öğle namazının dört rekât ilk sünneti, dört rekât
farzı ve iki rekât son sünneti vardır.
İkindi namazının dört rekât önce kılınan sünneti ve
dört rekât farzı vardır.
Akşam namazının üç rekât farzı ve sonra kılınan iki
rekât sünneti vardır.
Yatsı namazının dört rekât ilk sünneti, dört rekât
farzı ve iki rekât son sünneti vardır.
Cuma namazının dört rekât ilk sünneti, iki rekât farzı,
dört rekât son sünneti, iki rekât da "vaktin sünneti" adıyla diğer
bir sünneti vardır.
Vitir namazı ise, üç rekâttan ibarettir. Bayram namazları
ikişer rekâttır.
Teravih namazı yirmi rekâttır. Diğer nafile namazlar da,
en az ikişer rekâttır. Bütün bunlar sırası ile açıklanacaktır.
Namazların
Farzları, Şartları, Rükünleri
19- Namazların farzları on ikidir. Bunlardan altısı, daha
namaza başlamadan önce yapılması gereken farzlardır ki, şunlardır:
1) Hadesten taharet,
2) Necasetten taharet,
3) Setr-i avret,
4) Kıbleye yönelmek,
5) Vakit,
6) Niyet.
Diğer altısı da, namazın başlangıcından itibaren
bulunması gereken farzlardır ve şunlardır:
1) İftitah (namaza girme) tekbiri,
2) Kıyam,
3) Kıraat,
4) Rükû,
5) Sücud,
6) Kaide-i ahire (son oturuş).
Bunlara da "Namazın rükünleri" denir. Bunlar
namazın aslını ve temelini teşkil ederler.
20- Yukarda sayılan on iki farzdan başka, namazda
"Tadil-i Erkan"a riayet edilmesi, İmam Ebû Yusuf ile üç İmama göre,
farz olduğu gibi, namazlardan kendi iradesi ile çıkmak da İmam Azam'a göre
bir farzdır. Buna "Huruç bisun'ihi = Kendi isteği ile
çıkmak" denir. Bunlarla namazın rükünleri sekiz olmuş olur. Bunlar da
sırası ile açıklanacaktır.
Hadesten ve Necasetten Taharet
21- Namazdan önce hadesten ve necasetten taharet birer şarttır.
Bunlar bulunmadıkça namaz sahih olmaz. Hükmî necaset denilen hadesten,
abdesti veya guslü gerektiren hallerden temiz bulunmak gerektiği gibi, hakikî
necaset denilip maddeten pis bulunan şeylerden temiz bulunmak da gerekir. Öyle
ki, namaz kılacak kimsenin bedeni ile elbisesi ve namaz kılacağı yer temiz
olacaktır. Bu iki şartla ilgili ikinci kitabın (93 ve 95.) meselelerine bakılsın.
Setr-i Avret (Ayıp Yerleri Örtmek)
22- Namazda avret yerini örtmek bir şarttır. Şöyle ki:
Namazda örtülmesi farz olan ve başkalarının bakmaları caiz bulunmayan
organlara "Avret yeri" denir. Erkeklerin avret sayılan yerleri, göbekleri
altından dizleri altına kadar olan yerdir. Diz kapakları da bu avret sayılan
yere girer.
Kadınlara gelince: Hür olan kadınların yüzleri ile
ellerinden başka, bütün bedenleri avrettir. Yüzleri ile elleri, namazda ve
namaz dışında, fitne korkusu olmadıkça avret değildir. Ayaklarının avret
olup olmaması ihtilaflıdır. Sahih kabul edilen görüşe göre, kadınların
ayakları da avret değildir. Çünkü bunlarla yolda yürümek ihtiyacı vardır.
Bu bakımdan bunları örtmek, hele fakirler için, zordur.
Diğer bir görüşe göre, hür olan bir kadının namazı,
ayağının dörtte biri açık bulunması ile bozulur. Diğer bir görüşe göre
de, namazda kadının ayakları avret sayılmazsa da, namaz dışında avret
yeri sayılır. Bu ihtilaftan kurtulmak için ayaklarını örtmeleri iyi olur.
Sahih olan görüşe göre, hür kadınların kolları, kulakları ve salıverilmiş
saçları da avrettir.
23- Cariyeler (köle olan kadınlar) için avret yeri,
erkekler gibi, göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımla karın
ve sırtlarıdır. Hür kadınların şeref ve durumları bakımından örtmek
zorunda bulundukları organları daha çoktur. Köleler ise, hürriyet şerefinden
yoksun ve efendilerinin hizmeti ile meşgul oldukları için, bunlara daha fazla
genişlik gösterilmiştir.
24- Avret sayılan yerlerden birinin tamamı veya dörtte
biri kadarı açık bulunsa, namazı bozar; fakat dörtte birinden noksanı açık
bulunsa, bozmaz. İmam Ebû Yusuf'a göre, avret sayılan bir uzvun en az yarısı
açık bulunmadıkça namazı bozmaz.
Örnek: Namazda baldırın dörtte birinden noksanı açık
bulunsa namaz bozulmaz. Yine bazı alimlere göre, but ile diz kapağı bir uzuv
sayılır. Yalnız diz kapağının açık bulunması ile namaz bozulmaz; çünkü
diz kapağı, bir organın dörtte birinden azdır.
25- Bir uzvun namazı bozma bakımından avret olması, başkalarına
göredir; sahibine göre değildir. Başkaları tarafından görülemeyecek bir
halde bulunması yeterlidir. Bunun için bir kimse namaz kılarken geniş
bulunan elbisenin yakasından avret yerini görecek olsa, başkaları göremeyeceği
için, namazı bozulmaz. Fakat başkaları görebilecek bir durum olsa namaz
bozulur.
26- Bir kimse namaz kılarken, elinde olmayarak açılan bir
avret yerini hemen kapayacak olsa, namazı bozulmuş olmaz. Fakat kıyam veya rükû
gibi bir rüknü yerine getirecek kadar bir zaman örtmezse, sahih olan görüşe
göre namaz bozulur. Namaz içinde elbiseye sıçrayan bir pisliği hemen atmak
veya bekletmekte de aynen bu hüküm uygulanır. Fakat bu gibi namaza engel işler,
insanın kendi iradesi ile yapılırsa, namaz hemen bozulur.
Muhtelif avret yerlerinin birer parçası açılıp da bunların
toplamı, en küçük avret organının en az dörtte birine eşit olursa ve açıklık
müddeti de bir rüknü yerine getirecek bir zaman devam ederse, namaz bozulur;
değilse bozulmaz.
27- Bir kimsenin temiz elbisesi olup da, onu giymeye gücü
bulunduğu halde onu giymeyerek gece karanlığında çıplak olarak namaz kılmış
olsa, ittifakla namazı caiz olmaz.
28- Derinin rengini gösterecek şekilde ince olan bir elbise
ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bunun için böyle bir elbise ile namaz
sahih olmaz. Elbisenin darlığından dolayı avret yerinin belli olması, kötü
bir hal ise de, namazın sıhhatine engel olmaz.
29- Elbise bulacağını ümit eden çıplak bir kimse,
vaktin çıkmasından korkmadıkça, bekler. Temiz yer bulacağını ümit eden
kimse de, böyle yapar.
30- Avret yerini örtecek bir şey bulamayan kimse, oturarak
ve ayaklarını kıbleye doğru uzatarak imâ (işaret) ile namaz kılar. Onun için
en iyi kılış şekli budur; çünkü bu vaziyette örtünme haline daha çok bürünmüş
olur. Avret yerinin bir kısmını örtecek bir şey bulununca, onu kullanma
vacib olur. Bu durumda önce avret-i galize denilen ön ve arka taraflar örtülür.
Sonra erkeklerde butlar, daha sonra dizler örtülür. Kadınlarda butlardan
sonra karınlar, sonra sırtlar ve dizler, daha sonra da geri kalan kısımlar
örtülür.
Bütün bunlar, namazın her halde yerine getirilmesini ve
dinde çok önemli bir farz olduğunu göstermektedir.
Kıbleye Yönelmek
31- Namazda Kabe'ye doğru yönelmek de bir şarttır.
Bilindiği gibi Kabe, Mekke şehrindeki bir binadan ibaret değil, asıl olan bu
binanın yeridir. Bu mübarek yerin göklere doğru üst tarafı ve derinliklere
doğru alt tarafı hep kıble yönüdür. Bunun için Kabe'nin yanında veya içinde
bulunanlar, Kabe'nin herhangi bir tarafına yönelerek namaz kılabilirler.
Cemaatle namaz kıldıkları zaman da, imam ile cemaatin bir tarafta bulunması
gerekmez. İmam Kabe'nin bir yönüne, cemaat da diğer yönlerine yönelerek
namaz kılabilirler. Yeter ki imamın bulunduğu tarafta duran cemaat, imamdan
daha ileride bulunmuş olmasın. Diğer yönlerdeki cemaatin, imamdan Kabe'ye
daha yakın bulunmaları, imama uymalanna engel olmaz. İmam ile yüz yüze
gelmemeleri kafidir.
Kabe dışında uzakta bulunanların tam kıbleye yönelik
olarak namaz kılmaları farz değildir; Kabe tarafına yönelmeleri yeterlidir.
Bu kadarı farzdır.
32- Kabe yönü, pusula aleti ile tayin edilir. Mescidlerin
ve camilerin mihrabları Kabe yönünü gösterir. Öncekilerden kalma eski bir
mihrab varsa, Kabe yönünü araştırmaya gerek kalmaz; çünkü bu mihrablar
usulüne uygun olarak yapılmıştır.
Doğu ülkelerinde bulunanların kıblesi, batı yönü olur.
33- Namaz için kıbleye yönelince, "döndüm kıbleye"
denilmesi gerekmez. Yeter ki kıblenin Kabe olduğu bilinsin. Zayıf bir görüşe
göre de, döndüm kıbleye denmesi gerekir.
34- Bir kimse namazda iken bir özür bulunmaksızın göğsünü
kıbleden çevirse, namazı ittifakla bozulur. Sadece yüzünü çevirse, hemen
kıbleye dönmesi gerekir; bununla namazı bozulmaz. Fakat harama yakın bir
kerahet işlemiş olur.
35- Bir kimse hasta olup da kıble tarafına dönemediği ve
kendisini kıble tarafına çevirecek kimse bulunmadığı zaman gücü yettiği
tarafa doğru namazını kılar. Yine hasta olmadığı halde, bir düşman veya
bir yırtıcı hayvan korkusundan dolayı kıbleye yönelemeyen kimse, gücü
yettiği tarafa doğru namazını kılar; çünkü yükümlülük güce göre
olur.
36- Yerin çamurundan dolayı hayvan üzerinde namaz kılan
kimse, arkadaşlarından ayrılmak korkusu bulunmayınca, hayvanını durdurup kıbleye
dönerek namazını kılar. Fakat yer çamurlu olmayıp da yalnız ıslanmış
bulunsa, hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz, yere inilmesi gerekir. Ancak
arkadaşlarından uzak kalmak gibi bir tehlike bulunursa, hayvan üzerinde farz
namazı kılabilir.
37- Bir kimse, bir özür sebebiyle farz olan bir namazı
yere inmeden hayvan üzerinde kıldığı zaman, gücü yettiği tarafa yönelerek
namaz kılabilir. Fakat kıbleye doğru yürümekte olan bir hayvan üzerindeki
insanın namazı, o hayvanın kıble yönünden bir rükün yerine getirilecek
kadar dönmesi ile bozulur.
38- Kıble yönünü bilmeyen ve yanında soracak bir adam
bulamayan kimse, araştırma yapar. Bazı işaretlere, güneşe ve yıldızlara
bakarak kıble yönünü araştırır da kanaat getirdiği tarafa doğru namazını
kılar. Namazını tamamladıktan sonra kıble yönünü belirlemede hata ettiğini
anlarsa, artık o namazı iade etmez. Fakat namaz içinde iken kıble yönünü
bilecek olsa, o tarafa dönerek namazını tamamlar; yeniden kılması gerekmez.
Kıble yönü üzerindeki şüphe, ister şehir içinde, ister kırda, ister
karanlık gecede ve gündüz vaktinde olsun, durum aynıdır. Böyle bir
kimsenin kapıları çalıp kıbleyi sorması gerekmez.
39- Bir kimse kıble yönünden şüphelense ve yanında kıbleyi
bilen bir adam olduğu halde ondan sormayarak kendi araştırmasına göre bir
tarafa yönelerek namaz kılsa, eğer gerçekten isabet etmişse namazı sahih
olur; fakat isabet etmemişse namazı sahih olmaz. Gözleri görmeyenin durumu
da böyledir. Kıble konusunda güvenilir bir kimsenin sözü, insanın kendi
kanaatine uymasa bile, onu tutmak gerekir. Çünkü haber verme, araştırmadan
daha kuvvetlidir.
40- Kıble yönünden şüphe eden kimse, araştırma yapmaksızın
bir tarafa doğru namaz kılmaya başladıktan sonra namaz içinde kıbleye
isabet ettiğini anlarsa, namazını iade eder. Tam bir inançla kılacağı
geri kalmış rekatları, şüphe ile kılmaya başladığı rekatlar üzerine
bina edemez; çünkü kuvvetli, zayıf üzerine bina edilmez. Fakat namazını
bitirdikten sonra isabetini anlarsa, namazı iade gerekmez; çünkü rekatların
hepsi aynı bir halde kılınmış olur.
İmam Ebû Yusuf a göre, her iki halde de iade gerekmez.
41- Kıble yönünden şüpheye düşen kimse, araştırma
yaptığı halde "kanaatına aykırı" bir tarafa yönelerek namazını
kılsa sahih olmaz. Bu durumda kıbleye isabet etmiş bile olsa, namazını iade
etmesi gerekir.
İmam Ebû Yusuf'a göre, kıbleye isabet etmişse, namazı
iade etmek gerekmez.
42- Kıble yönü üzerinde ihtilafa düşen kimseler, yalnız
başına olarak namazlarını kılarlar. İmama uydukları takdirde, imamın
kanaatına aykın bulunanların namazı sahih olmaz.
43- Bir gemi içinde namaz kılan kimse gücü yetiyorsa kıbleye
doğru kılar; istediği tarafa doğru kılamaz. Gemi her döndükçe, onun da kıbleye
doğru dönmesi gerekir.
44- Bir kimse abdestsiz olduğunu sanarak kılmakta olduğu
namazdan ayrıldıktan sonra, mescitten çıkmamış olsa bile, abdestli olduğunu
hatırlamış olsa, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescitte namaz kılarken
kendisinde abdestsizlik hali olduğunu sanarak kıbleden ayrılsa da, mescidden
çıkmadan önce kendisinde abdestsizlik hali olmadığını anlasa, İmam
Azam'a göre namazı bozulmuş olmaz; mescidden çıktıktan sonra anlarsa,
ittifakla namazı bozulur, çünkü bir özür bulunmaksızın yerin değişmesi
namazı hükümsüz kılar.
45- Nafile namazlara gelince: Bir kimse, nafile bir namazı
şehir dışında, bir özür olmaksızın hayvan üzerinde istediği yöne doğru
kılabilir. İmam Ebû Yusuf'a göre, şehir içinde de bu şekilde nafile namaz
kerahetsiz kılınabilir. İmam Muhammed'e göre ise, şehir dahilinde böyle
nafile namaz kılmak kerahetle caizdir.
Şehir dışından maksad, sefer hükmünün başlamasıyla
namazın iki rekat olarak kılınabileceği yer demektir. (Misafir bölümüne
bakılsın.)
46- Bir kimse, kıbleden başka bir tarafa yönelik olarak,
bir rekat namaz kılmış olan bir körü, kıble yönüne çevirip de ona
uyacak olsa, bakılır; Eğer kör, kıbleyi soracak bir kimse bulunduğu halde
sormadan namaza başlamış ise, ikisininde namazı sahih olmaz. Eğer soracak
adam yok ise, körün namazı sahih olur, ona uyan adamınki sahih olmaz.
Müslümanların, namazlarını kılarlarken en eski ve en
mukaddes mabed olan Kabe'ye yönelmeleri, aralarındaki birliği canlandırmak,
düzeni sağlamak ve gönüllerini müşterek bir ibadet duygusu ile ferahlandırmak,
ibadet nuru ile aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır.
Namaz Vakitleri
47- Farz namazlarla bunların sünnetleri için, vitir namazı,
teravih namazı, cuma ve bayram namazları için vakit de bir şarttır. Şöyle
ki: Farz namazlar, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından
ibarettir. Cuma namazı da öğle vakti içinde yerine getirilir. Bu namazların
vakitlerini bilmek farz olan bir görevdir. Vakti henüz girmeden kılınan bir
namaz geçerli değildir, vakti içinde yeniden kılınması gerekir. Vakti çıktıktan
sonra kılınacak bir farz namaz ise, eda değil, kaza edilmiş olur. Kaza ise,
her yönü ile edanın yerini tutmaz. Bir namazın özür olmaksızın kazaya bırakılması,
Yüce Allah yanında büyük sorumluluk gerektirir. Sünnet namazlarla, cuma ve
bayram namazları, vakitleri çıkınca kaza edilmezler.
48- Sabah namazının vakti, ikinci fecrin doğuşundan güneşin
doğuşuna kadar olan namazdır. İkinci fecir, sabaha karşı doğu tarafın
ufkundan yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti
gerçek olarak girmiş olur. Bunun için buna "Fecr-i Sâdık" denir.
Bunun karşılığı, birinci fecirdir ki, gökte iki tarafı karanlık dörtgen
bir çizgi şeklinde beliren bir beyazlıktır. Bu az sonra kaybolur. Arkasından
bir karanlık gelir. Bundan sonra ikinci fecir meydana gelir. Bu birinci fecre,
sabahın gerçekten girdiğini göstermediğinden ve yalancı bir aydınlık
olduğundan, Fecr-i Kâzib (yalancı fecir) adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir.
Onun için bu vakitle ne yatsı vakti çıkmış, ne de sabah vakti girmiş
olur. Öyle ki, bu vakit içinde yiyip içmek de, oruç tutan kimseye haram
olmaz.
49- Sabah namazını ortalık açılıp ağardığı zaman kılmak
müstahabdır ve daha faziletlidir. Buna "İsfar" denir. Şöyle ki:
İkinci fecrin aydınlığı tam meydana çıkıp da gecenin karanlığının açılacağı
zamandır ki, atılan bir okun nereye düştüğünü atıcının görebileceği
bir vakte kadar sabah namazı geciktirilmelidir. Aynı zamanda, kılınan bir
sabah namazının fesadı halinde, o namazı güneş doğmadan önce sünneti
ile kılabilecek bir zaman da kalmalıdır. Yalnız kurban bayramının ilk gününde
Müzdelife'de bulunacak hacılar, için, o günün sabah namazını hemen fecrin
arkasından daha ortalık karanlık iken kılmak daha faziletlidir. Buna "Tağlis"
denilmektedir. Üç imama göre, her zaman tağlis daha faziletlidir.
50- Öğle namazının vakti, güneşin tam tepe noktasına
geldikten sonra batıya doğru meyletmesi ile başlar. Güneşin tam tepeden batıya
meyletmesi anına "Fey-i Zeval" denir. Bu halde bulunan gölgeden başka,
her şeyin gölgesinin iki misline çıktığı zamana kadar öğle vakti devam
eder. Öğlenin bu son vaktine "asr-ı sani" derler. Bu, İmam Azam'a
göredir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ile diğer üç imama göre, Fey-i
zevalden başka her şeyin gölgesi, kendisinin bir misline ulaşınca öğle
namazının vakti çıkmış ve ikindi namazının vakti girmiş olur. Bu zamana
da "Asr-ı evvel" denir. Bu ihtilaftan kurtulmak için, daha önce
tarif edilen asr-ı saniye kadar geciktirmemelidir. İkindi namazını da asr-ı
sanide kılmalıdır.
Cuma namazının vakti, aynen öğle namazının vaktidir. (*)
51- İkindi namazının vakti, yukarda açıklanan iki görüşe
göre, öğle namazının vaktinin çıkışından güneşin batışına kadar
olan zamandır. Yazın öğle namazını biraz serinlik çıkıncaya kadar
geciktirmek, kışın da ilk vaktinde kılmak müstahabdır. İkindi namazını
da güneşin renginin henüz değişmeyeceği bir vakte kadar geciktirmek daima
müstahabdır. Güneşin bu değişmesinden maksad, güneşin gözleri kamaştırmayacak
bir duruma gelmesidir.
52- Akşam namazının vakti, güneşin batmasından başlayıp
şafağın kaybolmasına kadar devam eden zamandır.
Şafak, İmam Azam'a göre, akşamleyin ufuktaki kızartıdan
sonra meydana gelen beyazlıktır. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ve diğer
üç imama göre ve İmam Azam'dan diğer bir rivayete göre şafak, ufukta
meydana gelen kızartıdır. Bu kızartı gidince akşam namazının vakti çıkmış
olur.
Akşam namazını ilk vaktinde kılmak müstahabdır. Akşam
namazının vakti dar olduğundan onu geciktirmek uygun olmaz. Bu namazı kızartının
kaybolmasına kadar geciktirmemelidir.
53- Yatsı namazının vakti, yukarda açıklanan iki görüşe
göre, şafağın kaybolmasından başlayıp ikinci fecrin doğuşuna kadar
devam eder. Fecir doğunca yatsı vakti bitmiş olur.
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstahabdır.
Gecenin yarısına kadar geciktirilmesi ise mubahtır. İkinci fecrin biraz öncesine
kadar geciktirmek, bir özür olmadıkça, mekruhtur. Çünkü bu durumda yatsı
namazının kaçırılmasından korkulur. İhtilaftan kurtulmak için de,
ufuktaki beyazlık kaybolmadıkça yatsı namazını kılmamalıdır. Bulutlu günlerde,
sabah, öğle, akşam namazlarını biraz geciktirmeli, ikindi ve yatsı
namazlarını da biraz erken kılmalıdır ki, bu müstahabdır.
54- Vitir namazının vakti, yatsı namazının vaktidir.
Ancak vitir konusu ile ilgili bir emirden dolayı vitir namazı yatsı namazından
sonra kılınır. Vitir vaktinin bu şekilde oluşu İmam Azam'a göredir. İki
imama göre, vitrin vakti, yatsı namazı kılındıktan sonra başlar. Bu ayrılık
üzerine şöyle bir mesele ortaya çıkar: Bir kimse yatsı namazını kıldıktan
sonra elbisesini değiştirip başka bir elbise ile vitir namazını kılsa ve
önceki elbisesinin temiz olmadığı anlaşılsa, İmam Azam'a göre yalnız
yatsı namazını yeniden kılmak gerekir. İki imama göre ise, her iki namazı
tekrar kılması gerekir; çünkü vitir namazı vaktinden evvel kılınmış
olur.
Bir insan uykudan uyanacağına güveni yoksa, uyumadan önce
vitir namazını kılmalıdır. Eğer uyanacağından emin ise, vitir namazını
gecenin sonuna kadar geciktirmesi daha faziletlidir.
55- Teravih namazının vakti, sahih kabul edilen görüşe göre,
yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Hem
vitirden önce, hem de vitirden sonra kılınabilir. Fakat yatsı namazı kılınmadan
teravih namazı kılınmaz; kılınacak olsa tekrarlanması gerekir.
56- Bayram namazlarının vakti, sabahleyin güneş yükselip
de kerahet vakti çıktıktan itibaren başlar ve güneşin istiva (tam ortada
bulunma) zamanına kadar sürer.
Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci günün
istiva zamanına kadar kılınamazsa, ikinci günün istiva zamanına kadar kılınır.
Özür devam etse bile, artık üçüncü gün kılınamaz.
Kurban bayramı namazı ise, bir özürden dolayı birinci gün
kılınamazsa, ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa
üçüncü gün istiva zamanına kadar kılınır. Bir özür olmaksızın bu
bayram namazlarını ikinci ve üçüncü güne bırakmak kötü bir iş olur.
Bu bayram namazlarını istiva anında ve istivadan sonra kılmak hiçbir
surette caiz değildir, kaza da edilmezler.
57- Vaktin müsait olduğunu sanarak bir sünnet namaza başlamış
olan kimse, iki rekat kıldıktan sonra farzın kaçırılacağından korkarsa,
başlamış olduğu namazı bırakmaz, iki rekattan sonra teşehhüde oturup
sonra selam verir. Üçüncü rekatta ise, dördüncü rekatı da kılar, sonra
selam verir. Çünkü böyle başlanmış olan bir namazın yerine getirilmesi
gerekir.
58- Vakit, namazın şartı olduğu gibi, vücubunun da
sebebidir. Bu bakımdan, bir yerde namaz vakitlerinden biri veya ikisi
bulunmasa, o vakitlere ait olan namazlar, o yer halkına farz olmaz. Bazı bölgelerde
yılın bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan fecir doğarak sabah vakti
girmektedir. Bu gibi yerlerde yatsı namazı düşmüş olur; çünkü yatsının
vakti bulunmamıştır. Abdest organlarından birini veya ikisini kaybeden kimse
için bu organlarını yıkamak zorunluluğunun kalkması da bunun gibidir. Bu
şekilde fetva verilmiştir. Bununla beraber bazı fıkıh alimlerine göre, bu
gibi yerlerde bulunan müslümanlar da, beş vakit namaz kılmakla yükümlüdürler.
Bulundukları yerde bu namazlardan herhangi birinin vakti meydana gelmemiş
olsa, o namazı kaza şeklinde kılarlar veya beş vaktin bulunduğu kendilerine
en yakın bir bölgenin vakitlerine göre, o namaz için vakit belirleyerek
namazı yerine getirmeye çalışırlar. Gerçek şu ki, vakit namazın şartıdır,
bir sebebi ve bir alametidir. Fakat namazın asıl sebebi, Allah'ın bir emri
oluşudur ve İlahî nizamın arka arkaya devam edip gitmesidir. Bu bakımdan bütün
müslümanlar, bu beş vakti kılmakla yükümlüdürler. Onun için bunları kılmaları
gerekir.
İmam Şafiî'nin içtihadı da bu şekildedir. İhtiyata
uygun olan da budur.
Uzun zaman güneşin batmadığı veya doğmadığı bölgelerde
namaz vakitlerinin böyle takdir edilip edilemeyeceği fıkrinde fıkıh
alimlerinin ihtilafı vardır. Bu gibi bölgelerde bulundukları kabul edilen müslümanların
oruçları ve zekatları hususunda yine böyle bir ölçü koymak uygun görülmektedir.
59- Her gün beş vakit namaz kılmanın pek çok hikmetleri
vardır. Biz burada yalnız şu kadarını arzedelim: İnsan sabahleyin sanki
yeni bir hayata kavuşmuş, karanlıktan aydınlığa çıkmış olur. Yeni bir
çalışma gayreti içine girmiş olur. İnsana bu hayat ve çalışma gücünü
veren ve insana başarı sağlayacak olan ancak Yüce Allah'dır. Bundan dolayı
insan, bu hayat nimetine şükretmek ve bunu bir hayırla sona erdirmek için mübarek
sabah namazını kılmakla yükümlü tutulmuştur.
İnsan sabahdan akşama kadar hayatın nimetlerinden yararlanıyor.
Bu zaman içinde devamlı olarak maddî bir çalışma gayreti gösteriyor. Bu
bir başarı eseridir. İşte bu başarıya şükretmek ve bu başarının
ruhları duygusuzluk ve katılık içinde bırakmasına engel olmak için de öğle
ile ikindi namazları farz kılınmışlardır. Akşamın yaklaşması ile, sona
ermeye yüz tutan bir günlük yaşayışın ve çalışmanın, ruha zevk veren
bir ibadetle sona ermesi, bir mutluluk ve şükür nişanı ve bir kulluk görevi
olacağından akşam namazı kılınmaktadır.
İnsan daha sonra uyku alemine can atacaktır. Ölümün bir
çeşidi olan bir bakımdan da huzur ve istirahat devresi sayılan bu aleme
varmadan önce bir günlük hayata kutsal bir ibadetle son vermek, bir de, o ölüme
benzer alemi İlahî bir zevk ve uyanıklıkla geçmek, yaratıcımızın mağfiretine
sığınmak iyi bir sonuç olacağından da yatsı namazı kılınmaktadır.
Sonuç: Gerek insanın ve gerek çevresindeki bütün varlıkların
hayatlarında, doğmak, büyümek, duraklamak, yaşlanmak ve sonra da ölüp
gitmek gibi değişik beş safha meydana gelmektedir. Artık büyük bir nimet
olan bu safhalara bir karşılık olmak ve insanın maddî çalışmaları ile
manevî çalışmaları arasında bir denge kurabilmek için, beş vakitte kılınan
namazlardan daha yüksek ve daha faziletli bir çare bulunamaz. Bizleri bu
kutsal ibadetle yükümlü olmak şerefine ulaştıran ikramı çok bol
mabudumuza ne kadar şükretsek yine azdır.
(*)Bu vakitlerin güzelce anlaşılabilmesi için
bazı deyimleri bilmek gerekir. Şöyle ki: Gündüz vaktine Arabça "Nehar"
denir. Nehar iki kısımdır. Biri Nehar-ı Şerî (Şer'î Gündüz)'dir ki,
fecr-i sadıktan güneşin batışına kadar devam eder. Diğeri de, Nehar-ı Örfî
(Örfî Gündüz)'dir. Bu da güneşin doğuşundan batışına kadar olan
zamandır ve nehar-i şer'î'den kısadır.
Öğle vakti, güneşin zevalinin hemen arkasından başlar.
Zeval ise, örfî gündüzün tam ortasına rastlar. Bir örfî gündüz on saat
kabul edilse, tam beşte zeval vakti olmuş olur ve görünüşe göre güneş
yolun yarısını almış sayılır. Artık her şeyin gölgesi doğudan batıya
doğru düşmekte iken, bundan sonra batıdan doğuya doğru düşmeye başlar.
İşte güneşin tam bu yarı yola geldiği anda, her şeyin yere düşen gölgesine
de, "Fey-i Zeval" denir. Fey, aslında dönme manasınadır. Gölge,
batıdan doğuya dönmeye başladığı için bu adı almıştır. Şimdi tam bu
zeval anında güneşe karşı dikilmiş olan bir metre uzunluğundaki bir şeyin
gölgesini yarım metre kabul ediniz. Bu bir fey'î zevaldir. Bundan sonra o şeyin
gölgesini iki metre daha uzayıp artarsa, yani gölgesi iki buçuk metre
olursa, asr-i sani olmuştur. İmam Azam'a göre, öğle vakti çıkmış ve
ikindi vakti girmiştir. Fey-i zeval, bulunulan zaman ve yere göre uzayabilir
ve kısalabilir, belirsiz de olabilir.
Şunu da ilave edelim ki, tam bu zeval anına rastlayan bir
namaz caiz değildir. Bu bir kerahet vaktidir. Fakat namazın caiz olmadığı
bu kerahet zamanı, pek az bir vakte mi mahsustur; yoksa bundan biraz öncesinden
mi başlar? Burada iki görüş vardır: Bir görüşe göre, burada örfî gündüz
esastır. Bu bakımdan tam zeval vaktine "İstiva vakti" denir ki, güneş-gündüz
yarısı dairesi üstünde, herkesin tam başı üstünde bulunur veya o hizaya
gelmiş gibi görülür. İşte kerahet vakti de bu andan ibaret olmuş olur.
Fakat diğer bir görüşe göre bu kerahet vaktinin
belirlenmesinde esas olan şer'î gündüzdür. Şer'î gündüzde istiva vakti,
zeval vaktinden biraz önce meydana gelir. Buna göre kerahet zamanı da, bu
istiva vaktinden zeval vaktine kadar uzayan müddet olur. Örnek: Ocak ayının
birinci günü, fecr-i sadıkın doğuşu ezanî saatle 12.50 de olsa, güneşin
batışı da 12'de olacağına göre, şer'î gündüz süresi 11 saat 10 dakika
olur. Bu günde güneşin doğuşu 2.35'de olacağından örfî gündüzün süresi
9 saat 25 dakika olur. Bu durumda Şer'î gündüzün yarısı, yani istiva
zamanı fecirden 5 saat 35 dakika sonra olup güneşin doğuşundan 3 saat 50
dakika sonraya raslar. Bu bakımdan şer'î gündüzün yarısı zeval vaktinden
52 dakika önce olmuş olur. işte bu 52 dakikalık süre bir kerahet zamanıdır.
Harzem fıkıh alimlerinin görüşü böyledir. Mekruh vakitler bölümüne bakılsın.
Namazlara Ait Niyetler
60- Namazlarda niyet de şarttır. Şöyle ki: Niyet aslen
bir azimden ve kesin bir iradeden ibarettir. Kalbin bir şeye karar vermesi ve
bir işin ne için yapıldığını düşünmeksizin bilmesi demektir.
Namazla ilgili niyet, Yüce Allah'ın rızası için ihlasla
namazı kılmayı istemek ve hangi namazın kılınacağını bilmektir. Yapılan
işlerin önemleri ve sevabları niyetlere göredir. İnsanın niyeti halis (sırf
Allah rızası için) olmalıdır. İnsan yapacağı bir ibadeti şuurlu bir
halde yapmalıdır. Yapacağı işle, Allah rızası gibi, yüksek bir gaye gözetmeli
ve gaflet içinde bulunmamalıdır.
61- Niyet kalbe aittir. Bununla beraber kalb ile niyet yapıldıktan
sonra dil ile de söylenmesi daha iyidir. Bir insan başlayacağı bir namaza,
kalb ile niyet edip de dili ile bir şey söylemese, o namazı caiz olur. Fakat
kalb ile niyet etmekle beraber "şu vaktin farzını veya sünnetini kılmaya
niyet ettim" demesi, daha iyidir. Bu şekilde, hem kalb, hem de dil ile
niyet edilmesi, sahih olan görüşe göre müstahabdır. Kalbden niyet olmaksızın
dil ile yapılan niyet sahih değildir.
62- Farz namazlarla bayram ve vitir namazlarından bunları
yerine getirirken hangi vakitler olduğunu belirlemek gerekir: "Bugünkü
sabah namazına" veya "Bugünkü cuma namazına, bugünkü vitir namazına,
bugünkü bayram namazına" diye niyet edilir. Yalnız farz namaza niyet
etmek yeterli değildir. Böyle bir niyetle farz namazları tayin edilmiş
olmaz. Fakat hangi namaz olduğu belirlenmeksizin vakit içinde: "Bu vaktin
farzını kılmaya" diye niyet edilmesi kafi gelir. Rekatların sayısını
anmaya gerek yoktur. Yalnız cuma namazı böyle değildir; onu vaktin farzı
niyeti ile kılmak olmaz; çünkü asıl vakit öğlenindir, cumanın değildir.
63- Nafile namazlara gelince: Bunlarda sadece namaza niyet
etmek kafidir. Fakat şu vaktin ilk sünnetine veya son sünnetine niyet ettim,
diye de kılınırlar. Bu namazların müekked veya gayri müekked olduklarını
belirlemeye de gerek yoktur. Ancak teravih namazı için: "Teravih namazını
veya vaktin sünnetini kılmaya niyet ettim" demelidir, ihtiyat olan budur.
64- Cemaata yetişip de, imamın farzı mı, yoksa teravihi
mi kıldığını bilmeyen kimse, farza niyet ederek imama uyar. Eğer imam farzı
kılıyordu ise, uyanın da farzı sahih olur. Eğer imam teravih namazını kılıyordu
ise, ona uyan o kimsenin namazı nafile yerine geçer. Yatsı namazından önce
teravih kılınamayacağı için, teravih yerine geçmez.
65- Niyetin Tekbir alma zamanına yakın olması daha
faziletlidir. Daha önce de niyet edilebilir; yeter ki, niyet ile tekbir arasında
namaza aykırı bir hal bulunmuş olmasın.
Örnek: Bir kimse abdest alırken herhangi bir namazı kılmaya
niyet etse, sonra namaza aykırı düşen yiyip içmek ve konuşmak gibi bir işte
bulunmadan namaz yerine varıp namaza başlasa sahih olur. Bu arada hatırına o
niyet gelmese dahi yine namazı sahih olur. Fakat tekbirden sonra yapılacak bir
niyet ile namaz sahih olmaz. Tercih edilen görüş budur. Diğer bir görüşe
göre, tekbir aldıktan sonra, Sübhaneke ve Eüzü'den önce yapılacak niyetle
de namaz caiz olur.
(İmam Şafiî'ye göre, niyetin tekbire yakın yapılması
şarttır.)
66- Farz namaz yerine getirilirken kazayı niyet etmek, kaza
namazı kılınırken farza niyet etmek suretiyle namaz caiz olur. Örnek: Bir
kimse öğle namazının vakti çıkmamıştır inancı ile öğlenin farzını
yerine getirmeye niyet etse ve namazı tamamladıktan sonra öğle vaktinin çıkmış
bulunduğunu anlasa, farza niyet ederek kılmış olduğu namaz kaza yerine geçer.
67- Bir kimse öğle gibi vakit içinde hem öğle, hem de
ikindi namazına niyet etse, bu niyet vakti girmiş olan namaz için geçerli
olur. Vakti girmemiş olan namaz buna engel olmaz.
68- Bir kimse, bir vaktin farzına niyet ederek namaza başlayıp
da sonra nafile kılıyormuş gibi bir zanla namazı tamamlasa, bu namazı o
farzdan sayılır. Çünkü namazın sonuna kadar niyetin hatırlanması şart
değildir.
69- Bir kimse nafileye niyet ederek tekbir aldıktan sonra
farza niyet ederek tekrar tekbir alsa, farz namaza başlamış olur. Aksi de böyledir.
Yine bir kimse öğle namazının farzına niyet ederek bir
rekat kıldıktan sonra, ikindi namazının farzına veya bir nafile namaza
niyet ederek tekrar tekbir alsa, öğle namazını bozmuş olur ve ikinci niyete
göre namaza başlamış sayılır.
70- Cemaat halinde imama uyulduğu zaman da niyet edilmesi lâzımdır.
"Bugünkü öğğle namazının farzını kılmaya niyet ettim; uydum bu
imama" denir. Bu şekilde bir niyet yapılmazsa, imama uymak sahih olmaz.
71- Bir kimse namaza tek başına başlamışken imama uymaya
niyet ederek diliyle tekrar tekbir alsa önceki namazını bozmuş ve imama uymuş
olur.
72- İmama uyan kimsenin kılacağı namazı belirtmeksizin
yalnız: "İmama uydum" veya "iktida ettim" diye niyet
etmesi, üstün tutulan görüşe göre yeterli değildir. "İmamla beraber
namaz kılmaya niyet ettim" denilmesi de böyledir.
73- Bir kimse imama uymaya niyet edip namaza başladığı
halde imam henüz namaza başlamamış bulunsa bu uyuş, sahih olmamış olur.
Hatta "Allah" veya "Ekber" kelimesini imam daha bitirmeden
kendisi bitirse yine imama uymuş olmaz. Fakat ikinci kere olarak tekbir alsa
bununla imama uymuş olur.
74- Cemaatin imama uymaya niyeti, imam "Allahü Ekber"
deyip namaza başlamasından sonra olmalıdır ki, bir namaz kılana uyulmuş
olsun ve imamdan önce tekbir alınmış olmak ihtimali kalmasın. Bu, İmam Ebû
Yusuf ile İmam Muhammed'in görüşüdür. İmam Azam'a göre, cemaatın
tekbirleri imamın tekbirine yakın olmalıdır; çünkü bunda ibadete acele
etme fazileti vardır. O halde niyetin önce olması gerekir. Bununla beraber
imam, daha Fatiha suresini bitirmeden tekbir alıp imama uyan kimse, iftitah (başlangıç)
tekbirinin sevabına kavuşmuş olur.
75- Kendisine uyulan imamın kim olduğunu bilmek gerekmez.
Hasan olduğu sanılan imamın, Bekir olduğu anlaşılsa, yapılan imama uyma
niyetine bir engel teşkil etmez. Ancak Hasan'a uydum diye tayinde bulunarak
niyet edildiği halde, imamın başkası olduğu anlaşılsa, iktida (imama
uyma) sahih olmamış olur; çünkü bu kayda bağlanmış bir niyettir.
76- İmam olan şahsın, imamete niyet etmesi gerekmez. Ancak
kadınların da kendisine uymalarının sahih olabilmesi için imamete niyet
etmesi gerekir. Bunun için bir imam: "Ene imamun limen tebianî =
Ben bana uyanlara imamım" diye niyet etse, kendisine kadınlar da
uyabilirler. İmamet bahsine bakılsın.
İftitah
Tekbiri
77- Namaza: "Allahü Ekber" diyerek başlanır. Bu bir iftitah
(başlangıç) tekbiridir. Buna "Tahrime"de
denir. İftitah tekbiri, ancak Yüce Allah'ın şanını
yüceltecek olan O'na mahsus bir ifade ile yapılır. Bununla namaza girilmiş ve
dünya işleri ile ilgili kesilmiş olur.
Tahrime, Hanefîlere göre namazın
aslen bir rüknü değil, bir şartıdır, namazdan öncedir. Böyle olmakla beraber,
namazın rükünlerine çok bitişik olduğu için bu da bir rükün sayılmıştır.
Üç İmama göre, tahrime de aslen
namazın bir rüknüdür. Bu ayrı görüşlerden birtakım meseleler doğar.
78- Namaza başlarken "Allahü Ekber" yerine "Allahü'l-Kebîr"
veya "Allahü Kebîr" yahut yalnız
"Allah" denilmesi,de farz için yeterlidir. Bunlarda da Yüce Allah'ın
şanını yükselten mana vardır. Fakat şu ifadelerle namaza başlanmaz: "Allahümmeğfîr lî, Estağfirullah, Eüzü Billah,
Bismillâh." Çünkü bunlar birer dua sözleridir, yalnız tazimi ifade
etmezler.
79- Bir elif ziyade ederek "
اَللّهُ
اَكْبَرْ= Allahü Ekbâr" denilmekle
namaza başlanmış olmaz. Namaz içinde böyle denmesi, sahih olan görüşe göre
namazı bozar; çünkü mana değişmiş olur.
"Allah" ismi celilinin elifine med
(uzatma) ilavesiyle "
اَللّهُ = Allah" denilmesi de, şübheyi ifade edeceği için namazı bozar. Alimlerden
Muhammed ibni Mükatil'e
göre, eğer namaz kılan kimse, med ile medsizliği (bir harfi çekip çekmeme halini) ayıramayacak bir durumda ise, namazı bozulmaz. Fakat önceki
söz esastır. Çünkü bu cehalet özür kabul edilmez.
80- "Allahü Ekber" yerinde Farsça'da kullanılan kâf harfi ile "Allahü Egber" denilse, bununla namaza başlanmış olur.
81- İmama uymak üzere ayakta alınan iftitah
tekbirinin tamamı kıyam halinde alınması şarttır. Bunun için rükû halinde
bulunan bir imama uyan kimse, kıyam halinde "Allahü
Ekber" derken, "Ekber"
sözünü rüküa vardıktan sonra diyecek olsa, imama
uyması sahih olmaz.
Namazlarda Kıyam (Ayakta Durmak)
82- Kıyam, farz ve vacib namazlarda bir rükûndür ve bir
esastır. Bundan dolayı kıyama gücü yeten kimsenin oturarak kılacağı farz
veya vacib namaz caiz olmaz. rükûnler farz olduğundan onlara riayet etmek
gerekir.
83- Bir hasta gerçek olarak veya hükmen ayakta durmaktan
aciz kalsa, namazını oturarak kılar. Bu şöyle olabilir: Ya hastalık gibi
bir özürden dolayı gerçekten ayakta duramıyor veya sıhhatli olduğu halde
şiddetli ağrılar duyacağından veya bulunduğu halden daha kötü bir hale düşeceğinden
korktuğu için ayakta durmuyor. Her iki halde de oturarak kılabilir. Gücü
yetiyorsa rükû ve secdeleri yapar; çünkü zorluklar kolaylığı kazandırır.
Zaruretler de, kendi mikdarlarınca bir ölçüye bağlanır.
84- Bir hasta, bir yere dayanmak suretiyle ayakta namaz kılmaya
gücü yettiği sürece oturarak farz namazları kılamaz. Yine bir süre ayakta
dunnaya gücü yetiyorsa, o sürece ayakta durur ve sonra oturarak namazı
bitirir. Öyle ki, yalnız iftitah tekbirini ayakta almaya gücü yeten kimse,
bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar; başka türlü yapamaz.
85- Bir hasta, ayakta durmaya gücü yettiği halde rükû ve
secdeye veya yalnız secde etmeye gücü yetmezse, namazını ayakta kılması
gerekmez. Oturup imâ (İşaret) ile namaz kılar, faziletli olan budur. Fakat
İmam Züfer ile üç İmama göre, namazını ayakta imâ ile kılması
gerekir. İmâ'dan maksad, namazda başı aşağıya doğru eğerek rükû ve
secde için yapılan işarettir. Ancak secde için yapılan eğilme hareketi, rükû
için yapılandan daha aşağı olması gerekir.
86- Ayakta namaz kıldığı takdirde Kur'an okumaktan aciz
kalacak olan bir kimse, namazını oturup kıraetle kılar. Ayakta bir mikdar
okumaya gücü yeten kimse, gücü yettiği kadar ayakta okur, geri kalan kısmı
oturarak okur.
87- Rükû ve secde ile namaz kıldığı takdirde yarasından
kan akacak kimse namazını ayakta veya oturarak imâ ile kılar. Ayakta namaz kıldığı
takdirde idrarını tutamayacak olan kimse de, namazını oturarak rükû ve
secde ile kılar.
88- Tek başına namaz kılınca kıyama gücü yettiği
halde, cemaatla kıldığı zaman buna gücü yetmeyen kimse, ayakta namaza başlar,
sonra oturur. Gücü varsa rükû için yine ayağa kalkar ve rükû eder; fakat
namazı tekrar kılması gerekmez.
89- Oturduğu halde de, rükû ve secde etmeye gücü
yetmeyen kimse, başı ile ima ederek rükû ve secdesini yapar. Secde için, rükûdan
ziyade başını eğer. Üzerine secde etmek için yastık gibi bir şey temin
etmesi uygun değildir. Bununla beraber böyle bir şey üzerine başını
koyarak secde etmesi de caizdir. Bu durumda secde yerinin sertliğini duyarsa,
namazını rükû ve secde ile kılmış sayılır, duymazsa ima ile kılmış
olur.
90- Oturarak da namazını kılamayan kimse, arkası üzerine
yatar ve ayaklarını kıble yönüne doğru uzatır. Sonra rükû ve secde için
ima ederek namazını kılar. Başı ile ima edebilmesi için, omuzlarının altına
uygun bir şey konur. Böyle bir hasta, yüzü kıbleye yönelmiş olarak sağ
yanı üzerine yatıp ima ile rükû ve secde yapsa, namazı yine caiz olur.
Fakat gücü varsa, arkası üzerine yatması daha faziletlidir.
91- Oturarak namaz kılabilecek bir hasta, gücü varsa teşehhüdde
oturulduğu gibi oturur ve böylece namazını tamamlar. Buna gücü yoksa,
kolayına geldiği şekilde oturur.
92- Bir hasta başı ile ima etmeye gücü yetmese, namazını
sonraya bırakır; kalbi ile, kaş ve gözleri ile ima etmez. Bu hüküm İmam
Azam'a göredir. İmam Ebû Yusuf'a göre, bu durumda kalbi ile imada bulunmazsa
da, göz ve kaşları ile ima eder. İmam Züfer ile İmam Şafiî'ye göre,
kalbi ile de imada bulunur.
Diğer bir rivayete göre, böyle bir hastanın acziyet hali
bir gün ve bir geceden fazla devam ederse, bu zamanla ilgili namazları büsbütün
kendisinden düşer. Aklı başında olsa da hüküm budur.
93- Bir kimsenin baygınlığı bir gün ile bir geceden az
devam ederse, bu arada geçen namazlarını kaza eder. Fakat bundan çok devam
ederse, namazları üzerinden düşer. Bu azlık ve çokluk İmam Azam'a göre
saat itibariyledir. İmam Muhammed'e göre ise, geçen namazların vakitleri
itibariyledir. Bunun için İmam Muhammed'e göre, geçmiş olan namazlar beşten
fazla ise düşerler; değilse düşmezler. Bu görüş daha sahih görülmektedir.
Sonuç: Namaz, tam bir özür bulunmadıkça asla terk
edilemez ve geciktirilemez. Aksi halde Yüce Allah'ın azabı çok şiddetlidir,
pek korkunçtur. O'nun büyük varlığına sığınırız.
94- Bir özre dayanmaksızın farz namazlar hayvan üzerinde
kılınmaz. Bu hükümde vitir namazı ile cenaze namazı ve yerde okunmuş olan
secde ayetinden dolayı yapılacak tilavet secdesi ve kazası gereken herhangi
bir namaz da aynıdır.
İmam Azam'dan bir rivayete göre, sabah namazının sünneti
de bir özür bulunmadıkça hayvan üzerinde kılınamaz.
95- Yürümekte olan bir araba, yürür halde olan hayvan hükmündedir.
Onun için bir zaruret bulunmadıkça yürür halde olan araba üzerinde farz ve
vacib namazlar kılınamaz. Yerde duran araba ise, yer üzerindeki bir sedir ve
bir taht gibidir, üzerinde herhangi bir namaz kılınabilir.
96- Yüzüp gitmekte olan bir gemi içinde, bir özür olmaksızın
bütün namazlar oturularak kılınabilir. Fakat ayakta kılmak daha
faziletlidir. Bu, İmam Azam'a göredir. İki imama göre, baş dönmesi gibi
bir özür bulunmadıkça, yürüyen gemi içinde farz namazlar oturularak kılınamaz.
Çünkü kıyam (ayakta durmak), bir rükûndür, bir özür bulunmadıkça terk
edilemez. İmam Azam'a göre ise, gemide baş dönmesi galiptir; galip ise
muhakkak hükmündedir.
97- Deniz kenarında veya ortasında bağlı bulunan bir
gemi, eğer çalkalanmamakta ise yer hükmündedir; içinde ayakta olarak namaz
kılınabilir. Fakat çalkalanıp durmakta ise, hayvan hükmünde olur; mümkünse
içinden çıkıp dışarda namaz kılmak gerekir.
Hareket halinde bulunan bir uçak da yürümekte olan bir
gemi gibidir; bunun da yürümesi ve durması yolcunun elinde değildir.
98- Yürümekte olan deve gibi bir hayvanın üzerindeki
Mahmil'in iki gözü, hayvanın sırtı hükmündedir. Fakat durmakta olan bir
hayvanın üzerindeki Mahmil'in (içinde insan oturan eğerin) iki gözü altına
yere dayanmak için bir ağaç dikildiği takdirde, yer üzerindeki sedir, tahta
ve minderlik hükmünde olur.
99- Hayvan üzerinde namaz kılan kimse, rükû ve secdeyi
ima ile yapar; secde için rükûdan biraz daha fazla eğilir. Hayvan üzerindeki
eğer gibi herhangi bir eşya üzerine başını koyarak secde edilmesi
mekruhtur.
100- Sünnet ve müstahab namazlar, bir özür bulunmaksızın
oturularak da kılınabilir. Fakat fazilet ayakta kılınmalarındadır. Bunda
alimlerin ittifakı vardır. İmam Azam'a göre, yalnız sabah namazının sünneti
bundan müstesnadır; özürsüz oturularak kılınmaz. Yukarda buna işaret
edilmişti. Teravih namazını da özürsüz oturarak kılmak caiz ise de,
keraheti vardır.
101- Bir kimsenin ayakta olarak başladığı nafile bir
namazı, yorulacak olsa bir yere dayanarak veya oturarak kılması caizdir. Böyle
bir özür bulunmadıkça, bir yere dayanılmasında veya oturulmasmda kerahet
vardır.
102- Bir kimse oturarak kılmaya başladığı nafile bir
namazı, kalkıp ayakta tamamlayabilir. Bunda ittifak vardır.
Namazlarda Kıraet
103- Namazda kıraet: Namaz kılanın kendisi işitebilecek
derecede dili ile harfleri belirterek Kur'an-ı Kerîm ayetlerinden bir mikdar
okunması, namazın bir rüknü olarak farzdır. Kendisi duyamayacak kadar bir
sesle okuyuş kıraet değildir. Ancak imama uyan kimse bu kıraetten müstesnadır,
bu kimse Kur'an okumaz. İleride açıklanacaktır.
104- Vitrin ve nafile namazların bütün rekatlarında, iki
rekatlı farzların her iki rekatında kıraet farzdır. Fakat dört rekatlı
farz namazlarda üç rekatlı farz namazda, tayin yapılmaksızın yalnız iki
rekatlarında kıraet farzdır. Ancak kıraetin ilk iki rekatta yapılması
vacib görülmüştür. Bunun için ilk iki rekatta kıraatin kasden terk
edilmesi mekruhtur. Yanılarak terk edilmesi de sehiv (yanılma) secdesi yapılmasını
gerektirir. Farzların diğer rekatlarında Fatiha okunması, sahih kabul edilen
görüşe göre vacibdir. Yanılarak Fatiha'nin terk edilmesi de sehiv secdesini
gerektirir.
Fakat diğer rivayetlere göre, farzların son üçüncü ve
dördüncü rekatlarında kıraet caiz olduğu gibi tesbihde bulunmak veya üç
tesbih mikdarı susmak da caizdir. Ancak Kur'an okumak daha faziletlidir. Fatiha
okumak da sünnettir.
105- Namazda kıraetin farz olan mikdarına gelince: İmam
Azam'a göre bu farz olan mikdar, kıraat farz olan her rekatta, ayet kısa dahi
olsa, en az bir ayettir. Bu mikdar Kur'an okundu mu, bu farz yerine getirilmiş
olur. Fakat iki İmama ve İmam Azam'dan diğer bir rivayete göre, bu mikdar
üç kısa ayet veya en az üç kısa ayet mikdarı olacak kadar uzun bir
ayettir. İhtiyata uygun olan da budur.
Bir harften veya bir kelimeden ibaret olan "Nun" ve
"Müdhammetân" ayetlerinin okunması, sahih olan görüşe göre,
ittifakla yeterli olmaz. Çünkü bu mikdar kıraet sayılmaz.
106- Bir ayet-i kerîmeden başkasını okumaya gücü
yetmeyen kimse, o ayet-i kerîmeyi İmam Azam'a göre bir rekatta bir defa okur,
üç kez okumaz. İki imama göre, üç kez tekrarlar. Fakat üç ayet okumaya gücü
yeten kimsenin bir ayeti üç kez tekrarlaması iki İmama göre de caiz değildir.
107- "Ayetü'l-Kürsî" gibi uzun bir ayetten bir kısmını
bir rekatta, diğer kısmınıda diğer rekatta okumak, sahih olan görüşe göre,
yeterli olur; çünkü bunlar üçer kısa ayete denk olmuş bulunur.
Yanlış okuyuşların hükümleri için "Zelletü'l-Kari"
bahsine bakılsın.
Namazlarda Rükû
108- Namazlarda rükû da bir rükün olduğundan farzdır. Kıraetten
sonra eğilerek rükûa varılır. Baş ile sırt düz bir doğrultuda bulunur.
Eller dizlere kadar uzatılıp dizler kavranır. Ayakta namaz kılan kimsenin rükû
için yalnız başını eğmesi kafi gelmez. Arkasını da eğerek doğru bir çizgi
gibi düz bir durum almış bulunur. Bu, tam bir rükûdur. Rükûa giden kimse
böyle bir vaziyet almaz da kıyama daha yakın bir şekilde eğilirse, onun rükûu
sahih olmaz. Fakat rükû vaziyetine daha yakın eğilmiş ise, rükûu sahih
olur.
109- Otururken namaz kılan kimse, rükûa vardığı zaman
alnı dizlerine paralel olacak derecede arkasını eğmelidir.
Rükûda bulunuyor gibi kanbur olan kimsenin rükûu başını
biraz eğmekle olur. Kanburluğu rükû sayılmaz.
110- İmama rükû halinde yetişen kimse, ayakta tekbir alıp
ondan sonra rükûa gider. Bu tekbiri rükûa yakın vaziyette alırsa namazı
bozulur, imama uymuş olmaz.
111- İmam henüz rükûda iken yetişip de onu uyarak rükûa
varan kimse, o rekatı imamla kılmış sayılır. Fakat bir insan, imam rükûda
iken tekbir alıp da, imam rükûdan kalktıktan sonra rükûa gitse, o rekata
yetişmiş sayılmaz, bir rekatı kaçırmış olur. Kaçırdığı rekatı
namaz sonunda imam selam verdikten sonra tek başına kılar.
112- İmama uyan kimse, imamdan önce rükûa varıp daha
imam rükûa gitmeden başını kaldırırsa, bu rükû yeterli olmaz. Bunu imamın
rükûu ile iade etmezse namazı bozulmuş olur.
İmamdan önce rükû veya secdeden başını kaldıran
kimse, imama aykırı davranışımxnı gidermek için hemen rükû veya secdeye
döner.
113- İmama rükûda yetişen kimse iki tekbire muhtaç değildir.
Ayakta "Allahü Ekber" deyip hemen rükûa gider. Bu bir tekbir ile
hem iftitah, hem de rükû tekbirini almış olur. (İmamet bahsine bakılsın).
Namazlarda Secde
114- Secde de namazın bir rüknü olduğundan farzdır.
Namaz kılan kimse, rükûdan sonra secdeye varır. Rükûdan doğrulduktan
sonra yere kapanarak iki dizi üzerinde ellerine dayanarak alnını ve bumunu (yüzünü)
iki eli arasında yere veya yere bitişik bir şey üzerine koyar. Yüce Allah'a
tazimde bulunur. Bu şekilde secde, her rekatta ikişer defa arka arkaya yapılır.
115- Namazda secde için alın yere koyulduğu halde burun
yere konmasa, secde yine caiz olur; fakat böyle bir secde özür bulunmayınca
mekruhtur. Aksine olarak burun yere konur da alın konmazsa, özür olmadığı
takdirde imam Azam'a göre kerahetle caiz olur. İki imama göre özürsüz böyle
bir secde caiz olmaz.
116- Bir özre dayanarak da olsa, yanak ve çene ile secde
yapılmaz. Alın ve burunda secde etmeye engel bir özür bulunursa, ima ile
secde yapılır.
117- Secdede elleri ve dizleri yere koymak her halde farz değildir,
sünnettir. Fakat İmam Züfer, İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre farzdır.
118- İki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konmadıkça
secde caiz değildir. Tercih edilen görüş budur. Bir ayağın yalnız bir
parmağını veya ayağın yalnız üstünü yere koymak kafi gelmez.
119- Secde edilecek yer, ayakların konduğu yerden eğer yarım
arşın (on iki parmak) mikdarı yükseklikte olursa, secde caiz olur, daha
fazla yüksek olursa caiz olmaz.
120- Kalabalıktan veya başka bir özürden dolayı dizler
üzerine secde caizdir. Yine kalabalıktan dolayı aynı namazı kılanların
birbiri arkasına secde etmeleri de caizdir.
121- Bir kimse, başındaki sarığın büklümü üzerine
veya elbisenin fazla kısmı üzerine secde ettiği takdirde, eğer bunlar temiz
bir şey üzerine konulmuş olur ve sarığın büklümü de alna bitişik
bulunursa secde caiz olur, değilse olmaz. Her halde yerin sertliğini duymak da
gerekir. Bu sertliğin duyulmasına engel olacak pamuk ve benzeri bir şey üzerine
secde edilemez.
122- Atılmış yün ve pamuk, saman ve kar gibi bir şey üzerine
secde edildiği takdirde, eğer bunların boşlukları kaybolur da sertleşirlerse,
üzerlerine secde caiz olur. Fakat bunların içinde yüz kaybolup sertlikleri
duyulmazsa ve yüz yere inip kararlaşmazsa secde caiz olmaz.
123- Çuval içinde bulunan buğday, arpa, pirinç ve darı
gibi ürünler üzerine secde yapılabilir. Fakat çuval içinde bulunmayan buğday
ve arpa üzerine secde yapılabilirse de, darı gibi kaypak şeyler üzerine
secde yapılamaz.
124- Ufak bir taş üzerine secde edilemez. Fakat alnın çoğu
bu taş ile beraber yere değecek olursa caiz olur.
125- Bir özür olmasa dahi, yere serilmiş olan herhangi
temiz bir şey üzerine secde edilebilir. Yerin pis olması zarar vermez, o
yerin pis kokusu veya pisliğin rengi gibi bir eseri bulunmamak şartı ile... O
kadar var ki, böyle bir şeyin yere serilmesi, ya sıcaktan, ya soğuktan
korunmak veya elbiseyi toz-topraktan korumak için olmalıdır. Yoksa yalnız
alnı topraktan korumak için olursa, kerahet işlenmiş olur.
(İmam Malik'e göre, kilim, keçe, posteki gibi, yer
cinsinden olmayan bir şey üzerine secde edilmesi mekruhtur.)
126- Sıcaktan veya soğuktan korunmak gibi bir özürden
dolayı, temiz yer üzerine konulacak iki el üzerine secde edilebilir.
127- Üzerinde namaz kılınacak bir sergi, eğer temiz bir
elbise ise, yukarı tarafını aşağıya getirip etekleri üzerine secde
etmelidir. Çünkü böyle yapmak, tevazua daha yakındır.
128- Farz olan rükû ve secde rükünlerinin yerine
getirilmiş olması için, rükû ve secde denilebilecek kadar o vaziyetlerde
durmak yeterlidir; muhakkak üçer kez tesbih okunacak mikdar beklemek farz değildir.
Fakat rükû ve secdede sünnet mikdarı en az üçer kere tesbih okumaktır.
Orta derecesi beş tesbih ve yüksek derecesi de yedişer tesbih okumaktır.
Yalnız başına namaz kılan daha çok tesbih yapabilir. Fakat imam olan kimse,
cemaatin rızası bulunmadıkça üçten fazla tesbihte bulunmamalıdır; çünkü
cemaatı usandırmak ve kaçırmak uygun değildir.
Rükû'da tesbih: "Sübhane Rabbiye'l-Azîm"dir.
(1)
Secdedeki tesbih de: "Sübhane Rabbiye'l-Alâ"dır.
(2)
129- Her rekatta iki secde yapılır. Bunlardan biri kasden
terk edilse namaz bozulur. Yanılarak terk edilirse, namazdan sonra hatıra
gelse bile, namaza aykırı bir iş yapılmamışsa hatırlandığı anda
secdeye varılır ve ondan sonra son oturuş iade edilir ve sehiv secdesi yapılır.
Sehiv secdesi bahsine bakılsın!
130- Secde, namazın en büyük bir rüknüdür. Secde, Yüce
Allah'a gösterilen tevazu ve tazimatın en mükemmel alametidir. Bir hadîs-i
şerîfde: "Kulun, Rabbına en yakın olduğu hal, secdeye varmış
olduğu haldir. Artık secdede duayı çokça yapınız" buyurulmuştur.
Çünkü secde hali, en ziyade küçülme ve teslimiyet hali olduğundan orada
duanın kabulü umulur. Secdesiz bir namaz, namaz değildir. Mabudumuzun manevî
huzurunda yerlere kapanarak saygısını arzetmek istemeyen bir insan, kulluk görevini
terk etmiş, Yüce Allah'ın rahmetine kavuşma şerefinden yoksun kalmış
olur.
(1) "Pek büyük olan Rabbim, her türlü
noksanlıklardan beridir, münezzehtir."
(2) "Yüce kudret ve azamet sahibi olan rabbimi bütün noksanlıklardan
tenzih ederim."
Namazlarda Son Oturuş
131- Namazların sonunda teşehhüd mikdarı oturmak da,
namazın bir farzı ve bir rüknüdür. Buna Ka'de-i Ahire (son oturuş) denir.
İki rekatlı namazlarda olan tek oturuşa da Ka'de-i Ahire denir. Sabah namazında
olduğu gibi. Teşehhüd mikdarından maksad, "Tahiyyat'ı" okuyacak
kadar zamandır.(*)
132- Bir kimse sabah namazının iki rekatını kıldıktan
sonra ikinci rekat sonunda oturmaksızın ayağa kalkıp üçüncü rekatın
secdesini yapmış olsa, bu namaz farziyetini yitirir ve nafîleye döner. Bu
durumda bir rekat daha kılar ve sonunda oturarak selam verir.
Yine, dört rekatlı bir farz namazın dördüncü rekatında
ve akşam namazının üçüncü rekatında oturmayıp da bir rekat daha kılınarak
secdeye varılsa, bu namaz da nafileye dönmüş olur. Bu halde kılınan namaz
sabah namazı ise, dört rekattan sonra hemen selam verilir. İkindi gibi dört
rekatlı namaz ise, beşinci rekata bir rekat daha ilave edip ondan sonra selam
verilir. Sahih olan görüşe göre, bu durumda sehiv secdesi gerekmez.
Bu mesele, İmam Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam
Muhammed'e göre ise, bu namaz esasen namaz olmaktan çıktığı için nafile
de olmaz.
133- Bir kimse namazın sonunda teşehhüd mikdarı
oturduktan sonra namazdaki tilavet secdesini hatırlayarak secdeye varsa, namazı
bozulur. Çünkü bu halde son oturuş bulunmamış sayılır. Fakat tilavet
secdesinden sonra tekrar teşehhüd mikdarı oturursa, o zaman son oturuş yapılmış
demektir.
134- Son oturuşun tamamını uyku içinde geçiren kimse,
uyandıktan sonra tekrar bir teşehhüd mikdarı oturmazsa namazı bozulur. Çünkü
uyku içinde yapılan bir iş, iradeye bağlı olmadığı için geçerli değildir.
Bu işin bulunması ile bulunmaması eşittir. Namazda uyku içinde yapılan kıyam,
kıraat ve rükû gibi işler de böyledir, geçerli değildir.
(*) Anlamı: "Bütün dualar ve övgüler (veya bütün mülkler), bedenî ve malî ibadetler Yüce Allah'a mahsustur. Bunlara başkaları hak kazanamaz. Selam da, Yüce Allah'ın rahmet ve bereketleri de, ey şanlı peygamber, sana aittir. Selam hem bizlere, hem de Yüce Allah'ın salih kullarına olsun. Şehadet ederim ki, (kesinlikle bilirim ki) Yüce Allah'dan başka gerçek mabud yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hazret-i Muhammed, Yüce Allah'ın kuludur ve peygamberidir."
Tadil-i Erkâna Riayet (Rükünlerin Hakkını Vermek)
135- Namazlarda tadil-i erkana riayet, İmam Ebû Yusuf'a göre,
bir rükün olduğundan farzdır. Bundan maksad, namazın kıyam, rükû ve
secde gibi her rüknünü sükunetle yerine getirmek ve bu rükünleri yaparken
her uzuv yatışıp hareket halinden beri bulunmaktır. Örnek: Rükûdan kıyama
kalkarken vücud dimdik bir hale gelmeli ve sükunet bulmalı, en az bir kere:
"Sübhanellahi'l-Azîm" diyecek kadar ayakta durup ondan
sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da böylece bir tesbih
mikdarı durmalıdır.
136- Tadil-i Erkan, İmam Azam ile İmam Muhammed'e göre,
vacibdir. Bu iki ayrı görüşten birincisine göre, tadil-i erkan yapılmaksızın
kılınan bir namazı yeniden kılmak gerekir, ikinci görüşe göre ise,
tadil-i erkanı terkden dolayı yalnız sehiv secdesi gerekir. Fakat böyle bir
namazı yeniden kılmak daha iyidir. Böylece insan ihtilaftan kurtulmuş olur.
Ayrıca kerahetle kılınan namazları da yeniden kılmak vacib görülmüştür.
137- Namazdan manevî haz duyanlar, namazda tadil-i erkana
riayet ederler, acele etmekten sakınırlar. Acele etmeyi saygıya ve edebe aykırı
görürler.
Hayatın en yararlı ve en kıymetli saatleri ibadetle geçen
zamanlardır. Boş yere veya kısa bir yarar uğrunda zamanlarını harcayan
insanların namaz gibi yüksek bir ibadetten, devamlı bir mutluluk yolundan ve
İlahî huzurun zevkinden mahrum olmamak için çalışmamaları pek garip ve acınacak
bir hal değil midir?
Namazdan Kendi İhtiyarı İle Çıkmak
138- Namaz kılanın, kendi ihtiyarına bağlı olan bir işle
namazdan çıkması da, İmam Azam'a göre bir rükün olduğundan farzdır.
Buna Huruç bisun'ihi (kendi ihtiyarı ile çıkmak) denir. Fakat iki İmama (İmam
Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e) göre bu farz değildir. Bu ayrılıktan aşağıdaki
iki mesele doğmaktadır:
139- Bir kimse namazın sonunda teşehhüd mikdarı
oturduktan sonra kasden namaza aykırı bir iş yapsa, gülse, konuşsa, yiyip içse
ittifakla namazı tamam olur. Fakat namaz kılanın ihtiyarına bağlı
olmayarak bir abdestsizlik işi meydana gelse, bu durumda iki İmama göre yine
namaz tamam olmuş olur. İmam Azam'a göre ise, namaz tamam olmuş sayılmaz;
hemen abdest alıp kendi ihtiyarı ile namazdan çıkması gerekir; değilse
namazı batıl olur.
140- Bir kimse son oturuşta teşehhüd mikdarı oturduktan
sonra, henüz ihtiyarı ile namazdan çıkmadan önce namaz vakti çıksa veya
başka bir namaz vakti girse, iki İmama göre onun namazı tamamdır. İmam
Azam'a göre bozulmuş olur; çünkü bu namaza kendi iradesi ile son vermiş değildir.
Namazın Vacibleri
141- Namazların farzları olduğu gibi, bir kısım
vacibleri de vardır. Bu vacibleri yerine getirmekle namazın farzları tamamlanıp
noksanları giderilmiş olur. Şöyle ki:
1) Namaza başlarken yalnız "Allah"
ismi ile yetinmeyip büyüklüğü ifade eden "Ekber"
sözünü de ilave ederek "Allahü Ekber" demek
vacibdir.
2) Namazlarda "Fatiha" süresini okumak vacibdir.
Üç İmama göre ise, bunu okumak farzdır.
3) Namazlarda farz olan Kur'an okuyuşunun ilk iki rekata bağlı
kılınması vacibdir.
4) İlk iki rekatın her birinde bir defa Fatiha suresi
okunup tekrarlanmaması vacibdir.
5) Fatiha suresini diğer okunacak sure ve ayetlerden önce
okumak vacibdir.
6) Fatiha suresine başka bir sure veya bir sure yerini
tutacak kadar ayet ilavesi vacibdir. Şöyle ki: Farz namazların önceki ilk
iki rekatlarında Fatiha'dan sonra diğer bir sure veya bir sureye denk bir
mikdar ayet okunması vacib olduğu gibi, vitir namazı ile nafile namazların
her rekatında Fatiha ve Fatiha'dan sonra bir sure veya ona denk bir ayet
okunması da vacibdir.
(Fatihaya başka bir sure veya ayetin eklenmesi üç İmama göre
sünnettir.)
7) Yalnız başına namaz kılan kimse, sabah, akşam ve yatsı
namazlarını dilerse aşikare bir okuyuşla ve dilerse gizli bir okuyuşla kılar.
Geceleyin kılacağı nafile namazlarda da hüküm böyledir. Fakat öğle ile
ikindi namazlarında ve gündüz kılacağı nafile namazlarda gizli olarak
okuması vacibdir.
Cemaatla kılınan namazlardan sabah, cuma, bayram,
teravih, vitir namazlarının her rekatında; akşam ve yatsı namazlarının
ilk iki rekatlarında aşikare Kur'an okumak, öğle ile ikindi namazlarının bütün
rekatlarında, akşam namazının üçüncü ve yatsının son iki rekatlarında
gizli olarak kıraat yapmak vacibdir.
9) Vitir namazında kunut (dua) okumak ve kunut tekbiri almak
vacibdir. Bu İmam Azam'a göredir. İki imama (İmam Ebû Yusuf ve İmam
Muhammed'e) göre ise, bunlar sünnettir.
10) Kazaya kalan bir namaz, gündüzün cemaatla kılındığı
takdirde, eğer sabah namazı gibi aşikare kıraat yapılması gereken bir
namaz ise, yine aşikare kıraet yapılır. Gizli kıraat yapılması gereken
bir namaz ise, gizli kıraet yapılır. Tek başına namaz kılan ise, aşikare
kıraet yapılması gereken bir namazı kaza ederken dilerse hem aşikare, hem
de gizli okuyabilir. Bir rivayete göre de, gündüz kaza edeceği herhangi bir
namazda gizli okuması vacibdir; gizli veya aşikare okuma serbestisi yoktur.
11) Secde yaparken yalnız alınla yetinmeyip alınla beraber
burnu da yere koymak vacibdir.
12) Üç ve dört rekatlı namazlarda birinci oturuş
vacibdir.
13) Namazların her oturuşunda teşehhüdde bulunmak (Tahiyyatı
okumak) vacibdir.
14) Namaz içinde okunan secde ayetinden dolayı tilavet
secdesinde bulunmak vacibdir.
15) İki bayram namazının üçer ziyade tekbirleri vacibdir.
Bu namazların birinci rekatlarındaki rükû ve secde tekbirleri sünnettir. İkinci
rekatlarının rükû tekbirleri ise, vacib olan ziyade tekbirlere yakın olduğu
için o da vacibdir.
16) Namazların farzlarında sıraya riayet edilmesi, iki
farz arasına, farz olmayan bir şeyin girmesine meydan verilmemesi vacibdir.
Farz olan kıyamdan (ayakta duruşdan) sonra rükûa gidilmesi, rükûdan sonra
da secdeye varılması gibi...
17) Vaciblerin her birini de yerinde yapmak ve sonraya bırakmamak
vacibdir. Kur'an okuduktan sonra bir zaman bekleyip sehven düşünceye dalmak
ve sonra rükûa varmak gibi.
18) Namazların sonunda selam vermek. Önce sağ tarafa,
sonra sol tarafa yüz çevirerek "Esselâm" demek
vacibdir. "Esselâmu aleyküm ve Rahmetullah" (*)
denilmesinin vacib olduğu açık olarak belirtilmemiştir.
Bir görüşe göre, sol tarafa selam verilmesi sünnettir.
Namazdan çıkılması ise, bütün imamlara göre yalnız bir selam ile olur,
bununla namaz biter. Bu selamı vermiş olana, artık uyulmaz. Meşhur olan görüş
budur.
(*) Selamet ve Allah'ın rahmeti üzerinize olsun.
Namazların Sünnetleri
142- Namazların sünnetleri de vardır. Bu sünnetler,
namazların vaciblerini tamamlar. Onlardaki noksanlıkları giderir ve fazla
sevab kazanmaya sebeb olur. Sünnetlere riayet edip devam etmek Allah'ın
peygamberine sevgi alametidir. Bununla beraber bu sünnetleri terk etmek, namazın
bozulmasını ve tekrar kılınmasını gerektirmez. Fakat küçümsemeksizin
kasden terk edilmesi bir hata ve bir mahrumiyettir. Fakat sünnetin hak görülmemesi,
boş ve hikmetten uzak sayılarak küçümsenmesi, -Allah korusun- küfürdür.
Çünkü Sünnet de şer'î hükümlerden ve esaslardan biridir.
Namazlardan önce veya namazların içinde başlıca sünnetler
şunlardır:
1) Beş vakit namaz için ve cuma namazı için ezan okumak
ve ikamet etmek sünnettir. Şöyle ki: Vaktinde cemaatle yerine getirilen her
farz namaz için ezan ve ikamet sünnet olduğu gibi, kazaya kalıp da cemaatle
kılınacak farz namazlar için de sünnettir. Birçok namaz cemaatle kaza
edileceği zaman, bunlardan yalnız ilk kılınacak namaz için ezan okunur.
Sonra gerek bu namaz için ve gerek bunun arkasından kılınacak diğer kaza
namazları için birer ikametle yetinilir.
Kendi evlerinde yalnız başına namaz kılacak erkekler için
ezan ve ikamet müstahabdır. Gerek yolcular için, gerek cemaatle namaz kılacaklar
için ezan ve ikameti terk etmek mekruhtur.
Cuma günü şehirde bulundukları halde, özürlerinden
dolayı cuma namazını kılamayanlara, öğle namazını kılarlarken ezan ve
ikamet gerekmez. Kadınlar için de ezan ve ikamet sünnet değildir. Ezan ve
ikamet bahsine bakılsın!..
2) İftitah (başlangıç) tekbirini alırken elleri yukarıya
kaldırmak sünnettir. Şöyle ki: Erkekler ellerini, baş parmaklar kulak yumuşaklarına
değecek kadar, kadınlar da parmaklarının ucları omuzlarına kavuşacak
kadar ellerini göğüslerinin hizasına kaldırıp o vaziyette: "Allahü
Ekber" derler. Ellerin içleri kıbleye yönelik bulunmalıdır. Birbirine
karşı da bulunabilir.
(Üç İmama göre, erkekler de ellerini ancak omuzlarının
hizasına kadar kaldırırlar.)
3) Tekbir için eller kaldırılırken parmakların aralarının
zorlamaksızın biraz açık bulundurulması sünnettir.
4) İmam olan kimsenin, tekbirleri ve rükûdan kıyama
kalkarken "Semiallahu limen hamideh" sözünü ve
namazın sonunda her iki tarafa vereceği selamı ihtiyaç mikdarı aşikâre
yapması sünnet olduğu gibi, cemaatın da rükûdan kalkarken: "Allahumme
Rabbena ve lekelhamd" sözü ile tekbirleri ve selamı gizlice
yapmaları sünnettir.
Yalnız başına namaz kılan rükûdan kalkarken bunların
ikisini de söyler (*).
5) İlk tekbirden sonra namazın başında gizlice "Sübhanekâllahümme"
okunması, bundan sonra Fatiha'dan önce yine gizlice "Eûzü
Besmele" okunması ve diğer rekatlarda da Fatiha'dan önce
besmele çekilip Fatiha'ların sonunda amîn denilmesi sünnettir. Burada imam
ile cemaat ve yalnız başına kılanlar arasında bir fark yoktur. Yalnız
cemaat Fatiha'yı okumayacakları için "Eûzü Besmele" okumaları
gerekmez.
"Amîn" sözünün manası, dualarımızı kabul
et, demektir.
Her rekatta Fatiha'dan önce Besmele'yi okumak, sahih sayılan
bir görüşe göre vacibdir. Fatiha'dan sonra okunacak surelerin başlarında
Besmele okunmaz. Yalnız İmam Muhammed'e göre, sessizce kılınacak namazlarda
bu surelerin başlarında da besmele okunur. (**)
6) Namazda erkeklerin, göbeklerinin altında tutmak üzere
sağ ellerini sol elleri üzerine koyup sağ ellerinin baş parmak ve serçe
parmağı ile sol bileği kavramaları ve sağ elin diğer üç parmağını sol
kol üzerine uzatmaları sünnettir. Kadınların da sağ ellerini sol elleri üzerine
koyarak halka yapmaksızın göğüsleri üzerinde bulundurmaları sünnettir.
7) Namaz aralarında kıyamdan rükûa ve secdelere giderken
"Allahü Ekber" denilmesi, rükûdan kıyama kalkarken "Semiallahü
limen hamideh" denmesi, secdeden kalkıp yine secdeye giderken "Allahü
Ekber" denilmesi sünnettir.
Rükû ve secde tesbihleri, rükû halinde en az üç
kere: "Sübhane Rabbiye'l-azîm" denilmesi, secde
halinde de en az üç kere: "Sübhane Rabbiye'l-alâ" denilmesi
sünnettir.
9) Rükû halinde, erkeklerin ellerinin parmakları açık
olacak şekilde elleriyle dizlerini tutmaları sünnettir. Kadınlar bu halde
parmaklarını açık tutmazlar ve dizlerini kavramazlar, ellerini dizleri üzerine
koyarlar.
10) Bir özür yoksa, kıyamda iki ayağın arasını dört
parmak kadar açık bulundurmak sünnettir.
11) Ka'de (Tahiyyata oturuş) ve celse (secdeden doğrulup
bekleme) hallerinde erkeklerin sol ayaklarını döşeyerek üzerlerine
oturmaları ve sağ ayaklarını güçleri yettiğince kıbleye doğru
dikmeleri, kadınların da sol ayaklarını sağ taraflarına yatık
bulundurarak yere oturmaları sünnettir. Bu oturuşa "Teverrük"
denir.
12) Rükûda erkeklerin inciklerini dik tutmaları, kadınların
da dizlerini bükük bulundurmaları sünnettir. Bu halde erkeklerin sırtları
düz bulunur. Kadınların sırtları ise yukarıya doğru meyilli olur.
13) Secdeye varılırken önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü
yere koymak ve secdeden kalkarken de önce yüzü, sonra elleri dizlerin üzerine
koyduktan sonra dizleri yerden kaldırmak sünnettir. Buna güç yetmezse, el
ile yere dayanarak kalkılabilir.
14) Ka'delerde (Tahiyyatlara oturuşlarda) ve celselerde
(secdeler arasındaki bekleyişlerde) ellerin kıbleye yönelik olarak oyluklar
üzerine konulup dizlerin tutulması sünnettir.
15) Ka'delerdeki Teşehhüdlerde "La İlâhe"
denirken, sağ elin şehadet parmağı kaldınhp "İllallah"
denirken indirilmesi sünnettir. Bunu yaparken baş parmak ile orta parmak halka
edilip diğer iki parmak bükülmelidir. Birçok kimseler bu sünneti gereği üzere
yapamayacaklarından dolayı bunun terk edilmesini uygun görenler vardır.
16) Farz namazların, vitir namazının ve müekked sünnetlerin
son oturuşlarında, gayr-i müekked sünnetlerle diğer nafilelerin her oturuşunda
Tahiyyattan sonra Peygamber Efendimize Salat ve Selam okumak sünnettir. (***)
17) Bütün namazların son oturuşlarında Salat ve Selamdan
sonra iki tarafa selam vermeden önce dua edilmesi sünnettir. Bu dua, Kur'an-ı
Kerîm'in mübarek dua ayetlerinden biri ile yapılması veya bunlara benzer
bulunmalıdır. Kullardan istenebilecek şeyler hakkında olan: "Ya Rabbi!
Bana şu kadar para ver", şeklinde namazda dua edilmesi caiz görülmemektedir.
Namazların sonunda adet edinilen dua: "Rabbenâ âtina fi'd dünya
haseneten ve fi'lahireti haseneten ve kınâ azâbe'n-nar" (****)
18) Namazların sonunda selam verirken yüzün önce sağ
tarafa, sonra sola çevrilmesi sünnettir.
19) Sütre edinilmesi sünnettir. Şöyle ki: Sahra ve
benzeri açık yerlerde namaz kılan kimse, önünden başkasının geçmesini
umuyorsa sağ veya sol kaşının hizasına en az bir arşın boyunda secde
yerinin önüne kaim veya ince bir ağaç diker. Dikilemiyorsa, ağacı boyunca
uzatır veya önüne uzunlamasına böyle bir çizgi çizer. Enine yarım daire
şeklinde bir çizgi çizilmesi de caizdir. Direk ve sandalye gibi şeyler de sütre
işini görürler.
Cemaatle kılınan namazlarda yalnız imamın önünde sütre
bulunması kafidir. Namaz kılanın önünden geçilmesi edebe aykırıdır. Günahı
gerektirdiğinden bundan kaçınılması lazımdır. Namaz kılan kimse, önünden
geçmek isteyeni engellemek için "Sübhanellah" diyebilir. Eli ile, gözü
ile yahut başı ile hafifçe işaret edebilir. Sütrenin bulunması, namaz kılanın
dağınık düşüncelerini kaldırıp ibadet için bir araya toplamaya ve gönlünü
bir çerçeve içinde tutmaya yardımcı olur.
(*) Birinci sözün anlamı: "Yüce Allah
kendisine hamd edenin hamdini işitti." İkincinin anlamı: "Ey
Rabbimiz! Hamd da sana mahsustur."
(**) Sübhaneke'den maksad:
"Sübhanekallahümme ve bihamdike ve tebarekesmüke
ve Tealâ ceddüke ve la ilahe gayrük", cümlesidir.
Anlamı: "Ey Allah'ım! Seni tesbih ve tenzih ederim,
sana hamd ve övgüde bulunurum. Senin kutsal ismin mübarektir. Senin azamet ve
celalin pek yüksektir. Senden başka hak mabud yoktur."
"Eûzü" den maksad da: "Eûzü Billâhi
mineşşeytanirracîm" demektir. Anlamı şudur: "Allah tarafından
kovulmuş olan Şeytan'ın kötülüğünden Yüce Allah'a sığınırım."
Bu sığınmaya "Teavvüz" denir.
(***) Bu Salat ve Selâm şu şekilde okunur:
"Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve
alâ ali seyyidina Muhammed. Kema salleyte alâ seyyidina İbrahime ve alâ ali
seyyidina İbrahime. İnneke hamîdün mecid. Ve barik alâ seyyidina Muhammedin
ve alâ ali Muhammed. Kema barekte alâ seyyidina İbrahime ve alâ ali
seyyidina İbrahim. İnneke hamîdün mecîd."
Anlamı: "Ey Allah'ım! Efendimiz Muhammed' e ve
efendimiz Muhammed'in ailesine rahmet et (onların şerefini yücelt). Efendimiz
İbrahime ve onun ailesine rahmet ettiği gibi. Şübhesiz bütün hamd ve övgü
sanadır, büyüklük ve yücelik sana mahsustur. Efendimiz Muhammed'e ve onun
ailesine bereket ver. Efendimiz İbrahime ve onun ailesine bereket verdiğin
gibi. Şübhesiz bütün hamd ve övgü sanadır, büyüklük ve yücelik sana
mahsustur."
(****) "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik, ahirette de bir güzellilk
(iyilik ve mutluluk) ver ve bizi ateş azabından koru", demektir.
Namazların
Edebleri
143- Namazların bir kısım adabı vardır. Bunlar birer
mendub demektir. Bunları terk etmek yerilmeyi gerektirmez, bir günah sayılmaz.
Fakat bunları yapmak daha faziletlidir, daha çok sevab kazanmaya sebebdir. Şuurlu
bir müslüman namazın ne kadar büyük bir ibadet olduğunu bilir, namaz
sayesinde merhameti geniş olan ezelî mabudunun manevî huzurunda bulunduğunu
anlar. O mukaddes mabudunun kendisini görüp bildiğini düşünerek son derece
edebe riayet eder. Görünüş haliyle tevazu belirten bir durum alır. Mümkün
olduğu kadar kalbinin iç duygularını dünyadan ve bayağı düşüncelerden
korumaya çalışır. Bunun içindir ki:
"Namaz ancak kalb huzuru iledir." denilmiştir.
Namazların Başlıca Edebleri Şunlardır:
1) Namazda dışı ve içi ile bir sükunet, bir huzur ve
Allah'a ibadet duygusu içinde bulunmak.
2) Üst elbiseyi açık bulundurmayıp düğmelemek ve
erkekler için, yenleri varsa, ellerini yenlerinden dışarıya çıkarmak.
3) Kıyam halinde secde yerine, rükuda ayakların üzerine,
secdede burnun iki yanına, oturuşla kucağa, selamda sağ ve sol omuz başlarına
bakmak.
4) Yalnız başına namaz kılan, rüku ve secde tesbihlerini
üçten ziyade yapmak.
5) İkamet alınırken "Hayye alel-felâh = Haydin
Kurtuluşa" denildiği zaman, imam ve cemaat için ayağa kalkmak. İmam
mihraba yakın bulunmazsa, her saf, aralarından imam geçince ayağa kalkar.
6) İmam için "Kad kameti's-salat = Namaz başladı"
denildiği anda namaza başlamak, imam, bu harekeli ile müezzinin sözünü doğrulamış
olur. Bununla beraber ikamet bitlikten sonra, namaza başlanmasında da bir sakınca
yoktur. Hatta İmam Ebu Yusuf ile üç İmama göre, uygun olan da budur. İkamet
alınırken camiye giren kimse oturur. Sonra cemaatle beraber ayağa kalkar. İkametin
bitmesini ayakta beklemez.
7) Namazda esneme halinde ağzı tutmak ve dudakları dişlerle
olsun kapamak. Mümkün olmazsa sağ el ile kapamak. Öksürüğü ve geğirmeyi
mümkün olduğu kadar gidermek.
Bütün bunlar güzel sayılan işlerdir. İbadet arasında
yapılması gereken saygı belirtilerindendir.
Ezan
ve İkamet
144- Ezan, lûgatta bildirmek demektir.
Şeriat deyiminde, farz namazlar için belli vakitlerde bilindiği şekilde
okunan mübarek sözlerden ibarettir. Ezan okuyana "Müezzin" denir.
Farz namazlar için ezan okumak, bu namazların kılınacağını
ilan edip bildirmek, kitab ve sünnetle sabittir. Fakat müslümanlığın başlangıcında
bildiğimiz şekilde ezan okunmazdı. Bir müddet, namaz vakti gelince: "Essalâte,
Essalâte = Namaza, namaza" veya: "Essalâtü camiatün =
Namaz toplayıcıdır," deniliyordu. Yani, namaz müslümanların güzel
bir toplum halinde yaşamalarına vasıtadır. Birtakım güzellikleri ve şükür
nevilerini kapsar diye çağırma yapılmıştı. Peygamber Efendimizin birinci
hicret yılında, Medine-i münevvere'de Hazret-i Peygamberin Mescidi inşa
edilip tamamlanmıştı. Ashab-ı kiram muntazam bir halde toplanarak cemaatla
namaz kılmaya başlamışlardı. İşte bu sırada Peygamber Efendimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem) namaz vakitlerinin insanlara duyurulması konusunda arkadaşları
ile bu işi görüşmeye başladı. Sonunda ashabdan bazı zatların aynı şekilde
görmüş oldukları sadık rüyaya ve o rüyayı doğrulayan bir vahye
dayanarak bildiğimiz gibi ezan okunmaya başlanmıştır. Bu ezan erkekler için
vacib kuvvetinde bir müekked sünnettir. Müslümanlığın en büyük
alametlerinden biridir. Peygamberimizin Hicreti bahsine bakılsın!...
Ezan aracılığı ile halka hem namaz vakitleri, hem de
namazların kılınacağı bildirilmiş oluyor. Ayrıca namazın kurtuluşa ve
mutluluğa sebeb olacağı da söylenmiş oluyor. Bununla beraber, bütün
cihana karşı İslam dininin en kutsal esasları ilan edilmiş bulunuyor.
Doğrusu yeryüzünde namaz vakitleri değişik saatlere
rastlamaktadır. Bu bakımdan hiç bir saat yoktur ki, İslam mabedlerinin yüksek
minarelerinden bütün insanlığa Yüce Allah'ın varlığı, birliği, büyüklüğü,
Peygamberimizin Risaleti, namazın kurtuluşa ve mutluluğa sebeb olduğu, yüksek
bir sesle ilan edilmiş olmasın. Ne şerefli bir hakka davet görevi!..
Ezan ve ikametle ilgili bazı hükümler vardır. Şöyle ki:
1) Ezan şu mübarek kelimelerden ibarettir.
"Allahü Ekber, Allahü Ekber, Allahü Ekber, Allahü
Ekber...
Eşhedü en lâ ilâhe illallah, Eşhedü en lâ ilâhe
illallah.
Eşhedü enne Muhammeden resûlullah, Eşhedü enne
Muhammeden resûlullah.
Hayye ale's salâh, hayye ale's-salâh.
Hayye alel-felâh, hayye alel-felâh.
Allahü Ekber, Allahü Ekber.
Lâ ilâhe illallah" ...
Memleketimizde bir müddet ezan yerinde ezanın şu tercümesi
okunmuştur:
"Tanrı uludur, Tanrı Uludur, Tanrı Uludur, Tanrı
Uludur
Şübhesiz bilirim bildiririm Tanrıdan başka yoktur
tapacak, Şübhesiz bilirim bildiririm Tanrıdan başka yoktur tapacak.
Şübhesiz bilirim bildiririm Tanrının elçisidir Muhammed,
Şübhesiz bilirim bildiririm Tanrının elçisidir Muhammed.
Haydin namaza, haydin namaza.
Haydin felâha, haydin felâha.
Tanrı uludur, Tanrı uludur.
Tanrıdan başka yoktur tapacak."
Sabah ezanlarında: "Hayye alel-felâh"lardan
sonra iki defa "Essalâtü hayrün mine'n-nevm= Namaz uykudan hayırlıdır,
diye okunur.
2) Erkekler yalnız başına yahut cemaatle namaza durdukları
zaman ikamet yapılır. Ezan sözleri aynen okunur. Yalnız "Hayye alel-felâh"lardan
sonra yine iki kere: "Kad kametissalâh" denilir ki, namaz başladı
demektir.
Bir de ezanda, her cümle arasında bir bekleme (sekte) yapılır,
ikinci cümlelerde ses biraz daha yükseltilir. Buna "Teressül, irtisal"
denilir. İkamette ise duraklama yapılmaz. Sürekli okunur ki, buna "Hedir"
denir.
3) Her farz namaz için bir ezan ve bir ikamet meşrudur;
yalnız cuma namazında iki ezan vardır. Bunun için bir camide ezan ve
ikametle vakit namazı usule göre kılındıktan sonra, tekrar cemaatle veya
yalnız başına namaz kılacak olanların o vakit namazı için ezan ve ikamet
getirmelerine gerek yoktur. Vitir, bayram, teravih ve diğer nafile namazlarda
ikamet yoktur.
4) Evde veya kırda kılınacak farz namazlar için hem ezan,
hem de ikamet getirmek daha faziletlidir. Yalnız ikametle de yetinilebilir.
Fakat ezanla yetinmek mekruhtur.
5) Bir namaz için daha vakti gelmeden ezan okumak caiz değildir.
Böyle okunan bir ezanı iade etmek gerekir. Çünkü bununla namaz vaktinin
girmiş olduğu haber verilmiş olmuyor. Ancak İmam Ebû Yusuf ile üç imama göre
yalnız sabah namazı için vaktinden önce ezan okumak caizdir.
6) Ezan ile ikamet arasını biraz ayırmak uygundur. Şöyle
ki: Akşam ezanından sonra üç kısa ayet okunacak kadar bir ara verilmeli,
sonra ikamet yapılmalıdır. Diğer vakitlerde ise, farz namazların iki
rekatinde on iki ayet okumak şartı ile namazın tamamlanması kadar bir zaman
bekleme yapılmalıdır.
7) Ezan ve ikamet, vakit namazları için sünnet olduğu
gibi, kaza namazları için de sünnettir. Çünkü ezan ile ikamet, vakitlerin
değil, namazların sünnetidirler.
Bir kısım kaza namazları başka başka yerlerde kaza
olarak kılınacakları zaman, her biri için ezan ve ikamet gerekir. Fakat bir
yerde kaza edilecekleri zaman her bir namaz için ezan ve ikamet daha faziletli
ise de, ilk kaza edilecek namaz için ezan ve ikamet getirdikten sonra, diğer
namazlar için yalnız ikamet yeterlidir.
9) İkamet ile namaz arasında yemek-içmek veya yıkanmak
gibi bir iş yapılsa, ikameti tekrarlamak gerekir. Fakat ikamet getiren kimse,
ikametten sonra sünnet kılsa veya imam ikametten sonra hazır bulunsa, ikamet
iade edilmez.
10) Müezzin olan şahsın sünneti bilen ve takvası olan
kimse olması müstahabdır. Cahillerin ve fasıkların ezan okumaları
mekruhtur.
11) Sarhoşun, delinin, bûluğ çağına ermemiş çocuğun
okuyacağı ezanı iade etmek mendub veya vacibdir. Aklı yerinde olan bir çocuğun
ezan okuması da, bir rivayete göre mekruhtur.
12) Ezanı oturarak okumak mekruhtur. Ancak kendisi için
okuyacaksa keraheti olmaz. Yolcudan başkası için, hayvan üzerinde ezan
okumak da mekruhtur.
13) Ezanda telhin (ezan kelimelerinin harflerini bozacak şekilde
okumak) mekruhtur.
14) Kadınların, bunakların, cünüb olanların ezan
okumaları veya ikamet getirmeleri mekruhtur. Bunların ikametleri değilse de,
ezanları iade edilmelidir. Çünkü ezanın tekrarlanması, cuma gününde olduğu
gibi, meşrudur. Abdestsiz kimselerin de ikamette bulunmaları mekruhtur.
15) Müezzin cemaatin haline bakmalıdır. Cemaat bir namazın
vaklinde kılınmasını islediği takdirde, hemen ikamette bulunmalı, mahalle
büyüğünün veya dengi kimselerin gelmesini beklememelidir. Çünkü bunda
riya, boyun eğme ve cemaata eziyet verme vardır.
16) Müezzin ezan ve ikamet getirirken ayakta olarak kıbleye
yönelir. "Hayye ales-salâh = Haydin namaza" derken sağ
tarafa, "Hayya alel-felâh= Haydin felaha" derken de sol tarafa
döner. Minarede ise, duruma göre sağ taraftan sol tarafa doğru dolaşarak
ezanı bitirir. Ezanda sesin yükselmesine yardımcı olsun diye iki parmağının
uçlarını iki kulağına tıkar.
17) Sesi yükseltmek ve güzelleştirmek gibi meşru bir özür
olmaksızın ikamet esnasında boğazı temizlemek (tenehnuh) mekruhtur. Ezan ve
ikamet arasında müezzinin konuşması da mekruhtur, öyle ki, bu arada
kendisine verilecek olan bir selamı da karşılamaz.
18) Ezan okunurken, ezanı duyanların dinlemeleri ve konuşmayı
kesmeleri gerekir. Kur'an okuyan kimsenin de durup ezanı dinlemesi daha
faziletlidir. Diğer bir görüşe göre, camide veya kendi evinde Kur'an
okumakta bulunan kimse okuyuşuna devam eder. Fakat kendi mahalle mescidinde
ezan okununca onu dinler. Bununla beraber ezan okunurken onu duyanların konuşmalarında
bir kerahet olduğu da söylenmektedir.
19) Ezan ve ikameti işiten kimsenin, müezzinin söylediklerini
aynen tekrarlaması müstahabdır. Yalnız müezzin: "Hayye ales-salâh,
Hayyealelfelâh" dediği zaman işiten bunların yerine: "Lâ
havle ve lâ kuvvete illa billah" (*)
der. Sabah ezanında da müezzin: "Essalatü hayrün minennevm"
deyince, işiten kimse: "Sadakte ve berirte = Doğrusun, gerçeği söylemiş
bulunuyorsun" der.
Ezanı işiten kimse cünüb dahi olsa, bu şekilde müezzine
karşılıkta bulunur, çünkü bu bir övgüdür. Fakat hayız ve nifas
hallerinde olan kadınlar bu ezan çağrısına karşılık vermezler; çünkü
onlardan namaz sorumluluğu düştüğünden sözle karşılıkta bulunmak
sorumluluğu da düşmüştür.
20) Ezanı işiten kimse, birinci defa "Eşhedü enne
Muhammeden Resûlüllah" denilince: "Sallallahu aleyke ya Resûlallah
= Allah sana salât etsin, ey Allah'ın Peygamberi!" der. İkinci defa müezzin
tarafından: "Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah"
denilirken: "Karret aynî bike, ya Resûlallah = Gözüm seninle aydın
olsun, ey Allah'ın peygamberi!" der. Bunları söylerken de, baş
parmaklarının uçlarını öperek gözlerine sürer ki, bu müstahabdır. İkamette
bu yapılmaz.
21) Ezanı dinleyen bir müslüman, ezanın sonunda şu duayı
yapar.(**) Çünkü
bu duayı yapan kimse şefaata hak kazanır ve Peygamber Efendimiz ona şefaat
eder.
22) Beş vakit namazlar için ezan okunduktan sonra, ayrıca
cemaati namaza çağırma maksadıyla "Vakti salâ" gibi bir ifade
kullanılmasına "Tesvîb", tekrar bildirme denir. Görülen ibadet
gevşeklikleri için böyle bir uyarma yapılabilir. Böyle yapılmasını
sonraki alimler iyi görmüşlerdir.
Sonuç: Ezan-ı Muhammedi, müslümanlığın en büyük güzelliklerinden
biridir. Müezzin olan zat, bütün aleme karşı Yüce Allah'ın varlığını,
birliğini, Hazret-i Muhammed Efendimizin hak peygamber olduğunu ilan eder. Bütün
insanları kurtuluşa ve mutluluğa çağırır. Bu bakımdan pek hayırlı bir
insan demektir. Bunun için Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Müezzin
sesinin yetiştiği yerlere kadar insan, cin ve diğer hiç bir şey yoktur ki,
onu işitmiş olsun da, kıyamet gününde müezzin için güzel şehadette
bulunmasın."
Diğer bir hadis-i şerifin anlamı şöyle: "İnsanların
kıyamette en uzun boylusu müezzinlerdir."
Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir: "Eğer
üzerimde halifelik görevi olmasaydı, müezzinlik yapardım." Bütün
bunlar, müslümanlıkla hakka hizmetin, Allah sözünü yüceltmenin, hayrı
sevmenin ne kadar kıymetli ve şerefli olduğunu göstermektedir.
(*) "Günahlardan sakınıp dönmek ve
itaata güçlü bulunmak, ancak Yüce Allah'ın koruması ve yardımı ile
olur."
(**) "Allahümme Rabbe hazihi'd-daveti't-tammeti vessalati'l-kaimeti âti
Muhammedenil-vesilete ve'l-fazilete ve'd-derecete'r-refiate veb'ashü makamen
Mahmudenillezi veadtehu. İnneke lâ tuhliful, mîad."
Anlamı: "Allah'ım! Ey bu tam davetin (mübarek
ezanın) ve kılınmak üzere bulunan namazın mukaddes Rabbi! Peygamberimiz
Hazret-i Muhammed'e vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et. Onu,
kendisine söz verdiğin "Makam-ı Mahmud'a" eriştir. Şübhesiz sen,
sözünden caymazsın."
Vesile'nin cennette yüksek bir makam olduğu, faziletin de
yine yüksek bir makam olduğu, Makam-ı Mahmud'un ise, en büyük şefaat makamı
olduğu ifade edilmektedir. Böyle bir duada bulunmak Resûl-ü Ekreme
muhabbetin ve ona sağlam bağlılığın bir nişanıdır.
İmamlık
ve Cemaat
145- Aklı olan, bûluğ çağına eren, hür olan ve zorluk
çekmeksizin topluca namaz kılmaya gücü yeten müslüman erkeklerin toplanıp
cemaatle cuma namazını kılmaları farz, bayram namazlarını kılmaları
vacibdir. Diğer farz namazları cemaatle kılmaları ise, müekked sünnettir.
(Cuma namazından başka farz namazların cemaatle kılınması,
Malikîlere ve bir kısım Şafiîlere göre de bir müekked sünnettir, İmam
Ahmet ibni Hanbel ile Ebu Sevre ve Davudi Zahirî ile diğer bazı müctehidlere
göre vacibdir. Bu halde bir şahsın tek başına namaz kılması haramdır. İbni
Rüşd, İbri Bişr ve bir kısım şafiîlere göre ise, beldelerde bir farzı
kifayedir, her mescidde cemaatle namaz kılınması sünnettir. Bir kimsenin özel
olarak yalnız başına cemaatle namaz kılması da mendubdur. Hanbeli fıkıh
alimlerinin açıklamalarına göre, esasen cemaatle namaz, ikamet ve sefer
halinde vacib, hem de sünnet yerine getirilmiş olur. Cemaatın farzı ayn olduğunu
söyleyenler de vardır.)
146- İslamda cemaatle namaz kılmaya büyük önem verilmiştir.
Büyük sevaba ermek için ve ihtilaftan kurtulmak için cemaatle namaz kılmaya
devam etmelidir. Cemaat ne kadar çok olursa, fazilet de o derece çoğalmış
olur. Cemaatle namaz kılmanın sevabı, yalnız başına namaz kılmanın sevabından
yirmi yedi kat fazladır.
Cemaate devam, İslam nişanlarından ve iman
alametlerindendir. Cemaatle kılınan namaz ile müslümanların birliği ve
birbirine bağlılığı gösterilmiş olur. Müslümanlar arasında bir sevgi
ve dayanışma duygusu uyanır, bilmeyenler bilenlerden faydalanır, iyi
kimselerin arkadaşlığı ile yapılan ibadetlerin ve duaların Allah yanında
kabule yakın olacağı daha ziyade umulur.
147- Cemaatle kılınan namazda, kendisine uyulan zata "İmam"
denir. Bu zatın bu görevine de "İmamet" denir. İmama uymayan, bir
kimsenin kendi namazını imamın namazına bağlamasına "İktida, ittiba"
adı verilir. Bu uyan kimseye de "Muktedi, müttabi, memum" gibi adlar
verilmiştir. Kendi başına namaz kılana da "Münferid" denir.
148- İmametin başlıca şartları: İslâm, buluğ, akıl,
erkek olmak, Kur'an okuyabilmek ve özürden beri olmaktır. Bu şartlara sahib
olmayanlar imam olamazlar. Bu konu aşağıdaki meselelerden anlaşılacaktır.
149- Cemaat arasında imamete en yararlı olan, sünneti en
iyi bilen (fıkıh bilgisi olan) kimsedir. Bunda eşit olsalar, okuyuşu daha güzel
olandır. Bunda da eşit olsalar takvası daha çok olandır (haramdan daha çok
kaçınandır). Bu üç vasıfta eşit olsalar, yaşta büyük olandır. Bunda
da eşit olsalar, ahlakı daha güzel olandır (yumuşak huylu ve daha çok haya
sahibi olandır). Bu hususta da eşit olsalar, yüzce, sonra soyca, sonra sesçe,
sonra elbise bakımından temizlikçe güzel olandır. Bunların hepsinde eşitlik
kabul edilecek olursa, aralarında kur'a çekilir. Bütün bunlar imamlık görevine
verilen önemin büyüklüğünü gösterir. Bunun içindir ki bu görevi
eskiden bulundukları yerlerde idareciler üzerlerine alırdı.
Bununla beraber cemaat arasında ev sahibi veya o yerin görevli
imamı bulunursa, bunlar tercih olunurlar, aranan vasıfları toplamış
olmasalar bile yine tercih edilirler.
Başkasının evinde imam olacak kimse, ev sahibinin izni ile
imamlık yapar. Başkasının evinde tek başına namaz kılacak olan kimse de,
ev sahibinden izin istemelidir, faziletli olan budur.
150- Fasıkın (aşikare haram işleyenin) ve bid'at sahibi
olanın (din işlerine dinde olmayan şeyleri karıştıranın) imameti tahrimen
mekruhtur. Çünkü fasık din işlerinde saygılı bulunmaz, İmam Muhammed ile
İmam Malike göre, bunlara uymak esasen caiz değildir.
Bid'at sahibine "Mübtedi" denir ki, inancı sünnet
ve cemaat ehlinin inancına aykırı olan kimse demektir. Bid'at sahibine uymanın
kerahetle caiz olması, inancı küfre varmadığı takdirdedir. Eğer inancı küfrü
gerektiriyorsa ona uymak bütün Hanefilerce de caiz olmaz. Şefaati, kabir azabını
ve hafaza meleklerini inkar etmek gibi...
151- Kölelerin ve babası belli olmayanların imamlığı
mekruhtur. Çünkü bunlarda cehalet daha fazla olur. Bilgili oldukları
takdirde imamlık yapabilirler. İki gözü kör olan da imam olabilir. Fakat görür
kimselerin imamlığı daha faziletlidir. Bununla beraber iki gözü görmeyenin
imamlığında kerahet olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü bu kimse özürlüdür,
elbisesinin temizliğine fazla dikkat etmeyebilir.
152- Erkeklerin kadınlara ve henüz bûluğ çağına ermemiş
çocuklara uyup namaz kılması caiz olmadığı gibi, aklı yerinde olanın
bunağa, Kur'an okuyucusunun okuyamayan (ümmî) kimseye, kıraati olmayanın
dilsize, elbisesi temiz olanın elbisesi pis olana, avret yerleri kapalı olanın
açık bulunana, özrü olmayanın özürlüye, bir özürlünün özrü değişik
başka bir özürlüye uyması da caiz değildir. Ancak özürleri bir olanların
birbirlerine uymaları caizdir.
153- Kadının kadına imamlığı kerahetle caizdir. Eğer
kadınlar kendi aralarında cemaatle namaz kılacak olurlarsa, İmam olacak kadın
aralarında durur, onların önüne geçmez. Bu öne geçme de mekruhtur.
154- Abdestte ayaklarını yıkamış olan kimsenin ayaklarına
mesih yapmış olan kimseye, abdest alanın teyemmüm etmiş olana, ayakta namaz
kılanın oturarak namaz kılana, boyu dik ve doğru olanın rukü derecesinde
kanbur olana uyması (iktidası) caizdir. Son üç şekildeki uymanın cevazına
İmam Muhammed muhaliftir.
155- Farz namaz kılanın nafile namaz kılana veya başka
bir farz kılana uyması caiz değildir. Fakat nafile namaz kılanın farz namaz
kılana uyması caizdir. Örnek: Öğlenin farzını kılmış olan bir kimse,
öğle namazını kıldırmakta olan imama uyacak olsa, bu ikinci defa kılacağı
namaz bir nafile olarak caizdir.
156- Bir kimsenin, haklı olarak kendisinden hoşlanmayan bir
cemaate namaz kıldırması mekruhtur. Fakat hoşlanmayacak bir durum veya imamlığa
daha ehliyetli bir kimse yoksa, cemaatın hoşlanmasına bakılmaz. Çünkü bu
halde cemaatın hoşlanmaması yersizdir.
157- Mezheb değişikliği iktidaya (uymaya) engel değildir.
Yeter ki imam olan zat, namazın şartlarına ve rükünlerine riayet etsin. Şöyle
ki: Müslümanların fıkıh bakımından mezhebleri değişik olsa da, esasta
bir olduklarından birbirlerine uyabilirler. Bu hususta en faziletli olan, her müslümanın
kendi mezhebinde bulunan bir imama uymasıdır. Bu olmayınca, diğer bir
mezhebde bulunup da namazın farzlanna riayet eden herhangi bir imama uyulması,
yalnız başına namaz kılmaktan daha faziletlidir. Şu kadar var ki, bir müslim
kendi mezhebine göre namazı bozacak bir şeyin böyle bir imamda bulunduğunu
görüp bilirse, ona uyması sahih olmaz; bir Hanefinin, burnundan kan aktığı
halde abdestini yenilemeden imamlığa geçen bir Şafiîye uyması gibi...
(Malikî ve Hanbelî olanlara göre, namazın sıhhati için
şart olan şeylerde yalnız imamın mezhebine itibar olunur, uyanın (muktedinin)
mezhebine bakılmaz. Onun için, bir Malikî veya bir Hanbelî, başının tamamını
meshetmemiş olan Şafiî veya Hanefî bir imama uysa namazı sahih ulur. Çünkü
böyle bir mesih, her ne kadar Malikî ve Hanbelî mezheblerinde sahih değilse
de, Hanefî ve Şafiî mezheblerinde sahihtir.)
158- İmam olan zat, cemaata nefret verecek şeylerden sakınmalıdır.
Bir imamın kıraati veya tesbihleri cemaatı usandıracak derecede uzatması
uygun değildir. Burada sünnetin en az olan derecesi ile yetinmelidir. Çünkü
bu uzatma cemaata usanç verir, bu ise mekruhtur. Cemaatla kılınacak bir namazın
sevabı ziyadedir. Bu sevabtan başkalarını mahrum bırakmaya sebebiyet vermek
uygun olmaz. Cemaatın uzatmaya razı olmaları halinde kerahet olmaz.
Bununla beraber cemaatın rüku ve secde tesbihlerini ve teşehhüdü
sünnet üzere tamamlamalarına meydan vermeyecek bir şekilde imamın acele
etmesi de mekruhtur. Cemaatın yetişmesi için, imamın rüküu uzatması da
mekruhtur.
159- İmamın kendisine kolay gelen ayet ve süreleri okuması
vacibdir. Henüz kuvvetlice ezberlememiş olduğu ayetleri okumamalı, cemaatın
yardımcı olmasına meydan bırakmamalıdır. Şöyle ki: imam bir ayette yanılır
ve hatırlayamazsa bakılır: Eğer sünnet mikdarı veya namazın caiz olacağı
kadar okumuş ise, hemen rüküa gitmelidir, yanıldığı yeri düzeltmeyi
cemaatten beklememelidir. Bu mikdar okumamış ise, başka bir ayete geçmelidir.
160- İmamın cemaatten en az bir arşın yüksekte veya alçak
bir yerde durup namaz kıldırması mekruhtur. Kendisi ile beraber cemaattan bazı
kimseler bulunursa mekruh olmaz.
161- İmam ile muktedinin (imama uyanın) yerleri hükmen bir
olmalıdır. Aralarında yüksek boylu bir duvar olup imamın görülmesini veya
sesinin iştilmesini engellese, o imama uymak sahih olmaz.
Yine, imam ile muktedi arasında veya bir muktedi ile öndeki
saf arasında uzaklık bulunsa bakılır: Eğer namaz mescid dışında kılınıyorsa
ve aradaki mesafe bir saf bağlanacak mikdardan az ise, imama uymak sahih olur.
Fakat mesafe bundan daha çok ise uymak sahih olmaz. Amma namaz mescid içinde kılınmakta
ise, aradaki uzaklık ne olursa olsun imama uymaya engel olmaz. Bununla beraber
bazı alimlere göre, Beytül-makdis gibi pek geniş olan mescidlerde, saflar
arasında bağlantı olmaksızın mescidin en uzak bir yerinde durup imama
uyulması caiz değildir.
162- İmam hayvan üzerinde, imama uyan yaya bulunsa veya başka
başka hayvanlara veya gemilere binmiş olsalar, yer değişikliği olduğundan
imama uymak sahih olmaz.
Yine, camide veya başka bir yerde imam ile muktedi arasında
kayık geçecek büyüklükle bir ırmak veya araba yürüyecek genişlikle
saflardan boş bir yol bulunsa, imama uymaya engel olur.
163- Cemaata kavuşmak için koşa koşa yürümek mekruhtur,
saygıya aykırıdır. Bu gibi davranışlardan daima sakınmalıdır.
164- Cemaatın birçok kişiden ibaret olması şart değildir.
Bir kişi ile de cemaatin fazileti elde edilir. İmama uyan kişinin bir kadın
veya mümeyyiz bir çocuk olması yeterlidir. Bunun için evde ailece cemaatla kılınan
namaz da, yalnız başına kılınan namazdan kat kat faziletlidir. Fakat bir özre
dayanmaksızın evde cemaakla namaz kılıp camiye gitmemek bid'at ve mekruh sayılmaktadır.
Mescidlerde ve camilerde cemaatla kılınan namazların fazileti daha çoktur. (146.
maddeye bakılsın.)
165- Namazda imama uyan bir kişi ise, imamın sağında
durur, iki ve daha çok kimseler olunca, imamın arkasında dururlar. Keraheti
olmayan duruş bu şekildedir. Cemaatın imamdan ilerde durması ise caiz değildir.
Bu hususta secde yeri değil, ayakların yeri esas alınır. Cemaatın topuklarının
imamın ayak topuklarından ilerde olmaması yeterlidir.
(İmam Malik'e göre, cemaatin imamdan önde durması mekruh
ise de, namazın cevazını engellemez.)
166- Muktedi (imama uyan kimse), imama uymayı niyet etmeli
ve kıldıkları farz namaz aynı olmalıdır. Bunun için bir kimse imama uymayı
niyet etmeksizin ona uysa veya kendisi öğle namazını kılmak istediği halde
imam ikindi namazını kıldırmakta bulunsa, bu iktidası (imama uyması) caiz
olmaz.
167- İmamın sesi kafi gelmezse, cemaatten biri tarafından
iftitah ve intikal tekbirleri yüksek sesle alınır ve rüküdan kalkarken de
"Rabbena ve lekel-hamd" denilir, yüksek sesle yine selam verilir. Bu
bir tebliğ, bir bildirimdir. Ancak tekbirler alınırken iftitah ve intikal
tekbirleri olarak alınmalıdır, yalnız bildirme için alınmamalıdır. Eğer
ilk tekbir ile namaza başlamaya niyet edilmez ise, bunu alan namaza başlamış
olmaz. Diğerleri de tesbih, tahmid ve intikal tekbirleri olarak alınmazsa,
sevabdan mahrum olmayı gerektirir, imamın sesi yettiği takdirde bu tebliğe
gerek kalmayacağından, bu tebliğ işi mekruh olur. Buna müezzin olanlar
dikkat etmelidirler.
168- İmam birinci selamı ikinci selamdan daha yüksek sesle
alır ki, bu onun için bir sünnettir. Çünkü yüksek sesle alınması
cemaata bir bildiridir. Bu bildiriye ihtiyaç ise, daha çok birinci selamda görülür.
169- İmam selam verince, muktedi de teşehhüdü bitirmiş
ise selam verir. Salat-Selam ve duayı bitirmek için selam vermeyi geciktirmez.
Teşehhüdü bitirmeden selam vermesi de caizdir.
170- İmam namazdan sonra iki tarafa selam verirken
"Aleyküm" sözü ile Hafaza meleklerini ve bütün cemaatı kasdeder.
Cemaattan her biri de sağ tarafa selam verirken o taraftaki meleklerle cemaatı
ve imam eğer o tarafta veya kendi hizasında ise imamı da kasdeder. Sol tarafa
selam verirken de o taraftaki meleklerle cemaatı ve imam o tarafta ise imamı
kasdederek onlara selam vermiş olur. Yalnız başına namaz kılanlar da bu
selam ile yalnız Hafaza meleklerini kasdederler.
171- Cemaat selamdan sonra: "Allahümme entesselâmü
ve minkesselâm, tebarekte ya zelcelâli vel-ikram" (*)
cümlesi okununcaya kadar yerlerinde
dururlar. Sonra yerlerinden kalkıp sünneti veya duayı başka uygun bir yerde
tamamlarlar. Bundan ziyade yerlerinde durmaları kerahete girer. Farzdan sonra
saffı bozmaları müstahabtır. Bunu yapmakla sonradan gelenler namazın
tamamlanmış olduğunu anlarlar.
172- İmam selam verince bakılır: Eğer namaz tamamlanmışsa,
imam serbesttir. Dilerse sağ tarafına, dilerse sol tarafına döner. Böylece
kıbleyi sağ veya sol tarafına alır ve öylece oturur. Dilerse çıkıp işine
gidebilir. Eğer karşısında namaz kılan yoksa, dilediği takdirde cemaate doğru
döner. Namaz kılanın yüzüne karşı dönüp durmaz; çünkü namaz kılanın
yüzüne karşı oturmak mekruhtur. Fakat namaz bitmiş olmayıp, kılınacak sünnet
bulunursa, imam "Allahümme entesselâmü ve minkesselâm" denilinceye
kadar yerinde durur, sonra kalkar ve sağa, sola, ileriye veya geriye çekilerek
o sünnet namazı kılar. Eğer kendisi başka bir şeyle uğraşmayacaksa, bu sünneti
gidip evinde kılabilir. Çünkü sünnetlerin evde kılınması daha
faziletlidir. Ancak cemaat imam hakkında kötü bir zan besleyecekleri düşüncesi
varsa, sünnetleri eve gitmeden kılmalıdır.
173- Yalnız başına namaz kılanlara gelince, bunlar farz
namazları kıldıkları yerde durabilirler ve sünnetleri de orada kılabilirler.
Bununla beraber nafile namazları başka bir tarafa çekilip kılmaları daha güzeldir.
174- Cemaat, kıyam rükü, secde gibi yapılması gerekli rükünlerde,
Sübhaneke ile Tesbihat ve Tahiyyat gibi dua ve zikirlerde imama uyarak bunları
yaparlar. Fakat sözle yerine getirilmesi gereken kıraat rüknünde imama
uymaz, imamın aşikare okuduğu Kur'anı dinler ve susar.
Bu İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir. Bu iki zata
göre, aşikare okunan namazlarda cemaatın okuması tahrimen (harama yakın)
mekruh olduğu gibi, gizli okunan namazlarda da cemaatın okuması böylece
mekruhtur. İmam cemaate öncülük etmektedir. Bunun için imamın okuması,
cemaatın da okuması demektir. Nitekim bir hadis-i şerifte buyurulmuştur:
"Kimin imamı varsa, imamın okuyuşu o kimse için
de okuyuştur" Fakat İmam Muhammed, gizlice kıraat yapılan
namazlarda cemaatın da kıraat yapmasını caiz görmüştür.
(İmam Malik'e göre, gizlice Kur'an okunan namazlarda
muktedi (imama uyan) da gizlice okur; bu müstahsendir. İmam Ahmed'e göre,
gizlice okunan namazlarda muktedi de gizlice okur. Bundan başka imamın
namazlarda aşikare okuyuşunu cemaatten herhangi biri işitmezse, o da kıraatta
bulunur, bu vacibdir. Fakat işitirse, okuması caiz olmaz, imamı dinlemesi
gerekir. İmam Şafîî'ye göre de, gizlice Kur'an okunan namazlarda muktedi,
Fatiha'dan başka ayetler de okur. Aşikare kıraat yapılan namazlarda ise, eğer
rek'atı kaçırmayacaksa, yalnız Fatihayı gizlice okur.)
175- İmam namaza başlamak için tekbir alırken ellerini
yukarı kaldırmasa, Sübhaneke'yi okumasa, rükü ve secde tekbirlerini almasa
ve bunlardaki tesbihleri söylemese, "Semiallahu limen hamideh"
demeyi, tahiyyatı ve selamı terk etse veya teşrik tekbirini getirmese, cemaat
bunları yapar. Bu dokuz şeyde cemaat imama uymaz.
İmam Muhammed'e göre imam, "Sübhaneke'yi terk edip
Fatiha'yı okuduktan sonra sûreye başlamış olsa, artık cemaat da "Sübhaneke"yi
okumaz.
176- İmam kunut duasını, bayram tekbirlerini, birinci
oturuşu, tilavet secdesini, sehiv secdesini terk etmiş olursa, cemaat da
terkeder. İmam bir secde fazla yapsa veya bayram tekbirlerini ashabı kiramdan
rivayet edilen mikdardan ziyade alsa veya cenaze namazında dörtten fazla
tekbir getirse veya yanılarak beşinci rekata kalksa, cemaat bu işlerde imama
uymaz. İmam beşinci rekata kalktığı zaman bakılır: Eğer imam dördüncü
rekattan sonra oturuş (ka'de) yapmışsa, cemaat oturarak bekler, imam hemen dönüp
teşehhüdü iade etmeksizin selam verirse, cemaat da onunla beraber selam
verir. Fakat imam kalktığı beşinci rekat için secdeye varırsa, cemaat
kendi başına selam verip namazdan çıkar. Eğer imam dördüncü rekatın
arkasından oturuş (ka'de) yapmamış ise, cemaat yine bekler. Eğer imam hemen
kıyamdan ka'deye dönüp ondan sonra selam verirse, cemaat da onunla beraber
selam verir. Fakat imam beşinci rekatı secde ile bağlarsa, hepsinin namazı
bozulmuş olur. Bu durumda cemaatın yalnız başına teşehhüdü yapıp selam
vermesi fayda vermez.
177- Vitir namazında, cemaat daha Kunut duasını bitirmeden
imam rüküa varsa, cemaat da varır. Ancak Kunut duasından henüz hiç bir şey
okumamış olsalar, imam ile rüküda bulunmayı kaçırmayacak şekilde bir
mikdar okurlar.
178- İmam (vitirde) kunut duasını unutup rüküa gittiği
halde, cemaat ona uymamakla imam başını kaldırıp kunut duasını okuduktan
sonra tekrar rüküa gitmekle cemaat da ona uymuş olsalar cemaatın namazı
bozulur.
179- Cemaatla kılınan namazlarda safların düzgün olmasına,
aralarında açıklık bulunmamasına dikkat edilir. İmam olan zat da buna
dikkat edip cemaatı uyarır. Safların en faziletlisi birinci saftır. Sonra sırası
ile arkaya doğru fazilet azalarak gider. İmama yakın bulunmanın fazileti pek
çoktur.
180- Cemaatten birinin saf arkasında yalnız başına durup
imama uyması mekruhtur. Ancak saflar arasında duracak bir yer bulamazsa, o
zaman kerahet olmaz.
181- İmamı rüku halinde bulan kimse, imama uymak için ilk
saflara gittiği takdirde rekatı kaçıracağından korkarsa, son safa geçerek
imama uyar, saflardan birine katılmaksızın tek başına yalnızca bir yerde
durup imama uymaz; rekat kaçırılacak olsa bile...
182- Namaz kılanın önünden geçmek mekruhtur. Ancak önünde
bir perde, ağaç, direk benzeri bir engel bulunursa mekruh olmaz. Bu kerahiyet,
kırlarda, büyük mescidlerde namaz kılanın secde edeceği yerden geçmek
halindedir. Çünkü böyle büyük ve açık yerlerde namaz kılanın önünden
hiç geçilmemesinde güçlük vardır. Evlerde ve küçük mescidlerde ise,
namaz kılanın mutlak surette önünden geçmekle kerahet meydana gelir.
İmamın karşısında bulunan sütre (duvar gibi bir engel),
cemaat için de yeterlidir. Daha önce bu açıklanmıştı.
183- Yüksek veya aşağı bir yerde namaz kılanın önünden
geçildiği takdirde bakılır: Eğer geçen kimse ile namaz kılanın bazı
azaları arasında bir hizaya gelme ve karşılaşma olursa, geçen kimse günah
işlemiş olur; değilse olmaz. Bununla beraber hiç bir zaman namaz bozulmaz.
Bir görüşe göre, geçenin aşağı yarısı, namaz kılanın
yukarı yarısına gelecek şekilde karşılaşma olsa yine kerahet olur; yerde
namaz kılanın önünden ata binmiş bir kimsenin geçmiş olması gibi...
184- İmam abdestsiz olarak namaz kıldırdığını, cemaat
dağıldıktan sonra anlamış olursa, mümkün olduğu kadar bunu cemaate
duyurması gerekir. Bir diğer görüşe göre de, cemaata bildirmek gerekmez.
185- Bir imamın taşradaki akrabasını görmek için, bir
zaruret veya dinlenmek için yılda bir hafta kadar imamlık hizmetini bırakması
adete ve şeriata göre hakkıdır.
186- Bir özür bulunmadıkça cemaata devam etmelidir. Devam
edilmemesini mubah kılacak özürler, teyemmümü mubah kılacak derecede olan
hastalıklardır. Felce uğramak, yürüyemeyecek kadar yaşlı olmak, kör
olmak, haksız yere saldırıya uğramaktan korkmak, şiddetli yağmur ve çamur
bulunmak, soğuk ve karanlık hali olmak, hizmet etmeye mecbur olduğu ve ayrıldığı
zaman zarar göreceği bir hasta bulunmak, yolculuğa çıkma hazırlığı ile
uğraşmak gibi sebeblerdir. Din ilimleri ile uğraşıp kitab yazmak, fıkıh
öğrenip öğretmek de, bu özürlerden sayılır. Bununla beraber devamlı
olarak, bu meşguliyet yüzünden, cemaatı terk etmek doğru değildir.
Yalnız gevşeklik ve tenbellik yüzünden cemaatı terk edip
duran kimse, cezaya hak kazanır, şahidliği kabul edilmez. İmam bid'at
ehlinden olduğu için cemaatı terk eden kimse ise, cezaya hak kazanmaz.
Cemaata devam etmek istediği halde, haklı bir özürden dolayı muntazam bir
şekilde devamdan mahrum kalan kimse de, niyetine göre cemaat sevabına kavuşur.
(*) "Allah'ım! Sen selamsın ve selam
sendendir. (Bütün noksanlıklardan berisin. Dünya ve ahiret selameti de ancak
senin yardımınla olur. Sen mukaddessin), ey celal ve ikram sahibi olan
(Rabbim! )..."
Kadınların
Aynı Hizada Durmaları
187- Cemaat değişik insanlardan ibaret olunca, imamın
arkasında önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra kadınlar saf bağlarlar.
Bu sırayı erkeklerle erkek çocukların gözetmesi sünnettir. Erkeklerle kadınların
bu sırayı gözetmesi ise farzdır.
Bunun için bir kadın veya buluğ çağına yakın bir kız,
bir erkeğin önünde veya tam hizasında aynı namazı cemaatle kılacak olsa,
erkeğin namazı bozulur. Buna: "Muhazatü'n-Nisa = Kadınların
erkeklerle bir hizada bulunması" denir. Böyle aynı hizada bulunmakla
namazın bozulması için on şart vardır:
1) İmam olan zat, kadınlar için imamete niyet etmelidir;
çünkü böyle bir niyet bulunmazsa, kadınların imama uymaları sahih olmaz,
imama uymamış sayıldıkları için de, erkeklerle aynı hizada bulunmak söz
konusu olmadığından erkeklerin namazını bozmuş olmazlar. Yalnız cenaze
namazında kadınlara imameti niyet etmek gerekli değildir. Bir de bazı
alimlere göre, cuma ve bayram namazlarında da, kadınlara imameti niyet etmek
şart değildir.
2) Erkekten ilerde veya tam bitişiğinde namaz kılan kadın,
ister mahrem olsun, ister olmasın buluğ çağına ermiş veya buna yakın
olmalıdır. Dokuz yaşındaki bir kız, ergenlik çağına yakın olacağı için
engel sayılır. Sekiz veya yedi yaşında bulunup semiz ve gösterişli kız da
aynı sayılır.
3) Kadın veya kız namazın ne olduğunu bilmelidir. Namazın
ne olduğunu bilmeyip rasgele cemaata uyan bir deli kadının aynı hizada
bulunması erkeğin namazını bozmaz.
4) Bir hizada bulunma, kıyam veya rükü gibi bir rükün
mikdarı devam etmelidir. Bu, İmam Muhammed'e göredir, İmam Ebû Yusuf'a göre,
böyle bir rükün tamamen yerine getirilmelidir. Onun için hemen aynı hizada
bulunmakla namaz bozulmaz.
5) Bir hizada bulunuş, rükü ve secde ile kılınır bir
namazda bulunmalıdır. Bu bakımdan cenaze namazında ve tilavet secdesinde
olacak muhazat bir engel teşkil etmez.
6) Muhazat (aynı hizada bulunuş) olabilmesi için erkeğin
yanında bulunan kadınla başlangıç tekbirleri bakımından ortaklık olmalıdır.
Kadın, ya hizasında bulunduğu erkeğin iftitah tekbirine kendi iftitah
tekbirini bağlayarak ona uymalı veya bu erkek ile beraber tahrimelerini üçüncü
bir şahsın tahrimesine bağlamış bulunmalıdırlar. Bu bakımdan aynı namazı
erkek ile kadın yan yana durarak tek başlarına kılsalar yahut yalnız biri
imama uyup diğeri tek başına kılacak olsa, namazları bozulmaz.
7) Namaz, erkek ile kadın arasında, yerine getirilme bakımından
müşterek olmalıdır. Şöyle ki: Kadın, ya kendisi ile aynı hizada bulunduğu
erkeğe veya her ikisi diğer bir erkeğe uymuş olmalı ve aynı namazı
beraber kılmış olmalıdırlar.
Buna göre erkek ile kadın, bir veya birkaç rekat kılındıktan
sonra imama uyup da imamın selamından sonra kalkarak kaçırılan rekatları kılarlarken
aralarında muhazat meydana gelse, bununla namaz bozulmaz; bu ikisine "Mesbuk"
denir. Mesbuk ise kendi başına kıldığı rekatlarda yalnız başına namaz kılan
kimse sayılır.
Erkek ile kadının yerleri bir olmalıdır. Buna göre,
erkek veya kadından biri mescidin zemininde, diğeri de en az bir adam boyu yükseklikte
olan bir yerde durarak aynı hizada bulunarak cemaatle namaz kılsalar, bu hal
onların namazlarının sıhhatini bozmaz.
9) Erkek ile kadının yönleri bir olmalıdır. Buna göre,
Kabe'nin içerisinde her biri başka bir yöne dönerek cemaatle namaz kılarlarken,
aynı hizada bulunsalar, bu namazı bozmaz.
10) Erkek ile kadın arasında,bir engel bulunmamalıdır.
Aralarında direk gibi bir şey veya bir insan sığacak kadar bir açıklık
bulunursa, bu şekilde aynı hizada bulunmak namazı bozmaz.
Sonuç: Bu on şan toplanınca muhazat (aynı hizada
bulunmak), erkeklerin namazını bozar. Şöyle ki: Aynı imama uyan kadınlar
erkeklerin önünde bir saf tutsalar, bütün erkeklerin namazı bozulur.
Erkeklerin arasında üç kadın bulunsa, bunların hem sağ ve hem sol yanlarındaki
birer erkeğin ve arka taraflarındaki her safdan üç erkeğin namazı bozulmuş
olur. Erkekler arasındaki kadınlar iki kişi olursa, yanlarındaki birer erkek
ile yalnız bunların arkasında bulunan saftaki iki erkeğin namazı bozulur.
Daha geride olanların namazına bir şey olmaz. Aradaki kadın bir tane olunca,
sağ ve sol yanındaki birer erkek ile arka tarafındaki saftan bir erkeğin
namazı bozulur, diğerlerinin namazı bozulmaz. Namazları bozulan erkekler, diğer
erkek ve kadınlar arasında birer engel durumuna geçeceklerinden artık bu
namaz bozuluşu diğerlerinin namazına geçmez.
Erkeklerin namazlarını böylece bozmaya sebeb olan ve onların
huzurlarını kaçıran kadınlar ise, şübhe yok ki bundan dolayı günah işlemiş
ve Yüce Allah'ın azabına layık bulunmuş olurlar. Onun için buna sebebiyet
vermekten kaçınmalı, İslam terbiyesine riayet etmelidir. Yalnız yaşlı kadınlar
cemaatle devam edecek olurlarsa, mescidlerde kendilerine ayrılan yerlerden
ileri geçmemelidirler. Değilse bekledikleri sevab kazanacakları günahı karşılayamaz.
Zaten kadınların cemaata devam etmeleri aslında kerahetten sayılmaktadır.
Kadınların mescidleri, evlerinin içidir. Bir hadis-i şerifte:
"Kadınların namazlarının en faziletlisi,
evlerinin içinde kıldıkları namazlardır." buyurulmuştur.
Kadınların, namazları ile evlerini nurlandırmaları
kendileri için çok büyük bir şereftir. Diğer bir hadis-i şerifte de
şöyle buyurulmuştur:
"Oturduğunuz yerleri namazla ve Kur'an
okumakla nurlandırınız."
Namazlar
Nasıl Kılınır?
188- Bilindiği gibi namazlar farz, vacib, sünnet ve müstahab
kısımlarına ayrılmakta ve ikişer, üçer, dörder rekatlı bulunmaktadır.
Bu namazlar daha önce yazdığımız üzere farzlarına, vaciblerine, sünnetlerine
ve adabına riayet edilerek şöyle kılınır:
1) Sabah Namazları
Sabah namazının iki rekat sünnetini kılmak için: "Niyet
ettim bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya", diye niyet
edilir. Hemen eller yukarıya kaldırılıp "Allahu Ekber"
diye tekbir alınır. Ondan sonra eller bağlanır ve "Sübhaneke
allahümme ve bihamdike ve tebarekesmüke ve tealâ ceddüke ve la ilahe gayrük"
okunur. Arkasından "Eûzübillahimineşşeytani'r-racim
Bismillahirrahmanirrahim" diyerek eûzü besmele çekilip Fatiha
suresi okunur sonra "Amîn" denir ve bir mikdar daha Kur'an okunur
(1). Arkasından "Allahu Ekber"
deyip rükûa varılır. Bu halde en az üç defa "Sübhane
Rabbiye'l-Azîm" denir. Sonra "Semiallahülimen
hamideh" denilerek ayağa kalkılır. Ayakta "Allahümme
rabbena ve lekelhamd" denilir (2).
Ondan sonra "Allahu Ekber" diyerek secdeye varılır.
Secde halinde de üç defa "Sübhane Rabbiyel'alâ"
denir. Sonra "Allahu Ekber" denilerek kalkılır ve
dizler üzerine oturulur ve bir tesbih miktarı durulur. Yine "Allahu
Ekber" denilerek ikinci secdeye varılır. Bunda da üç defa "Sübhane
Rabbiyel'alâ" denilir. Bununla bir rekat bitmiş olur.
Bu ikinci secde arkasından "Allahu Ekber"
denilerek ikinci rekata kalkılır. Tam ayakta iken yalnız besmele çekilir.
Fatiha suresi ve bir mikdar daha Kur'an okunur. Birinci rekatta olduğu gibi, rükû
ve secde yapılır. İkinci secdeden sonra oturulur ki, buna "Ka'de
= oturuş" denir. Burada "Ettehiyyatü lillâhî ve Allahümme
Salli ve Barik, Rabbena atina" diyerek dualar sonuna kadar okunur.
Sonra "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah" diyerek sağ
tarafa ve yine "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah"
diyerek sol tarafa selam verilir. Böylece iki rekatlı namaz bitmiş olur (3).
Bütün bu tekbirler, tesbihler ve kıraatlar, yalnız namaz
kılanın işitebileceği bir sesle gizlice yapılır.
Namazda erkeklerle kadınların ellerini nasıl kaldıracakları,
nasıl bağlayacakları, rükû ile secdede ve ka'delerde nasıl vaziyet
alacakları "Namazın sünnetleri ve edebleri" bölümünde bildirilmiştir.
Sabah Namazının iki rekât Farzına gelince: Önce yalnız
erkeklere mahsus olmak üzere ikamet getirilir. Sonra "Bugünkü
sabah namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir. Eller
kaldırılarak "Allahu Ekber" diye namaza başlanıp
eller bağlanır. Sabah namazının sünnetinde bildirildiği gibi iki rekat kılınır
ve tamamlanmış olur. Yalnız sabah namazlarının farzlarında Fatiha'dan
sonra biraz fazla Kur'an okunması sünnettir. Bu sünnetin en az derecesi kırk
ayettir. Bununla beraber üç kısa ayet de okunması caizdir. Vaktin çıkmasından
korkulduğu zaman az ayet okunur. Öyle ki, yalnız Fatiha ile veya birkaç ayet
ile yetinilir.
Yalnız başına bu sabah namazının farzını kılan kimse,
tekbirleri ve "Semiallahu limen hamideh" cümlesini,
Fatiha'yı ve ekleyeceği ayetleri aşikare olarak okuyabilir.
2) Öğle Namazları
Öğle namazının ilk dört rekat sünnetinin evvelki iki
rekatı, tam sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır. Yalnız bunda
niyet "Bugünkü öğle namazının ilk sünnetine"
diye yapılır. Bir de bunda ikinci rekattan sonraki oturuş, son oturuş değil,
birinci oturuş (ka'de) olduğundan bu oturuşta yalnız "Tahiyyat"
okunur. Sonra "Allahu Ekber" deyip ayağa kalkılır.
Yalnız Besmele, Fatiha ve bir mikdar da Kur'an okunarak yukarda bildirildiği
şekilde, rükû ve secde yapılır. Ondan sonra dördüncü rekat için "Allahu
Ekber" denilerek ayağa kalkılır. Bunda da yalnız besmele ile
Fatiha ve bir mikdar da Kur'an okunarak yine bildirildiği gibi, rükû ve
secdelere varılır. Sonra oturulur; bu oturuş son ka'dedir. Bunda da Tahiyyat
okunduktan sonra, Salli ve Barik, Rabbena atina duaları tamamen okunup, yazdığımız
şekilde, iki tarafa selam verilir. Böylece bu dört rekat sünnet kılınmış
olur.
Öğle Namazının Dört Rekat Farzına Gelince:
Sünnetten sonra namaza aykırı bir iş yapmadan ayağa kalkılır. İkamet
getirilir. O günkü öğle namazının farzını kılmaya niyet edilir. Eller
yukarıya kaldırılarak "Allahu Ekber" diye tekbir
alınır. İlk iki rekatı sabah namazının iki rekat farzı gibi kılınır.
Ancak bu iki rekattan sonraki oturuş, birinci ka'de olduğundan bunda yalnız
"Tahiyyat" okunur. Ondan sonra "Allahu Ekber"
denilerek üçüncü rekata kalkılır. Yalnız Besmele ile Fatiha okunur. Anlatıldığı
gibi rükû ve secdelere varılır. Sonra "Allahu Ekber"
diyerek dördüncü rekata kalkılır. Besmele ile yalnız Fatiha suresi
okunarak rükû ve secdelere gidilir. Sonra oturulur. Bu oturuş son ka'dedir.
Bunda "Tahiyyat" okunduktan sonra "Salli
ve Barik, Rabbenâ âtinâ" duaları okunur ve iki tarafa selam
verilir. Böylece öğlenin farzı bitmiş olur.
Öğlenin farzında okunacak ayetler, sabah namazında
okunacak mikdardan daha az olur.
Öğlenin Son İki Rekat Sünnetine Gelince: Bu
da, "Bugünkü öğle namazının son sünnetini kılmaya"
diye niyet edilip tamamen sabah namazının sünneti gibi kılınır. Bu son sünneti
dört rekat kılmak müstahabdır. O zaman ya her iki rekatta bir selam verilir
veya dört rekatın sonunda selam verilir. Dört rekat sorumda selam verilince,
ilk oturuşta yalnız "Rabbena atina" duası okunmaz. Üçüncü rekat
için tekbir alınarak ayağa kalkınca yine "Sübhaneke" okunur.
Sonra bu son iki rekat evvelki iki rekat gibi kılınır.
Yalnız başına namaz kılan kimse, öğle namazlarının
hem sünnetlerinde, hem de farzında kıraati, tekbirleri, tesbih ve tahmidleri
gizlice yapar.
3) İkindi Namazları
İkindi namazının dört rekat sünnetinin her iki rekatı,
müstakil (iki rekatlı) namaz gibidir. Onun için bu dört rekatın her iki
rekatı (şef'î) tamamen sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır.
Şöyle ki: Önce o günkü ikindi namazının sünnetini kılmaya
niyet edilir. Bu namazın ilk iki rekatı bildirildiği gibi kılınınca
oturulur. Bu oturuş, son oturuş demektir. Bunda "Tahiyyat ve
salavatlar" okunur. Yalnız "Rabbena atina" duası okunmaz. Sonra
"Allahu Ekber" diyerek üçüncü rekata kalkılır.
Sübhaneke ve Eûzü Besmele'den sonra Fatiha ile bir mikdar ayet okunarak rükûa
ve secdelere varılır. Ondan sonra tekbir ile dördüncü rekata kalkılarak
yalnız Besmele ile Fatiha ve bir mikdar da Kur'an okunur. Sonra yine rükû ve
secdelere varılır. Ondan sonra oturulur. Bu son oturuş olduğu için bunda
"Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbenâ âtinâ" okunur ve
iki tarafa selam verilir.
İkindi Namazının Farzına Gelince: Bu da
tamamen öğle namazının farzı gibi kılınır. Yalnız niyet değişir. O günkü
ikindinin farz namazını kılmaya niyet edilir.
Tek başına namaz kılan kimse, ikinci namazının sünnetini
de, farzını da öğle namazı gibi gizli okuyarak kılar.
4) Akşam Namazları
Akşam namazının üç rekat farzı, öğle ile ikindi
namazlarının ilk üç rekat farzları gibi kılınır. Şöyle ki: O günün
akşam namazının farzını kılmaya niyet edilip namaza tekbir ile başlanır.
Yukarda açıklandığı üzere ilk iki rekatı kılınarak oturulur. Bu,
birinci oturuştur. Bunda yalnız "Tahiyyat" okunur. Ondan sonra
üçüncü rekata kalkılarak yalnız besmele ile Fatiha suresi okunur. Sonra "Allahu
Ekber" denilerek rükû ve secdelere varılır. Ondan sonra
oturulur ki, bu da son oturuştur. Bunda "Tahiyyat ile Salavatlar" ve
"Rabbenâ âtinâ" okunur, iki tarafa selam verilir.
Akşam namazının farzında vaktin darlığından dolayı kısa
sureler okunur.
Akşam Namazının Sünnetine Gelince: Bu da
"Bu akşam namazının sünnetini kılmaya" diye
niyet edilip tam sabah namazının sünneti gibi kılınır. Bu sünneti altı
rekat olarak kılmak ise müstahabdır. Bu halde her iki rekatta bir selam
vermeli ve aynı şekilde her iki rekatı kılmalıdır. Bununla beraber dört
rekatında bir selam verilip ikindi namazının sünneti gibi de kılınabilir.
Bu ziyade olan dört rekat namaza "Salât-ı Evvabîn"
denir. Bunun çok sevabı vardır.
Tek başına akşam namazının farzını kılan kimse, onu
sabah namazının farzı gibi aşikare de kılabilir.
5) Yatsı Namazları
Yatsı namazının ilk dört rekat sünneti, tamamen ikindi
namazının dört rekat sünneti gibi kılınır. Dört rekat farzı da, tamamen
öğle ve ikindi namazlarının farzları gibi kılınır. İki rekat son sünnetine
gelince, bu da tamamen sabah ve akşam namazlarının iki rekat sünnetleri gibi
kılınır. Yalnız niyetler değişir, yatsı namazının farzına ve sünnetine
niyet edilir. Yatsı namazının son sünneti de, dört rekat olarak kılınabilir.
Bu halde tamamen ilk dört rekat gibi kılınır. Bununla beraber iki rekatta
bir selam vermek sureti ile de kılınabilir. Bu takdirde her iki rekatın
ka'desinde "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbena atina" duası
okunur. Geceleyin kılınan nafile namazlarda daha faziletli olan, böyle iki
rekatta bir selam vermektir.
Tek başına namaz kılan kimse, yatsı namazının farzını
sabah namazının farzı gibi namaz surelerini sesli okuyarak da kılabilir.
6) Vitir Namazı
Üç rekattan ibaret olan vitir namazı da şöyle kılınır:
Önce o günün vitir namazını kılmaya niyet edilir. "Allahu
Ekber" denilerek namaza başlanır. Sübhaneke okunduktan sonra
"Eûzü Besmele" çekilerek Fatiha okunur. Arkasından bir mikdar daha
Kur'an-ı Kerîm okunur. Açıklandığı şekilde rükû ve secdelere gidilir.
Sonra ikinci rekata kalkılır ve yalnız besmele ile Fatiha suresi ve bir
mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okunarak yine rükû ve secdelere varılır. Ondan
sonra oturulur. Bu oturuş birinci ka'dedir. Bunda yalnız "Tahiyyat"
okunur. Ondan sonra "Allahu Ekber" denilerek üçüncü
rekata kalkılır. Bunda da yalnız Besmele ile Fatiha ve bir mikdar daha Kur'an-ı
Kerîm okunarak daha ayakta iken eller kaldırılıp "Allahu Ekber"
diye tekbir alınır. Tekrar eller bağlanıp ayakta "Kunut"
duası okunur. Sonra "Allahu Ekber" diye rükû ve
secdelere gidilir. Ondan sonra oturulur. Bu da son oturuşdur. Bunda da bildiğimiz
gibi "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbenâ âtinâ" duası
okunarak iki tarafa selam verilir.
İmam Şafiî'ye göre, vitirde Kunut duasını okumak,
ramazanın son yarısına mahsustur ve rükûdan kalkınca, okunur. Şafiî'lere
göre vitir namazının en azı bir rekat, en çoğu da on bir rekâttır.
(1) Bir mikdardan maksad, en az bir sure veya
en az üç kısa ayet veya kısa ayete denk bir ayettir.
(2) Rükû ile secde arasındaki doğruluşa (kıyama) kavme denir ki, bu halde
eller yanlara salıverilir.
(3) Bu kelimeler için 169., 179. ve 171. maddelere bakılsın.
Vitir
Namazına Dair Bazı Meseleler
189- Vitir namazının bazı özellikleri vardır ki, bunları
kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1) Vitir namazı, yalnız Ramazan ayında cemaatla kılınır.
İmam olan zat da üç rekatın hepsinde tekbirleri, tesmi'leri ve kıraatı aşikare
yapar. Kunut duası imam ve cemaat tarafından gizlice okunur. Ramazan ayından
başka günlerde ise, vitir namazını cemaatla kılmak mekruhtur.
2) Mesbuk olan kimse, imamla beraber Kunut duasını okur.
Yetişememiş olduğu rekatları kaza edince, artık Kunut duasını okumaz.
Mesbuk için ileride bilgi verilecektir.
3) Bir kimse vitir namazında şübhelenip üçüncü rekatta
mı, yoksa ikinci rekatta mı olduğunu kestiremezse, bulunduğu rekatta Kunut'u
okur. Rükûdan ve secdelerden sonra kalkar bir rekat daha kılar, tekrar
Kunut'u okur. Rükû ve secdelerden sonra "Teşehhüd"de bulunur.
Selam ile namazını tamamlar. Eğer birinci rekatta iken böyle şübheye düşse,
üçüncü rekat olmak ihtimali olan her rekatta Kunut duasını okur.
4) Vitirden başka namazlarda Kunut duası okunmaz. Yalnız
bir musibet ve bela gibi hallerde sabah namazının farzında Kunut okunabilir.
(İmam Malik ve İmam Şafii'ye göre, daima sabah namazlarının
farzında rükûdan sonra kavme halinde Kunut duası okunur. Bu Kunut, Malikî'lere
göre müstahab, Şafiî'lere göre sünnettir.)
5) Sabah namazlarında Kunut duasını okuyan bir Malikî
veya bir Şafiî'ye uyan bir Hanefî sükut eder, Kunut'u okumaz. Eğer okumak
isterse gizlice okur.
6) Kunut duasını bilmeyen, yalnız "Rabbenâ
âtinâ" ayet-i kerîmesini okuyabilir. Üç defa "Allahümme'ğfîrli"
de diyebilir.
Üç defa: "Ya Rabbî" demesi de
caizdir. (*)
(*) Sünnet olan Kunut duası şudur:
"Allahümme inna neste'înüke ve nestağfirüke
ve nestehdîke ve nü'minü bike ve netübû ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsni
aleykelhayre küllehü neşkürüke ve la nekfürüke ve nahleu ve netrükü men
yefcürük. Allahümme iyyake na'budü ve leke nusalli ve nescüdü ve ileyke
nes'a nahfidü, nercû rahmeteke ve nahşa azabeke inne azabeke bilküffari mülhık."
Anlamı: "Allah'ım! Biz senden bize yardım etmeni,
bizi bağışlamanı, bize hidayet vermeni istiyoruz. Sana iman ediyoruz, sana
tevbe ediyoruz, sana güveniyoruz, seni bütün hayırla övüyoruz, sana tevbe
ediyoruz, sana şükrediyoruz, seni inkar etmiyoruz. Sana isyan edip duranları
hal'ederiz ve terk ederiz (onlardan ilişiğimizi keseriz).
Allah'ım! Biz ancak sana ibadet ederiz, senin rızan için
namaz kılar ve secde ederiz. Senin rahmetine kavuşmak için koşarız ve çalışırız.
Senin rahmetini umarız ve azabından korkarız. Muhakkak ki senin azabın
kafirlere erişecektir."
Namazların
Cemaatle Kılınma Şekli
190- Yukarda verdiğimiz bilgi, tek başına namaz kılanlar
hakkındadır. Cemaatle namaz kılanlar şu şekilde hareket ederler:
1) Cemaatten her biri imama uymayı niyet eder. Kılacak olduğu
namaz hangi vaktin ise onu kasdederek: "Niyet ettim bugünkü falan vaktin
farz namazını kılmaya, uydum şu imama" şeklinde niyet eder. Sonra imam
ellerini kaldırır, aşikare "Allahu Ekber" diyerek
namaza başlar. Ona uyanlar da ellerini kaldırarak gizlice "Allahu Ekber"
deyip imamla namaz kılmaya başlarlar. Beraberce namaz kılanların hepsi
"Sübhaneke"yi okur, sonra cemaat susar. İmam gizlece "Eûzü
Besmele" okur. Sonra kıraata başlayarak namazı kıldırır.
Şöyle ki: İmam sabah, akşam, yatsı namazlarının ilk
ikişer rekatlarında ve vitir namazının her üç rekatında Fatiha suresi ile
buna ilave edeceği ayetleri aşikare olarak okur, cemaate işittirir. Bütün
tekbirleri, tesmi'leri ve selamları aşikare yapar. Akşam namazının üçüncü
ve yatsı namazının üçüncü ve dördüncü rekatlarında, öğle ve ikindi
namazının bütün rekatlarında kıraati gizli, tekbirleri, tesmi'leri ve
selamları aşikare yapar.
2) İmam sabah namazının ilk rekatında okuyacağı
ayetleri, ikinci rekatta okuyacağı, ayetlerden iki kat fazla yapmalıdır. Bu
hem bir sünnettir, hem de cemaatın birinci rekata yetişmesine bir sebebdir.
3) İmama uyanlar tekbirleri gizlice alırlar. İmam rükûdan
kalkarken aşikare olarak "Semiallahu limen hamideh"
ve gizlice "Rabbena ve lekelhamd" (*)
deyince, cemaat da gizlice yalnız: "Allahümme Rabbena ve
lekelhamd" yahut sadece "Rabbena lekelhamd"
der. Sonra rükûda imamla beraber gizlice üç kere "Sübhane
Rabbiye'l-Azim" ve secdede de yine üç kere "Sübhane
Rabbiye'l-alâ" derler.
4) İmam ile cemaat birinci oturuşlarda Tahiyyatı, ikinci
oturuşlarda ise, Tahiyyatı, salavatları ve Rabbena âtinâ'yı gizlice
okurlar. İmam önce sağ tarafa, sonra sol tarafa aşikare olarak selam
verince, cemaat da ona uyarak birlikte gizlice selam verir.
İmam aşikare okuduğu Fatiha'nın sonunda gizlice "Amin"
diyeceği gibi, cemaat da gizlice yine "Amin" der.
5) İmam selam verdikten sonra, müezzin aşikare olarak:
"Allahümme entesselâmu ve minkesselâm. Tebarekte ya zelcelâli vel-ikram"
der. Sünnet varsa onu kılar. Sonra Peygamber efendimize salat-selam okunur. Ya
müezzin sesli olarak veya imam ile cemaattan her biri gizlice "Ayetü'l-Kürsî"yi
okur. Otuz üçer kere "Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber"
derler. Bu tesbihlerin sayısı parmaklarla hesablanabileceği gibi, tesbih
taneleri ile de hesablanabilir. Önemli olan sayıları tam yapmaktır.
6) Yukarıdaki şekilde otuzüçer kere tesbih, tahmid ve
tekbirden sonra, müezzin yüksek sesle: "Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ
şerike leh. Lehulmülkü ve lehulhamdü ve hüve ala külli şey'in kadîr. Sübhane
Rabbiyel aliyyil'alel-vehhab" der. (**)
Bütün cemaat dua edip ellerini yüzlerine sürerler.
Yalnız başlarına namaz kılanlar da bunları okurlar. Bütün
bunlar namazların adab ve müstahablarındandır. Bunlara riayet edenler büyük
sevab kazanırlar.
7) Yukardan beri saydığımız namazların vakitlerinde rükün
ve rekatları ile kılınması, Peygamber Efendimizden şübhe götürmeyen bir
rivayetle sabit olmuş ve zamanımıza kadar geçen yıllarda bütün ümmetin
ittifakı ile kararlaşmıştır. Peygamber Efendimiz:
"Beni nasıl namaz kılar gördünüz ise, öylece namaz
kılın" diye emretmiştir.
Onun için Peygamber Efendimizin kılmış olduğu namazlara
aykırı bir namaz, İslam dininde asla geçerli sayılmaz.
(*) İmamı Azam'dan diğer bir rivayete göre,
imam "Rabbena ve lekelhamd" demez.
(**) Anlamı: "Allah'tan başka hak mabud yoktur. O, birdir. O'nun ortağı
yoktur. Mülkü O'nundur, hamd O'na mahsustur. O her şeye kadirdir. Çok yüce
ve çok bağışlayıcı olan Rabbim, bütün noksanlardan münezzehtir.
Cuma
Namazı
191- Cuma, müslümanlarca bir bayram günüdür. Bu mübarek
günde müslümanlar mabedlerde toplanırlar. Okunacak hutbeleri dinleyerek
faydalanırlar. Hep birlikte cuma namazını kılarlar. Sonra ya başka
ibadetlerle uğraşır veya ziyaretlerde bulunur yahut günlük işleri ile uğraşmaya
koyulurlar.
Bir hadis-i şerifde buyuruluyor:
"Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün,
cuma günüdür. Adem aleyhisselam O gün Cennet'e konulmuş, O gün Cennetten
çıkarılmıştır. Kıyamet de o gün kopacaktır."
Bütün bu olaylar, nice hayırları ve; hikmetleri
toplamaktadır.
192- Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
hicretleri zamanında Medine'ye yakın bulunan "Salim İbni Avf"
yurdunda "Ranuna" denilen vadi içerisinde "Beni Salim
Mescidinde" ilk cuma hutbesini okumuş ve ilk cuma namazını kıldırmıştır.
193- Cuma namazının vakti tam öğle namazının vaktidir.
Cuma namazı için minarelerde ezan okunur. Camilere gidince önce aynen öğle
namazının sünneti gibi, dört rekat cumanın ilk sünneti kılınır. Ondan
sonra cami içinde bir ezan daha okunur. Minberde cemaata karşı bir hutbe
okunur. Bu hutbeden sonra ikamet alınarak cumanın iki rekat farzı cemaatle aşikare
okuyuşla kılınır. Bir farzdan sonra yine öğlenin ilk dört rekat sünneti
gibi, cumanın son dört rekat sünneti kılınır. Bundan sonra da "Zuhrü
ahir" diye dört rekat namaz kılınır ki, buna dair ileride bilgi
verilecektir. Arkasından da "Vaktin sünneti" niyeti ile aynen sabah
namazının sünneti gibi iki rekat namaz daha kılınır.
194- Cuma şartlarını kendilerinde toplayan kimseler için
iki rekat cuma namazı "Farz-ı ayın"dır. Cuma namazının diğer
namazlardan başka olarak kendisine özgü on iki şartı daha vardır. Bunların
altısı vücubunun (farz olmasının), diğer altısı da edasının şartlarıdır.
Cumanın
Vücubunun Şartları
195- Cumanın bir kimseye farz olabilmesi için, onda şu
altı şartın bulunması şarttır:
1) Erkek olmak: Bunun için cuma namazı erkeklere farzdır,
kadınlara farz değildir.
2) Hürriyet: Bu bakımdan cuma namazı kölelere farz değildir.
Bir sözleşmeye bağlı olarak kısmen hür olan (mükateb gibi) kölelere
farzdır.
3) İkamet: Dinî hüküm bakımından misafir (yolcu) sayılan
kimselere cuma namazı farz değildir. Sefer ve misafirlik bahsine bakılsın.
4) Sıhhat: Hasta olduğundan cuma namazına çıktığı
takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimseye cuma
namazı farz değildir. Yürümeye takati olmayan çok yaşlı kimseler de bu hükümdedirler.
Hasta bakıcısı da böyledir, eğer camiye gidince hastanın zarar göreceğinden
korkuyorsa, ona da cuma farz olmaz.
5) Gözlerin sağlıklı olması: Onun için gözleri kör
olanlara cuma namazı farz değildir. Böyle körleri camiye götürüp
getirecek kimseleri olsa da, İmamı Azam'a göre yine ona cuma farz olmaz.
Fakat iki imama göre, her iki gözü görmeyen kimseyi camiye götürüp
getirecek bir adam varsa, o zaman böyle körlere de cuma farz olur.
6) Ayakların sağlıklı olması: Kötürüm veya ayakları
kesilmiş olan kimselere cuma namazı farz değildir. Kendilerini yüklenecek
kimseleri bulunsa da hüküm aynıdır.
Düşman korkusu, şiddetli yağmur, fazla çamur ve benzeri
engeller de, cuma namazına gidilmemesini mubah kılan özürlerdendir.
Bununla beraber bu altı şartı taşımayan kimseye her ne
kadar cuma namazı farz değilse de, gidip cuma namazını kılacak olsa, vaktin
farzını yerine getirmiş olur. Kadınların veya âmâ ve benzeri özrü olan
kimselerin cuma namazını kılmaları gibi. Artık bunlar o günün öğle
namazını ayrıca kılmakla yükümlü değillerdir.
Cumanın
Edasının Şartları
196- Cumanın edası için şu altı şart vardır:
1) Cuma namazını bulunulan yerdeki idarecinin veya onun göstereceği
kimsenin kıldırmasıdır. Şöyle ki: Cuma namazını en büyük idareci veya
onun izni ile diğer bir şahıs kıldırmalıdır. İdareci veya onun görevlendirdiği
bir şahıs bulunmayan bir yerde, müslüman cemaatın tayini ile içlerinden
biri cuma namazını kıldırabilir. İslam hükümlerinin uygulanmadığı (daru'l-harb
gibi) yerlerde cuma namazı böyle kılınır.
2) Hutbe okumaya izin, namaz kıldırmaya da izindir. Aksi de
böyledir. Bu her iki görevi yapmaya yetkili olan zat, bir özür olsun, olmasın,
yerine başkasını tayin edebilir. Başkasını tayin için kendisine yetki
verilmemiş olsa da yine yapabilir. Fakat hatibin huzurunda izin almaksızın başkasının
hatiblik görevini yapması caiz değildir.
3) Genel izindir. Belli bir yerde müslümanların toplanıp
cuma namazını kılmaları için idareci tarafından müsaade edilmiş olmalıdır.
Bazı şahıslara özel bir şekilde tayin edilen ve kapısı başkalarına
kapatılan yerlerde cuma namazını kılmak caiz olmaz. Fakat mabedin kapısı açık
bırakılarak insanların girmesine izin verildiği takdirde, başkaları
gelmemiş olsa da, cuma namazları sahih olur.
4) Vaktin devamıdır. Şöyle ki: Cuma namazını kılabilmek
için öğle vakti devam etmek üzere olmalıdır. Bu vakit çıktı mı, artık
cuma namazını kılmak veya kaza etmek caiz olmaz. O günün öğle namazı da
kılınmamış ise, yalnız onu kaza etmek gerekir.
Daha cuma namazı kılınmakta iken vakit çıkacak olsa,
yeniden öğle namazını kaza olarak kılmak gerekir.
(İmam Malik'e göre, cuma namazı öğle vakti çıktıktan
sonra da kılınabilir. İmam Ahmed'den bir rivayete göre de, cuma namazı
zeval vaktinden önce de kılınabilir.)
5) Cemaat bulunmasıdır. Şöyle ki: Cuma namazı için
cemaatın en az mikdarı, imamdan başka üç kişidir. İmam Ebû Yusuf'a göre,
imamdan başka iki kişidir.
(İmam Malik'den bir rivayete göre otuz, İmam Şafiî ile
İmam Ahmed'in mezheblerine göre de kırk kişidir.)
Cemaatın aklı yerinde ve erkek olması ve en az bu üç kişinin
birinci secdeye kadar hazır bulunması da İmam-ı Azam'a göre şarttır. Buna
göre yalnız kadınların veya çocukların cemaatiyle veya birinci secdeden önce
dağılıp da azınlıkta kalan cemaatle cuma namazı kılınamaz.
Cemaatın huzuru, iki İmama göre tahrimeye kadar şarttır.
İmam Züfer'e göre, hiç olmazsa ka'dede teşehhüd mikdarı duruncaya kadar
cemaatın hazır bulunması şarttır. Cemaat bundan önce dağılacak olsa,
geriye kalan bir veya iki kişinin öğle namazını kılması gerekir. Cemaatın
mukim veya hür olmaları şart değildir. Öyle ki, misafir veya köle olan bir
müslüman cuma namazını kıldırabilir.
6) Cumanın farz olan namazından önce hutbe okumaktır. Şöyle
ki: Vaktin girmesinden sonra mevcut cemaatın huzurunda bir hutbe okunması
gerekir. Bunun içindir ki, hutbe okunurken cemaat bulunmayıp da sonradan
namazda bulunacak olsalar, namazları caiz olmaz.
* Cemaatin hutbeyi işitmesi
şart değildir. Sadece hazır bulunmaları yeterlidir. Hutbe esnasında bir mükellef
erkeğin, misafir olsa dahi, bulunması yeterli görülmektedir.
Cuma hutbesinin rüknü, İmamı Azam'a göre, Allah'ı
zikirden ibarettir. Onun için hutbe niyeti ile yalnız: "Elhamdü lillah"
yahut "Sübhanallah" yahut "La ilahe illalah" denilecek
olsa, yeterli olur. İki İmama (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e) göre,
hutbe denilecek derecede uzunca bir zikirden ibarettir. Bunun en az olan
derecesi, Tahiyyat mikdarı hamd ve Salavat ile müslümanlara duadır.
* Hutbenin vacibleri, hatibin taharet üzere bulunması,
avret sayılan yerlerin örtülü olması ve hutbeyi ayakta okumasıdır.
Hutbenin sünnetleri de, hutbeyi iki kısma ayırmak ve
bunlar arasında bir tesbih veya üç ayet okunacak kadar bir zaman oturmaktır.
Bu bakımdan buna iki hutbe denir. Bu iki hutbeden her biri hamdi, kelime-i şehadeti,
salât ve selâmı kapsamalı. Birinci hutbe, bir ayetin okunması ile insanlara
öğüt vermeyi, ikinci hutbe de müslümanlara duayı kapsamalıdır. Ayrıca
imamın sesi, ikinci hutbede olan birinci hutbedekinden daha hafif olmalıdır.
İşte bunlar hutbenin sünnetlerindendir.
* Her iki hutbeyi uzatmamak da sünnettir. Hatta hutbeyi
"Hücurat" süresi ile "Büruc" süresine kadar olan sürelerin
herhangi birinden uzunca okumak, özellikle kış mevsiminde, mekruhtur. Cemaatı
bıktırmak uygun değildir. Cemaatın acele görülecek işleri olabilir. Onları
camide fazla tutmak, cuma namazlarına devamlarına engel olacağından yersiz
bir iş olur. Hatib olan şahıs bunları düşünmelidir. Sözlerinin sonu, önceki
sözleri unutturacak ve kıymetten düşürecek şekilde hutbesi uzun olmamalıdır.
Hutbenin kısa ve cemaata faydalı bir tarzda hazırlanması, hatibin ehliyet ve
faziletine delildir. Bu konudaki bir hadisi şerifin anlamı şöyledir:
"Namazının uzun, hutbesinin kısa olması bir
kimsenin anlayışlı bir din alimi olduğunun alametidir. Artık namazı (cemaata
ağır gelmeyecek şekilde) uzatınız, hutbeyi de kısa okuyunuz. Gerçekten
bazı sözler, sihir gibi kalbleri etkiler"
İşte böylece hutbeler, belâgat ve mana bakımından
ruhları kazanacak bir halde bulunmalıdır.
Ashabı kiramdan (Câbir bin Semüre'den) rivayet edildiğine
göre, Peygamber efendimizin namazı da, hutbesi de orta bir halde idi. Çok kısa
ve çok uzun olmaktan beri idi.
* Hatib, ezan okunup tamamlanıncaya kadar minberde oturur.
Sonra ayağa kalkar. Sonra gizlice "Euzü" çekerek aşikâra hamd ve
sena'da bulunur. Hutbesini cemaata karşı söyler. Savaşla alınmış bir
beldede hatib sol elinde tutacağı bir kılıca dayanarak hutbesini okur. Bu
durum İslamın gücünü, İslam mücahidlerinin dayandıkları kuvveti hatırlatır.
Milletin kahramanlığını arttırır. Hutbe bitince ikamet yapılır. Bunlar
da hutbenin sünnetlerindendir. Hatibin hutbe sünnetlerini gözetmemesi veya dünyalık
konuşmalarda bulunması mekruhtur.
7) Cuma namazının bir beldede veya belde hükmünde bulunan
bir yerde kılınmasıdır. Beldeden maksad, valisi, hakimi, yolları ve
mahalleleri bulunan herhangi bir şehirdir. Bu beldeye bitişik olup asker
toplamak, at bağlamak, silah atmak, cenaze namazı kılmak, ölüleri gömmek
gibi beldenin ihtiyaçlan için hazırlanmış olan yerler de, belde hükmündedir.
Bu yerlere "Fina-i belde" denilir. Onun için bir belde camilerinde
cuma namazı kılınabileceği gibi, böyle yerlerde de kılınabilir. Önceleri
şehirlerin dışında böyle namaz kılma yerleri (Musallâ) vardı. Halk cuma
ve bayram günlerinde orada toplanarak namazlarını kılarlardı. Böylece
beraberliklerini, güçlerini ve hakka olan bağlılıklarını göstermeye çalışırlardı.
Öyle ki, İmamı Azam'a göre, bir beldede yalnız bir camide veya bir Musallâ'da
cuma namazı kılınır, birkaç camide kılınmaz.
Fakat İmam Muhammed ve İmamı Azam'dan diğer bir rivayete
göre cuma namazı, bir beldede bulunan birçok camilerde kılınabilir. Doğru
olan da budur. Uygulama da böyle yapılmaktadır.
İmam Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre, şehirde ancak iki
yerde cuma namazı kılınabilir. Diğer bir rivayete göre de, aralarında bir
ırmak bulunmadıkça iki yerde de cuma namazı kılınmaz.
Cuma namazının birçok camide kılınmasını caiz görmeyenlere
göre, bir beldede kılınan birçok cuma namazlarından hangisine daha önce
tekbir alınarak başlanmışsa o namaz sahih olur, diğerleri olmaz.
İşte böyle bir ihtilaftan kurtulabilmek içindir ki, cumanın
dört rekat son sünnetinden sonra "Zühri ahîr" adı ile dört rekat
namaz daha kılınmaktadır. Şöyle ki: "Vaktine yetişip henüz üzerimden
düşmeyen son öğle namazına" diye niyet edilir ve tam öğle namazının
dört rekat farzı veya dört rekat sünneti gibi, dört rekat namaz kılınır.
Daha iyisi sünnet namazı şeklinde kılmaktır. Çünkü cuma namazı sahih
olmamışsa, bu dört rekat ile o günün öğle namazı kılınmış olur. Bu
namazın son iki rekatına ilave edilen sure ve ayetler, farzın sıhhatine
zarar vermez. Eğer cuma namazı sahih olmuşsa, bu dört rekat kazaya kalmış
bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya kalmış böyle bir namaz bulunmayınca
da nafile bir namaz olur.
Sonuç: Bu şekilde namaz kılınması ihtiyata uygun olduğundan,
alimlerin çoğu tarafından güzel görülmüştür. Şafiî alimlerinden bir
çokları da bunu uygun görmektedirler. Çünkü İmam Şafiî'ye göre de, bir
beldede ilk kılınmaya başlanan cuma namazı geçerlidir, diğer cuma namazları
sahih olmaz. O halde cuma namazına daha sonra başlamış olanların öğle
namazını kılmaları gerekir.
Bununla beraber bu uygulama bir içtihad meselesi olduğundan
İmam Şafiî Hazretleri, Bağdad'da birçok camide cuma namazının kılındığını
gördüğü halde buna itiraz etmemiştir.
Cuma namazına müteallik bazı mes'eleler:
197— Birçok köylerde Cuma namazı kılınmasına öteden beri izin verilmiş olduğundan beldelerde olduğu gibi köylerde de Cuma namazı kılına gelmiştir. "Mescitlere ait hükümler bahsine de müracaat!."
198— Bir köylü, cuma günü bir şehre gidip Cuma vaktine kadar orada durmak niyetinde bulunsa kendisine Cuma namazı farz olur. Fakat Cuma vaktinden evvel şehirden çıkmaya niyet ederse farz olmaz. Cuma vaktinin girmesinden sonra şehirden çıkmaya niyet ederse —muhtar olan kavle göre— yine Cuma farz olmaz.
199— Cuma günü zeval vaktinden sonra Cuma namazını kılmadan sefere çıkmak mekruhtur. Zeval vaktinden evvel çıkmak ise mekruh değildir.
200— Ma'zur veya mahpus olanların Cuma günü şehirde öğle namazını Cuma namazından evvel veya sonra cemaatla kılmaları mekruhtur. Bunların öğle namazlarını Cuma namazı kılındıktan sonra kılmaları müstehaptır. Çünkü o vakte kadar özürlerinin zevali umulur.
201— Bir kimse, Cuma günü özrü bulunmadığı halde Cuma namazını kılmadan öğle namazını kılacak olsa bu namazı sahîh olursa da Cuma namazını terk ettiğinden dolayı günaha girmiş olur. Fakat böyle bir kimse, bilâhare Cuma namazını kılmak için —daha Cuma namazı kılınmadan— camiye yönelse kıldığı öğle namazı batıl, yani nafileye münkalip olur. Cuma namazına ister yetişsin, ister yetişmesin ve ister gitmeden sarfı nazar etsin ve ister etmesin. Binaenaleyh Cuma namazına gidip yetişmezse o öğle namazını yeniden kılması lâzım gelir.
İmameyne göre gidip Cuma namazına başlamadıkça kılmış olduğu öğle namazı batıl olmaz.
202— Cuma için tekbir almak, yıkanmak, misvak kullanmak, güzel elbiseler giyinmek, güzel kokulu şeyler sürünmek müstehaptır. Minarede ezan
okununca da başka şeyler ile uğraşılmayıp hemen camiye gidilmesi vaciptir.
203— Cuma günü camiye erkence gitmek, Tahiyyetülmescid olmak üzere iki rek'at namaz kılmak, Kehf suresini okumak veya dinlemek menduptur.
204— Cuma günü camiye giden kimse başkalarına eziyet vermemek ve hutbeye henüz başlanılmış olmamak şartile hatibe yakın yere kadar gidebilir ve illâ bulabildiği yerde oturur. Fakat yer bulamaz, ileri saflarda da boş yer bırakılmış olursa bizzarure bu boş yerlerden birine kadar gidebilir.
205— Hatip minbere çıkınca cemaatin konuşmayıp sükût etmesi, selâm alıp vermemesi, nafile namaz kılınmaması icap eder. Hattâ hutbede Resulü Ekrem, Sallâlahü aleyhi ve sellem Efendimizin mübarek isimleri zikredilince cemaatin Salâtüselâmda bulunmaksızın yalnız dinlemekle iktifa eylemesi efdaldir. İmam Ebû Yusuftan bir kavle göre bu halde gizlice Salâtüselâm okunur.
206— Cumanın başlanılmış ilk sünneti, hatibin minbere çıkması halinde uzatılmaksızın hemen —vâciplerine riayet etmek üzere— ikmal edilmelidir.
207— Cuma namazını, hutbeyi okuyan zatın kıldırması evlâdır.
208— Cuma namazı henüz bitmeden imama uyan kimse, bu namazı ikmal eder, velev ki İmama teşehhüdde veya secdei sehvde yetişmiş olsun, İmam Muhammede göre ikinci rek'atın rükûundan sonra gelip imama uyan kimse, Cuma namazını değil öğle namazını ikmal eder.
Bayram
ve Bayram Namazları
209- Bayram, bir neş'e ve sevinç günü demektir. Arabçası
"Îyd"dir. Çoğulu "A'yad" gelir. Bayram tebriklerine
"Ta'yîd", bayramlaşmaya da "Muayede" denir.
Peygamber Efendimiz Medine-i münevvereyi şereflendirince,
ora halkının senede iki defa bayram yaparak eğlendiklerini öğrenince,
onlara şöyle buyurmuş: "Yüce Allah o iki bayram günlerine karşılık
onlardan daha hayırlı iki bayram günlerini size ihsan etmiştir." O
günlerin Ramazan ve Kurban Bayramı günleri olduğunu müjdelemiştir. Bunlara
Arabçada "Îyd-i Fıtır ve Îyd-i Adha" denir.
Bu günlere "İyd" denilmesi, bunların birer neş'e
ve sevinç günü olmaları, hayra yorumlanmaları veya Allah'ın bu günlerde
pek çok ihsanlarda bulunması bakımındandır. Ramazan Bayramı üç gün,
Kurban Bayramı da dört gündür.
210- Kendilerine cuma namazı farz olanlara, cuma namazının
vücub ve eda şartları içinde, Ramazan ve Kurban Bayramı namazları vacibdir.
Yalnız Bayram namazlarında hutbeler vacib değildir. Bu namazlardan sonra
hutbe okunması sünnettir.
211- Bayram namazlarının ilk vakti, işrak zamanıdır. Güneşin
görünüşüne nazaran ufuktan bir veya iki mızrak boyu (*)
kadar yükselip kerahet vaktinin çıktığı
andır. Bu andan itibaren istiva veya zeval vaktine kadar kılınması caizdir.
(Mekruh vakitler bahsine bakılsın!.)
212- Bayram namazları ikişer rekattır. Cemaatle aşikare
olarak kılınırlar. Ezan ve ikamet yapılmaksızın imam, iki rekat Ramazan
veya Kurban bayramı namazına niyet eder. Cemaat da böyle iki rekat bayram
namazı kılmak için imama uymaya niyet eder." Allahü Ekber" diye
iftitah tekbiri alınır, eller bağlanır. Hep birlikte gizlice "Sübhaneke"
okunur. Sonra imam yüksek sesle, cemaat da gizlice "Allahü Ekber"
diye üç tekbir alırlar. Tekbirlerde eller yukarıya kaldırılıp ondan sonra
yanlara salıverilir, her tekbir arasında üç teşbih mikdarı durulur. Üçüncü
tekbirden sonra eller bağlanır, imam gizlice "Euzü-Besmele" çektikten
sonra, aşikare olarak Fatiha suresi ile bir mikdar daha Kur'an-ı Kerimden
okur. Aşikare "Allahü ekber" diyerek bilindiği gibi rüku ve
secdelere gider. Cemaat da gizlice tekbir alarak imama uyar. Sonra yine tekbir
alınarak ikinci rekata kalkılır. İmam gizlice "Besmele"den sonra
yine aşikare olarak Fatiha suresi ile bir mikdar daha Kur'an okur. Tekrar üç
defa eller kaldırılarak birinci rekatta olduğu gibi üç tekbir alınır.
Ondan sonra imam yine aşikare, cemaat ise gizlice "Allahü Ekber"
diye rükua ve secdelere varırlar. Sonra oturulup gizlice "Tahiyyat, Salli-Barik
ve Rabbena atina" duaları hep birlikte okunur ve iki tarafa selam
verilerek namaz tamamlanır.
Bu halde bayram namazlarının her rekatında üç fazla
tekbir bulunmuş olur ki bunlar da vacibdir.
(Hanbelî mezhebine göre birinci rekatta altı, ikinci
rekatta beş tekbir alınır ve her iki rekatta da tekbirler kıraattan önce
yapılır, İmam Malik ile İmam Şafiî'ye göre, birinci rekatta yedi, ikinci
rekatta beş tekbir alınır ve tekbirler her iki rekatta da kıraattan önce alınır.
213- İmam bayram namazını kıldırdıktan sonra hutbe
okumak için minbere çıkar. Cuma'da olduğu gibi iki hutbe okur. Ancak bu
bayram hutbelerine tekbir ile başlanır. Cemaat da bu tekbirlere hafifçe katılır.
Hatib, Ramazan Bayramı hutbesinde cemaata Fıtır Sadakası üzerinde, Kurban
Bayramı Hutbesinde Kurban ve Teşrîk tekbirleri konusunda bilgi verir.
Cuma hutbelerinde sünnet olan şeyler, bayram hutbelerinde
de sünnettir. Mekruh olanlar da aynen mekruhtur. Bayram hutbelerinin namazdan
önce okunmaları caiz olmakla beraber mekruh sayılmıştır.
214- İmam birinci rekatta bayram tekbirlerini unutup da
Fatihanın bir kısmını veya tamamını okuduktan sonra hatırlarsa tekbirleri
alır. Fatiha'yı yeniden okur. Fakat Fatiha'dan sonra bir mikdar Kur'an
okuduktan sonra, tekbirleri alır, kıraati iade etmez.
215- Bayram namazlarında, birinci rekatın rüküuna varmış
olan bir imama yetişen kimse, bu rükua kavuşacağını tahmin ediyorsa, hem
iftitah tekbirini, hem de Bayram tekbirlerini ayakta alarak ondan sonra rüküa
varır. Rüküu kaçıracağından korkuyorsa, îftitah tekbirinden sonra hemen
rükua varır ve Bayram tekbirlerini rüküda alır. Bu tekbirleri alırken
ellerini kaldırmaz. Tekbirleri tamamlayamasa dahi, imam kıyama kalkınca o da
imamla kalkar, imamın alacağı tekbirlerde imama uyar. İmam sünnete uygun
olan tekbirlerin dışına çıkmadıkça, imama tekbirlerde uyulur, sünnet dışında
az veya çok almış olduğu tekbirlerde ona uyulmaz.
216- Bayram namazının ikinci rekatına yetişen kimse, imam
selam verdikten sonra birinci rekatı kaza etmeye kalkınca, önce Besmele ile
Fatiha süresini ve ilave edeceği bir sureyi okur. Sonra gizlice tekbirleri
alarak namazı tamamlar. Bu şekilde mesbuk olanlar, kendi mezheblerinde
alacakları tekbirleri getirirler, imamın almış olduğu tekbirlerin sayısını
gözetmezler.
Bayram namazına yetişemeyen kimse, kendi başına Bayram
namazı kılamaz. İsterse dört rekat nafile namazı kılar. Bu, bir kuşluk
namazı yerine geçer, sevabı büyük olur.
(Şafiî'lere göre Bayram namazları Müekked Sünnet'lerdir.
Bir rivayete göre de, Farz-ı kifaye'dir. İslam alametlerinden sayılır.
Cemaatla kılınması daha faziletlidir. Yalnız başına da hutbesiz kılınabilir.
Bunu misafirlerde, kadınlarda yalnız başlarına kılabilirler. Güneşin doğuşundan
zeval vaktine kadar kılınabilir.
Malikîlere göre Bayram namazı müekked sünnettir. Bir görüşe
göre de, Farz-ı kifaye'dir. Hanbelî mezhebinde de Farz-ı kifayedir. İmam
ile kılmayı başaramayanın bunu kaza etmesi sünnettir.)
217- Kurban Bayramı namazını ilk vaktinde kılmak, Ramazan
Bayramı namazını da biraz geciktirmek müstahabdır. Bayram namazı cenaze
namazına ve cenaze namazı da Bayram hutbesine takdim edilir (önce kılınır).
218- Bayram namazları bir şehirde herkesin toplanacağı
bir yerde (Namazgâhda) kılınabileceği gibi, birçok camilerde de kılınabilir.
219- Bayram günlerinde erken kalkmak, yıkanmak, misvak
kullanmak, gülyağı ve benzeri hoş koku sürünmek, giyilmesi mubah olan
elbiselerden en güzel ve temizini giymek, Yüce Allah'ın nimetlerine şükür
için neş'e ve sevinç göstermek, karşılaşılan mümin kardeşlere karşı
güler yüz göstermek, elden geldiği kadar fazla sadaka vermek, Bayram
gecelerini ibadetle geçirmek müstahab ve güzel bulunmuştur.
220- Ramazan Bayramında, Bayram namazından önce hurma gibi
tatlı bir şey yenilmesi, Kurban bayramında ise namaz kılınmadıkça bir şey
yenilmemesi müstahabdır. Sahih olan görüşe göre, bu hususta kurban kesecek
kimse ile kesmeyecek kimse eşittir. Kurban kesecek kimsenin, keseceği kurban
eti ile yemeğe başlaması daha uygundur. Bununla beraber namazdan önce bir şey
yenilmesinde de kerahet yoktur.
221- Kurban kesecek kimse, tırnaklarını ve saçlarını
kesmeyi geciktirir. Bunu yapmak mendubdur. Fakat bu geciktirme hoşa gitmeyecek
bir durumu ortaya koyacak bir zaman olmamalıdır. Bunun en uzun müddeti kırk
gündür.
Faziletli olan, haftada bir defa tırnakları ve bıyıkların
fazla kısmını kesmek, ziyade tüyleri gidermek, yıkanmak suretiyle bedenin
temizliğine bakmaktır. Bunlar hiç olmazsa on beş günde bir yapılmalıdır.
Kırk günden fazla bırakılmasında özür kabul edilmez.
222- Bayram günü camiye bir vakar ve sükun ile gidilir.
Ramazan Bayramında namaza giderken gizlice, Kurban Bayramında ise açıkça
tekbir alınması ve namazdan sonra da mümkün ise başka bir yoldan eve dönülmesi
mendubdur.
223- Kurban Bayramının birinci gününe "Yevm-i
Nahir", diğer üç gününe de "Eyyam-ı Teşrik"
denir. Bu bayramdan önceki gün ise, "Yevm-i Arefe"dir ki,
Zilhiccenin dokuzuncu günüdür. Ramazan Bayramında Arefe yoktur. Arefe gününün
sabah namazından itibaren Bayramın dördüncü gününün ikindi namazına
kadar yirmi üç vakit farz namazın arkasından bir defa şöyle tekbir alınır
ki, bunlara Teşrîk Tekbirleri denir:
"Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilahe
illallahu vallahu ekber. Allahü ekber ve lillâhilhamd."
Memleketimizde bunun tercümesi bir zaman şöyle
okunmuştu: "Tanrı uludur, Tanrı uludur. Tanrıdan başka Tanrı Yoktur.
Tanrı uludur. Tanrı uludur. Hamd O'na mahsusdur."
Tekbirlerin bu mikdar okunması iki imamın görüşüdür, işlem
de böyle yapılmaktadır. İmamı Azam'a göre bu tekbirler Arefe gününün
sabahından ertesi günün ikindisine kadar olan sekiz vakit farz namazın arkasından
alınır.
224- Teşrîk Tekbirleri, fıkıh alimlerinin çoğuna göre
vacibdir. Sünnet diyenler de vardır, iki İmama göre farz namazları kılmakla
yükümlü olan herkes için bu tekbirler vacibdir. Bu hususta tek başına
namaz kılan, imama uyan, misafir (yolcu) ile mukim, köylü ile şehirli, erkek
ile kadın eşittir. İmamı Azam'a göre ise, bu tekbirlerin vacib olması için
mukim olmak, hür olmak, erkek olmak ve namaz, müstahab şekilde cemaatle kılınan
bir farz olmak şarttır. Buna göre, misafirlere, kölelere, kadınlara ve tek
başına namaz kılan kimselere bu tekbirler vacib değildir. Fakat bunlar,
kendilerine tekbir vacib olan cemaatle namaz kılanlara uymaları halinde tekbir
almaları gerekir. Cuma ve Bayram namazları kılınmayan köylerde bulunanlara
da vacib olmaz. Cuma günü öğle namazını kendi aralarında cemaatle kılan
özürlü kimselere de vacib olmaz. Kadınların da kendi aralarında cemaatle
namaz kılmaları, müstahab şekilde olan cemaattan sayılmaz.
225- Bir senenin Teşrîk günlerinde terk edilen bir namaz,
yine o senenin teşrîk günlerinden birinde kaza edilse, sonunda Teşrîk
Tekbiri alınır. Fakat başka günlerde veya başka bir senenin teşrîk günlerinde
kaza edilecek olsa teşrik tekbiri alınmaz.
226- Bir namazda sehiv secdeleri ile teşrîk tekbiri ve
telbiye toplanacak olsa önce sehiv secdeleri yapılır, sonra tekbir alınır.
Ondan sonra da telbiyede bulunulur. Eğer telbiye önce yapılırsa, sehiv
secdeleri ve teşrik tekbiri düşer. (Telbiye için hac bahsine bakılsın!)
227- Arefe günü, insanların bir yerde toplanarak Arafat'da
bulunan hacıları taklid eder bir durum almaları, hiç bir esasa bağlı değildir.
Bunu mekruh görenler de vardır.
228- Bayram günlerinde müslümanların birbirlerini tebrik
etmesi, görüşüp musafaha yapması ve birbirlerine: "Gaferellahu lena
ve leküm = Allah bizi ve sizi bağışlasın", yahut: "Takabbelellahu
Tealâ minna ve minküm = Yüce Allah bizden ve sizden kabul buyursun."
şeklinde duada bulunması da mendubdur.
(*) Orta boylu bir mızrak, on iki karış uzunluğundadır.
Teravih
Namazı
229- Teravih namazı, Ramazan ayına mahsus yirmi rekattan
ibaret bir müekked sünnettir. Bu namaza Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem) ile dört halife (Hulefa-i Raşidîn) devam etmişlerdir. Bu namazın
cemaatla kılınması da, bir kifaye sünnettir. Bunun için bütün bir mahalle
insanları, teravih namazını cemaatla kılmayıp evlerinde yalnız başlarına
kılacak olsalar, sünneti terk edip hata işlemiş olurlar.
230- Teravih namazının her dört rekatı sonunda bir mikdar
oturup istirahat edildiği için bu dört rekata bir "Terviha" denilmiştir.
Bu teravih namazında beş "Terviha" vardır. Bu söz, Tervîh
kelimesinden bir masdardır. Tervih ise, nefsi rahatlandırmak anlamındadır.
Çoğulu Teravih" dir.
231- Mescidlerde teravih namazı cemaatle kılındığı
halde, bir özrü olmaksızın cemaatı terk edip bu namazı evinde kılan
kimse, günah işlemiş olmazsa da fazileti terk etmiş olur. Bu kimse evinde
cemaatla kılsa, cemaat sevabını alırsa da, mesciddeki cemaatın faziletine
eremez. Çünkü mescidlerin fazileti fazladır.
232- Teravih namazını kılacak kimsenin, teravih namazına
veya vaktin sünnetine veya gece ibadetine niyet etmesi ihtiyat bakımından
daha uygundur. Kayıtsız olarak "namaza" veya "nafile namazına"
niyet edilmesi de birçok fıkıh alimlerine göre caizdir.
233- Teravih namazını, her iki rekatta bir selam vererek on
selam ile bitirmek daha faziletlidir. Dört rekatta bir selam da verilebilir.
Sekizde, onda veya yirmi rekatta bir selam vererek bitirmek de caizdir. Fakat böyle
kılmak mekruh sayılmaktadır.
234- Teravih namazı, iki rekatta bir selam verilince, tam akşam
namazının iki rekat sünneti gibi kılınır. Dört rekatta bir selam
verilince, tam yatsı namazının dört rekat sünneti gibi kılınır. Cemaatla
kılındığı zaman, cemaat hem teravihe, hem de imama uymaya niyet eder. İmam
da tekbirleri, tesmi'leri ve kıraati aşikare yapar.
235- İmam için teravih namazının her iki rekatinde eşit
derece Kur'an okumak ve böylece iki veya dört rekatta bir selam vermek
faziletlidir. Çünkü böyle yapılması, ruhu düşünceden kurtarır.
236- Teravihin her rekatında on ayet okunması müstahabdır.
Çünkü bu şekilde devam edilirse, bir Ramazanda bir hatim yapılmış olur. Böyle
bir defa hatim ile Teravih namazı kılınması sünnettir. Bazı alimlere göre,
bu hatimin yirmi yedinci geceye (Kadir Gecesine) raslatılması müstahabdır.
237- Teravih namazı kıldıracak zatın güzel sesli olmasından
ziyade, okuyuşunun düzgün olmasına özen gösterilmelidir. Güzel ses, kalbi
meşgul ederek düşünce ve huzura engel olabilir. Okuyuşunda noksanlık ve
hata olan bir imamın mescidini bırakarak düzgün okuyan bir imamın bulunduğu
mescide gidilmesinde bir sakınca yoktur.
238- İmamın teravihde cemaatı usandıracak mikdar Kur'an
okuması uygun değildir. Bununla beraber Fatiha suresinden sonra okunacak
ayetler, bir sureden veya ayetten noksan olmamalıdır. Teravihin ka'delerinde
Teşehhüdden sonra Salavatlar terk edilmemelidir.
239- Teravih namazını özürsüz olarak otururken kılmak
veya uykunun bastırdığı bir halde iken kılmak mekruhtur, imamın rüküa
varmasına kadar bekleyip de ondan sonra imama uymak mekruhtur.
240- Teravih namazının bir kısmı kılındıktan sonra
imama uyan kimse, Teravih son bulunca noksan kalan rekatları tamamlar. Sonra da
vitir namazını kendi başına kılar, iyi olan budur. Bununla beraber imamla
vitri kılıp sonra teravih namazını tamamlaması da caiz görülmüştür.
241- Yatsı namazında cemaatı terk etmiş olan kimse,
Teravih ve vitir namazlarında imama uyabilir. Bunun için bir kimse, imam yatsı
namazını kıldırıp Teravihe başlamış olduğu sırada mescide gelse, önce
yatsı namazını kendi başına kılar sonra Teravih için imama uyar. Noksan
kalan rekatları da sonra kendi başına tamamlar. Yine Teravih namazını imam
ile kılmayan kimse, Vitir namazını imam ile kılabilir. Sahih olan görüş
budur. Fakat hem imam, hem de cemaat, yatsı namazını cemaatla kılmamış
olursa, yalnız Teravih namazını cemaatla kılamazlar. Çünkü teravihin
cemaatı, farzın cemaatına bağlıdır. Teravihin müstakil olarak cemaatla kılınması
nafileler hakkındaki din esaslarına uygun düşmez.
242- İmam, Teravih namazının ilk birinci rekatından sonra
yanılarak otursa ve selam verdikten sonra yeniden iki rekat kılmadan geri
kalan rekatları usulüne göre kıldıracak olsa, bir görüşe göre namazı
caiz olur; ancak ilk iki rekatı kaza etmesi gerekir. Diğer bir görüşe göre,
geri kalan namazlar caiz olmaz. Hepsini kaza etmesi gerekir. Çünkü Teravih,
bir namazdır. Yapılan teşehhüdler ve selamlar yerinde yapılmamış olur.
243- Teravih vaktin sünnetidir; yoksa orucun sünneti değildir.
Onun için hasta ve yolcu gibi oruç tutmak zorunda olmayanlar için de Teravih
namazını kılmak sünnettir.
Akşam üzeri hayızdan veya nifastan temizlenen bir müslüman
kadın veya İslam dinini kabul eden bir kimse hakkında da o gece teravih namazını
kılmak sünnettir.
Hastaların
Namazları
244- Hastalık, bedenin tabiî halini kaybetmesinden meydana gelen
bir güçsüzlük durumudur. Hastaya "mariz", hastalığa da
"maraz" denir. Marîz kelimesinin çoğulu "merza", maraz'ın
çoğulu da "emraz" gelir.
Hastalar da, akılları başlarında bulundukça birtakım
din görevleri ile sorumludurlar. Bununla beraber dinimiz onların haklannda bir
çok kolaylıklar göstermiştir. Namaz hakkında bunlar için gösterilen
kolaylıklar aşağıda açıklanmıştır.
245- Bir hasta, gücüne göre namaz kılmakla yükümlüdür.
Ayakta durmaya gücü yetmeyen veya ayakta durması iyileşmesinin uzamasına
veya hastalığının artmasına sebeb olacağı anlaşılan bir hasta oturarak
namazını kılar. Oturmaya da gücü yetmezse, gücüne göre yan üzeri veya sırt
üstü yatarak işaretle (ima ile) namazını kılar.
246- İma, namazda rüku ve secdeye işaret olmak üzere başı
eğmektir. Bu ayakta yapılabileceği gibi, oturarak da yapılabilir. Bir şeye
dayanarak ayakta yapılması mümkün olan bir ima yatarak yapılamaz, bu caiz
değildir.
247- İma ile de namaz kılmaya gücü olmayan bir hastanın
bir gün ve bir gecelik veya daha ziyade olan namazları sonraya kalır, iyileşince
bunları kaza etmesi gerekir. Diğer bir rivayete göre, bir gün ve bir geceden
ziyade olan namazları tamamen üzerinden düşer. Aklı başında olsa da hüküm
böyledir.
248- Hastalığından dolayı oturduğu halde namaz kılabilen
veya ima ile kılma zorunda olan kimse, bu hastalığı esnasında kılamamış
olduğu namazları, sağlığa kavuştuktan sonra kaza edince, oturarak veya ima
ile kılamaz. Çünkü özür kalkmıştır. Fakat sağlıklı halinde kazaya bırakmış
olduğu namazlarını böyle hastalığı sırasında kaza edecek olsa, oturarak
veya ima ile onları kılabilir. Çünkü gücüne göre yükümlü olur. Gücünün
yetmediği bir şey ondan istenmez. (Özürlü kimseler bölümüne bakılsın.)
Seferin
Anlamı ve Müddeti
249- Sefer ve Müsaferet, lügatta herhangi bir mesafeye
gitmektir. Bunun karşıtı "ikamet"dir. Din yönünden sefer, belli
bir uzaklığa gitmektir. Bu da orta bir yürüyüşle üç günlük (onsekiz
saatlik) bir uzaklıktan ibarettir, Buna: "Üç merhale" de denir.
Orta yürüyüş, piyade yürüyüşüdür. Kafile halinde develerle olan yürüyüşlerde
ise orta yürüyüş, deve yürüyüşüdür.
Denizlerde de, yelken gemileri ile havanın mutedil olması
esas alınır. İşte karalarda böyle bir yürüyüşle, denizlerde de mutedil
bir havada yelkenli bir gemi ile onsekiz saat sürecek bir uzaklık "Sefer
Müddeti" sayılır.
Demek ki bu yolun yalnız gidilecek mesafesi muteberdir.
Yoksa gidip dönülmesine ait mesafesi muteber değildir.
250- Vatanında veya vatan hükmünde olan bir yerde oturan
kimseye "Mukîm" denir. Böyle bir yerden çıkıp en az onsekiz
saatlik bir mesafeye gitmeye başlamış olan kimseye de, din deyiminde
"Misafir=Yolcu" adı verilir.
251- Yolculuk hali, esasen zorluk ve sıkıntıdan boş
kalmaz. Bunun için dinimiz yolcular için bazı kolaylıklar göstermiştir.
Yolculukda gece-gündüz devamlı olarak yola devam edilemez. Dinlenmeye ihtiyaç
görülür. Bunun için fıkıh kitablarında üç gün üç gece diye sefer müddetini
göstermek buna aykırı değildir. Bu bakımdan bir günlük normal yürüyüş,
ortalama olarak altı saat kabul edilmiştir. Bazı yolculuklarda zahmet ve meşakkat
olmasa da, hüküm şahsa değil, cinse göre olacağından sefer hükmü bütün
yolculuk hallerini kapsar.
252- Fıkıh alimlerinden bazılarına göre, sefer müddeti
onsekiz fersahlık bir mesafeden ibarettir. Bir fersah, üç mil ve her mil de
20 dakika sürecek olsa, onsekiz fersah "18" saat etmiş olur.
Bir fersah, on iki bin adım, bir mil de dörtbin adım sayılmaktadır.
Bununla beraber fersahlar düz yerler ile dağlık yerlerde ve dereliklerde
bulunan durumlara göre değişir. Düz bir arazide bir fersah mesafe bir saatte
alınabileceği halde, dağlık bir yerde böyle bir mesafe bir saatte alınamaz.
Onun için bu konuda fersah bir ölçü sayılmamalıdır. Şu da var ki, fersah
esas alındığı takdirde bir çok meseleler çözümlenmiş olur.
Örnek: Tren ve uçakla olan yolculuklarda, gidilecek yerin
kaç fersah olduğu göz önüne alınır. En az onsekiz fersahlık bir mesafeye
gidilecek olursa, sefer müddeti gerçekleşmiş olur. Sefer hükmü uygulanmaya
başlar. Böylece taşıtların yürüyüş halini göz önünde bulundurmaya
gerek kalmaz.
(Doğrusu üç İmam da bu fersah şeklini kabul etmişlerdir.
İmam Malik ile İmam Ahmed'e göre, sefer müddeti "16" fersahdır.
On altı fersah da 48 mildir. Bir mil ise altı bin el arşınıdır. Buna göre
sefer müddeti, seksen kilometre ile altıyüz kırk metreye ulaşmış olur. İmam
Şafiî'nin ilk görüşüne göre bir gün bir gecedir. Son görüşüne göre
ise, "48" mildir.)
253- Gidilecek bir yerin hem karadan, hem de denizden yolu
bulunsa, yolcunun gideceği yol esas alınır. Bir beldeye deniz yolu ile on iki
saatte ve kara yolu ile onsekiz saatte gidilecek olsa, karadan gidenler misafir
sayılır, denizden gidenler sayılmaz. O yerin karadan iki yolu bulunduğu
takdirde de hüküm böyledir. Sefer mesafesinde bulunan yoldan gidenler ancak
misafir sayılır.
254- Yolculuk hükmünün uygulanması, oturulan yerin yola
çıkıldığı yöndeki evlerinden ayrıldıktan ve en az üç günlük bir
vere gidilmesine niyet edildikten sonra başlar. Onun için bu evler tamamen geçilmedikçe
ve sefere niyet edilmedikçe, sefer hali başlamış olamaz.
255- Bir beldenin kenarlarında olup "Fina-i Mısır"
denilen yerler de o beldeden sayılır. Bunlar çoğunlukla bir ok atımından
(dört yüz adımdan) az bir mesafe teşkil ederler. Belde ile bunlar arasında
tarlalar ve bostanlar bulunmadıkça beldenin ekleri ve tamamlayıcıları sayılırlar.
Onun için bunları da geçmek gerekir ki, yolculuk hükmü başlamış olsun.
Şehrin dışındaki bağlar ve bostanlar, bekçilere ve
bostancılara ait ev ve kulübeler şehirden sayılmaz.
Seferin
Hükümleri
256- Yolcular hakkında bir takım kolaylıklar ve ruhsatlar
gösterilmiştir. Şu uygulamalar bu kolaylıklardandır: Ramazan ayında
yolculuk halinde bulunan kimse için, orucu sonraya bırakmak mubahtır.
Misafirler (yolcular) için mestler üzerine mesih üç gün üç gecedir.
Misafir dört rekat farz namazlarını iki rekat olarak kılar. Buna: "Kasr-ı
Salat" denir. Biz Hanefilerce, misafirin böyle namazını kısaltması
gerekir. Buna aykırı olarak bu farzların dört rekat olarak kılınması
mekruhtur. Bununla beraber iki rekat kılıp da teşehhüdde bulunduktan sonra
iki rekat daha kılacak olsa, farzı yerine getirmiş olur. Bu son iki rekat
nafile sayılır. Ancak selamı geciktirmiş olmasından dolayı hata işlemiş
olur. Fakat birinci teşehhüdü terk etse veya önceki iki rekatta kıraatta
bulunmamış olsa, farzı yerine getirmiş olmaz. Sabah ve cuma namazlarında da
hüküm böyledir.
"Kasr-ı Salat=Namazı kısaltmak", Peygamber
Efendimizin hicretlerinin dördüncü yılında meşru kılınmıştır. Meşru
oluşu, kitab, sünnet ve ümmetin icmai ile sabittir.
(İmam Şafiî'ye göre misafir (yolcu) olan kimse
serbesttir. Dilerse dört rekatlı farzları dört rekat olarak kılar)
257- Misafir kimse, vatanına dönünce yolculuk hükmünden
çıkar. Vatanında beklemeyi niyet etmesi şart değildir. Fakat kendi asıl
vatanından başka bir yere gidip orada niyetsiz olarak beklemekle misafir
olmaktan çıkmaz. Ancak en az onbeş gün bu beldede oturmaya niyet ederse, o
zaman sefer hükmünden çıkar. Onbeş günden az ikamete (oturmaya) niyet etse
veya ayrı ayrı iki beldede onbeş gün ikamete niyet edip bunlardan yalnız
birinde onbeş gün durmasa, misafirlik hükmü son bulmaz.
258- Bir misafir, bulunduğu yerde onbeş gün durmayı niyet
etmeyip bugün, yarın çıkacağım diye uzun zaman orada kalacak olsa, yine
misafirlik hükmünden çıkmaz. Öyle ki, bir beldeye gidip belli bir işini gördükten
sonra dönmek kararında olan bir kimse, o işin onbeş günden az bir zamanda
yapılamayacağını bilmedikçe yine sefer hükmünden çıkmaz, mukim sayılmaz.
Eğer onbeş günden önce bitmeyeceğini biliyorsa, niyet etmese bile mukim sayılır.
259- Sahrada ikamete niyet sahih değildir. Ancak göçebe
halinde olup çadırlarda oturanlar, kendilerine ve hayvanlarına onbeş gün
yetecek yiyecek ve içecekleri bulunduğu takdirde, sahralarda onbeş gün
oturmaya niyet ederlerse, mukim sayılırlar. Bu durumda onlar, bu yerden kalkıp
onsekiz saatlik bir yere gitmeyi niyet etmedikçe, mukim olmaktan çıkmazlar.
260- Sefer ve ikamet hallerinde, kendisine uyulan kimsenin
niyeti geçerlidir. Ona uyanın niyetine itibar yoktur. Onun için asker,
kumandanının, köle efendisinin, işçi iş verenin, öğrenci hocasının, peşin
olan nikah bedelini almış bulunan kadın, kocasının niyetine göre mukim
veya misafir olur.
261- Sefer hususunda henüz buluğ çağına ermemiş çocuğun
niyeti geçerli değildir. Bunun için böyle bir çocuk hakkında sefer hükümleri
uygulanmaz. Çünkü sefer hususunda, sefer müddeti olan bir mesafeye gitmeyi
niyet etmek şart olduğu gibi, fikrinde özgür olmak ve buluğ çağına da
ermiş bulunmak şarttır.
(Şafiî'lere göre, mümeyyiz olan (kâr ve zararını seçen)
çocuğun sefere niyeti geçerlidir, namazını kısaltabilir.)
262- Sefer halinde bulunan bir kimse, tabi bulunduğu şahsın
niyetini, nereye kadar gideceğini bilmediği ve sorusuna da cevab alamadığı
takdirde, üç günlük mesafeye gidinceye kadar namazlarını tam kılar; ondan
sonra kısaltmaya (kasra) başlar. Düşman eline esir düşen bir müslüman
hakkında da hüküm böyledir. Herhangi bir sebebden dolayı soru sorulamaması
da soruya cevab alınamaması gibidir.
263- Dar-ı harbde (düşman yurdu içinde) askerin ikamete
niyeti sahih değildir. Fakat güvenlik teminatı ile böyle bir bölgede
bulunan müslümanların orada ikamete (onbeş günden fazla durmaya) niyet
etmeleri sahihdir.
264- En büyük idareci de, sefer konusunda diğer insanlar
gibidir. Buna göre bir idareci, sefer müddeti olan bir yolculuğa niyet
etmeksizin memleketi dahilinde dolaşıp dursa, namazlarını tam kılar. Fakat
sefer müddeti olan bir yere gitmeyi niyet edip dolaşırsa, namazlarını kısaltır.
Sahih olan budur. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onun dört
halifesi, Medine'den Mekke'ye gidince dört rekatlı farz namazları ikişer
rekat olarak kılarlardı.
265- Namaz vakti devam ettikçe, misafirlik ve ikamet bakımından,
namazın vasfı değişebilir; vakit çıkınca da, vasıf kararlaşmış olur.
Bunlarda vaktin sonu, yani "Allahü Ekber" diyebilecek bir zamanın
kalmamış olması muteberdir. Buna göre bir misafirin namazı, vakit henüz
tamamen çıkmadan vatanına dönmesi ile veya bir yerde onbeş gün ikamete
niyet etmesi ile namazı iki rekattan dört rekata döner. Fakat namazını henüz
kılmadan vakit çıkıp da, ondan sonra vatanına dönse veya bir yerde onbeş
gün ikamete niyet edecek olsa, artık bu namazı iki rekat olarak kaza eder, dört
rekat olarak kaza etmez. Çünkü vaktin çıkması ile, namazın vasfı
(misafir namazı olması) kararlaşmış olur.
266- Yolculuk halinde bulunan bir kadın haiz iken, gideceği
yere üç günden az bir mesafe kaldığı esnada temizlenecek olursa, namazlarını
tam olarak kılar.
267- Mukimin kazaya kalan namazları sefere çıkması ile,
misafirin de kazaya kalan namazları ikamete niyet etmesi ile değişmez. Onun için
ikamet halinde olan bir kimse, sefer halinde kazaya kalmış olan namazlarını
ikişer rekat kılacağı gibi, sefer halinde bulunan kimse de, ikamet zamanında
kazaya kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar.
268- Mukim misafire, misafir de vakit içinde mukime
uyabilir. Şöyle ki: Bir mukimin vakit içinde olsun olmasın, misafire uyması
sahihdir. Misafir iki rekati kıldıktan sonra selam verince, mukim kalkar ve kıraat
yapmaksızın namazını tamamlar. Yanılsa da, bundan dolayı sehiv secdesi
yapmaz. Çünkü bu mukim bir lâhık demektir. Lâhık bahsine bakılsın!
İmam olan misafirin, namazdan önce veya namazdan sonra
cemaata dönerek: "siz namazınızı tamamlayın, ben misafirim,"
demesi müstahabdır:
Misafire gelince: Bu da ancak vakit içinde mukime uyabilir.
Bu halde dört rekatlı bir farz namazını mukim gibi tam olarak kılar, İmama
vakit içinde uymakla farz namazı iki rekattan dört rekata dönmüş olur.
Fakat vaktin dışında, yani kendisi misafir iken kazaya kalmış dört rekatlı
bir namazında mukime uyması sahih olmaz. Çünkü böyle kazaya kalmış namazı,
evvelki iki rekat olarak kararlaşmıştır.
269- Misafir ile mukim, dört rekatlı bir namazı kazaya bırakmış
olsalar, bu namazda misafir mukime uyamaz. Çünkü bu namaz, misafir için iki
rekat olarak kararlaşmıştır. Onun için birinci oturuş misafir için farz
olduğu halde, mukim için farz değildir, vacibdir. O halde farz namaz kılan,
nafile namaz kılana uymuş olur ki, bu caiz değildir.
270- Misafir vakit içinde mukime uymuş iken namazı bozulsa
bunu yine iki rekat olarak kılar. Çünkü onun imama uyması bozulmuştur.
271- Yolculuk veya yağmur sebebi ile iki vakit namazı bir
vakitte kılmak caiz değildir. Yalnız hac mevsiminde Arafat'da öğle ile
ikindi namazlarını öğle vaktinde ve akşam ile yatsı namazlarını Müzdelife'de
yatsı vaktinde bir arada cemaatla kılmak caizdir. (Hac bahsine bakılsın!)
(Üç imama göre, bir özür sebebi ile, öğle ile ikindi
veya akşam ile yatsı namazlarını öne almak veya geciktirmek suretiyle bir
vakitte toplamak caizdir. Öğle namazı ile ikindi namazı öğle vaktinde kılınabileceği
gibi, ikindi vaktinde de kılınabilir.)
272- Sefer hükümlerinin uygulanması hususunda, yolculuğun
meşru olup olmaması arasında fark yoktur. Bunun için efendisinden kaçmış
bir köle veya haksız yere kocasından kaçmış bir kadın sefer müddeti yola
çıkınca namazını iki rekat kılar ve isterse orucunu da sonraya bırakabilir.
(Üç İmama göre, böyle yolcular, misafirler hakkındaki
kolaylıklardan yararlanamazlar. Onlar bu ihsana ehil değillerdir.)
Yolculuğun
Sona Erip Ermemesi
273- Asıl vatana dönmekle yolculuk hali sona erer. Orada
ikamete niyet edilmesi gerekmez. İkamet vatanı böyle değildir, orada (en az
onbeş gün) oturmaya niyet lazımdır.
274- Bir insanın doğup büyüdüğü veya evlenip içinde
yaşamak istediği veya içinde barınmayı kasdedip başka bir yere yerleşmek
için gitmek istemediği yer, onun "asıl vatanı"dır!. Bir kimsenin
böyle doğduğu, evlendiği, içinde yerleşmeye karar verdiği yer olmayıp
yalnız içinde en az onbeş gün kalmak istediği yer de, onun için bir "İkamet
Vatanı"dır. Yeter ki o yer, böyle oturmaya uygun olsun.
Bir misafir için, onbeş günden az oturmak istediği yerde
onun "Sükna Vatanıdır". Buna itibar edilmez. Bununla vatan-ı aslî
de değişmez, vatan-ı ikamet de değişmez. Burada yolculuk hükümleri
uygulanır.
275- Asıl vatan, kendi misli ile bozulur, ikamet vatanı ile
bozulmaz. Şöyle ki: Bir kimse içinde doğup büyüdüğü veya evlendiği
yeri terk edip başka bir beldeye yerleşse, artık önceki vatanı, asıl
olmaktan çıkar. Sonradan orada olsa, onbeş gün oturmaya niyet etmedikçe,
farz namazlarını dörder rekat kılması gerekmez. Fakat asıl vatanından geçici
olarak çıkıp başka bir yeri ikamet vatanı edindikten sonra asıl vatanına
dönse, niyete muhtaç olmaksızın mukim olur, namazlarını tam olarak kılması
gerekir.
276- İkamet vatanı, asıl vatanla ve diğer bir ikamet
vatanı ile ve sırf yola çıkmakla bozulur, aralarında sefer mesafesi
bulunması şart değildir. Örnek: Bir kimse yolculuğu sırasında bir beldede
bir ay kalmaya niyet edip bu kadar durduktan sonra tekrar yola çıksa veya diğer
bir beldeye gidip orada en az onbeş gün oturmaya niyet etse, artık evvelki
belde ikamet vatanı olmaktan çıkmış olur. Oraya tekrar dönmekle mukim
olmaz. Orada mukim olabilmesi için tekrar en az on beş gün oturmaya niyet
etmesi gerekir. Fakat ikamet vatanından ikamet müddeti içinde geçici bir iş
için sefer müddetinden az bir kaç saatlik yola gidip dönmekle ikamet vatanı
bozulmaz.
277- Vatanından çıkıp en az üç günlük uzaklıkta olan
bir köye gitmek isteyen kimse, daha oraya gitmeden yolda bir beldede onbeş gün
oturmaya niyet etse, bir görüşe göre burası bir ikamet vatanı olur. Diğer
bir görüşe göre ise, olmaz.
278- Vatanından sefer niyeti ile ayrılıp henüz üç günlük
bir mesafe almadan vatanına dönmek isteğinde bulunan bir yolcu, dönüp daha
vatanına gitmeden önce, geriye dönüşü ile namazlarını tam olarak kılmaya
başlar. Çünkü böyle bir yolculuğu bozmakla yolculuk bırakılmış olur.
279- Bir misafir, içinde oturmak istemediği bir beldede
evlenecek olsa, bir görüşe göre mukim sayılır, diğer bir görüşe göre
mukim sayılmaz. Tercih edilen görüş de budur.
280- İki beldede birer zevcesi olan kimse, bunlardan
herhangisinin yanına giderse mukim sayılır. Fakat bunlardan biri vefat eder
de, bulunduğu beldede kendisine ev, bağ ve bahçe gibi şeyler kalacak olsa,
oraya gitmekle mukim sayılmaz. Fakat diğer bir görüşe göre, orası yine
onun vatanı sayılacağından mukim olmuş olur.
(Malikilere göre, bir yolcu gittiği yerde tam dört gün
oturmaya niyet edip kendisine yirmi vakit namaz farz olacak bir durum olsa,
mukim sayılır. Namazlarını kısaltamaz. Bu müddete, o yere fecrin doğuşundan
sonra girdiği gün ile oradan çıkacağı gün dahil değildir.
İmam Şafiî'ye göre, bir yerde, girip çıkma günlerinden
başka, tam dört gün oturmaya niyet edilmesi, ikamet sayılır, namazlar orada
kasredilmez (kısaltılmaz).
Hanbelilere göre de, bir yerde, oturmaya elverişli olmasa
dahi, oturmaya niyet eden veya yirmi namazdan fazla farz bulunacak bir zaman
durmaya niyet eden kimse mukim sayılır; namazlarını kısaltamaz.)
Eda
ile Kazanın Farkları ve Kaza Namazları
281- Bir namazı vaktinde kılmaya "eda" denir.
Vaktinden sonra kılmaya da "kaza" denir. Vaktinde kılınan veya kılınacak
olan bir namaza "vaktiyye" veya "salât-ı hazıra" denir.
Vaktinde kılınmamış olan bir namaza da "faite" denilir. Bunun çoğulu
"fevait" dir.
282- Vaktinde kılınmamış olan beş vakit farz namazlarının
kazası farzdır. Vitir namazının kazası ise vacibdir. Sünnetlere gelince:
Bir sabah namazı sünneti ile beraber kaçırılınca, o günün güneş doğuşundan
(kerahet vaktinin çıkışından) sonra istiva zamanına kadar bu sünnet farz
ile beraber kaza edilir. Güneşin yükselişinden (kerahet vaktinden) önce ve
istivadan sonra sünnet kaza edilmez. İmam Muhammed'e göre, bu sünnet yalnız
olarak kaçırılmış olsa, yine güneşin doğuşundan sonra istiva zamanına
kadar kaza edilir. Bir de, öğle namazının her iki sünneti, farza yetişmek
için terk edilecek olsa, farzdan sonra evvelki sünnet ve sonra iki rekat sünnet
kaza edilir. Fetva bu şekildedir. Böylece vakit içinde sünnet iki defa
gecikmemiş olur. Bununla beraber son iki rekat sünnetten sonra da dört rekat
sünnet kaza edilebilir. Namazın sırası iki defa değişmemesi için bunu
daha iyi görenler de vardır.
Cuma namazının ilk dört rekat sünneti hakkında bu öne
alma ve sonraya bırakma hükmü vardır. Terk edilen diğer sünnetlerin kaza
edilmesi gerekmez. Fakat başlanıldıktan sonra, her nasılsa terk edilmiş
olan bir sünnetin (nafile namazın) kazası gerekir.
Örnek: Öğlenin son sünnetine
başlamış iken, cenaze namazını kaçırmamak için bu Sünnet kesilmiş
olsa, bu sünneti sonradan kaza etmek gerekir.
283- Bir namazı özürsüz yere kazaya bırakmak büyük günahdır
(kebiredir) Bu namaz kaza edilmekle yerine getirilmiş olur. Fakat bunun
geciktirilmesinden dolayı meydana gelen günahın bağışlanması için tevbe
etmek ve Allah'dan afv dilemek lazımdır. Herhangi bir bahane ile namazı
geciktirip kazaya bırakmakdan son derece sakınmalıdır. Çünkü bunun günahı
çok büyüktür. İnsan, gerek yaratıcısına karşı ve gerekse insanlara karşı
olan borçlarını bir an önce ödemeğe çalışmalıdır. Hayatın süresi
belli, çok azdır! Borçlarını ödemeden ahirete gidenlerin hallerine ne
kadar acınsa azdır.
UYARI: Kazaya kalan altmış, yetmiş senelik bir çok
namazlar belli bir günde (Ramazan ayının son cumasında) kılınacak bir günlük
namaz ile kaza edileceği ve böylece bağışlanacağı hakkındaki sözlerin
hiç bir dinî değeri yoktur. Bu konuda rivayet edilen bir hadis, hadis
alimlerinin ve diğer alimlerin açıklamalarına göre asılsızdır, uydurmadır,
ümmetin icmaına da aykırıdır. Çünkü böyle herhangi bir ibadet,
senelerce terk edilmiş olan farzların ve vaciblerin yerini tutamaz. Böyle bir
iddia, farzların ve vaciblerin terk edilmesini, önemsenmemesini gerektireceğinden
akla, şeriata ve hikmete aykırıdır. Günah, kolaylığa sebeb olamaz. Bu
usul ilminde bir esastır. Bir de bu hadisi nakledenler hadis alimlerinden değillerdir.
Bir kaynak da gösterememektedirler. Artık bu naklin ne değeri olabilir?
Kazaya kalan namaz, bizim için yerine getirilmesi gerekir.
Biz bunu yerine getirmek zorundayız, bunu yapmazsak azaba hak kazanmış
oluruz. Şu kadar var ki, kazaya kalmış olan bir namazı Yüce Allah dilerse
bağışlar ve dilerse bağışlamaz. Herhangi bir ibadet sebebiyle de sahibine
bir çok sevablar da verebilir. Kimse bunlara karışamaz ve bunlar üzerinde
kesin hüküm veremez. Yukardaki iddia, kesinlikle kazası gereken bir namazın,
ona denk bir ibadetle kaza edilmesi hakkındaki farziyeti inkar etmektir ki, bu
asla caiz olamaz. Bu konu üzerinde, Merhum Aliyyü'l-Kari'nin ve diğer
alimlerin incelemeleri vardır. Aliyyü'l-Kari'nin "Mevzuatına",
Abdurrahim Fetvasına ve "Mev'ize-i Hasene'ye" bakılsın!..
284- Bir kimsenin namazı kazaya kalınca bakılır; Eğer o
kimse tertip sahibi ise, bu kaza namazı ile vakit namazları arasında sırayı
gözetmek gerekir. Tertib sahibi değilse, bu namazı kaza etmeden diğer
namazları kılabilir.
285- Bir kimsenin tertib sahibi sayılabilmesi için, en az
altı vakit namazı kazaya kalmamış olmalıdır. Altı vakit namaz kazaya kaldı
mı, tertib sahibi olmaktan çıkar; artık onun ne kaza namazları arasında ve
ne de kaza namazları ile vakit namazları arasında sırayı gözetmesi
gerekmez.
286- Kazaya kalmış namazlarda eskiye ve yeniye gelince,
bunlar iki kısımdır. Yakın zamanda kazaya kalanlar altı vakte ulaşınca,
ittifakla sıra gözetme gereğini kaldırır. Evvelce kaçırılmış bulunan
(eski) namazlara gelince, bunlar
da altı vakte ulaşmışsa, geçerli kabul edilen fetvaya göre sıra gözetmenin
gereğini kaldırır.
Örnek: Bir kimse, vaktiyle bir ay namaz kılmayıp sonradan
bunları kaza etmeden vakit namazlarını devamlı olarak kılmaya başlamışken
tekrar bir vakit namazını kazaya bırakacak olsa, bu son namazını hatırladığı
halde onu kaza etmeden vakit namazını kılabilir. Böyle bir kimse, geçmişteki
kaza namazlarını tamamen kılmadıkça tertib sahibi olamaz. Sahih olan görüş
budur.
287- Tertib sahibi olan zat, bir farz namazını veya İmamı
Azam'a göre vacib olan bir namazı özürsüz yere veya hayız ve nifas gibi
namazı düşürecek bir nitelikte olmayan bir özürden dolayı vaktinde kılmamış
olsa, bu namazı, ilk vakit namazından önce kaza etmesi gerekir. Çünkü
gerek kaçırılan namazların arasında ve gerek bunlar ile vakit namazları
arasında sırayı gözetmek esasen şarttır. Ancak kazaya kalan namaz unutulup
sonradan hatıra gelmişse veya vakit daralmış veya kaçırılan namazlar çok
olur da tertib sahibi olmaktan çıkılmışsa, vakit namazı kılınır.
Örnek: Tertib sahibi olan kimse, her nasılsa uykuya dalıp
o günün sabah namazını kılamamış olsa, bu sabah namazını o günkü öğle
namazından önce kaza etmesi gerekir. Bunu hatırladığı halde onu kaza
etmeksizin öğlen namazını kılsa, bu namaz İmam Muhammed'e göre bozulur.
İmam Ebû Yusuf'a göre, farz olmaktan çıkar, nafile olur. İmamı Azam'a göre
ise, muvakkat olarak sahih olur. Şöyle ki: Bundan sonra o sabah namazını
kaza etmeden beş vakit namazı daha kılacak olsa, bu altı vaktin hepsi de
sahih olmuş olur. Fakat böyle beş vakit namazını daha kılmadan o sabah
namazını kaza ederse, arada kılmış olduğu vakit namazları fasid olup
yeniden kılınmaları gerekir.
Yine böyle bir kimse, sabah namazını kaçırmış olduğu
halde, bunu unutup öğle namazını kılacak olsa, bu öğle namazı sahih
olur.
Yine bir kimse, kazaya kalmış olan yatsı namazını
fecirden sonra hatırlamış olur da, vakit yalnız sabah namazını kılmaya müsait
bulunursa, sabah namazını kılar, yatsı namazını daha önce kaza etmemesi,
bu sabah namazının sıhhatine engel olmaz. Ancak kaza namazını hatırladığı
halde, vakit namazını pek uzatıp da bu bakımdan vaktin daralmasına
sebebiyet verilmiş olursa, o zaman vakit namazı caiz olmaz.
288- Kazaya kalmış namazlar (faiteler) birkaç tane olur
da, vakit bunlardan yalnız bir kısmı ile vakit namazına müsait bulunsa,
sahih olan görüşe göre, sırayı gözetme gereği düşer.
Yine bir kimsenin, vitirden başka altı vakitten çok veya
altı vakit namazları kazaya kalmış olsa, bunları kaza etmeden vakit
namazlarını kılması sahih olur. Çünkü bu durumda tertibe riayet
edilmesinde güçlük vardır. Kazaya kalmış namazlar (faiteler), vitirden başka
altı vakit olunca çok sayılır, altıdan az olunca da az sayılır.
(İmam Şafîî'ye göre, kazaya kalan namazlarla vakit
namazları arasında sıra gözetilmesi şart değildir, müstahabdır.)
289- Bir kimse, bir günlük namazlarından birini kaçırmış
olduğu halde, bunu bir türlü belirleyemezse, bir günlük namazını yeniden
kılar. Çünkü böyle yapmakla kazaya kalan namaz, kesinlikle kılınmış
olur; diğerleri de birer nafile olur.
İki, üç ve daha ziyade günlerde birer vakit namaz kaçırılmış
olduğu halde, bunların hangi namazlar olduğu belirlenemeyince de, o kadar günün
namazları yeniden kılınır.
290- Kazaya kalan namazlar bir çok olunca, bunların her
birini belirleyerek niyet edilmesi gerekmez; çünkü bunda güçlük vardır.
Onun için şöyle niyet edilmesi uygun olur: "ilk veya en son kazaya kalmış
sabah veya öğle namazını kılmaya" diye kılınır.
291- Bir kimse, ne kadar namazı kazaya kaldığını
bilmese, kuvvetli olan görüşüne göre hareket eder. Üzerinde kaza namazı
kalmadığına kanaat getirinceye kadar kaza namazı kılar.
292- Bir kimse, bir namazı kılıp kılmadığında şüphelense,
namazın vakti henüz çıkmamışsa onu yeniden kılar. Namazın vakti çıktıktan
sonra şübhelense, bir şey yapması gerekmez. Çünkü farzın sebebi olan
vakit çıkmıştır. Bir müslümanın namazını vaktinde kılmış olması
ise bir asıldır.
293- Müslüman olmayanların yurdunda İslâm'ı kabul edip
bilgisizliğinden dolayı namazlarını kılamamış olan bir kimse, sonradan İslâm
yurduna gelip din görevlerini öğrense, önceki namazları kaza etmesi
gerekmez. Fakat İslâm ülkesinde bulunup da ihtida eden (islamı kabul eden)
kimse, bu hususta özürlü sayılmaz. İslâmı kabul ettiği tarihten itibaren
namazlarını kılmakla yükümlü olur. Çünkü İslam yurdunda cehalet bir özür
sayılmaz. Herkes din görevlerini ehlinden sorup öğrenebilir.
294- Bir kimse kaza namazını kılarken, cemaatle vakit
namazına başlanacak olsa, namazını tamamlamadıkça cemaate katılmaz, ister
tertib sahibi olmasın.
295- Kazaya kalan aynı vaktin namazı, usulü üzere
cemaatle, de kılınabilir. Cemaat bahsine bakılsın!.
296- Kaza namazlarının evde kılınması daha iyidir. Çünkü
günahları örtüp açıklamamak lazımdır. Böyle bir açıklama Hakka karşı
saygısızlık sayılır ve başkaları için de kötü bir örnek olabilir.
297- Bir kadın: "Yarınki gün şu kadar namaz kılayım
veya şu kadar gün oruç tutayım." diye niyet ettiği halde o gün adet görmeye
başlasa, o namazı veya orucu temiz olacağı günlerde kaza eder.
298- Kaza namazlarının belli vakitleri yoktur. Üç kerahet
vakti dışında, istenilen her vakitte kaza namazı kılınabilir.
Örnek: Kazaya kalmış bir öğle namazı akşamdan sonra kılınabileceği
gibi, bir akşam namazı da öğleden önce veya sonra kılınabilir.
299- Kaza namazları ile uğraşmak, nafile namazları ile uğraşmaktan
daha iyi ve daha önemlidir. Fakat farz namazların müekked olsun olmasın, sünnetleri
bundan müstesnadır. Bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya niyet
edilmesi daha iyi değildir. Bu sünnetlere niyet edilmesi evladır. Hatta kuşluk
ve tesbih namazları gibi, haklarında nakil bulunan nafile namazlar da böyledir.
Bunlara da böyle nafile olarak niyet etmek evladır. Çünkü bu sünnetler,
farz namazları tamamlar, bunların yerine getirilmesi mümkün değildir. Kaza
namazlarının ise, muayyen vakitleri olmadığı için onların her zaman
yerine getirilmesi mümkündür.
Bununla beraber namazları kazaya bırakmak günahtır. Bu günahdan
mümkün olduğu kadar kurtulmak için sünnetleri feda etmek uygun olmaz. Böyle
bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadet ederek Allah'ın bağışlamasına sığınması
gerekirken, hakkında Peygamber şefaatinin tecelli etmesine vesile olacak bir
takım sünnet ve nafileleri terk etmek nasıl uygun olabilir? Hem bir kısım
vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım vakit namazlarını,
kendilerini tamamlayan sünnetlerden ayırmak iki kat kusur olmaz mı? Buna aykırı
olan bazı nakiller geçerli değildir. Bunlar kabul edilen fetvaya aykırıdır.
Hem sünnetleri, hem de kaza namazlarını kılmaya elverişli vakit bulamadıklarını
iddia edenler bulunursa bunlar insaflı bir iddiada bulunmuş sayılmazlar. Boş
yere en kıymetli zamanlarını harcayan insanlar, bilmem böyle bir iddiaya nasıl
kalkışabilir?..
(İskat-ı Salât bahsine bakılsın.)
Müdrik
Hakkında Meseleler
300- Müdrik, namazın başından sonuna kadar fasılasız
olarak imama uyan ve bütün rekatleri imamla beraber kılan kimsedir. İmama
ilk rekatın rükûunda yetişen, o rekata yetişmiş ve müdrik adını almış
olur.
Namaza imam ile beraber başlamanın fazileti pek büyüktür.
Bu hususta aşağıdaki meseleler ortaya çıkar:
301- Bir kimse tek başına bir farz namaza başladıktan
sonra, bulunduğu yerde cemaatla o farz namaz kılınmaya başlansa bakılır: Eğer
tek başına namaz kılmakta olan henüz secdeye varmamış ise, namazı bırakıp
imama uyar. Böylece cemaat sevabını kazanmaya koşar. Bu müstahabdır. Eğer
bir kez secdeye varmış ise, bakılır: Kıldığı namaz sabah veya akşam
namazı ise, yine namazını bırakır ve imama uyar. Fakat bunların ikinci
rekatı için secdeye varmışsa, artık namazı bırakmayıp tamamlar, imama
uyamaz. Çünkü sabah namazından sonra nafile kılınamayacağı gibi, üç
rekatlı bir namaz da nafile kılınamaz.
Öğle namazı gibi dört rekatlı bir farz ise, kıldığı
bir rekata bir rekat daha ilave eder, teşehhüdde bulunur ve selam vererek
imama uyar. Evvelce kıldığı o iki rekat namaz nafile olmuş olur. Böyle bir
namazın üçüncü rekatında bulunup da henüz secdesine varmamış ise, hemen
ayakta veya oturarak selam verip namazdan çıkar ve imama uyar. Yalnız başına
kıldığı iki rekat yine bir nafile olmuş olur. Fakat bu namazın üçüncü
rekatını secde ile bağlasa, artık bunu tamamlar, farzını kılmış olur.
Bu namaz, öğle veya yatsı olduğuna göre de, kendi farzını kıldıktan
sonra imama uyabilir. İmam ile kılacağı bu namaz bir nafile olmuş olur.
Fakat ikindi namazında ise, imama uyamaz; çünkü ikindi namazından sonra
nafile kılınması mekruhtur.
302- Nafile bir namaza başlamış olan bir kimse, yanında
cemaatla namaza başlanınca, bu nafileyi iki rekat olmak üzere tamamlar. Ondan
sonra selam verip cemaata katılır. Üçüncü rekata kalkmış ise, onu da dörde
tamamladıktan sonra cemaata katılır.
Bundan cenaze namazı müstesnadır. Şöyle ki: Böyle
nafileye başlamış olan kimse, kılınmaya başlanan bir cenaze namazının kaçırılacağından
korkarsa, kılmakta olduğu namazı hemen bırakıp cenaze namazı için imama
uyar. Sonra nafileyi kaza eder. Çünkü cenaze namazının kazası yoktur.
303- Cemaatle sabah namazına başlanmış olduğunu gören
kimse, cemaate yetişebileceğini zannederse hemen sabah namazının sünnetini
kılar. Gerek görürse, "Sübhaneke" ile "Eûzü"yü ve
sure ilavesini bırakıp yalnız Fatiha suresi ile rükû ve sücudda birer
tesbih ile yetinebilir. Ondan sonra imama uyar. Fakat cemaate yetişeceğini hiç
zannetmiyorsa, sünnete başlamayıp imama uyar; artık bu sünneti kaza edemez.
Eğer sünnete başlamış ise, onu tamamlar, bırakmaz.
Fakat öğle, ikindi ve yatsı namazları böyle değildir.
Bunların cemaatla kılınmaya başlanmış olduğunu gören kimse, bunların sünnetini
kılmadan imama uyar. Sonra öğlenin dört rekat sünnetini kaza eder. İkindinin
sünnetini vaktin kerahetinden dolayı kaza edemez. Yatsı namazının dört
rekat sünnetini, bir gayri müekked sünnet olduğu için dilerse kaza eder,
dilerse kaza etmez.
304- Vaktin çıkacağını veya cemaatin tamamen kaçırılacağını
kesinlikle anlayan kimse, sünnetleri kılmayacağı gibi, kendisinde bulunan az
bir pisliği gidermekle uğraşamaz. Fakat başka bir cemaat bulabileceğinden
emin olan kimse, az necaseti gidermeden namaza başlamaz; bu daha faziletlidir.
Böylece namazı ittifakla sahih duruma geçer.
(Şafiî'lere göre namaz, az pislik ile de bozulur.
Necasetler (pislikler) bölümüne bakılsın!..)
Lâhık
Hakkında Meseleler
305- Lâhık, namaza imam ile beraber başladığı halde,
kendisine uyku ve dalgınlık veya cemaatın fazlalığından dolayı bir eziyet
ve bir abdestsizlik hali arız olup da, namazın tamamını veya bir kısmını
imam ile kılamayan kimsedir. Lâhık hakkında aşağıdaki
meseleler ortaya çıkar:
306- Lâhık, hareket bakımından Muktedi gibidir. Muktedi,
imamın arkasında Kur'an okuyamayacağı gibi, Lâhık da kaçırmış olduğu
rekatları kendi başına kılınca Kur'an okuyamaz, tamamen muktedi gibi
hareket eder ve kendi başına kılacak olduğu rekatlardaki yanılmalardan
dolayı da sehiv secdeleri yapmaz.
307- Lâhık, mümkünse kaçırdığı rekatları veya rükünleri
kaza eder, sonra imama tekrar katılarak onunla selam verir.
Örnek: Bir muktedir birinci rekatın kıyamında uyuyup da,
imam secdeye vardığı anda uyansa, hemen rükûa varır, sonra secde yaparak
imama iştirak eder.
308- Lâhık, imamına yetişemeyeceğini bildiği takdirde
hemen imama uyar. İmam namazdan çıkınca, kendisi kaçırmış olduğu
rekatları veya rükünleri kaza eder. Örnek: Bir muktedi, dördüncü rekatta
iken burnu kanasa, safdan ayrılır ve namaza aykırı olacak bir şeyle uğraşmaksızın
hemen abdest alır. İmkan bulduğu yerde imama uyar. İmam selam vermiş
olursa, kendi başına o dördüncü rekatı, hiç bir şey okumaksızın, imamın
arkasında kılıyormuş gibi tamamlar. Çünkü lâhık, hüküm bakımından
imamın arkasında namazını kılmış sayılır.
Yine: Bu durum üçüncü rekatta meydana gelse, imam da dördüncü
rekata başlasa, lâhık abdest alıp önce o üçüncü rekatı kıraatsız
olarak kılar, ondan sonra imama uyar. Onunla dördüncü rekatı kılarak selam
verir. Fakat imamına böyle yetişemeyeceğini bilirse, hemen imama uyar. İmam
selam verince, kendisi kalkar ve üçüncü rekatı kıraatsız olarak kılıp
selam verir.
İmam sehiv secdelerinde bulunacak olsa, lâhık henüz namazını
tamamlamamış ise, onunla beraber bu secdeleri yapmaz. Namazını tamamladıktan
sonra bu sehiv secdelerini yapar.
309- Her lâhık'ın, yukarda bildirildiği şekilde hareket
etmesi kolay değildir. Bu bakımdan, lâhık olanların bu noksan kalan
namazlarına yeniden başlamaları daha uygun görülmüştür.
Mesbuk
Hakkındaki Meseleler
310- Mesbuk, bir rekat kılındıktan sonra imama uyan
kimsedir ki, son oturuşta dahi imama uymuş olsa yine mesbuk sayılır. Mesbuk
hakkında aşağıdaki meseleler ortaya çıkar:
311- Mesbuk kaza edeceği rekatlarda, tek başına namaz kılan
gibidir. Örnek: Bir kimse sabah namazıın ikinci rekatında imama uyacak olsa,
mesbuk olmuş olur. Aldığı tekbirden sonra sükut eder. İmamla beraber son
oturuşta yalnız "Tahiyyat"ı okur. İmam selam verince, kendisi ayağa
kalkar ve imam ile kılmamış olduğu ilk rekatı kılmaya başlar. "Sübhaneke
ve Eüzü Besmele'den" sonra Fatiha suresi ile bir mikdar daha Kur'an-ı
Kerîm okur. Bilindiği şekilde rükû ve secdelere gider. Ondan sonra oturup
"Tahiyyatı, salavatları ve Rabbenâ âtinâ'yı" okuyarak selam
verir.
Akşam namazının ikinci rekatında imama uyan kimse de
birinci rekat hakkında bu şekilde hareket eder.
312- Mesbuk, akşam namazının son rekatinde imama uysa,
"Sübhaneke'yi" okur ve imamla beraber o rekatı kılarak teşehhüde
oturur. İmam selam verdikten sonra kalkar, Sübhaneke, Eüzü Besmele, Fatiha
ve bir mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okur. Rükû ve secdelerden sonra oturur ve
yalnız "Tahiyyat'ı" okur. Sonra "Allahü Ekber" diyerek
ayağa kalkar, yalnız Besmele ile Fatiha ve bir miktar daha Kur'an-ı Kerîm
okuyarak rükû ve secdeleri yapar. Sonra son oturuş yaparak selam ile namazdan
çıkar. Bu halde üç defa Teşehhüde oturmuş olur. Bununla beraber mesbuk,
ikinci rekatın sonunda yanılarak teşehhüde oturmayacak olsa, sehiv secdesi
yapması gerekmez. Çünkü bu rekat, bir yönden birinci rekat yerindedir.
313- Mesbuk, dört rekatlı namazlardan birinin dördüncü
rekatinde imama uysa, imam ile teşehhüde oturduktan sonra kalkar, Sübhaneke,
Eûzü Besmele, Fatiha ve bir mikdar Kur'an okur. Rükû ve secdelerden sonra
oturur. Yalnız "Tahiyyat'ı" okur. Ondan sonra kalkar. Besmele ile
Fatiha'yi ve bir mikdar daha Kur'an ayetlerini okur. Sonra rükû ve secdelere
varır, oturmaksızın kalkar. Yalnız Besmele ve Fatiha ile bir rekat daha kılarak
son oturuşu yapar. Tahiyyat'ı, Salavatları ve Rabbenâ âtinâ'yı okuyup
selam vererek namazını tamamlar.
314- Mesbuk, dört rekatlı namazların üçüncü rekatinden
başlayarak imama uysa, imamla beraber son oturuşta yalnız "Tahiyyat'ı"
okur. İmam selam verdikten sonra kalkar, Sübhaneke, Eûzü Besmele, Fatiha ve
bir mikdar daha Kur'an okur. Rükû ve secdelere varır, sonra kalkar yalnız
Besmele ile Fatiha'yı okur. Biraz daha Kur'an-ı Kerîm okur. Yine rükû ve
secdelere gider. Teşehhüde oturur. Tahiyyat'ı, Salavatları ve Rabbena
atina'yı okuyarak selamla namazını tamamlar.
315- Mesbuk, dört rekatlı namazların ikinci rekatinde
imama uyacak olsa, üç rekatı imamla kılmış olur. Teşehhüdden sonra imam
selam verince ayağa kalkar. Sübhaneke'yi, Eûzü Besmele'yi, Fatiha'yı ve
ekleyeceği ayetleri okur. Rükû ve secdelere varıp son oturuşu yapar. Selam
verip namazını tamamlar.
316- İmam rükûda iken, imama uyan kimse, o rükûa ait
olan rekata yetişmiş olur. Fakat imamı secde halinde bulan kimse, hemen
secdeye varırsa da o secdenin rekatına yetişmiş olmaz. Bunun için o rekatı
yukarda anlatıldığı şekilde kaza etmesi gerekir.
317- Mesbuk, imam selam verdikten sonra "Allahü Ekber"
diyerek ayağa kalkar ve noksan kalmış olan rekatları tamamlar. İmam selam
vermeden mesbukun kalkıp noksan kalan rekatları kılmaya başması uygun değildir
Ancak namaz vaktinin çıkmak üzere olması ve insanların önünden geçme
durumu olması gibi özürler sebebiyle selamından önce kalkar.
Bununla beraber imam, henüz selam ile namazdan çıkmamış
olunca, mesbukun Teşehhüd mikdarı oturması lazımdır. Bundan önce kalkması
caiz değildir.
318- İmam teşehhüdü tamamlamadan mesbukun kalkıp Kur'an
okuması muteber değildir. Onun için mesbuk, birinci veya ikinci rekatı kaza
için ayağa kalkar da, imamın teşehhüdü bitirişinden sonra namaz caiz
olacak kadar Kur'an okursa, namazı caiz olur. Fakat namaz caiz olmayacak kadar
az okumuş olursa namazı sahih olmaz.
319- Mesbukun kaza edeceği rekatlarda başkasına uyması ve
başkasının da bu halde mesbuka uyması caiz değildir. Mesbuk burada yalnız
başına sayılmaz. Fakat bir mesbuk ne kadar rekat kaza edeceğini unutup da
kendisi ile beraber mesbuk bulunan kimsenin ne kadar rekat kaza edeceğini yalnız
göz önünde bulundursa, bununla namazı bozulmaz.
320- Mesbuk, namazını yeniden kılmak niyeti ile tekbir
alacak olsa önceki tekbiri ile başlamış olduğu namazı bozulmuş olur. Tek
başına namaz kılan kimse böyle değildir; başka bir namaz kılmaya niyet
etmedikçe, aynı namaza yeniden başlamak niyeti ile alacağı tekbir bu namazı
bozmaz. Çünkü her iki namaz, tek başına namaz kılan için birbirinin aynıdır.
Mesbuk ise, bir yönden tek başına namaz kılan gibidir, bir yönden de imama
uyduğundan onun için aynı namaz değildir.
321- Mesbuk, İmam Azam'a göre Kurban Bayramı'nda Teşrîk
tekbirlerini imamla beraber alır, sonra ayağa kalkıp geri kalan rekatleri
tamamlar. Halbuki İmam Azam'a göre, tek başına namaz kılan kimse bu
tekbirleri getirmek zorunda değildir. Bunun için mesbuk, burada tek başına
namaz kılan gibi değil, muktedi (imama uyan) yerindedir.
322- Mesbuk, ayağa kalkması sahih olacak bir zamanda ayağa
kalkıp da, imam henüz selam vermeden mesbuk namazını bitirerek selamda imama
uysa, namazı bozulmuş olur.
323- İmam daha selam vermeden, mesbuk Tahiyyat'ı okuyup
bitirmiş olsa, bir görüşe göre Şehadet sözünü tekrarlar, bir görüşe
göre de susar. Burada sahih olan mesbukun Tahiyyat'ı yavaş yavaş okumasıdır.
Birinci oturuşta imamdan önce Teşehhüd'ü bitirmiş olan
bir muktedi de susar, Teşehhüd'de bulunmaz.
324- Mesbuk, cehren (aşikare) okunan namazlarda imama
uyunca, "Sübhaneke"yi okumaz. Geri kalan rekatları kazaya kalkınca
okur. Sahih olan budur. Buna yukarıda işaret edilmişti.
325- İmam yanılarak beşinci rekata kalkınca, mesbuk da
ona uyarak kalksa, bakılır: Eğer imam dördüncü rekatta oturmuş ise,
mesbukun namazı bu kalkış ile bozulmuş olur. Fakat imam dördüncü rekatta
oturmamış ise, beşinci rekatta secdeye varmadıkça, mesbukun namazı
bozulmaz.
326- Bir mesbuk lâhık da olabilir. Şöyle ki: İmama
sonradan uyan kimse, uyku veya abdesti bozan bir sebeble rükünlerden veya
rekatlardan bir kaçını imam ile kılamayıp kaçırsa, hem mesbuk olur, hem
de lâhık olmuş olur. Bu durumda önce kaçırdıklarını kıraatsız olarak
kaza eder sonra mümkün ise, geri kalan namazda imama uyar. Daha sonra da imama
uymadan önceki rekatları kıraatla (Kur'an okuyarak) kaza eder. Önce bunları
kaza edip ondan sonra, namaz arasında kaçırmış olduğu rükünleri veya
rekatleri kaza etmesi de caizdir. Fakat bunu yapmakla meşru sırayı gözetmemiş
olacağından günahkar olur.
Sehiv
(Yanılma) Secdeleri ile İlgili Meseleler
327- Sehiv secdeleri, bir namazın vaciblerinden birini yanılarak
terk etmekten veya geciktirmekten dolayı, o namazın sonunda yapılması
gereken iki secde ile teşehhüdden, salavat ve duaları okumaktan ibarettir. Şöyle
yapılır: Son oturuşta yalnız "Tahiyyat" okunduktan sonra iki
tarafa selam verilir. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek secdeye
varılıp üç kez "Sübhane Rabbiye'l-ala" okunur. Ondan sonra "Allahü
Ekber" denilerek kalkılır. Bir tesbih mikdarı duraklamadan sonra tekrar
"Allahü Ekber" deyip ikinci secdeye varılır. Yine üç kez "Sübhane
Rabbiye'l-ala" okunduktan sonra "Allahü Ekber" denilerek kalkılır
ve oturulur. Tahiyyat ve Salavatlarla "Rabbena atina" okunup önce sağ
tarafa, sonra sol tarafa selam verilir.
Yalnız sağ tarafa selam verdikten sonra sehiv secdelerinin
yapılması daha faziletlidir, ihtiyata uygundur. Bundan dolayı cemaatla kılınan
namazlarda cemaatın yanlışlıkla dağılmaması için, yalnız sağ tarafa
selam verdikten sonra sehiv secdesi yapılması tercih edilmiştir.
328- Sehiv secdeleri vacibdir. Bilindiği gibi, gerek farz,
gerek vacib veya sünnet olan herhangi bir namazın kıraat, rükü ve sücud
gibi farzları ve Fatiha, Sure ilavesi, sırayı gözetme gibi vacibleri,
Kadelerde (oturuşlarda) salavatları okumak gibi sünnetleri vardır. Bunun için
bunları gözetmek gerekir ki, namaz tam olarak kılınmış olsun.
O halde farz olsun, olmasın herhangi bir namazda bir farzın
kasden veya sehven terk edilmesi, o namazın yeniden kılınmasını gerektirir.
Böyle büyük bir noksanı gidermek için sehiv secdeleri yeterli değildir.
Bir vacibin kasden terki veya geciktirilmesi bir günahtır.
Bundan dolayı sehiv secdeleri gerekmez, böyle bir namazı iade etmek uygundur.
Bir vacibin sehven terk edilmesi veya geciktirilmesi, sehiv secdelerini
gerektirir. Bu şekilde o noksan düzeltilmiş olur. Bir sünnetin kasden veya
sehven terk edilmesi, sehiv secdelerini gerektirmez. Fakat kasden terk edilmesi
bir kusurdur. Sevab ve faziletten mahrum olmayı gerektirir.
(Malikilere göre sehiv secdeleri sünnettir. Şafiî'lere göre
de sünnettir. Ancak imam sehiv secdelerini yaparsa, cemaatın imama uyması
vaciptir. Hanbelilere göre sehiv secdeleri bazan vacib, bazan sünnet ve bazan
da mubah olur. Namazın terk edilen bir sünnetinden dolayı yapılacak sehiv
secdelerinin mubah olması gibi...
İmam Şafiî ve İmam
Ahmed'e göre, iki tarafa selam vermeden önce yapılır. İmam Malik'e göre
sehiv (yanılma), bir ziyade sebebiyle ise, sehiv secdeleri selamdan sonra yapılır.
Eğer bir noksan veya bir noksan ile ziyade sebebiyle ise, selamdan önce yapılır.
Bu bir fazilet meselesidir; yoksa hepsi de caizdir.)
329- Bir namazın tam bir rüknünü, bir farzını öne
almak veya sonraya bırakmak sehiv secdelerini gerektirir. Çünkü bu öne
almak ve sonraya bırakma işi, vacibi terk etmekten sayılır. Kıyamda "Sübhaneke"den
sonra, henüz kıraat yapmadan rükûa varılıp ondan sonra hatırlanarak kıyama
dönmekle farz olan kıraatin yerine getirilmesi, buna bir örnektir. Bu durumda
önceki rükü geçerli olmaz. Kıraattan sonra yeni bir rükü yapılır. Böyle
dönüp kıraat yapmadan ve ondan sonra rüküa varmadan kılınacak namaz
bozulur. Çünkü böyle bir rekatta rükü gibi tekrarlanmayan rükünler arasında
sıraya riayet edilmesi farzdır.
330- Namazın rekatlarından birindeki iki secdeden biri yanılarak
terk edilip ondan sonraki rekatın veya kadenin sonunda hatırlansa, bunun
geciktirilmesinden dolayı namazı iade gerekmez, hemen o secde kaza edilir. Eğer
son oturuşta iken hatırlansa, bu secde yapılır ve ondan sonra bu oturuş (kade)
iade edilir. Ondan sonra da sehiv secdeleri yapılır. Bu durumda son rekatta beş
secde ile üç kade bulunmuş olur. Çünkü bir rekatta iki secde vardır. Böyle
tekrarlanan bir rüknün kısmen sonraya bırakılması, farzı terketmek sayılmadığından
namazın iadesini gerektirmez.
Fakat bir rekattaki iki secdeden ikisi de yanılarak öne alınsa,
önce iki secde ve ondan sonra rükü yapılmış bulunsa, bu halde farz olan
tertibe riayet için tekrar rükü ve ondan sonra secdelere gidilir. Bu tekrar
ve iadelerden dolayı da namazın sonunda sehiv secdeleri yapılır.
331- Herhangi bir namazın bir rüknünü tekrar etmek, sehiv
secdelerini gerektirir. Bir rekatta iki defa rükü veya üç defa secde yapılması
gibi.
Birinci ve ikinci rekatlarda Fatiha'nın tekrarlanarak
okunması veya arka arkaya okunması veya rüku, secde ve teşehhüdde Kur'an
okunması da böyledir. Fakat üçüncü veya dördüncü rekatlarda Fatiha'nın
iki defa okunması veya bunlarda Fatiha ile beraber başka bir surenin de
okunması yahut yalnız başka bir sürenin okunması sehiv secdelerini
gerektirmez. Çünkü bu takdirde bir vacib terk edilmiş veya geciktirilmiş ve
Kur'an da meşru olan yerin başkasında okunmuş olmaz. Ancak bu halde
rekatlar, önceki, rekatlarden daha fazla uzatılmış ve cemaata da ağırlık
verilmiş olursa, kerahetten korunmuş olmaz.
332- Bir vacibi yanılarak terk etmek, sehiv secdelerini
gerektirir. Birinci oturuşu veya vitirde Kunut'u veya bayram namazlarında
ziyade tekbirleri yahut birinci ve ikinci oturuşlarda Tahiyyat'ı okumayı terk
etmek gibi.
Vitir namazında rüküdan sonra Kunut duasının unutulduğu
hatırlanmış olsa, artık onu okumak için geri kıyama dönülmez. Rükudan
sonra okunması da gerekmez. Çünkü yeri kaçırılmıştır. Rüku halinde
hatırlandığı halde de okunması gerekmez. Sahih olan rivayet böyledir.
Bununla beraber okunsun veya okunmasın, her iki halde de sehiv secdeleri
gerekir.
Kunut tekbirini unutup yapmamak, bir görüşe göre sehiv
secdesi gerektirir, bir görüşe göre de gerektirmez.
333- Bir vacibin yanılarak geciktirilmesi de sehiv secdesini
gerektirir. Birinci veya üçüncü rekattan sonra biraz oturulması, dördüncü
rekattan sonra beşinci rekat için ayağa kalkılması, sabah namazının
ikinci rekatinden sonra üçüncü bir rekata ve akşam namazının üçüncü
rekatından sonra dördüncü bir rekata kalkılması gibi...
Birinci oturuşta (Kade'de) teşehhüd mikdarından fazla
oturulup üçüncü rekata kalkmanın geciktirilmesi de böyledir.
334- Bir vacibin vasfını değiştirmek, sehiv secdesini
gerektirir. İmamın aşikare okuması gereken ayetleri gizlice okuması veya
gizlice okunacak ayetleri aşikare okuması gibi. Bu okuma mikdarı, namaz sahih
olacak kadar okumaktır. Fatiha süresinin ilk ayetlerini okumak bu kısımdandır.
Bununla beraber kısa bir ayet okunması da İmamı Azam'a göre bu hükümdendir.
İki imama göre ise, bu hükümde değildir.
Aşikare okumanın en az derecesi, başkasının işiteceği
mikdardır. Gizlice (hafiyyen) okumanın en aşağı derecesi de, yalnız okuyanın
işiteceği mikdardır.
335- Gizli okunacak yerde, Fatihanın çoğu yanılarak aşikare
okunsa, geri kalanı yine gizlice okunur. Aksine olarak aşikare olarak okunacak
bir namazda Fatiha'nın bir kısmı gizli okunup ondan sonra aşikkare okunacağı
hatırlansa, Fatiha yeni baştan aşikare okunur. Böylece bir rekatta hem aşikare,
hem de gizli okumak toplanmış olmaz. Fakat diğer bir görüşe göre, Fatiha
yeniden okunmaz, yalnız geri kalan kısım aşikare okunur.
336- Tek başına namaz kılanın aşikare veya gizli okumasından
dolayı, tercih edilen görüşe göre, sehiv secdesi gerekmez. Ancak öğle
namazı gibi gizli okunacak yerde kasden aşikare okursa, günah işlemiş olur.
Tek başına namaz kılanın gündüzün kılacağı nafile
namazlarda aşikare okuması mekruhtur.
337- İmam sabah namazında Fatiha suresini sehven gizlice
okuyup sonra hatırlasa, ekleyeceği süreyi aşikare okur, Fatiha'yı iade
etmez.
338- Cemaat halinde aşikare Kur'an okunacak bir namaza başlamış
olan ve Fatiha'yı gizli okumuş bulunan bir kimseye, başkası gelip uysa, o
kimse imam olmayı arzu ederse sureyi aşikare okur, arzu etmezse, aşikare
okuması gerekmez.
339- Farz bir namazda ikinci rekattan sonra oturulmayıp da
üçüncü rekata yanılarak kalkmaya yeltenenin durumuna bakılır: Eğer kalkışı
oturmaya yakın ise, oturur, sehiv secdesi gerekmez. Fakat doğrulması kıyama
yakın ise, kalkar ve ondan sonra sehiv secdelerini yapar. Çünkü bu durumda
vacib olan birinci oturuş terk edilmiştir.
Bununla beraber bir rivayete göre de, namaz kılan henüz
tam kıyama doğrulmamış ise, kadeye (oturuşa) döner, vacibi terk elmez. İmam
tam doğrulup kalktıktan sonra kadeye dönerse, namazı bozulur. Çünkü bu
takdirde farz olan kıyam bozulmuş ve namazın sırası büsbütün değiştirilmiş
olur. Diğer bir görüşe göre, bu durumda namazı bozulmaz, kendisi günah işlemiş
olur ve sehiv secdeleri gerekir.
340- Sünnet namazlarda ikinci rekatın arkasında oturulup
da Tahiyyat okunmadığı üçüncü rekatta hatırlanırsa bakılır: Eğer bu
üçüncü rekat daha secde ile bağlanmamış ise, oturmaya dönülür, eğer
secde ile bağlanmışsa, dönülmez. Diğer bir görüşe göre, secde ile bağlansın
veya bağlanmasın, artık oturmaya dönülmez. Her iki durumda da sehiv
secdeleri yapmak gerekir.
341- Dört rekatlı farzlarda ikinci oturuş yapılmaksızın
beşinci rekata kalkılacak olsa, henüz beşinci rekat için secde edilmedikçe
oturuşa dönülür. Teşehhüdden sonra selam verilip sehiv secdeleri yapılır.
Çünkü farz olan son oturuş geciktirilmiştir. Bu geciktirme ise, vacibi terk
sayılır. Fakat beşinci rekat için secde yapılmış olursa, bu namaz
nafileye dönmüş olur. Artık buna bir rekat daha ilave edilir ve tam altı
rekatlı bir nafile namaz kılınmış olar. Sahih olan görüşe göre, bu
durumda sehiv secdesi gerekmez. Bu mesele İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir.
İmam Muhammed'e göre, beşinci rekatın secdesinden baş kaldırılınca,
namaz tamamen batıl olmuş olur.
342- Dört rekatlı, bir farz namazın son oturuşunda selam
vermeden yanılarak ayağa kalkılsa, hemen oturuşa dönülüp selam verilir ve
sehiv secdesi yapılır. Fakat beşinci rekat için secdeye varılmış olunca,
buna bir rekat daha ilave edilir. Bu durumda önceki dört rekat ile farz
tamamlanmış olur; Diğer iki rekat da nafile sayılır, İstihsan olarak da
sehiv secdeleri yapılır.
Akşam namazında ikinci oturuştan sonra bir dördüncü
rekata, sabah namazında da oturuştan sonra bir üçüncü rekata kalkılması
da bu hükümdedir. Onun için bunlara eklenen ikişer rekat da, nafile olmuş
olur. Bu hareketler kasıdlı olarak yapılmadığı için mekruh sayılmaz.
Tercih edilen görüş budur.
343- Dört veya üç rekatlı farz ve vitir namazlarında
birinci oturuştan sonra yanılarak: "Allahümme Salli ala Muhammedin ve
ala ali Muhammed" denilmesi, İmamı Azam'dan bir rivayete göre de, bu teşehhüdden
sonra bir harf bile ziyade edilmesi sehiv secdelerini gerektirir. Fakat son duruşlarda
teşehhüdden sonra Kur'an okunması, dua edilmesi ise sehiv secdelerini
gerektirmez. Çünkü bu oturuş dua ve hamd yeridir. Kur'an ise hem duayı hem
de hamdi kendisinde toplar.
Namazda zikirlerin, duaların ve teşehhüdün (Tahiyyat'ın)
aşikare okunması da sehiv secdelerini gerektirmez.
344- Farz namazların son üçüncü ve dördüncü rekatlarında
kasden susarak Fatiha veya diğer bir süre okunmaması bir hatadır; fakat
sehiv secdelerini gerektirmez. Yanılarak sükuti edilip Fatiha veya başka bir
süre okunmaması sehiv secdelerini gerektirir. İmam Ebû Yusuf'a göre, her
iki halde de sehiv secdelerini yapmak gerekir.
345- Namaz içinde bir rükün yerine getirilecek kadar düşünceye
dalınsa başlangıç (iftitah) tekbirini aldım mı, almadım mı diye o kadar
düşünülse de sonra tekbir alındığı hatırlansa, veya alınmamış olması
sanılarak tekrar bir tekbir daha alınsa, sehiv secdesi gerekir.
Yine: Üç rekat mı, dört rekat mı kıldığında şübhelenip
durulsa, veya Fatiha okunduktan sonra hangi surenin okunacağı üzerinde düşünülse,
yine sehiv secdeleri gerekir. Çünkü bu durumlarda vacib geciktirilmiş olur.
Bir rüknü veya bir vacibi yerine getirirken meydana gelecek
bir dalgınlık ve bir düşünce ise, sehiv secdelerini gerektirmez. Tam bir
kalb huzuru ile namaz kılmak, öyle herkese nasib olacak bir fazilet değildir.
346- Bir kimse, kıldığı bir namazın rekatlarında şübhelense
bakılır: Eğe bu şübhe kendisine ömründe ilk kez olmuşsa, o namazı
yeniden kılar. Fakat birkaç defa olmuşsa araştırır ve kanaatine göre hüküm
verir. Namazı yeniden kılması icab etmez. Araştırmada kalbin şahidliği
yeterlidir.
Örnek: Sabah namazını kılarken bir rekat mı kıldım,
iki rekat mı? diye şübhelenip de bir rekat kılmış olduğuna kalben hüküm
verse, ihtiyaten buna bir rekat daha ilave eder. Bu husustaki tereddütlerinden
dolayı da sehiv secdeleri yapar. Aksine olarak iki rekat kılmış olduğuna hüküm
verdiği takdirde oturur. Teşehhüdden ve selamdan sonra sehiv secdelerini
yapar. Hiç birine karar veremediği takdirde de, az olanı esas alır, çünkü
az olanda kesinlik vardır. Bu durumda bir rekat daha kılar; ancak bu takdirde
şübhelendiği rekatin sonunda oturur. Ondan sonra kalkıp o bir rekatı kılar.
Çünkü önce iki rekat kılmış olması ihtimali vardır. Bu takdirde de
namazın sonunda sehiv secdelerini yapar.
347- Dört rekatlı bir namaza başlamış olan kimse, kıldığı
rekatın birinci rekat mı, ikinci rekat mı? olduğunda şübhe edip bir tarafı
seçemezse, kendisini bir rekat kılmış sayar ve her bir rekatın sonunda
ihtiyat olarak bir kere teşehhüd mikdarı oturur; bu şekilde dört defa kade
yapılmış olur. Çünkü birinci sayılan rekatın ikinci ve üçüncü sayılan
rekatın dördüncü rekat olması ihtimali vardır.
348- Bir kimse kıldığı rekatın ikinci rekat mı, üçüncü
rekat mı? olduğundan şübhelense, sahih olan görüşü göre, bu rekatın
sonunda oturmaz. Bir tarafı tercih edemezse, bunu ikinci rekat sayar. Geri
kalan rekatları da tamamlar. Akşam namazı ile vitir namazı bu hükmün dışındadır.
Bu şübhelenme bu namazlardan birinde olsa, oturmak gerekir. Çünkü şübhelenilen
rekatın üçüncü rekat olması muhtemeldir. Bu halde teşehhüdden sonra bir
rekat daha ilave edilir. Çünkü şübhelenilen rekatın ikinci rekat olması
da mümkündür. Bunların sonunda da sehiv secdeleri yapılır.
349- Dört rekatlı namazlarda, kılınan rekatın dördüncü
rekat mı, beşinci rekat mı olduğunda ve sabah namazında kılınan rekatın
ikinci rekat mı, üçüncü rekat mı olduğunda, akşam ile vitir namazlarında
da kılınan rekatın üçüncü rekat mı, dördüncü rekat mı, olduğunda şübheye
düşülse, sonunda oturulur ve teşehhüdden sonra kalkılıp bir rekat daha kılınır.
Çünkü bu rekatların üçüncü, dördüncü veya beşinci rekat olması
muhtemeldir. O halde ilave edilen birer rekat ile fazla olan mikdar nafile olmuş
olur. Sonunda da sehiv secdeleri yapılır. Bu şübhe, kıyam veya rükü veya
rükudan kıyama geçiş halinde olduğuna göredir.
İlk secde yapıldıktan sonra şübhelenme olursa, ittifakla
namaz batıl olur. Çünkü şübhe edilen rekatın ziyade olup son oturuşun
terk edilmiş bulunması muhtemeldir. İlk secde halinde şübhe olursa, yalnız
İmam Muhammed'e göre, namaz batıl olmaz.
350- Namazda Fatiha'dan önce başka bir sure bir harf olarak
dahi yanılarak okunsa, iade edilerek önce Fatiha, sonra da o sure okunur.
Namazın sonunda da sehiv secdeleri yapılır. Bu sırada işinde yapılan
noksan rüku halinde bile hatırlansa, kıyama dönülerek iadesi gerekir. Böyle
bir yanılma çok olmaz. Onun için bunun az mikdarı da bağışlanamaz. Fakat
bir namazda okunan bir surenin altında bulunan sure okunmak istenirken üstündeki
sure okunsa, bundan dolayı sehiv secdeleri gerekmez.
351- Bir kimse namazda, Fatiha okuyup okumadığında şübhe
etse, bakılır: Eğer henüz başka sure okumamış ise, Fatiha'yı okur. Fakat
başka sure okumuş ise, artık Fatiha'yı okumaz. Çünkü surenin Fatiha'dan
sonra okunması meydandadır. Bununla beraber namaz kılanın bir görüşü
varsa ona göre hareket eder.
352- Bir kimse, ilk rekatlerde birer sure okuyup da Fatiha'yı
okumamış bulunduğunu secdeye vardıktan sonra hatırlarsa, son rekatlerde
Fatiha'yı iade etmez. Çünkü son rekatlarda zaten Fatiha okunacaktır. Bir
rekatte iki Fatiha okunması ise meşru değildir. Yalnız Hasan İbni Zeyyad'a
göre, son rekatlarda Fatiha kaza edilir.
353- Dört veya üç rekatlı farz namazların ilk iki
rekatinde Fatiha'dan sonra birer sure veya bir mikdar ayet eklenmemiş olsa, bu
sure veya ayetler üçüncü ve dördüncü rekatlarda Fatiha'dan sonra ilave
edilirse bu namaz cemaatle kılınan bir akşam veya yatsı namazı ise, üçüncü
ve dördüncü rekatlarda hem Fatiha, hem de ilave edilecek sure aşikare olarak
okunur. Çünkü bir kıyamda olan kıraat birdir; bunun bir kısmı gizli
olarak, bir kısmı da aşikare olarak okunamaz. Yalnız surenin aşikare
okunacağını söyleyenler de vardır. İmam Ebû Yusuf'a göre, ikisi de
gizlice okunur. Çünkü son rekatlarda gizlice okumak sünnettir. İmam Ebû
Yusuf'dan diğer bir rivayete göre de, artık son rekatlarda bu süre okunmaz.
Çünkü bunun yeri geçmiştir. Bununla beraber her halde de sehiv secdeleri
yapılır.
354- İmamın yanılması, kendi hakkında asaleten ve cemaat
hakkında da uymuş olma bakımından sehiv secdelerini gerektirir. Fakat imama
uyan cemaatten birinin yanılması ile ne kendisine ne de imama sehiv secdesi
yapmak gerekmez.
355- Sehiv secdelerini yapmakta olan bir imama uymak
sahihtir. Gerek sehiv secdelerinin herhangi birinde ve gerek teşehhüdünde
olsun eşittir. Sehiv secdelerinin ikincisinde imama uyan kimseye birinci
secdeyi ve teşehhüdünde uyana her iki secdeyi kaza etmek gerekmez.
356- Mesbuk, imamla beraber sehiv secdelerini yapar, imamın
yanılması, mesbukun imama uymasından önce de olsa hüküm aynıdır. Çünkü
mesbuk imama bağlıdır.
İmam teşehhüdde iken daha selam vermeden önce mesbuk
kalkarak kıraat veya rüküda bulunduktan sonra, imam selam verip sehiv
secdelerine varacak olsa, mesbuk da hemen bu secdelere uyar ve evvelce yaptığı
kıraatla rüküu aradan çıkar, bunları sonradan kalkıp tekrar yerine
getirir. Bununla beraber mesbuk bu secdelerde imama uymasa namazı bozulmaz.
Namazı bitirince bu sehiv secdelerini kendi başına yapar.
Yine mesbuk secdeye vardıktan sonra, imam sehiv secdelerini
yapacak olsa, imamına uymaz, namazını bitirir ve sonra sehiv secdelerini
yapar. Eğer bu durumda imama uyacak olursa, namazı bozulur.
357- İmam selam verdikten sonra, noksan kalan rekatlarını
tamamlamak için ayağa kalkan bir mesbuk, bu rekatlarda yanılmış olursa,
sehiv secdelerini yapması gerekir. Önceden imamla beraber sehiv secdeleri yapmış
olsa bile bu hüküm değişmez. Çünkü mesbuk, noksan kalan rekatları
tamamlarken tek başına namaz kılan gibidir.
358- Mesbuk imamla beraber yanılarak selam verse ona sehiv
secdeleri yapmak gerekmez. Fakat imamın selamından sonra selam verecek olsa,
sehiv secdesini gerektirir. Çünkü birinci halde henüz muktedi, ikinci halde
ise, münferid (yalnız başına namaz kılan) olmuştur. Muktediye, kendi yanılmasından
dolayı sehiv secdesi lazım gelmez.
359- Bir namazda yanılmaların birkaç tane olması ile
sehiv secdelerinin o kadar yapılması gerekmez. Bir defa bunlar için sehiv
secdelerini yapmak yeterlidir. Onun için bir kimse, bir namaz içinde iki ve
üç defa yanılsa, bunlar için namazın sonunda yalnız bir defa sehiv
secdelerini yapmak kafidir. Sehiv secdelerindeki bir yanılma da başka sehiv
secdelerini gerektirmez.
360- Sehiv secdeleri kasden veya yanılarak terk edilse,
namaza aykırı bir hal olmadıkça, yine bunlar yapılır. Fakat teşehhüdden
sonra gülmek, konuşmak gibi, namaza aykırı bir durum meydana gelirse veya
kerahet vakti girerse, sehiv secdeleri düşer. Sabah namazında selamın arkasından
güneşin doğması veya ikindi namazında yine selamdan sonra güneşin
(sarararak kamaştırıcılığının) değişmesi gibi...
361- Bir imam, sehiv secdesini terk edecek olsa, cemaat da
terk eder. Cuma ve bayram namazlarında da, fazla kalabalıktan dolayı bir karışıklığa
meydan vermemek için bu sehiv secdeleri terk edilir.
362- Sehiv secdesindeki iki secde ile Tahiyyat ve selam
vacibdir. Tahiyyattan sonra Salavat ve dua okunması, bu secdelerdeki tekbirler,
secde halindeki tesbihler ve iki secde arasındaki oturuş sünnettir.
363- Bir kimse, namazını tam olarak kıldığını
kesinlikle bildiği halde, sözüne inanılır bir adam ona eksik kıldığını
haber verse, bunun sözünü kabul etmez. Fakat iki güvenilir adamın haber
vermesine uyulur. Çünkü böyle bir haber, (iki kişinin şehadeti ile doğruluğu
gerçekleşen) bir haldir. Böyle bir haber çok yerlerde geçerli ve bağlayıcıdır.
İmam ve cemaat ihtilaf ettikleri takdirde, imamın bilgisi varsa, cemaatın sözü
ile hareket etmez, kesinliği yoksa cemaatın sözünü kabul eder.
Tilavet
Secdesi ile ilgili Meseleler
364- Kur'an-ı Kerim'in surelerinde ondört secde ayeti vardır
ki, bunlardan birini okuyan veya işiten her mükellef için bir secde gerekir.
Şöyle ki:
Tilavet secdesi niyeti ile, eller kaldırılmaksızın "Allahü
Ekber" denilerek secdeye varılır. Üç kere "Sübhane Rabbiye'l-ala"
veya bir kere: "Sübhane Rabbena in kâne vadü Rabbina lemef'ulâ"
denilir. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek kalkılır.
365- Tilavet secdesinin rüknü, yüce Allah'a saygı ve
tevazu gösterip secdeden kaçınanlara aykırı davranmak için alnı yere
koymaktır. Fakat namaz için rükû ve hasta olan için ima da aynı maksadı
yerine getirdiğinden tilavet secdesi yerine geçer. Bunlar aşağıda açıklanacaktır.
366- Tilavet secdesine ayaktan yere inilmesi ve bu secdeden
baş kaldırırken ayağa kadar kalkılması ve böyle kalkarken: "Gufraneke
Rabbena ve ileyke'l-masîr" denilmesi müstahabdır. Bu secdeye gidilirken
veya bundan kalkılırken alınan tekbirlerde müstahabdır. Asıl secde ise,
vacibdir.
(Üç İmama göre, Tilavet Secdesi sünnettir.)
367- Tilavet secdesini yapacak kimsenin abdestsizlikten ve
pisliklerden temiz, avret yerlerinin örtülü ve kıbleye yönelik bulunması
şarttır.
368- Tilavet secdesi, secde ayetini okuyan bir mükellef için
vacib olduğu gibi, bunu dinleyen bir mükellef için de vacibdir. İster
dinlemeyi kasdetmiş olsun, ister olmasın, bu secdeyi yapar ve bu secdeyi
yapmakla sevaba erer. Yapmayan da vacibi terk ettiğinden günaha girer.
369- Mümeyyiz bir çocuğun (henüz büluğ çağına
ermeyen yetişkin bir çocuğun), cünübün, hayız veya nifas halinde olan kadının,
bir sarhoşun veya müslüman olmayan birinin okuyacağı bir secde ayetini işiten
her mükellefe de tilavet secdesi vacib olur. Çünkü bunların bu okuyuşları,
sahih bir okuyuştur. Müslüman olan bir cünüb veya sarhoş da, okuyacağı
veya işiteceği bir secde ayetinden dolayı secde ile mükellef olur. Bunlar
temizlendiği ve akılları başlarına geldiği zaman bu secdeyi yapmaları
gerekir. Fakat hayız ve nifas halinde bulunan bir kadının ne okuyacağı, ne
de işiteceği bir secde ayetinden dolayı ona tilavet secdesi gerekmez. Çünkü
bunlar bu halde namaz ile mükellef değillerdir.
370- Uyuyanın ve deli olanın okuyacakları secde ayetindcn
dolayı işitenlere, sahih olan görüşe göre tilavet secdesi gerekmez.
Kendileri de bu secde ile mükellef olmazlar. Çünkü bunların okumaları ve işitmeleri
bir niyete ve tayine bağlı değildir. Fakat sahih kabul edilen diğer bir görüşe
göre, uyku halinde secde ayetini okuyana, sonradan secde ayeti okuduğu haber
verilince, ona tilavet secdesi vacib olur. İhtiyat olan da budur.
371- Öğretilen kuşlardan veya ses yansımasından veya
sesleri ileten fonograf ve teyp gibi cihazlardan işitilen bir secde ayetinden
dolayı tilavet secdesi vacib olmaz. Fakat sahih görülen diğer bir görüşe
göre, kuşlardan işitilen secde ayetinden dolayı tilavet secdesi gerekir.
Çünkü işitilen Allah kelamıdır. İhtiyata uygun olan da budur.
Radyoya, gelince, bu sesi yansıtmaktan ziyade nakil sayılmaktadır.
Kasde bağlı olarak okunan şeylerin hemen aynını nakletmektedir. Bundan işitilen
sesler, ses yansıması gibi, sade bir benzeyişten ibaret değildir. Bunun için
radyo aracılığı ile işitilen bir secde ayetinden dolayı secde edilmesi
vacib olsa gerektir. Vacib olmasa bile, secde edilmesinde bir sakınca olmadığından
her halde secde edilmesi ihtiyata uygundur ve Kur'an-ı Kerime bir saygı ve hürmeti
gösterir.
(Şafiîlere göre, tilavetin meşru ve kasde bağlı olması
şarttır. Bunun için cünübün okumasından dolayı veya rükû halinde
Kur'an okumak meşru olmadığı için burada Tilavet secdesini gerektiren ayeti
okumakla ne okuyana, ne de dinleyene tilavet secdesi sünnet olmaz. Yine yanılarak
meydana gelen veya öğretilmiş kuşlardan veya bir aletten işitilen bir
tilavetten dolayı da, niyete bağlı olmadığı için, secde edilmesi sünnet
değildir.)
372- Tilavet secdesi ayetinin hecelenerek okunması ile veya
yalnız yazılması ile veya telaffuz edilmeksizin yalnız yazısına bakmakla
tilavet secdesi gerekmez. Çünkü bu hallerde okuyuş yoktur.
373- Bir secde ayetinin secdeyi gösteren ile, bunun
evvelinden veya sonundan bir kelime daha eklenip beraberce okunsa veya dinlenmiş
olsa, sahih olan görüşe göre secde gerekir. Diğer bir görüşe göre,
secde ayetinin çoğu okunmadıkça secde vacib olmaz.
374- Secde ayetini işitmeyen bir mükellefe tilavet secdesi
vacib olmaz. Ayet, bulunduğu mecliste okunmuş olsa bile hüküm aynıdır.
375- Bir secde ayeti olduğu gibi Arabça okunursa, her işiten
mükellefe bunun secde ayeti olduğu bildirilince, secde etmesi ittifakla
vacibdir. Fakat bir secde ayetinin Farsça olan tercümesi okunacak olsa, bunu işittiği
halde anlamayan kimseye sadece bildirmekle tilavet secdesi vacib olmaz. Bu hüküm
iki İmama göredir. İmamı Azam'a, göre, bunun bir secde ayeti tercümesi
olduğu haber verilirse, tilavet secdesi vacib olur. İmamı Azam'ın bu
meselede iki İmamın görüşüne döndüğü rivayet ediliyor. İtimat da
bunun üzerinedir. Fakat bu secde ayetinin tercümesini okuyana secde etmesi
ittifakla ihtiyat yönünden vacib olur. Bunu anlasın, anlamasın fark etmez.
376- Bir secde ayeti gerçekten veya hüküm bakımından bir
sayılan bir mecliste tekrarlanarak okunsa, bir defa secde edilmesi yetişir.
Fakat başka başka secde ayetleri okunursa veya meclis hakikaten veya hükmen
değişirse, her okunan ayet için başka bir secde gerekir.
Bir mescid gibi muayyen bir yerde iki defa okunan bir secde
ayetinin meclisi gerçekten bir bulunmuş olur. Gelenek bakımından bir mekan
sayılan yerlerin cüzleri arasında beraberlik de hüküm bakımından bir
birliktir. Meclisin gerçekte değişmesi de, bir odadan diğer bir odaya geçmiş
olmak, gibidir. Hüküm bakımından değişiklik ise, mescid veya bir oda gibi
bir yerde secde ayeti okunduktan sonra orada başka bir işe başlamakla meydana
gelir. Secde ayeti okunduktan sonra, üç kelime kadar konuşulması veya üç
adım kadar yürünülmesi veya bir şeyden üç lokma yenilmesi veya bir sudan
üç yudum içilmesi gibi...
Meclisin değişikliği, okuyucuya göre, kendisinin meclisi
değiştirmesiyle, dinleyiciye göre de, onun meclisi değiştirmesiyle meydana
gelir. Doğru olan budur. Bunun için bir meclis, bir şahsa göre bir sayıldığı
halde, diğer bir şahsa göre değişmiş olabilir.
377- Tilavet secdesi hususunda gemi, bir oda gibidir. Yürümekte
olan araba veya bir hayvan üzerinde bulunuluyorsa, meclis daima değişmiş sayılır.
Bunun için araba veya hayvan üzerinde namaz halinde olmaksızın tekrarlanacak
bir secde ayetinden dolayı tekrar sayısınca tilavet secdesi vacib olur.
378- Tilavet secdesi yapmak için, okuyanın öne geçirilmesi,
dinleyenlerinde onun arkasında saf tutmaları ve ondan önce secdeye varmayıp
secdeden de kalkmamaları müstahabdır. Buna aykırı olarak bulundukları
yerlerde secdeye varmaları ve secdeden daha önce kalkmaları da mekruh değildir.
Çünkü bunların hepsi tek başına secde etmekle sorumludur.
379- Tilavet secdesi için niyet etmek şarttır; fakat tayin
şart değildir. Bu bakımdan birkaç secde ayetini okumuş veya dinlemiş olan
bir kimse, bunların sayısınca tilavet secdesi niyeti ile secde eder, fakat
hangi secdenin hangi secde ayetine ait olduğunu belirlemez. Bu tilavet
secdesine namaz içinde yalnız kalb ile niyet edilir. Namaz dışında ise dil
ile de niyet edilmesi sünnettir.
380- Vacib olan tilavet secdesini hemen yerine getirmek
zorunluğu yoktur. Secde ayeti okunur okunmaz hemen secde edilmesi gerekmez. Bu
secde uzun bir zaman sonra da yapılabilir. Yine eda olur, kaza sayılmaz. Kabul
edilen hüküm budur. Bununla beraber, bir zaruret olmadıkça geciktirilmesi
tenzihen mekruhtur. Namaz içinde ise, hemen yapılması vacibtir; çünkü bu,
artık namazdan bir cüz olmuştur. Namaz dışında kaza edilemez. Bunu, secde
ayeti okunduktan sonra üç ayetten sonraya bırakmamak gerekir. Bu mesele, aşağıdaki
meselelerden açıklığa kavuşacaktır. İmam Ebû Yusuf'a göre,
tilavet secdesi namazın dışında da hemen yapılması vacibdir.
381- Secde ayeti okununca, hemen secde edilmesi mümkün
olmadığı zaman okuyan ve dinleyenlerin: "Semi'nâ ve eta'nâ ğufraneke
Rabbena ve ileyke'l-masîr" demeleri müstahabdır.
382- Namazda kıyam halinde secde ayeti okununca, bakılır:
Eğer bundan sonra üç ayetten çok okunmazsa, yapılacak rükû veya secde ile
bu tilavet secdesi de yerine getirilmiş olur. Gerek buna niyet edilmiş olsun
ve gerek olmasın. Fakat tercih edilen görüşe göre, rükû ile olabilmesi için
tilavet secdesine niyet etmek lazımdır. Fakat üç ayetten çok okunacaksa, bu
secde ayetinden dolayı hemen sadece onun için rükû veya secde edilmesi
gerekir. Secde yapılması daha faziletlidir. Namazın rükû ve secdesi ile bu
secde yapılmış olmaz. Yalnız üç ayet okunacağı zaman ihtilaf vardır.
Tercih edilen görüşe göre, bu secdenin hemen yapılma hükmü kalkmaz, namazın
rükû ve secdesi ile bu tilavet secdesi yapılmış olur.
383- Secde ayetini namaz içinde okuyan kimse, dilerse
okuyacağı ayetlerin sayısına bakmaksızın hemen "Allahü Ekber"
diye tilavet secdesine varır. Tilavet secdesi niyeti ile yalnız rükûa varması
da yeterlidir. Ondan sonra tekrar ayağa kalkar ve birkaç ayet daha okur. Ondan
sonra namazın rükû ve secdelerini yapar, namazına devam eder. Eğer bir
sureyi bitirmiş ise, diğer bir sureden birkaç ayet okur; çünkü tilavet
secdesinden kalkar kalkmaz böyle birkaç ayet okumadan namazın rükû ve
secdesine gidilmesi mekruhtur.
Namazın dışında ise, yalnız rükûda bulunarak tilavet
secdesi yapılmış olmaz. Çünkü tilavet secdesi bir tazim ifadesidir, bir
emri yerine getirmenin alametidir. Bunlar, namaz içinde rükû ile yerine
getirilmiş olursa da, namaz dışında rükû ile yapılmış olamazlar.
384- Cemaatle namaz kılındığı zaman, imam olan zat,
yukardaki meselede açıklandığı gibi, öyle rükû ile tilavet secdesine
niyet etmemelidir. Çünkü cemaat bunun farkına varamayacaklarından, böyle
bir niyette bulunmamış olurlar. Bu takdirde de tilavet secdesi onlardan düşmez.
Bu durumda imamın selamından sonra cemaatın tilavet secdesi yaparak ondan
sonra tekrar teşehhüdde bulunmaları gerekir ki, bunu da herkes yapamaz.
385- Secde ayeti bir namazda tekrarlansa, sahih olan görüşe
göre, yalnız bir tilavet secdesi gerekir. Bu tekrarlanma ister bir rekatta ve
ister başka başka rekatlarda olsun fark etmez. Çünkü meclis birdir.
Bu mesele İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre,
başka başka rekatlarda tekrarlansa, tilavet secdesi de tekrarlanır, meclis değişmiş
sayılır.
386- İmam secde ayetini okuyup secdeye varmakla cemaat, imamın
rükû ve secdeye vardığını sanarak rükû ve secdeye varsalar, bununla
namazları bozulmaz; fakat bir secde daha yapsalar bozulur.
387- İmamın cuma ve bayram namazlarında ve emsali cemaatın
kalabalık olduğu namazlarda ve gizlice kıraat yapılacak namazlarda secde
ayetinin okunması mekruhtur. Çünkü cemaatın şaşırmasına sebebiyet
verilebilir. Ancak secde ayeti okunan surenin sonuna raslamış olursa kerahet
olmaz. O zaman namazın secdeleri ile tilavet secdesi eda edilmiş ve engel
kalkmış olur. Bu durumda imama uygun düşen, bu namazın rükû ile tilavet
secdesine niyet etmemektir.Ta ki, bu vecibe namazın secdeleri ile bütün
cemaat tarafından da yerine getirilmiş olsun.
388- Mesbuk ayağa kalktıktan sonra imam tilavet secdesini
hatırlayarak yapacak olsa, bakılır: Eğer mesbuk henüz secdeye varmamış
ise, tilavet secdesi için imama uyar, secdeye varır. Ondan sonra ayağa
kalkarak kalan namazını tamamlar. Eğer imama uymazsa, namazı bozulur. Fakat
secdeye varmış ise, artık imama uymaz. Eğer uyarsa, namazı bozulur.
389- Misafire uyan bir mukîm, misafirin yapacağı tilavet
secdesine iştirak eder. Sonra kalkıp namazını tamamlar. Eğer kendi başına
kılacağı rekatlarda da bir secde ayeti okuyacak olursa, bundan dolayı da ayrıca
secde etmesi gerekir.
390- Bir kimse namaz kılarken rükû, secde veya kade (oturuş)
halinde veya imama uymuş olduğu halde onun arkasında secde ayetini okusa, ne
kendisine, ne imama ve ne de bu imama uyan diğer cemaata tilavet secdesi vacib
olmaz. Çünkü namaz kılanlar, bu halde Kur'an okumaktan menedilmişlerdir.
Bunların okuyuşu hükümsüzdür. Fakat bu okuyuşu dışardan duyanlara
tilavet secdesi gerekir. Bunlar gerek başka bir namazda tek başına veya
topluca bulunmuş olsunlar ve gerek olmasınlar. Çünkü bunlar o yasaklılık
ve engel dışında kalmış olurlar.
391- Namaz içinde okunan secde ayetinden dolayı, namazı
bitirdikten sonra secde edilemez. Çünkü bu secde, yukarıda da işaret olunduğu
üzere namazın bir cüz'ü olmuştur, artık ondan ayrılamaz. Fakat namazda
bulunan kimse, namazda bulunmayan bir kimsenin okuduğu secde ayetini işitecek
olsa, namazını kıldıktan sonra secde eder. Daha namazda iken secde etmesi
yeterli olmaz. Bununla beraber secde etse, bununla namazı bozulmaz.
Nitekim namazda okunan bir secde ayetini, dışardan işiten
bir mükellef için de, namaz dışında secde etmek gerekir. Şu kadar var ki,
bu mükellef, o secde ayetini okuyan kişiye uyar, onunla beraber bu secdeyi
yaparsa, bu görevi yapmış olur. Eğer o secde yapıldıktan sonra, o rekatta
uyarsa bu secdeyi o imamla beraber hükmen yapmış sayılır. Artık ne namazın
içinde, ne de dışında tilavet secdesi yapması gerekmez.
392- Hasta iken veya bir arabaya veya bir hayvana binmiş
iken secde ayetini okuyan veya dinleyen bir mükellefin işaret sureti (ima) ile
tilavet secdesi yapması caizdir. Fakat bir mükellefin binici olmadığı
halde, okuduğu veya dinlediği bir secde ayetinden dolayı bir özrü bulunmadıkça,
binici olduğu halde işaret (ima) ile secde etmesi caiz olmaz.
393- Secde ayetini, hazır olanlar secde için hazırlıklı
iseler aşikare olarak, hazırlıklı değillerse gizli okumak müstahabdır.
Bunda cemaata karşı bir şefkat vardır.
394- Bir süre okunup da, içindeki secde ayetinin bırakılması
mekruhtur. Çünkü bu, secdeden bir nevi kaçırmak demektir. Yalnız secde
ayetinin okunup da suredeki diğer ayetlerin okunmamasında ise, kerahet yoktur.
Fakat müstahab olan, fazilet ve tercih kuruntusunu kaldırmak için, secde
ayeti ile beraber bir veya birkaç ayetin de okunmasıdır.
395- On dört secde ayetini bir mecliste okuyup her biri için
okudukça ayrı bir secde yapan ve hepsini okuduktan sonra umumuna birden ondört
secdede bulunan zatın dünya ve ahiret işlerinde kendisine üzüntü ve keder
verecek hususta, Yüce Allah'ın onu koruyacağı rivayet olunmuştur.
396- Namazı bozan şeyler, tilavet secdesini de bozar. Daha
tilavet secdesinden kalkmadan meydana gelen abdestsizlik ve konuşma veya
kahkaha ile gülme gibi... Ancak bu secdedeki kahkaha ile abdest bozulmuş olmaz
ve kadınların da erkeklerle aynı hizada bulunmaları bu secdeyi bozmaz.
Şükür
Secdesi
397- Şükür secdesi, bir nimetin kazanılmasından veya bir
felâket ve musibetin kalkmasından ve bunların benzeri işlerden dolayı kıbleye
yönelerek tekbir alıp secdeye varmak, hamd ile tesbihde bulunup şükrettikten
sonra, yine tekbir ile secdeden kalkmaktır. Bu da tilâvet secdesi gibidir. Şükür
secdesi müstahabdır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile
ashabın ileri gelenlerinden çokları şükür secdesi yapmışlardır.
Peygamber Efendimiz, Ebu Cehil'in başını kesilmiş görünce, beş defa şükür
secdesine varmışlardı.
398- Bir nimetin yüz göstermesi ve bir musibetin kalkması
gibi bir sebeb olmaksızın yapılacak şükür secdeleri ne bir sünnettir, ne
de mekruhtur. Fakat namaz bittikten sonra bu şekilde secde yapılması
mekruhtur. Çünkü bunu da, namazın vaciblerinden veya sünnetlerinden sanacak
kimseler bulunabilir. Böyle bir inanca sebebiyet verecek her mubah şey
kerahetten uzak kalmaz.
Korku
Namazına Ait Bilgi
399- Korku namazı, İmam Azam ile İmam Muhammed'e göre,
bugün de caizdir. İmam Ebû Yusuf'a göre, bu namaz Peygamber Efendimizin
devrine ait idi.
Korku namazından maksad, düşman saldırısı, sel ve yangın
felâketi veya büyük bir canavar gibi tehlikeler karşısında bulunan İslâm
cemaatının, kendilerini idare eden bir idareciyi veya diğer muhterem bir zatı
imam edinerek onun arkasında farz bir namazı nöbetleşe kılmalarıdır.
Şöyle ki: Bu cemaattan bir kısmı düşman karşısında
durur. Bir kısmı da gelip imama uyar. İki rekâtlı bir namazın ilk rekâtını,
üç veya dört rekâtlı bir namazın da ilk iki rekâtını imamla beraber kılar.
İkinci secdeden veya birinci oturuşta teşehhüdden sonra düşman karşısına
gider. Öteki kısım gelerek imama uyar ve onunla beraber geri kalan rekâtleri
kılar. Sonra tekrar düşman karşısına gider. İmam kendi başına selâm
verir, namazdan çıkar. Birinci kısım döner gelir, namazı kıraatsız
olarak tamamlar, selâm verir ve düşmana döner. Çünkü bu kısım lâhik
olmuştur. Sonra ikinci kısım gelir ve namazını kıraatla tamamlar. Sonra
tekrar düşman karşısına döner. Bunlar da mesbuk olmuşlardır. Bununla
beraber her iki kısım da, bulundukları yerlerde namazlarını
tamamlayabilirler.
400- Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Zatü'r-Rika',
Batn-ı Nahl, Usfan ve Zikared olaylarında korku namazını kılmıştır.
Sonra ashab-ı kiram da, Mecûsilerle yaptıkları savaşlarda böyle korku
namazı kılmışlardır. Bir cemaatın böyle namaz kılması, faziletli bir
imama uymak istemelerindeki aşırı istekleri sebebiyledir. Böyle bir durum
yoksa, bir kısım kimselerin başka imam arkasında güven halinde olduğu gibi
kılmaları daha faziletlidir.
401- Korku namazının bozulmaması için, imama uyanların
namaz arasında da savaş yapmamaları, yer değiştirmemeleri, gidiş gelişlerde
hayvana binmemeleri, daha doğrusu namaza aykırı başka bir harekette
bulunmamaları gerekir. Değilse imam ile kıldıkları namaz bozulur, namazlarını
yeniden kılmaları gerekir.
402- Korkunç bir savaş ve benzeri hallerde bir İslâm
topluluğunun korkulan çoğalır da, binmiş oldukları hayvanlardan yere
inemezlerse, herkes hayvan ürerinde gücü yettiği tarafa yönelerek imâ (işaret)
ile namazını kılar Bu da mümkün olmazsa, namazlarını sonraya bırakırlar.
Hendek savaşında birkaç vakit namaz bu şekilde kazaya bırakılmıştı.
Nafile
Namazlar
403- Beş vakitte kılınan, namazların sünnetlerinden başka
birtakım nafile namazlar daha vardır ki, bunlara Tatavvu (Nafile) namazı
denir. Bunlar müstahab ve mendub namazlardır. Bunlar, Yüce Allah'a manevî yönden
yakınlığa sebeb olurlar. Her birini kendine has birtakım fazilet ve sevabları
vardır. Nafile namazların başlıcaları şunlardır:
1) Tahiyyetü'l-Mescid: Bu, bir
müstahab namazdır. Şöyle ki: Bir mescide sadece ziyaret için veya öğretmek
ve öğrenmek gibi bir maksad için giren kimse, orada nafile olarak iki rekât
namaz kılar. Bir mescide bir günde birkaç defa bu şekilde girilse, bir defasında
böyle namaz kılınması yeterlidir. Bununla, Allah'a ibadet edilen bir yere
gereken saygı yerine getirilmiş olur.
Tahiyyetü'l-Mescid, bir mescid veya camiye girilince, daha
oturmadan kılınmalıdır. Faziletli olan budur. Oturulduktan sonra da kılınabilir.
Bir mescide girip de, meşguliyetinden veya vaktin keraheti gibi bir sebebden
dolayı Tahiyyatü'l-Mescid namazını kılamayacak olan bir müslümanın:
"Sübhanellahi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber"
demesi de müstahab görülmüştür.
Bir mescide, herhangi bir namazı kılmak için veya farzı kılmak
ve imama uymak niyeti ile girmek de, Tahiyyetü'l-Mescid yerine geçer.
2) Abdest veya gusülden sonra namaz:
Şöyle ki: Abdest veya gusül alındıktan sonra vakit varsa, daha yaşlık
kuruyacak kadar bir zaman geçmeden iki rekât namaz kılınması mendubdur. Bu,
abdest veya gusül nimetine kavuşmanın bir şükür ifadesidir. Böyle bir
temizliğe kavuşmak için manen temiz bir inanca, maddeten de temiz bir suya
sahib olmak, hem de özürlerden beri bulunmak ve beden sağlığına kavuşmuş
olmak lâzımdır. Artık bu şartları toplayan bir insanın Yaratıcısına şükür
için iki rekât namaz kılması pek güzel olmaz mı? Bununla beraber abdest
veya gusül arkasından herhangi bir farz veya sünnet namazın kılınması ile
de bu şükran görevi yapılmış olur.
3) Duhâ (Kuşluk) Namazı: Şöyle
ki: Güneş doğup bir mikdar yükseldikten sonra, istiva zamanına kadar iki, dört,
sekiz veya on iki rekât namaz kılınır ki, bu mendubdur. Bu, Peygamber
Efendimizin mübarek işi ile sabittir. Bunun sekiz rekât kılınması daha
faziletlidir. Bunun en iyi vakti, gündüzün dörtte biri geçtikten sonradır.
4) Teheccüd Namazı: Yatsı
namazından sonra daha uyumadan veya bir mikdar uyuduktan sonra kılınacak
nafile namaza Salât-ı Leyl (Gece Namazı) denir. Bunun sevabı pek çoktur.
Bir mikdar uyuduktan sonra kalkılıp kılınırsa, "Teheccüd" adını
alır. Peygamber Efendimiz teheccüd namazına devam ederlerdi. Bu gece namazı
iki rekâttan sekiz rekâta kadardır. Her iki rekâtta bir selâm verilmesi
daha faziletlidir.
Bir hadîs-i şerîfde: "Her kim geceleyin uyanır,
hanımını da uyandırır, iki rekât namaz kılarlarsa, Yüce Allah'ı çok
zikreden erkekler ile kadınlardan yazılırlar" buyurulmuştur.
Yüce Allah'ı çok zikreden erkekler ile kadınlara, Yüce
Allah'ın büyük bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamış olduğu
şu âyet-i kerîme ile müjdelenmektedir: "Allah'ı çok zikreden
erkekler ve kadınlar için Allah büyük bir mağfiret ve mükâfat hazırlamıştır."
(Ahzab, 35)
Bir kimse adet haline getirdiği bir teheccüd namazını özür
olmaksızın terk etmemelidir. "Allah yanında amellerin en
sevimlisi, az bile olsa, devamlı olanıdır."
5) Regaib Gecesi Namazı: Şöyle ki: Receb
ayının ilk cuma gecesine "Leyle-i Regaib" denir. Bazı alimlerin açıklamasına
göre, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu gece pek çok ruhanî
ahval ve ikrama kavuşmuş olmakla Yüce Allah'a şükür için on iki rekât
namaz kılmıştır. Peygamber Efendimizin bu Regaib gecesinde ana rahmine düşmüş
olduğuna dair olan bir rivayet, uygun görülmemektedir. Çünkü bu gece ile
Hazret-i Peygamberimizin doğumu arasındaki zaman, bu hesaba aykırı düşmektedir.
Ancak Hazret-i Amine'nin, Peygamber efendimize hamile kaldığını bu gece
anlamış olması düşünülebilir. Sebeb ne olursa olsun, bu gece pek mübarek
bir gecedir. Zaten Regaib, istenilen, değeri çok olan, bağış, ihsan, ikram
ve nefis şeyler demektir ve "Rağibe" kelimesinin çoğuludur. Bu
geceyi ibadetle geçirmenin sevabı çok büyüktür. Fakat bu gecede kılınacak
namazın sünnet veya mendub olması hakkında kuvvetli bir delil bulunmamaktadır.
Bu gecede toplanıp cemaatla namaz kılınması bid'at sayılmaktadır. Zaten
teravihden başka hiç bir nafile namazın çağrışarak cemaatla kılınması
sünnet değildir, mekruh sayılır. Ancak bir yerde bulunan iki, üç kişinin
bu gibi namazları cemaatla kılmaları caiz görülmüştür.
6) Mi'raç Gecesi Namazı: Receb
ayının yirmi yedinci gecesine raslayan mübarek Mi'raç Gecesinde on iki rekât
nafile namaz kılınması iyi görülmüştür. Her rekâtında Fatiha ile başka
bir sûre okuyarak iki rekâtta bir selâm vermeli, sonra yüz defa "Sübhanallahi
velhamdü lillâhi ve lâ ilahe illallahu vallahu ekber" demeli.
Bundan sonra, yüz defa istiğfar ederek yüz defa da Salât ve Selâm okumalıdır.
Gündüzün de oruçlu bulunmalıdır. Bu durumda günahla
ilgili olmaksızın yapılacak her duanın kabulü, Allah'dan umulur.
7) Berat Gecesi Namazı: Şaban ayının
on beşine raslayan geceye Berat gecesi denir. Pek mübarek bir gecedir. Berat
gecesinde, yaratıkların bir sene içindeki rızıklarına, zengin veya fakir,
aziz veya zelil olacaklarına, diriltilip öldürüleceklerine ve ecellerine,
hacılarla ilgili işlerine dair Allah tarafından meleklere bilgi verileceği söylenmektedir.
Bu bakımdan berat gecesinde ibadet etmenin ve nafile namaz kılmanın çok
sevabı vardır. Fakat bu geceye ait sünnet bir namaz yoktur. Bu konudaki
rivayetler sağlam değildir.
Berat gecesinde kılınacak namaza Salâtü'l-Hayr (Hayır
Namazı) denilmiştir. Bu namaz birçok rivayete göre yüz rekâttır. Her rekâtta
Fatiha sûresinden sonra on defa İhlâs sûresi okunur.
Kadir Gecesi Namazı: Ramazan ayının
yirmi yedinci gecesine rasladığı kuvvetle tercih edilen gece Kadir Gecesidir,
pek mübarek bir gecedir.
Kur'ân-ı Kerîm, bu geceden başlayarak Peygamber
Efendimize inmiştir. Bu geceyi ibadetle geçirmenin sevabı çoktur. Bu gecenin
bir anı vardır ki, ona raslayan bir dua muhakkak kabul olunur. Bu şerefli
gecede, teravihden sonra bir müddet daha ibadette bulunulması, nafile namaz kılınması,
bu geceyi ibadetle geçirmek demektir.
Deniliyor ki, Kadir Gecesi namazının en azı iki rekât,
ortası yüz rekât ve en çoğu da bin rekâttır. Bu namaz iki rekât kılındığı
takdirde her rekâtinde iki yüz âyet okunmalı, yüz rekâta kadar kılındığı
zaman her rekâtinde Fatiha sûresinden sonra "Kadir Sûresi" ile üç
defa da İhlâs sûresi okunup her iki rekâtta bir selâm verilmelidir. "Allahümme
inneke afüvvün tühibbu'l-afve fa'fü annî = Allah'ım! Sen
affedicisin, bağışlamayı seversin; beni affet", duası da tekrarlanmalıdır.
Bu namazın bu şekilde kılınacağına dair rivayetler pek
kuvvetli değildir. Asıl maksad, bu geceyi mümkün olduğu kadar ibadetle geçirmektir.
Bu kutsal gecede elden geldiği kadar, diğer nafile namazlar gibi namazlar kılınabilir.
Bununla beraber ağır ve zor davranışlardan kaçınılması daha
faziletlidir.
9) Yolculuk Namazı: Bir müslüman
bir yola çıkacağı veya bir yoldan döndüğü zaman iki rekât namaz kılmalıdır.
Bu, mendubdur. Giderken evde, gelince mescidde kılmak daha faziletlidir.
Peygamber Efendimiz seferden kuşluk vaktinde dönerler ve Mescid-i Saadet'e
gidip iki rekât namaz kılarlardı. Bir müddet de orada otururlardı (sallallahu
aleyhi ve sellem).
10) Tesbih Namazı: Bu namaz,
her rekâtinde yetmiş beş defa "Sübhanallahi velhamdü lillâhi
ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber" diye tekbir alınan dört
rekâtlı bir namazdır. Allah rızası için nafile namaza niyet ederek "Allahü
Ekber" diye namaza başlanır. Sübhaneke'den sonra on beş kere "Sübhanallahi
velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber" okunur.
Sonra Eûzü Besmele çekilerek Fatiha ile bir sûre daha okunur. Arkasından
tekrar on defa "Sübhanallahi..." tekbiri okunur.
Sonra rükûa varılıp rükû tesbihlerinden sonra yine on defa "Sübhanallahi..."
okunarak rükûdan (Semi'allahü limen hamideh, Rabbena ve lekelhamd denilerek)
kalkılır. Bu kıyam halinde de on defa "Sübhanallahi..."
okunur. Ondan sonra secdeye varılıp secde tesbihleri yapıldıktan sonra yine
on defa "Sübhanallahi..." okunur. Secdeden tekbir
ile kalkılır ve celse halinde yine on defa "Sübhanallahi..."
okunur. İkinci secdeye tekbir ile varılıp üç defa yine secde tesbihleri yapıldıktan
sonra on defa "Sübhanallahi..." okunur. Böylece
namaz tekbirlerinden fazla olarak alınan tekbirlerin toplamı "Yetmiş beş"
olur.
Bu birinci rekâttan sonra ikinci rekâte kalkılır ve yine
önce on beş defa "Sübhanallahi..." okunur. Sonra
birinci rekâtta yapıldığı şekilde kılınarak ka'de (son oturuş) yapılır.
Tahiyyat ile Salâvatlar okunur ve selâm verilir. Her iki rekâtta yapılan bu
tesbihlerin toplamı yüz elli olur. Bundan sonra selâm verilip aynı şekilde
iki rekât daha kılınır. Böylece dört rekâtta yapılan tesbihlerin sayısı
üç yüz olur.
Bu tesbih namazında yanılma olsa, yapılacak sehiv
secdelerinde bu tekbirler getirilmez.
Tesbih namazının da sevabı çoktur. Bu namaz her vakit kılınabilir.
Hiç olmazsa haftada veya ayda veya ömürde bir defa olsun kılınmalıdır.
11) Tevbe Namazı: Bir müslüman
insanlık gereği bir günah işlerse, hemen bundan pişman olup tevbe etmesi lâzım
gelir. İşte böyle bir kimsenin işlediği günahdan tevbe için güzelce
abdest aldıktan sonra kırsal bir yere çıkıp iki rekât namaz kılması ve o
günahdan dolayı Allah'dan mağfiret dilemesi mendubdur. Böyle günah işleyip
de sonra kalbinde pişmanlık duygusu beliren kimse, bu günahı bir daha
yapmamaya karar verip Yüce Allah'dan bağışlanmasını dilerse, Allah'ın onu
bağışlayacağına dair bir hadîs-i şerîf vardır.
12) Hacet Namazı: Âhirete veya dünyaya
ait bir dileği bulunan kimse, güzelce abdest alır ve bir rivayete göre dört,
diğer bir rivayete göre on iki rekât namazı yatsıdan sonra kılar. Sonra Yüce
Allah'a hamd eder, Peygamber Efendimize de salât ve selâmda bulunur. Ondan
sonra hacet duasını okuyup o işin olmasını Yüce Allah'dan diler.
Hacet namazının birinci rekâtında Fatiha sûresinden
sonra üç defa Ayete'l-kürsî, diğer üç rekâtinde de birer Fatiha ile
birer İhlâs ve Muavvizeteyn sûreleri okunması hakkında bir hadîs-i şerîf
vardır. Hacet duası şudur:
*
"Allahümmeinni es'elüke
tevfika ehlilhüda ve a'male ehlil-yakîni ve münasahata ehlittevbeti ve azme
ehlissabrı ve cidde ehlilhaşyeti ve talebe ehlirrağbeti ve taabbüde
ehlilvera'i ve irfane ehlil-ilmi hatta ehafüke. Allahümme innî es'elüke
mehafeten tahcüzünî an ma'sıyetike hatta a'mele bitaatike amelen estahıkku
bihi rizake ve hatta unasıhake bittevbeti havfen minke ve hatta uhlisa lekennasıhate
hubben leke ve hatta etevekkele aleyke fil-umuri hüsne zannin bike, Sübhaneke
halikı'nnuri."
Anlamı:
Allah'ım! Ben senden hidayet ehlinin başarısını, yakîn erbabının
amellerini, tevbe edenlerin ihlâsını, sabredenlerin azmini, haşyet
sahiblerinin ciddiyetini, rağbet erbabının isteklerini, takva ehlinin iadet
hallerini, ilim sahiblerinin anlayışını dilerim. Böylece korkarak senden
gereği üzere korkmuş olayım.
Allah'ım! Ben senden öyle bir korku isterim ki, beni sana
isyan etmekten engellesin de, sana itaat ederek bir amel işleyeyim, onunla
senin rızanı kazanayım; böylece senden korkarak ihlasla tevbe edeyim, sana
muhabbetle ibadeti ihlas üzere yapayım ve sana güzel zan besleyerek bütün işlerde
sana tevekkül edeyim. Ey nuru yaratan, sen bütün noksanlıklardan münezzehsin!..
13) İstihare
Namazı: İnsan kendi hakkında bir şeyin hayırlı olup olmadığına
dair bir işarete kavuşmak isterse, yatacağı zaman iki rekât namaz kılar.
Birinci rekâtta "Kâfirûn" sûresini, ikinci rekâtta da "İhlâs"
sûresini okur. Namaz sonunda da istihare duasını okur. Sonra da abdestli
olarak kıbleye yönelip yatar. Rüyada beyaz ve yeşil görülmesi hayra işarettir.
Siyah veya kırmızı görülmesi de şerre (kötüye) işarettir. Bu şekilde
İstihare namazının yedi gece yapılması ve kalbe ilk gelene bakılması da
bir hadîs-i şerîfle buyurulmuştur.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ashabına
istihareyi öğretirlerdi. İstihare namazını kılmak mümkün olmayınca,
yalnız duası ile yetinilir. Aslında meşru ve hayırlı bir iş için yapılacak
istihare, onun istenilen vakitte yapılıp yapılmaması yönünden yapılır.
Yoksa doğrudan doğruya o hayırlı iş için yapılmaz. Belli bir senede hac
yapılıp yapılmaması gibi... İstihare duası Peygamber Efendimizden şöyle
rivayet edilmiştir:
**
"Allahümme, innî estehîruke bi'ilmike ve estakdiruke bikudretike ve
es'elüke min fadlike'l-azîmi. Feinneke takdiru ve lâ akdiru ve ta'lemu ve lâ
a'lemu. Ve ente allâmu'l-ğuyûbi. Allahümme in künte ta'lemu enne
haze'l-emre hayrun li fi dînî ve meaşî ve akıbeti emrî ve a'cili emri ve
âcilihi fakdirhu lî ve yessirhu lî sümme barik fîhi. Ve in künte ta'lemu
enne haze'l-emre şerrun lî fi dînî ve maişî ve akıbeti emri ve a'cili emrî
ve âcilihi fasrifhu anni vasrifnî anhu. Fakdir lîye'l-hayre haysü kâne. Sümme
erdınî bihi."
Anlamı:
Allah'ım! Sen bildiğin için, hakkımda hayırlı olanı senden isterim ve
kudretin yettiği için de, ben senden güç isterim. Senin büyük ihsanından
hayır dilerim. Çünkü senin her şeye gücün yeter; ben ise güçsüzüm.
Sen her şeyi bilirsin; ben bilmem. Sen olacak şeyleri de bilensin.
Allah'ım! Eğer bu iş, benim dinim, dünya yaşayışım,
akıbet olarak işim, dünya ve âhiretim hakkında hayırlı olduğunu
biliyorsan, bunu bana takdir et ve bana kolaylaştır. Sonra onda bana bereket
ver. Eğer bu iş benim dinim, yaşayışım, akıbet olarak işim, dünya ve âhiretim
hakkında benim için kötülük olduğunu biliyorsan, bunu benden kaldır, beni
de ondan uzaklaştır. "Hayır nerede ise bana onu takdir ve nasib et.
Sonra beni ona razı kıl..."
14) Katil Namazı: Her nasılsa kısasla öldürülecek olan bir müslüman
bu cezanın uygulanmasından önce iki rekât nafile namaz kılarak tevbe istiğfar
etmelidir, hayırlı dualar yapmalıdır. Bu namaz onun Allah tarafından bağışlanmasına
vesîle olabileceği cihetle güzel görülmüştür.
15) İstiska (Yağmur Duası) Namazı:
Yağmurlar kesildiği zaman, müslümanlar yağmur duasına çıkarlar, ikramı
bol olan yaratıcımızdan yağmur yağdırmasını isterler. İmam Azam'a göre
"İstiska"dan maksad yalnız duadır, mağfiret dilemektir. Bunda
cemaatle namaz sünnet değildir; fakat caizdir. İnsanlar isterlerse ayrı ayrı
namaz kılabilirler. İki İmama göre ise, İstiska için en büyük idarecinin
veya onun göstereceği kimsenin, cuma namazı gibi aşikâre okuyuşla iki rekât
namaz kıldırması mendubdur. Bu namazın arkasından, bayramlarda olduğu
gibi, hutbe okunur. Hatib minbere çıkmaz, yerde durur. Kılıç, ok veya sopa
gibi bir şeye dayanarak hutbelerini okur.
Üç gün arka arkaya İstiska duasına çıkılması güzeldir.
Yağmurun inmesi gecikirse, eski elbiseler giyilerek ve başlar öne eğilerek
tevazu içinde yaya olarak sahraya çıkılır. Önceden tevbeler yapılır,
sadakalar verilir. Haksız yere alınmış şeyler varsa, sahiblerine geri
verilir. Müslümanlar için mağfiret istenir.
İmam Muhammed'e göre hatib, hutbe esnasında elbisesi dört
köşeli ise bunun aşağısını yukarıya, yukarısını da aşağıya çevirir.
Değirmi ise sağını sol tarafa ve solunu da sağ tarafa getirir. Giydiği
kaba kaftan ise, içini dışarıya ve dışını da içeriye getirir ve bu şekilde
elbisesini giyer. Bu, sıkıntılı durumun değişmesi için bir hayır nişanı
olarak yapılır. Fakat cemaat elbiselerini böyle tersine giymez.
Müslümanlar yağmur duasına çıkarlarken çocuklarını,
evcil hayvanlarla onların yavrularını beraberlerinde götürürler. Çocukları
ve yavruları bir müddet analarından uzaklaştırırlar. Böylece üzüntülü
bir hal içinde zayıflara ve ihtiyarlara dua ettirerek kendileri de amîn
derler. İşte üzüntü, tevazu, kalb yumuşaklığı ve büyük bir teslimiyet
içinde Yüce Allah'ın rahmet ve yardımı istenir. Daha sahraya çıkmadan yağmur
yağmaya başlarsa, buna bir şükür karşılığı olsun diye yine sahraya çıkarlar.
Bunu yapmak mendubdur.
Yağmurlar istenenden çok yağmaya başlayınca, bunun
kesilmesi veya başka taraflara dönmesi için dua edilmesinde bir sakınca
yoktur.
Yağmur yağarken: "Allahümme sayyiben nafi'an
= Allah'ım! Bunu yararlı yağmur yap" denir, istenilenden fazla yağınca
da: "Allahümme havaleyna ve lâ aleyna = Allah'ım! Bunu
zarar vermeyecek yerlere yağdır, bizim üzerimize yağdırma" diye dua
edilir.
Dua eden isterse ellerini yukarıya kaldırır, isterse iki işaret
parmağı ile işaret eder. Her zaman sonsuz rahmetine ve yardımına kavuşmakta
bulunduğumuz ikram ve merhameti bol olan Allah'ımızı hiç bir an unutmamak
ve her vesile ile O'na muhtaç olduğumuzu anlayarak Yüce varlığına yönelmek
ve yalvarışta bulunmak, bizim için bir kulluk borcudur.
Bir düşünelim: Zaman zaman bulutlardan topraklarımıza yağan
o yararlı yağmurlar kesilse, bunun sonu olarak da ırmaklar ve dereler kurusa,
su kanalları bomboş kalsa, acaba bu suları bize kim getirebilecektir?
Kaynaklarından daima fışkırıp duran ve hayatımıza
hizmet eden o tatlı ve berrak suları Yüce Allah yerin dibine geçirse, acaba
bunları kim bize getirebilecektir?
İşte "De ki: Bana bildiriniz bakalım. Eğer
suyunuz bir sabah yerin dibine batıp çekilse, size böyle akıp giden bu suyu
(Allah'dan başka) kim getirebilecektir?" (Mülk, 30) âyet-i
kerîme de, dikkat ve düşüncemizi bu noktaya çekiyor. Artık insanlık için
habersiz kalmak ve Hak'dan yüz çevirip nankörlük etmek asla caiz olmaz.
Peygamber Efendimizin bize nakledilen yağmur duası şudur:
***
"Allahümme, eskına ğaysen muğîsen henîen merîen ğadekan mücellilen
seyhan ammen tabakan. Allahümme, eskine'l-ğayse ve lâ tec'alnaminelkanitîn.
Allahümme, inne bilbilâdi ve'l-ibadi vel-hakkı minel-levâi ve'd-danki ma lâ
neş-kü illâ ileyke. Allahümme, enbit lena Ezzer'a edirre lena eddar'a ve eskına
min, berakâtissema'i ve enbit lena min berekâtı'l-arzı. Allahümme, inna
nestağfiruke inneke künte ğaffaren feersilissemae aleyna midrara."
Anlamı: "Bize yardım eden, içimize
sinen, bol ve faydalı olup her tarafı kaplayan ve her tarafı sulayan genel
bir yağmur ihsan et.
Allah'ım! Bizi yağmurla sula, bizi ümitlerini kesmiş
kimselerden etme. Allah'ım! İllerde, kullarda ve yaratıklarda öyle bir güçlük
ve darlık var ki, senden başkasına arzedemeyiz. Allah'ım! Bizim için
ekinler bitir, hayvan memelerini sütle doldur, bizi göğün bereketlerinden
sula ve yeryüzünün bereketlerinden bize ürün bitir. Allah'ım! Biz senden
mağfiret dileriz. Şübhe yokki sen, çok bağışlayansın. Artık bize gökten
bol bol yağmur yağdır."
16) Küsûf
(Güneş Tutulması) Namazı: Güneş tutulduğu zaman, cuma namazını kıldıran
imam, ezansız ve ikametsiz en az iki rekât namaz kıldırır. İmam Azam'a göre
gizlice ve iki imama göre de aşikâre olarak fazla mikdar kıraatta bulunur.
Her rekâtında bir rükû ve iki secde yapar. Namazdan sonra da güneş açılıncaya
kadar kıbleye doğru ayakta veya insanlara karşı oturarak dua eder. Cemaat da
"amîn" der. Böyle bir imam bulunmazsa, insanlar bu namazı kendi
evlerinde tek başlarına kılarlar. Bunu büyük bir camide kılmak,
mescidlerde kılmaktan daha faziletlidir. Sahrada da kılınabilir.
Küsûf namazında İmam Azam'a, İmam Malik'e ve İmam
Ahmed'e göre, hutbe okunmaz. Çünkü Peygamber Efendimiz, güneş tutulması
olayından dolayı namaz kılınmasını, dua edilmesini, sadaka verilmesini öğütlemişlerdir.
Hutbe okunmasını emretmemişlerdir. İmam Şafiî ile İbni Hacer ve bazı
alimlere göre, namazdan sonra hutbe okunması müstahabdır.
17) Husüf (Ay Tutulması) Namazı:
Ay tutulduğu zaman, müslümanların kendi evlerinde tek başına olarak güneş
tutulması namazı gibi, gizli ve aşikâr okuyuşla iki veya dört rekât namaz
kılmaları güzel görülmüştür. Bu namazın camide cemaatla kılınması,
İmam Azam'a göre sünnet değildir; fakat caizdir.
(İmam Şafiî ile İmam Ahmed ve diğer bazı hadis alimleri
de, bu namazın cemaatla kılınması görüşündedirler. İmam Malik'e göre
ise, cemaatla kılınamaz. İnsanların geceleyin her taraftan toplanıp bunu
cemaatla kılmaları güç bir iştir.)
Şiddetli rüzgâr, fazla karanlık, geceleyin fazla aydınlık,
yer sarsıntıları ve taşkın hastalıklar gibi korkunç olaylar karşısında
da güneş ve ay tutulması namazları gibi bir namaz kılınması güzel görülmüştür.
Bu gibi arızalar ve olaylar, hep Allahü Teâlâ'nın azamet
ve kudretine, hikmetli işlerine delâlet eden birer nişandır. "Biz
o âyetleri (mucizeleri) ancak korkutmak için göndeririz."
(İsra, 59) âyet-i kerîmesinin beyanı üzere, bu gibi alâmetler insanları
korkutmak, onları günahlardan kurtarıp ibadet ve tevbeye yöneltmek için
zaman zaman meydana gelen kudret alâmetleridir. Bunları gören sağduyulu bir
kimsenin ruhunda bir korku ve bir heyecan belirir. Gözlerinin önünde Yüce
Allah'ın celâl ve azameti canlanmaya başlar. Artık o kimse, büyük yaratıcımızın
bu âlemi ne kadar muntazam ve mükemmel bir şekilde yaratmış olduğunu
anlar. Daima o büyük yaratıcının korumasına muhtaç olduğunu kavrar. Bu
anlayışla, ezelden beri var olan yaratıcısına döner. O'na saygı için
namaz kılar, O'nun koruma ve yardımına kavuşmak için dua eder. Böylece
gafletten uyanır. Anlayışlı bir ruha sahib olmak için çalışmış olur.
Güneş ve ay'ın tutulmasının ne gibi muntazam kanunlar
dairesinde meydana geldiği bilinmektedir. Düşünen bir insan için, bu
kanunları, böyle belirli ve mükemmel bir şekilde meydana getiren Yüce Yaratıcıyı
anlamak en yüksek bir görevdir.
Güneş ve ay tutulması ile, aydınlık nimeti karanlığa dönüyor.
İki parlak kürenin görüntüsünü yoğun bir gölge kaplıyor. Bu durum
devam edecek olsa, hayatımızda kim bilir ne acı değişiklikler meydana
gelir. Halbuki her şeyi bilen, hikmet sahibi olan âlemlerin yaratıcısının
koyduğu tabiat kanunları buna engel oluyor. Bu korkunç üzüntü verici durum
az sonra kalkıyor. O iki kudret kaynağı, yine olanca parlaklığı ile aydınlık
ve nurlarını etrafa saçıp durmaya başlıyor. Artık bundan dolayı Kerim ve
Rahim olan yaratıcımıza binlerce, yüz binlerce şükretsek, yine kulluk görevimizi
yerine getirmiş olamayız.
Hiç kimsenin doğmasından veya ölmesinden dolayı ay ile güneşin
tutulmayacağını Peygamber Efendimiz beyan buyurmuşlardır. Şöyle ki:
Peygamber Efendimizin muhterem çocuğu İbrahim, bir buçuk yaşında iken
hicretin onuncu yılında vefat etmişti. O'nun ölümü gününde güneş
tutulmuştu, insanlar bu masum yavrunun ölümünden dolayı güneşin tutulduğunu
sanmışlardı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
"Güneş ile ay bir kimsenin ne ölümünden, ne
de hayata kavuşmasından dolayı asla tutulmazlar. Bunların tutulduğunu gördüğünüz
zaman namaz kılın, Yüce Allah'a dua edin."
Diğer bir hadîs-i şerîfde de: "Bunlar Yüce
Allah'ın alâmetlerinden iki nişandır" diye buyurulmuştur.
Peygamber Efendimizin mübarek ifadeleri daima böyle gerçekleri
aydınlığa kavuşturmuş, insanları yanlış düşüncelerden ve inançlardan
engellemiştir. Her yönü ile pak olan İslâm dini, akla ve hikmete uygun
olmayan inanç ve davranışlardan büsbütün beri bulunmuştur. Artık böyle
yüksek bir Peygambere ve mukaddes dine kavuşmamızdan dolayı ne kadar şükür
secdelerine kapansak, yine az değil mi?
Mekruh Vakitler
404- Beş
vakit vardır ki, onlara Mekruh Vakitler denir.
Birincisi: Güneşin doğmasından bir mızrak boyu (beş
derece) ki, memleketimize göre kırk ile elli dakika arasında bir zamanla yükselişine
kadar olan zamandır.
İkincisi: Güneşin yükselip de tam tepeye geldiği
zeval anının bulunduğu vakittir.
Üçüncüsü: Güneşin sararmasından ve gözleri
kamaştırmaz bir hale gelmesinden itibaren batışı zamanına kadar olan
vakittir.
Dördüncüsü: Fecr-i Sadık'ın doğmasından güneşin
doğacağı zamana kadar olan vakittir.
Beşincisi: İkindi namazı kılındıktan sonra güneşin
batmasına kadar olan vakittir.
405- Evvelki üç kerahet vaktinde ne kazaya kalmış farz
namazlar, ne vitir gibi vacib olan namazlar, ne de önceden hazırlanmış bir
cenaze namazı kılınabilir, ne de evvelce okunmuş bir secde ayeti için
tilavet secdesi yapılabilir. Bunlar yapılırsa, iadeleri gerekir.
Bu üç vakitte nafile namaz da kılınmaz. Ancak kılınacak
olsa, kerahetle caiz olur ve iadesi gerekmez. Çünkü bu kerahet, nafile
namazların sağlıklı olmasına engel değildir. Bununla beraber bu
vakitlerden birine raslayan bir nafile namazı bozup kerahet vaktinden sonra onu
kaza etmek daha faziletlidir.
Bu üç vakit, ateşe tapanların ibadet zamanlarıdır.
Onlara benzemekten kaçınmak, hak dine saygının gereğidir.
Diğer iki kerahet vaktinde ise, yalnız nafile namaz kılmak
mekruhtur. Farz ve vacib namaz mekruh değildir. Cenaze namazı, tilavet secdesi
de mekruh değildir. Bu iki vakitten birinde başlanmış olan bir nafile namazı,
kerahetten kurtulması için bozulmuş olursa, sonradan onu kaza etmek gerekir.
406- Güneşin batışı halinde, yalnız o günün ikindi
namazı kılınabilir. Fakat diğer bir günün kazaya kalmış olan ikindi
namazı kılınamaz. Çünkü kamil bir vakitte vacib olan bir ibadet, nakıs
olan (keraheti bulunan) bir vakitte kaza edilemez. Kerahet vakti ise,
ibadetlerin noksanlığına sebebdir.
Güneşin doğuşuna raslayan herhangi bir namaz ise bozulmuş
olur. Bunun için bir kimse, daha ikindi namazını kılmakta iken güneş
batsa, namazı bozulmaz. Fakat sabah namazını kılmakta iken güneş doğsa,
namazı bozulur. Çünkü birinci halde, yeni bir namaz vakti girmiş olur. İkinci
halde ise, namaz vakti çıkmış; fakat yeni bir namaz vakti girmemiş olur.
407- Tam zeval anına raslayan bir namaz farz veya vacib ise,
bozulur. Eğer nafile ise, mekruh olmuş olur. Yalnız İmam Ebû Yusuf'dan bir
rivayete göre, cuma günü zeval vaktinde nafile namaz kılınması caizdir ve
kerahati yoktur. Zeval vakti son bulup da güneş batıya doğru yönelmeye başlayınca,
artık ittifakla kerahet vakti çıkmış olur. Zeval vakti için namaz
vakitleri bölümüne bakılsın.
408- Kerahet vaktinde okunan bir secde ayetinden dolayı, o
vakitte secde yapılabilir. Fakat bu secdeyi kerahet vaktinden sonraya bırakmak
daha faziletlidir. Yine kerahet vakitlerinden birinde hazırlanmış olan bir
cenazenin namazı o vakitte kılınabilir. Öyle ki, faziletli olan, bu namazı
geciktirmeyip hemen kılmaktır. Çünkü cenazelerde acele etmek mendubdur.
409- Güneşin batışından sonra daha akşam namazını kılmadan
nafile namazı kılmak mekruhtur. Çünkü akşam namazı geciktirilmiş olur.
Oysa ki, akşam namazında acele etmekte fazilet vardır.
410- Cuma günü imam hutbeye çıktıktan sonra veya ikamet
getirildikten sonra nafile bir namaza başlamak mekruhtur.
411- İki bayram namazından önce ve bayram hutbeleri arasında
ve bu hutbelerden sonra bayram namazı kılınan yerde nafile namaz kılmak
mekruh olduğu gibi, güneş tutulması, yağmur duası ve hac hutbeleri arasında
da mekruhtur. Bu hutbeleri dinlemek lazımdır.
412- Mekruh olmayan bir vakitle başlanmış olan nafile bir
namaz bozulmuş olsa, (bunu kaza etmek vacib olduğundan) ikindi namazından
sonra güneşin batışına kadar ve fecrin doğuşundan sonra güneşin bir mızrak
boyu yükselmesine kadar kaza edilemez, mekruhtur. Bununla beraber kaza edilse
sahih olur. Diğer kerahet vakitleri de böyledir. Ancak başta sıralanan ilk
üç kerahet vakti böyle değildir. Onların birinde kaza edilmesi sahih olmaz.
Yeniden kazası gerekir.
413- Güneş doğduktan sonra görünüşüne göre bir veya
iki mızrak boyu yükselmesi ile kerahet vakti çıkmış olur. Artık istenilen
nafile ve kaza namazları kılınabilir. Bu zamanı belirlemek için başka
kolay bir usul de vardır. Şöyle ki:
Çeneyi göğse dayayarak güneşe bakmalı; eğer güneş ufuktan yükselmiş
olmasından dolayı görünmezse, kerahet vakti çıkmış demektir.
Namazlarda Mekruh Olan ve Olmayan Okuyuşlar
414- Namazlarda mütevatir (gerçek bir nakil ile
sabit) yedi kıraattan (Kur'ân
okunuşundan) herhangi biri seçilebilir. Ancak tuhaf ve garib
görülecek kıraatlar seçilemez. Çünkü işin gerçeğini
anlayamayacak bazı kimselerin günaha girmelerine sebebiyet verilmiş olabilir.
Hanefi İmamları, Ebû Amr ile Hafs'ın Asım'dan olan kıraatlarını seçmişlerdir.
415- Kur'ân-ı Kerîm'i namazda
sırası üzere okumakta bir sakınca yoktur. Fakat mukim (ikamet halinde) olan bir
kimse için sünnet olan Mufassal denilen sûreleri okumaktır. Şöyle ki: Kıraat mikdarında misafir (yolcu) için sünnet olan, Fatiha'dan
sonra dilediği bir sûreyi okumaktır. İmam olsun olmasın, mukîm için sünnet
olan, sabah ve öğle namazlarında Fatiha'dan sonra "Tıvâl-i
Mufassal" denilen sûrelerden, ikindi ile yatsı
namazlarında "Evsat-ı Mufassal" denilen sûrelerden,
akşam namazlarında da "Kısar-ı
Mufassal" denilen sûrelerden bir sûre okumaktır.
"Hücurat" sûresinden
"Burüc" sûresinin sonuna kadar olan sûreler Tıval-ı Mufassal'dır.
"Tarık" sûresinden "Lem yekûn"
sûresinin sonuna kadar olan sûreler Evsat-ı Mufassal'dır. Bundan sonraki
sûreler de, Kısarı Mufassal'dır.
Bu sûrelere "Mufassal" denilmesinin sebebi, bunların birbirlerinden
arka arkaya Besmele ile ayrılmış bulunmalarıdır.
416- Namazların Fatiha sûresinden sonra, bir mikdar daha Kur'ân okunması
gereken rekâtlarında tam bir sûre okunması daha faziletlidir. Bununla beraber
bir sûrenin bir kısmı bir rekâtta, diğer kısmı da öteki rekâtta okunabilir,
bunda kerahet yoktur.
417- Namazın bir rekâtinde bir
sûrenin sonunu, diğer rekâtinde de başka bir sûrenin
sonunu okumak, sahih olan görüşe göre mekruh değildir.
418- Namazın bir rekâtinde bir
sûrenin başından veya ortasından, diğer rekâtinde de
başka bir sûrenin başından veya sonundan okumakta veya kısa bir sûre okumakta
kerahet yoktur. Fakat iyisi, bir zaruret olmadıkça böyle okumamaktır.
419- Namazın bir rekâtında bir sûre, diğer rekâtında da arada
iki veya daha ziyade bulunmak üzere aşağıya doğru başka bir sûre okunması
mekruh değildir. Fakat arada bir sûrenin bulunması mekruhtur. Ancak terk edilen
bu sûre, önce okunan sûreden en az üç âyet mikdarı
uzun bulunuyorsa mekruh olmaz.
420- Namazda bir sûrenin bir âyetinden arada en az iki âyet
bulunmak üzere diğer âyetine geçmek mekruh değildir.
Fakat iyisi, bir zaruret olmadıkça geçmemektir.
421- Bir rekâtta iki sûreyi toplayarak okumakda
kerahet yoktur. Ancak arada bir veya birkaç sûre bırakılmış olursa mekruh olur.
Bununla beraber farz namazlarda böyle iki sûrenin bir rekâtta toplanmaması daha
iyidir.
422- Zaruret olmadıkça, bir rekâtta bir âyetten diğer âyete geçmek mekruhtur. Aralarında üç âyet dahi bulunsa böyledir.
Eğer yanılarak böyle bir geçiş yapılmış olur da sonra
hatırlanırsa, bu âyetler sıraları üzere yeniden okunur.
423- Namazda Kur'ân okunurken bir
âyet yerine başka bir âyet okunsa bakılır: Eğer tam bir duraklama ile durduktan
sonra başka âyete başlanmışsa, namaz bozulmaz.
وَالْعَصْرِ
إِنَّ
الْإِنسَانَ
denildikten sonra: اِنَّ
اْلاَبْرَارَلَفِئ
نَعِئم
âyet-i kerîmesini okumak
gibi.
Fakat duraklama yapılmaksızın okunan âyete başka bir âyet
bitiştirilmiş ise bakılır: Eğer manâ değişmemişse, yine namaz bozulmaz.
اِنَّ
الَّذِينَ اَمَنُواوَعَمِلُوالصَّالِحَاتِ
كَانَتْ
لَهُمْ
جَنَّاتُ
الْفِرْدَوْسِ
نُزَلاً
Yerine
اِنَّ
الَّذِينَ
امَنُواوَعَمِلُواالصَالِحَاتِ
فَلَهُمْ
جَزَاءُالْحُسْنَى
okumak gibi.
Fakat manâ değişmişse, bütün fıkıh alimlerine göre namaz
bozulur. Yukarıdaki âyet-i kerîmeyi:
اِنَّالَّذِينَ
اَمَنُواوَعَمِلُواالصَّالِحَاتِ
هُمْ
شَرُّالْبَرِّيَة
Şekilde okumak gibi.
424- Bir namazda âyet-i kerîme tekrarlansa veya bir sûre bir
rekâtta iki defa okunsa veya bir sûre iki rekâtta da okunsa bakılır: Eğer
yalnız başına kılınan bu namaz bir nafile namaz ise mekruh olmaz. Fakat farz
namaz ise, unutmak veya başka bir sûre bilmemek gibi bir özü bulunmadıkça
mekruh olur.
425- Birinci rekâtta "Nas"
sûresi okunsa, ikinci rekâtta da bu sûrenin okunması uygun olur. Çünkü tekrar
etmek, geriye dönüp okumaktan daha iyidir. Ancak hatim ile namaz kılan bir
kimse, birinci rekâtta "Muavvizeteyn"
sûrelerini okumuş ise, ikinci rekâtta Fatiha'dan sonra Bakara sûresinden bir mikdar okur.
426- İkinci rekâtta, birinci rekâtta okunan sûrenin
üstündeki sûreyi okumak mekruhtur. Kasden yapılmazsa
mekruh olmaz. Bununla beraber okunmaya başlanmış ise terk edilmemelidir. Bunun
nafile namazlarda mekruh olmayacağını söyleyenler de vardır.
427- Namazda Sübhaneke'yi, Eûzü Besmele'yi ve Amîn lâfzını aşikâre okumak mekruhtur.
428- Ayakta okunan âyetleri rükû halinde bitirmek mekruhtur.
Okunan âyetleri ve sûreleri namaz içinde parmakla saymak da İmam Azam'a göre mekruhtur. İki imama göre bunda bir sakınca
yoktur.
429- Nafile namazların birinci rekâtları ikinci rekâttan
uzun tutmak mekruhtur. Ancak Peygamber Efendimizden nakledilmiş bir hadîs varsa
mekruh olmaz. Örnek: Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz vitir namazının berinci rekâtında "A'lâ"
sûresini, ikinci rekâtında "Kâfirûn"
sûresini ve üçüncü rekâtında da "İhlâs"
sûresini okumuşlardır. İmam Muhammed'e göre, yalnız teravih namazlarında
birinci rekâtlar, ikinci rekâtlardan daha uzun olabilir.
430- Farz namazlarla nafile namazlarda, ikinci rekâtları
birinci rekâtlardan uzun yapmak mekruhtur. Fakat nafilelerde üçüncü rekâtları
birinci ve ikinci rekâtlardan uzun tutmakta kerahet yoktur. Çünkü nafilelerde
her iki rekât müstakil bir namaz sayılır.
431- Farz namazlarda ve cemaatla
kılınan namazlarda okunan âyetlerden dolayı namaz kılmakta olan kimsenin:
"Ya Rabbi! Beni ateşten koru" diye duada
bulunması veya Yüce Allah'dan mağfiret dilemesi
mekruhtur. Yalnız başına nafile namaz kılanın bu şekilde dua etmesinde bir
sakınca görülmemektedir.
432- Namazda sünnet mikdarı Kur'ân okunduktan sonra, insanda bir tutukluk (ve şaşırma)
olursa, hemen rükûa gitmeli, başka bir âyete veya sûreye geçmemelidir.
Fakat henüz sünnet mikdarı okumamışsa, başka bir yere
geçmesinde kerahet olmaz.
433- Kur'ân-ı Kerîm, farz
namazlarda yavaşça ve harfleri belirterek okunmalı. Teravih namazlarında ise,
yavaş ve sür'atli okuyuş arasında bir kıraat
yapmalıdır. Diğer gece namazlarında sür'atle
okunabilir. Fakat mana anlaşılabilecek şekilde olmalı ve tecvid
hatası bulunmamalıdır.
434- Namazda ve namaz dışında sesli olarak Kur'ân okunurken, sadece sesi güzelleştirmek ve okuyuşu
süslemek için makamla okumak iyi kabul edilmiştir. Çünkü bir hadîs-i şerîfde:
"Kur'ân-ı Kerîm'i seslerinizle bezeyiniz"
buyurulmuştur. Yeter ki bununla mana değişmesin,
kelimelerin aslı bozulmasın ve tecvid kurallarına
uyulsun. Harfler uzatılarak bir harf, iki harf gibi okunmasın. Bazı
müezzinlerin namazda tebliğ görevini yaparken fazla bir elif daha ilâve ederek:
رَابَّنَالَكَ
الْحَمْدُ
demeleri bu
nevidendir. رب Allah, راب
ise, üvey baba
demektir. Mana değişikliğinden dolayı namazı bozacağından, bu gibi nağmelerden
kaçınmak lâzımdır.
Sonuç: Yapılan nağmeden dolayı Kur'ân
kelimelerinin manaları değişirse namaz bozulur. Fakat "Med"
ve "Lin" denilen harflerde değişiklik aşırı
derecede olmazsa namaz bozulmaz. Aşırı derecede olursa namaz bozulur, isterse
mana değişmesin. (*)
(*) Harekesiz olan Elif harfinin üstünde üstün olursa, Vav harfinin üstünde ötre olursa, ye harfinin harekesi esre olursa bu harfler birer med harfleri olur. رَبَّنَا مُؤْمِنُونَ مُسْلِمِينَ kelimelerinde olduğu gibi. Vav ve ye harflerinin evvelindeki harf üstün ve kendileri sakin olursa, bu harflerden her biri bir "lîn" harfi olur. حَوْف غَيْب kelimelerinde olduğu gibi.
Zelletü'l-Kari'ye (Okuyucunun
Yanılmasına) Ait Esaslar
435- Namaz içinde meydana gelen bir okuyuş yanlışlığı
ile namaz bozulur mu, bozulmaz mı konusu pek önemlidir. Buna dikkat gerekir.
Kur'ân okurken bir hata yapılmasına veya okuyucunun sürçmesine Zelletü'l-Karî
(Okuyucunun Sürçmesi) denir. Bu konuda başlıca esaslar şunlardır:
436- Kur'ân-ı Kerîm'in bir kelimesi kasden değiştirilir
de, bununla mana değişmiş olursa, namaz ittifakla bozulur. Ancak kelime övgüye
ait olup onun yerine yine övgüye ait bir lâfız okunmuş olursa bozulmaz.
Fakat böyle bir davranış caiz görülmez.
Amma yanılarak değiştirilmiş olursa, bakılır: Eğer
okunan lâfzın benzeri Kur'ân'da bulunmaz, manası da Kur'ân'daki kelimenin
manasından uzak olup aralarında fazla bir ayrılık bulunarak iki mana arasında
bir ilgi bulunmazsa, bununla namaz ittifakla bozulur. "Hâzâ't-turâbu"
yerine, "Hazâ'l-gubâru" okumak gibi. Fakat okunan lâfız
tesbih, hamd ve zikir manasında ise bozulmaz.
Eş ve benzeri Kur'ân'da bulunmadığı halde, manası da
bulunmayan bir lâfız hakkında da hüküm böyledir. "Yevmetüb-le's-serâiru"
yerine, "Yevme tüblâs-serâilu" okunması
gibi.
437- Yanılarak okunan bir lâfzın benzeri Kur'ân'da
bulunur da, bu lâfız, ile Kur'ân'daki kelimenin manası aşırı şekilde değişmemekle
beraber ikisinin manası biribirinden uzak bulunursa İmam Azam ile İmam
Muhammed'e göre namaz bozulur. İhtiyat da bundadır. Fakat İmam Ebû Yusuf
ile diğer bazı fıkıh alimlerine göre namaz bozulmaz. Çünkü bunda herkes
için bir güçlük vardır. İnsanların çoğu bundan kurtulamaz. Onun için
fetva da buna göredir.
438- Yanılarak okunan bir lâfzın benzeri Kur'ân'da
bulunmamakla beraber bununla mana değişmeyecek olsa, İmam Azam ile İmam
Muhammed'e göre namaz bozulmaz. Çünkü mana asıldır, en çok manaya önem
verilir. Fakat İmam Ebû Yusuf'a göre bozulur; çünkü burada asıl olan,
Kur'ân'da benzerinin bulunup bulunmamasıdır. "Kavvâmîne"
yerine "Kayyâmîne" okunması gibi...
Demek oluyor ki, İmam Azam ile İmam Muhammed, yanılarak
yanlış okunan lâfız ile, Kur'ân'daki mananın fazla değişip değişmemesini
göz önüne almışlardır. Şöyle ki: Eğer mana fazla değişirse, namaz
bozulur, değilse bozulmaz; okunan lâfzın benzeri Kur'ân'da bulunsun veya
bulunmasın.
İmam Ebû Yusuf ise, okunan lâfzın Kur'ân'da benzerinin
olup olmamasını esas tutmuştur. Bundan dolayı, eğer Kur'ân'da benzerinin
olup olmamasını esas tutmuştur. Bundan dolayı, eğer Kur'ân'da benzeri
varsa namaz bozulmaz, isterse mana aşırı derecede değişmiş olsun. Eğer
benzeri Kur'ân'da yoksa namaz bozulur, isterse mana aşırı derecede değişmiş
olmasın.
Yukarda (436, 437, 438.) maddelerde gösterilen üç esas, önceki
devir (mütekaddimîn) müctehidlere göredir. Aşağıdaki esaslar da, daha
sonraki devir (müteahhirîn) fıkıh alimlerine göredir. Bunlar bu konuda
biraz daha genişlik göstermişlerdir.
439- Kur'ân-ı Kerîm'in okunuşunda yanılarak i'rab yönünden
yapılacak hata, manayı ne kadar değiştirecek olursa değiştirsin, namazı
mutlaka bozmaz. Çünkü insanların çoğu i'rabın şekillerini ayırmaya güç
yetiremez. "İbrahime" kelimesinin sonunu "İbrahimu" şeklinde
ötre ve "Rabbuhu" kelimesinin "Ba" harfini de üstün
"Rabbehu" şeklinde üstün okumak gibi... "Na'budu"
kelimesinin be'sini de "Na'bedu" şeklinde esre okumak böyledir.
440- Kur'ân kelimelerinden şeddesiz olan bir harfi sehven
şeddeli okumak veya şeddeli bir harfi şeddesiz okumak, uzatılacak bir harfi
uzatmamak, kısa okunması gereken bir harfi uzatmak, idğam edilecek harfleri
ayrı ayrı okumak ve ayrı ayrı okunacak harfleri idğam etmek (birleştirip
şeddeli okumak) namazı bozmaz. "İyyâke" kelimesini şeddesiz
okumak gibi. Yersiz olarak yapılan imale de namazı bozmaz. "Bismillahi"
veya "Mâliki yevmi'd-dîn" âyetlerini imale ile okumak gibi...
İnce okunacak bir harfi kalın okumak, kalın okunacak bir
harfi ince okumak da böyledir; çünkü bunlarda da çoğunluğun yetersizliği
vardır.
441- Kur'ân okunurken durulmayacak yerde durulsa veya ilk
olarak bu yapılsa, bakılır: Eğer bununla mana bozulmazsa ittifakla namaz
fasid olmaz. Fakat mana değişirse, bunda ihtilâf vardır. Kabul edilen fetva
bununla da namazın bozulmamasıdır. Müctehidlerden sonraki alimlerin görüşü
budur. Çünkü bunda da çoğunluk için bir güçlük vardır, herkes manayı
bilip ona göre Kur'ân okuyamaz. Ayrıca unutmak ve nefes kesilmek gibi
hallerden de kurtulamaz. Bunun için "Lâ ilâhe" diyerek durduktan
sonra "İlâhû" denilse veya "Kaleti'l-Yehudu = Yahudiler
dedi" deyip durulduktan sonra "Uzeyrün ibnullahi = Üzeyr Allah'ın oğludur"
diye başlanılsa, tercih edilen görüşe göre, namaz bozulmaz.
422- Kur'ân'daki bir harf yerine sehven başka bir harf
okunacak olsa, bakılır: Eğer bu iki harf arasında Kaf ve Kâf gibi mahreç
(harflerin çıkış) yakınlığı varsa veya bunlar Sin ile Sad gibi bir mahreçten
olup aralarında değişiklik caiz ise bununla namaz bozulmaz. (فَلاَتَقْهَرْ)
yerine (فَلاَتَكْهَرْ) ve (فَتْح
قَرِيبٌ )
yerine ( فَتْح
غَريبٌ) okunması gibi. (
الصَّمَدُ)
yerine (السَّمَدُ) okunması da böyledir. (ج
ل ى)
harfleri bir mahreçten oldukları halde aralarında değişme caiz değildir.
Bu harfler birbirlerine çevrilemezler.
443- İki harf arasında mahreç birliği veya yakınlığı
olmadığı halde çoğunluk bakımından güçlük bulunup bunların aralarını
ayırmak zor olsa, bunlardan birinin yerine diğerinin telâffuz edilmesi, fıkıh
alimlerinden çoklarına göre namazı bozmaz.(ض)
yerine ( د ذ
) veya (ظ ) harfinin okunması ve (
ذ
) yerine de (ز) veya (ظ)
harfinin söylenmesi gibi. (ص) ile(س
, ط) ile (ت)
harfleri de böyledir. Birçok fıkıh alimi namazın bozulmayacağı fetvasını
vermiştir. Ancak bunlar kasden yapılırsa, o zaman namaz bozulur.
Bu bakımdan (وَلاَالضَالِين)
yerine (وَلاَالظَالَين) veya (وَلاَالذَالِّين)
okunması namazı bozmaz. Bununla beraber bu mesele üzerinde başka görüşler
de vardır. Bu harflerin aralarını ayırmaya gücü yetecek kimse için,
bunların böyle değiştirilmesine meydan vermemek gerekir. Kasden böyle
okunursa namaz bozulur.
444- Aralarını zahmetsiz olarak ayırmak mümkün olan iki
harfden birini diğeri ile değişmek, (ص)
yerine (ط) harfini koymak, namazı
ittifakla bozar. (الصالحات) yerine (الطالحات)
okumak gibi. (الله
احد)yerine (الله
احت)ve
(فطرة
الله التى
فطره) yerine (فتر)
okumak da böyledir.
445- Namazda bir kelimenin bir kısmı kesilse, (الحمد)
yerinde unutmaktan veya nefes kesilmesinden dolayı yalnız (ال)
denilip sonra (حمد) denilse veya okunacak
bir kelime hatıra gelmeyip başka bir kelimeye geçilse, fıkıh alimlerinin çoğuna
göre namaz bozulmaz. Mana değişse bile hüküm aynıdır. Çünkü unutmada
ve nefes kesilmesinde zaruret vardır ve bu da herkesde olan bir haldir. Öyle
ki, (مطلع
الفجر ) yerine nefes kesildiği için
(مطلع
الفج ) denilerek rükûa varılsa, namaz
bozulmuş olmaz. Bununla beraber namazı bozacak bir kelimenin tamamını
okumakla bunun bir kısmını okumak eşittir, her iki halde de namaz bozulur.
446- Kur 'ân okurken bir kelimenin son harfi diğer bir
kelimeye bitiştirilecek olsa, bütün alimlere göre namaz bozulmaz. ( إِيَّاكَ
نَعْبُدُ)
ve (إِنَّا
أَعْطَيْنَاكَ
الْكَوْثَرَ
) âyetlerini ( إِيَّاكَ
نَعْبُدُ)
ve (إِنَّا
أَعْطَيْنَاكَ
الْكَوْثَرَ) diye okumak gibi. Ancak bu gibi
okuyuşlarda kesinti yapılmamasına dikkat etmelidir.
Yine, (يَحْسَبُونَ
اَنَّهُمْ) yerinde (يَحْسَبُونَهُم)
diye bitiştirilse namaz bozulmaz.
447- Kur 'ân okurken yanılarak bir harf ziyade edilecek
olsa, bakılır: Eğer mana değişmezse namaz bozulmaz. (يَدْخِلُهُ
نَاراً)
yerine (يَدْخِلُهُمْ
نَاراً) okunması gibi. Fakat mana
değişirse, bir görüşe göre namaz bozulur. (اِنَّكَ
لَمِنَ
الْمُرْسَلِين)
yerine (وَاِنَّكَ
لَمِنَ
الْمُرْسَلِين) okumak gibi; çünkü bu
halde yeminin cevabı yemin kılınmış oluyor. Bununla beraber namazın
bozulmayacağını söyleyenler vardır. (مَثَانِينَ)
yerine (مَثَانِنَ) ve (زَرَابِى)
yerine (زَرابيب) okunduğu takdirde de namaz
bozulur.
448- Kur'ân-ı Kerîm'in kelimelerinden birinin bir harfi
sehven noksan okunsa, bakılır: Eğer bu harf kelimenin aslından olup mana değişirse,
İmam Azam ile İmam Muhammed'e göre namaz bozulur. (مِمَّارَزَقْنَاهُم)
yerine (مِمَّارَزَقْنَاهُم) ,(هُمْ)
ve (جَعَلْنَا) yerine (عَلْنَا)
okunması gibi. . .
Yine, asıl harflerden olmamakla beraber kaldırılan harfden
dolayı küfür inancını gerektiren bir mana meydana gelirse, yine namaz
bozulur.
449- Namazda Kur'ân'ın bir kelimesi veya harfi kesilerek
okunmazsa, bakılır: Eğer mana değişmezse, namaz bozulmaz. (وَلَقَدْ
جَاءَ بهم
رُسُلهم)
yerine (ولقد
جاءهم
رُسُلُهم) okumak gibi.
(وَمَاتَدرى
نفسنٌ
ماذاتكسِبُ
غَداً ) âyet-i kerîmesinde
(ذ) 'yi ve (جَزَاءُ
سَيئَةٍ
سيِئْةٌ
مِثْلُهَا)
âyet-i kerîmesinde de ikinci (سَيئَة)
kelimesini okumamak da böyledir. Fakat mana değişirse, bütün fıkıh
alimlerine göre namaz bozulur.
(فَمَالَهُمْ
لاَئُوْمِنُونَ) yerine (فَمَالَهُمْ
ئُومنُون)
okunması gibi.
Kaldırılan harf asıl harflerden olmadığı veya asıl
harflerden olmakla beraber mana değişmediği takdirde namaz bozulmaz. (الواقِعة)
kelimesinin "Ha"sız okunması (تعالى
جدُّربّنا)
yı, (تعلى
جدُّرَبنا) okumak da böyledir.
450- Kur 'ân 'in bir kelimesi namazda tekrarlanırsa, bakılır:
Eğer bununla mana değişmezse, namaz bozulmaz; değişirse bazı fıkıh
alimlerine göre yine bozulmaz. Diğer bazılarına göre ise bozulur. Sahih görülen
de budur. (رَبّ
العالمين) yerine (رَبِّ
رَبِّ
العالمين)
okumak gibi. Bununla mananın değişeceğini bilen kimsenin, bunu kasden böyle
okuması, şübhesiz namazı bozar. Fakat bir dil sürçmesi veya kelime düzeltmesi
maksadı ile olduğu takdirde, namazın bozulmayacağı daha uygun görülmektedir.
Yine, bir kelimenin bir harfi tekrarlansa, bakılır: Eğer
şeddeli bir harfi izhar (şeddeyi çözme) şeklinde olursa, namaz bozulmaz. (ومن
يرَتَد)
yerine (ومَن
يَرتَداد) okumak gibi. Fakat (الحمدلله)
yerine, üç lâm ile (الحمداللله) şeklinde
okunursa namaz bozulur.
451- Ayetlerdeki kelimelerin harfleri sehven öne alınsa
veya arkaya geçirilse, bakılır: Eğer mana değişirse, namaz bozulur. (عصف)
ve (خسر) yerine (عفص)
ve (سرخ) okunması gibi. Fakat mana değişmezse,
namaz bozulmaz. (غِثاءاحوى) yerine (غثاءأوحى)
okunması gibi. Tercih edilen budur.
452- Kur 'ân okunurken yanılarak bir kelime ilâve edilse,
bakılır: Eğer o ziyade edilen kelime Kur'ân'da bulunmamakla beraber manayı
değiştirmiyorsa, namazı bozmaz. (لاتعبدون
الاالله
وبالوالدين
احسانا)
âyet-i kerîmesinin sonuna (أوبّراً)
kelimesini ilâve gibi.
İlâve edilen kelime Kur'ân'da bulunmamakla beraber manayı
değiştirirse yine hüküm aynıdır. (فيهمافا
كهة ونخلٌ
ورمان)
âyet-i kerîmesini (ونخلٌ
وتُفَّاحٌ
ورمَّان) diye okumak
gibi.
Şu kadar var ki, (تفاح)
kelimesi Kur'ân'da bulunmadığı için, İmam Ebû Yusuf'a göre, bununla
namaz bozulur. Fakat ziyade edilen Kur'ân'da bulunduğu halde, inanç bakımından
küfre girecek derecede manayı değiştirirse, namazı bozar.
(من
آمن بالله
واليوم
لآخروعَمِلَ
صَالِحَاًفَلَهُمْ
اجرهم)
âyet-i kerîmesine "Salihan"dan sonra (وكفر)
kelimesini ilâve etmek gibi.
453- Kur'ân-ı Kerîm 'in kelimelerinden biri, diğerinin önüne
geçirilse, mana değişmediği takdirde namaz bozulmaz.
(فيهازفيرٌوشَهيق) yerine (فيهاشهيق
وزفير)
okunması gibi. Fakat mana değişirse, alimlerin çoğuna göre namaz bozulur.
(ان
الابرارلفى
نعيم وان
الفجارلفىجحيم) âyet-i kerîmesine de,
"Cehîm" evvel, "Naîm" sonra okumak gibi.
454- Kur'ân-ı Kerîm'in iki kelimesi, diğer iki
kelimesinin önüne yanılarak geçirilse, bakılır: Eğer mana değişmezse,
namaz bozulmaz. (يوم
تسودٌوجوه
وتبيض وجوه) okunması gibi.
Fakat mana değişirse, namaz bozulur. (فلاتخافوهم
وخافون)
yerine (فخافوهم
ولاتخافون) okunması gibi.
455- Kur'ân-ı Kerîm'de Yüce Allah'ın isimlerinden birine
yanılarak te'nis (dişilik) harfi ilâve edilse, bir görüşe göre namaz
bozulur. Daha sahih görülen diğer bir görüşe göre bozulmaz. (الاان
يأتيهم الله
) âyet-i kerîmesini (الاَّان
تأتيهم الله) okumak da
bunun gibidir.
456- Bir ismin yerine sehven diğer bir isim okunarak onunla
nisbet değişirse, bakılır: Eğer kendine nisbet yapılan Kur'ân'da
bulunmazsa, namaz ihtilafsız bozulur. (مريم
ابنه غيلان)
okunması gibi. () okunması ile de bozulur. Eğer nisbet Kur'ân'da bulunursa,
bütün fıkıh alimlerine göre namaz bozulmaz. (مريم
ابنة لقمان)
ve (موسىبن
عيسى) okunması gibi.
457- Rahmet âyetini azab âyeti ile bitirmek veya aksine
olarak azab âyetini rahmet âyeti ile bitirmek ve (الَرَحمن
علىالعرش
استوى)
yerine (الشيطان) diye okumak, bütün fıkıh
alimlerine
göre namazı bozar. Yalnız İmam Ebû Yusuf 'dan bir rivayete göre bozmaz;
fakat diğer sahih görülen bir rivayete göre bozar. Çünkü Yüce Allah'ın
vermiş olduğu habere aykırı olan haber verilmiş olur.
458- (بلى) yerine (نَعَمْ)okunsa,
meselâ: (اَلستَ
بربكم
قالوابلى) yerine (نَعَمْ)
denilse, bütün fıkıh alimlerine göre namaz bozulur. Çünkü "belâ"
olumsuzu red ve isbatı tasdîk içindir. "Naam" ise, olumsuzu tasdîk
içindir. Şöyle ki: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna
"Belâ" diye cevab verilince, mana: "Evet, sen bizim
Rabbimizsin," olur. Oysa, "Naam" denilince mana: "Evet, sen
bizim Rabbimiz değilsin" demek olur ki, bu bir inkârdır.
459- Okunan lâfız, Kur'ân'da bulunduğu halde, Kur'ân'daki
kelime ile aralarında mana bakımından yakınlık bulunmazsa, bakılır: Eğer
küfür inancını gerektiren şeylerden olursa, bütün fıkıh alimlerine göre
namazı bozar. Bu hususta İmam Ebû Yusuf dan sahih görülen rivayette böyledir.
(وَعدًاعلينااناكنافاعلين) yerine (غافِلين)
okunması gibi.
460- Peltek konuşan kimse ( ر
) harfini ( غ
) veya ( ل
) yahut ( ى
) olarak söylese, namazı
bozulmaz. (رب
العالمين) yerine (لب
العالمين)
demesi gibi. Bununla beraber böyle bir kimsenin mümkün olduğu kadar dilini düzeltmeye
çalışması gerekir. İçinde doğru okuyamadığı harf bulunmayan âyetleri
seçmesi gerekir. Böyle bir kimse, ümmî (okuma-yazma öğrenmeyen kimse)
yerindedir. Güzel Kur 'ân okuyanların buna uyması caiz olmaz.
461- (الحمدلله) cümlesini
(الهمدلله) veya (الخمدلله)
okuyanlar veya (قل
هوالله احد) âyetini (كل
هوالله احد)
diye telâffuz edenler de, başka türlü okuyamadıkları takdirde, peltek hükmünde
bulunurlar.
462- Bir kimse namaz kılarken aşırı derecede bir hata ile
Kur'ân okuduktan sonra, dönüp sahih şekilde okursa, namazı caiz olur.
Deniliyor ki, bir namaz birçok yönlerden sahih olduğu
halde, bir yönden bozuk olsa, ihtiyat olarak bozulduğuna hüküm verilir.
Bundan kıraat hususu müstesnadır; çünkü bunun üzerinde çoğunluk bakımından
düzgün okuma güçlüğü vardır. Onun için sıhhat yönü tercih edilir.
Bununla beraber bu hususta da, namazı yeniden kılmak ihtiyata daha uygundur.
(İmam Şafiî'ye göre, Fatiha'nın gayrındaki hata namazı
bozmaz. Çünkü bu İmama göre kasden olmayan söz namazı bozmaz. Bu hatanın
ise kasıd ile bir ilgisi yoktur. Fatiha'daki hata ile namazın bozulması ise,
mezhebine göre, Fatiha'sız namazın caiz olmamasından dolayıdır.) Kıraat bölümüne
bakılsın.
Kur'ân-ı Kerîm'i Öğrenip Okumak ve Dinlemek Görevleri
463- Her müslümana,
namazı caiz olacak kadar Kur'ân-ı Kerîm'den ezberlemek bir farzı ayndır.
Fatiha sûresi ile diğer bir sûreyi ezber etmek de vacibdir; bununla farz da
yerine getirilmiş olur. Kur'ân-ı Kerîm'in diğer kısımlarını ezberlemek
de, müslümanlar için bir farz-ı kifayedir.
464- Kur'ân-ı Kerîm'i namaz dışında Mushaf'a bakarak
okumak, ezber okumaktan daha faziletlidir. Çünkü böyle yapmakla okuma
ibadeti ile Mushaf'a bakma ibadeti toplanmış olur.
465- Kur'ân-ı Kerîm'i namaz dışında da kıbleye yönelerek
ve güzel elbise giyerek taharet üzere okumak müstahabdır. Başlarken "Eûzü
Besmele"yi okumak da müstahabdır.
466- Kur'ân-ı Kerîm'i ayda bir defa hatmetmek iyidir.
Senede bir, kırk günde bir, haftada bir hatmedilmesini tercih edenler de vardır.
Üç günden az bir zamanda hatmedilmesi müstahab değildir. Çünkü böyle az
bir zaman içinde Kur'ân-ı Kerîm'in manalarını düşünmek mümkün olamaz.
Tecvidi bile gözetilemez.
467- Kur'ân-ı Kerîm'i dinlemek bir farz-ı kifayedir.
Bununla beraber başka bir işle uğraşmakta olan kimselerin yanında Kur'ân
âyetlerinin sesli olarak okunması uygun değildir. Bu durumda Kur'ân'ı
dinlemeyenler değil, okuyanlar günah işlemiş olur.
468- Kur'ân-ı Kerîm'i okumak, nafile ibadetten ve aşikâre
okumak, gizli okumaktan ve dinlemek de okumakdan daha faziletlidir. Yeter ki, işte
gösteriş bulunmasın.
469- Bir kimse yürürken veya bir iş görürken Kur'ân-ı
Kerîm'i okuyabilir. Yeter ki bu durum, Kur'ân'ın gafletle okunmasına
sebebiyet vermiş olmasın.
470- Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde dua etmek,
tesbihde bulunmak ve Peygamber Efendimize salât ve selâm getirmekle meşgul
olmak, Kur'ân-ı Kerîm'i okumaktan daha faziletledir.
471- Kur'ân-ı Kerîm'i güzel sesle ve tecvid kurallarına
uyarak okumak, müstahabdır. Bir hadîs-i şerîfde şöyle buyurulmuştur:
"Her şeyin bir süsü vardır. Kur'ân'ın süsü
de, güzel sestir."
Fakat tecvide aykırı şekilde ses yükseltip alçaltmalar
ve nağme yapmalar caiz değildir. Kelimeleri değiştiren bir okuyuş, ihtilafsız
haramdır. Böyle bir hata ile okuyan kimseye doğrusunu bildirmek, işiten
kimse için bir borçtur. Ancak bu yüzden aralarında bir kin doğacak olursa
uyarma terk edilir.
472- Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup öğrenmiş olan kimse, sonra
Kitab'dan okuyamayacak derecede unutacak olsa günahkâr olur.
473- Kur'ân-ı Kerîm'i okumak bir ibadet olduğu gibi, başkasına
da öğretmek pek büyük bir ibadettir. Bir hadîs-i şerîfde şöyle
buyurulmuştur: "Sizin en hayırlınız, Kur'ân'ı öğrenip başkalarına
da öğreteninizdir..."
Diğer bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulmuştur:
"Güzel Kur'ân okuyan müslümanlar, Cennet
ehlinin arif olanlarıdır."
Kur'ân-ı Kerîm, maddî ve manevî, bedenî ve kalbî bütün
hastalıkların şifasıdır. Nitekim "Kur'ân devâdır"
hadîs-i şerifi de bunu bildirmektedir. Artık her müslüman için gerekmez mi
ki, Kur'ân-ı Kerîm'i bellesin, onu okumakla şereflensin, birçok sevablara
kavuşsun!..
Namazların Mekruhları
474- Namaz içinde
yapılması veya yapılmaması mekruh olan şeyler tahrîmî (harama yakın) ve
tenzihi (helâla yakın) olmak üzere iki kısımdır. Şöyle ki: Bir vacibin
terkini taşıyan bir iş tahrimen mekruhtur. Bir sünnetin terkini taşıyan
bir iş de, tenzihen mekruhtur. Bununla beraber tenzihen mekruh olanlar da, önemleri
bakımından ve tahrimen mekruhlara yakınlıkları yönünden birbirlerinden
farklıdırlar. Örnek: Müekked bir sünneti terk etmek, bir vacibi terk etmek
derecesine yakın bir keraheti taşır. Farzların, vaciblerin ve müstahabların
ve bunların zıdlarının değişik olması gibi...
Namazda mekruh olan şeylerin başlıcaları şunlardır:
1) Namaz kılarken bir özür bulunmaksızın bir direğe,
duvara veya sopaya dayanmak mekruhtur.
2) Namazda bir sağa ve bir sola doğru meyletmek mekruhtur.
Çünkü böyle bir hareket gereksiz ve huzura aykırıdır.
3) Bir özür olmaksızın namazda birbiri peşine olmamak üzere
birkaç adım yürümek mekruhtur. Fakat görülen bir yılanı veya bir akrebi
öldürmek gibi bir özür sebebiyle atılacak birkaç adım mekruh değildir.
Bununla beraber bunları öldürmek, biraz yürümeye ve birkaç kez çarpmaya
muhtaç olursa, bununla namaz bozulur. Ancak bu halde namazı bozmaya dinde izin
vardır. Çünkü herhangi bir zararı kaldırmak için namazı bozmak caizdir.
Bir kimseyi ölümden kurtarmak için veya bir malı, değeri bir dirhem olsa
bile, zayi olmaktan kurtarmak için namaz bozulabilir; bu mal ister namaz kılana
ve ister başkasına ait olsun farketmez.
4) Namazda bit veya pire tutmak ve öldürmek veya kovalamak
mekruhtur. Karınca ve pire gibi bir şeyin ısırmasından rahatsız olan
kimsenin namaz içinde bunları yalnız tutup atmasında kerahet yoktur.
5) Namazda hoş bir kokuyu koklamak, tükrüğü atmak veya
elbise ile bir iki kez yelpazelenmek, namazdan önce veya namaz içinde erkek için
kolları dirseklere doğru toplamak mekruhtur.
6) Namazın kıyam, rükû ve secde hallerinde, bir özür
bulunmaksızın elleri sünnet olduğu üzere konulması gereken yerler üzerine
koymamak mekruhtur. Kıyam halinde elleri yanlara salıvermek gibi...
7) Namazda dizleri yere koymadan önce elleri yere koymak ve
secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak mekruhtur. Ancak bir özür
sebebiyle yapılabilir.
Namazda kıç üzerine oturup but ve bacakları yukarıya
dikmek mekruhtur.
9) Erkeklerin secde ederken kolları tamamiyle yere döşemeleri
mekruhtur.
10) Rükû veya secde yaparken, başlangıç tekbirinde olduğu
gibi elleri yukarıya kaldırmak mekruhtur.
11) Namaz içinde bir özür olmaksızın bağdaş kurmak
veya dizleri dikip oturmak mekruhtur.
12) Rükûda ve secdede, kavme ile celsede sükûneti terk
etmek (duraklama yapmaksızın hareket halinde bulunmak) ve çok acele rükû
ile secde yapmak mekruhtur.
13) Namazda gerinmek, esnemek ve el ile ağzı kapamak
mekruhtur. Çünkü gerinmek bir gaflet ve tenbellik eseridir. Esnemek de bir
gevşeklik nişanıdır. Eğer esneme halinde ağız yumulabiliyorsa, bu mekruh
olmaz. Buna güç yetmiyorsa, namaz içinde sağ elin arkası ile, namaz dışında
da sol elin arkası ile ağız kapatılmalıdır.
14) Namazda bir zaruret olmaksızın kendi arzusu ile öksürmek
mekruhtur. Öksürüğü mümkün olduğu kadar gidermek, edebi gözetmek bakımından
pek güzeldir.
15) Namazda sesi işitilmeyecek derecede üfürmek mekruhtur.
Bu üfürme halinde, en az iki harften ibaret bir ses işitilecek olursa, namaz
bozulur.
16) Namaz içinde verilen selâmı el ile veya baş işareti
ile almak mekruhtur.
17) Namazda okumaya engel olmayacak miktarda ağıza altın,
gümüş, inci ve benzeri erimez bir şey almak mekruhtur. Bunlar okumaya engel
olursa namaz bozulur. Ağızda eriyen şeyler de böyledir.
18) Namazda, dişlerin arasında bulunan nohut tanesinden küçük
bir yemek parçasını yutmak mekruhtur. Nohut tanesinden büyük olursa, namazı
bozar.
19) Yenmesi yasak olmayan bir yemek hazır olduğu halde
namaza başlamak mekruhtur. Bu yemek ister iştah çekici olsun, ister olmasın
eşittir. Ancak vaktin çıkmasından korkulursa, o zaman önce namaz kılınır.
20) Namazda gözleri yummak, gözleri semaya doğru kaldırmak
veya sağa-sola bakmak veya boynunu çevirerek sağa-sola bakmak mekruhtur. Bakılması
caiz olmayan bir şeyi görmemek için veya tam bir saygı ile Yüce Allah'ın
huzurunda bulunmaktan dolayı gözleri yummakta kerahet yoktur.
21) Namazda iki elin parmaklarını birbirine çatmak, parmak
çıtlatmak veya çıtlayacak şekilde sıkmak ve elleri böğrüne koymak
mekruhtur.
22) Namazda daha selâm vermeden terleri veya yüze dokunmuş
olan toprakları silmek mekruhtur. Ancak bir zararı kaldırmak ve bir yarar sağlamak
için silinebilir. Göze girip zahmet veren bir teri silmek gibi...
23) Rükû halinde sünnet üzere olan duruma aykırı bir şekilde
başı yukarı tutmak veya aşağıya indirmek, imamdan önce rükûa veya
secdeye gitmek ve ondan önce rükûdan veya secdeden baş kaldırmak mekruhtur.
Fakat imam daha rükûa veya secdeye gitmeden, muktedi (imama uyan) rükûa veya
secdeye gidip başını kaldırsa namazı bozulur. Ancak İmam daha selâm
vermeden bu rükûu veya secdeyi imam ile veya ondan sonra iade ederse,
bozulmaz.
24) Rükûda veya secdede tesbihleri terk etmek veya üçden
az okumak mekruhtur.
25) Kıyamdan rükûa, rükûdan secdeye, secdeden kıyama geçiş
hallerinde meşru olan tekbirleri ve zikirleri, bu intikallerden sonra okumak
mekruhtur. Kıyamdan rükûa vardıktan sonra "Allahü Ekber" demek ve
rükûdan kıyama tam döndükten sonra "Semi'allahü limen hamideh"
demek gibi. Bu şekilde bu zikirlerin yeri kaybedilmiş olur.
26) Kırda namaz kılarken çakıl taşlarını el ile düzeltmek
mekruhtur. Ancak üzerlerinde secde etmek mümkün değilse, yapılabilir. Bu
durumda iki defalık bir düzeltme caizdir.
27) Başkasına ait olan bir yerde, sahibinin rızası olmaksızın
kılanan namaz mekruhtur. Bir görüşe göre böyle bir yer, bir müslümana
ait olup ekilmemiş ise, üzerinde namaz kılmakta kerahet yoktur.
28) Bir kimse başkasına ait olan bir yer ile herkese ait
bir yol üzerinde namaz kılmak mecburiyetinde kalsa, bakılır: Eğer şahsa
ait yer ekilmiş veya gayri müslime ait ise, o yol üzerinde kılması daha
iyidir. Gayri müslimin bu namaza razı olmayacağı bilinen şeydir.
29) Namazı huzuru bozacak ve kalbi meşgul edecek şeylerin
bulunduğu yerlerde kılmak mekruhtur. Çalgı ve eğlencelerin bulunduğu
yerlerde namaz kılmak gibi. Mescidlerde çalınması düşünülecek olan
ayakkabılar da arka tarafa bırakmak, huzuru bozacağından mekruh sayılmıştır.
30) Yanmakta olan sobaya, ocağa ve ateş dolu mangala karşı
namaz kılmak mekruhtur. Muma, kandile, lâmbaya karşı namaz kılmak ise,
mekruh değildir. Yine asılı bulunan Mushaf-ı Şerife veya bir kılıca karşı
namaz kılmak da mekruh değildir. Çükü bunlara hiçbir kimse tarafından tapılmamıştır.
31) Bir insanın yüzüne karşı, arada engel olmaksızın
namaz kılmak mekruhtur. Fakat bir insanın arkasına karşı namaz kılmak
mekruh değildir. Ancak bu adamın konuşmasından dolayı şaşırmak
umuluyorsa, mekruh olur.
32) Temiz olmayan şeylere karşı ve temiz olmayan şeyler
yakınında namaz kılmak mekruhtur. Bunlar namaza olan saygıya aykırı
hallerdir. Mezarlıkta, yol ortasında, hamamda, hayvan boğazlanan yerlerde
namaz kılmak da böyledir. Fakat mezarlıkta veya hamam gibi yerde namaz için
bir yer ayrılmışsa, kerahet olmaz.
33) Namazda bir gerek bulunmaksızın bir çocuğu yüklenmek
veya kendisini meşgul edecek bir eşya taşımak mekruhtur.
34) Helaya (tuvalet) gitmek sıkıntısı olduğu halde
namaza başlamak mekruhtur. Öyle ki, namaz içinde böyle fazla bir sıkıntısı
gelip kalbi meşgul edecek olursa, vakit müsait olduğu takdirde namazı bırakmalıdır.
Böylece namaz kalb huzuru ile kemal üzere kılınmış olur. Aksi halde namaz
sahih olursa da, günah işlenmiş sayılır.
35) Namaz engel olmayacak mikdardan az bir pisliğin
elbisede, bedende ve namaz yerinde bulunması mekruhtur.
36) Kirli elbiselerle, ev işlerinde giyilen elbiselerle
namaz kılmak mekruhtur. Çünkü süs sayılan temiz elbiselerle namaz kılınması
emrolunmuştur. Ancak başka elbise yoksa, bunlarla kılınabilir.
37) Bir özür olmaksızın elbiseyi giymeyip omuzlar üzerine
alarak salıvermek suretiyle namaz kılmak mekruhtur.
38) Namazda, elleri çıkaracak bir aralık bırakmaksızın
ihram gibi bir şeyin içine bürünmek mekruhtur.
39) Bir özür olmadan yalnız tek bir elbise ile (bir entari
ile) namaz kılmak mekruhtur. Erkeklerin sıcak bölgelerde gömlek giymeyip
yalnız şalvar ile namaz kılmaları da böyle mekruhtur.
40) Bir zaruret olmaksızın erkeklerin ipek elbise ile namaz
kılması mekruhtur. (Kerahet ve İstihsan bölümüne bakılsın).
41) Elbiseyi topraktan veya diz yerinin belirmesinden korumak
için rükûa veya secdeye giderken "az bir hareketle" yukarıya çekmek
mekruhtur. Bilindiği gibi "çok hareket" namazı bozar.
42) Namazı gasbedilmiş bir elbise ile kılmak mekruhtur. Başka
bir elbise bulunmasa, yine hüküm aynıdır. Çünkü başkasının malından
sahibinin izni olmaksızın yararlanmak caiz değildir.
43) Erkeklerin secde ederken yere değmesin diye, bütün saçlarını
arka tarafa toplayıp bağlamaları mekruhtur.
44) Erkeklerin uzatmış oldukları saçlarını, kadınlar
gibi bağlayıp başlarının üzerinde bağlamış veya başlarının etrafına
sarmış oldukları halde namaz kılmaları mekruhtur. Böyle bir şeyin namaz içinde
kasden yapılması ise "çok hareket" olacağından namazı bozar.
45) Namaz içinde az bir hareketle insanın üzerinde elbise
çıkarması, başındaki sarığı çıkarması veya böylece bir şeyi
giyinmesi veya başını sarması mekruhtur. Fakat böyle bir şey, fazla bir
hareketle yapılırsa, namaz bozulur. Namazda elbise ile veya vücudun organları
ile gereksiz olarak oynamak da mekruhtur.
46) Namazda başın etrafına mendil gibi bir şey bağlayıp
tepesini açık bırakmak mekruhtur.
47) Namazda tenbellikten ve gevşeklikten dolayı başı açık
bulundurmak mekruhtur. Tenbellikten maksad, baş örtmeyi bir ağırlık saymaktır.
Gevşeklikten maksad da, namazda baş örtmeyi önemsememektir. Halbuki bu bir sünnettir.
Böyle olmayıp da özürden dolayı olursa, başın açık bulunmasında bir
kerahet yoktur. Sadece sıcaktan veya hafiflemekten dolayı başı açık bırakmak
ise, mekruh görülmüştür, bu bir özür sayılmaz.
Bir de namazda tevazu ve huşu maksadı ile başı açık bırakmakda
bir kerahet yoktur, denilmiştir. Bununla beraber deniliyor ki, tevazu ve huşu
bir kalb işidir. O halde kalb ile tevazu ve huşuda bulunup başı örtmek daha
iyidir. Yine denebilir ki, tevazu ve huşu maksadı ile başı açık bırakmak,
kalbdeki tevazu ve teslimiyetin bîr dış görüntüsüdür. Bunun için
iyidir. Şu kadar var ki, namaza başlarken sadece tevazu ve huşu maksadı ile
başları açık bırakacak kimseler pek az bulunur.
Şunu da ilâve edelim ki, biz namazlarımızı Peygamber
Efendimizin kıldığı gibi kılmakla emrolunmuşuz. Çünkü bir hadîs-i şerîfde
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Beni namaz kılarken nasıl
görüyorsanız siz de öyle namaz kılın." Peygamber Efendimiz
ise, namazlarını mübarek başları örtülü olarak kılmışlardır. Bu bir
âdet işi değildir. Doğrusu namazda peygamberimizin uyguladığı sünnet işine
uymak ve başkalarına benzemekten sakınmak meselesidir. İhramda başların açık
bulundurulması başka bir hikmete bağlıdır. O, mahşer hayatının bir örneğidir.
Namaz buna kıyas edilmez. İbadetlerde kıyas geçerli olmaz. Artık gerçek
bir özür bulunmadıkça, başı güzel bir şekilde secdeye engel olmayan bir
giysi ile örtmenin daha faziletli olduğu kesindir. Öyle ki, secde esnasında
baştan düşen bir giysiyi (tek el ile) başa yerleştirmek faziletli görülmüştür.
Fakat iki elle (çok hareket ile) yapılmaz.
Bu konuda kerahet ve fazilet erkeklere göredir. Kadınlara göre
ise, başlarının namazda örtülü olması her halde şarttır. Başlarının
açık bulunması, namazlarını bozar. Bu konu, din kitablarımızın bir çoğunda,
özellikle "Bahr-i Raik" ile "Reddü'l-Muhtar" adlı
eserlere ayrıntılı olarak yazılmıştır.
48) Namaz kılanın başı üstünde veya kendisine yakın
olarak ön tarafında veya kendisine yakın olmasa da, sağ ve sol tarafından
hizasındaki duvar veya tavan üzerine çizilmiş veya asılmış büstümsü
canlı yaratık şekillerin bulunması mekruhtur. Arka tarafda bulunması da çoğunlukça
mekruh saymıştır. Fakat bunun keraheti nisbeten azdır.
Namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde
bulunan veya karşıdan organları seçilemeycek kadar küçük olan veya başları
kesilmiş veya yüzleri büsbütün silinmiş veya örtülüp yok edilmiş
bulunan bir resmin bulunması, namaz bakımından keraheti gerektirmez.
Yine, kese ve cüzdan gibi şeyler içinde bulunan paralar üzerinde
basılı bulunan resimler veya bir organda dövme suretiyle çizilip elbise ile
örtülen şekiller veya yüzük taşına oyulup belirsiz halde kalan resimler
namazın kerahetini gerektirmez.
Canlılara ait olmayan resimlerde de kerahet yoktur. Ağaç,
bina, ay ve güneş resimleri bu kısımdandır. Çünkü bunların resimlerine
ibadet edilmemiştir. Ancak namaz kılınan zihnini meşgul edecek bir durum
bulunursa, kerahet olur. Bir de kuştan daha küçük olan bir şekil veya bir
yerde bulunduğu halde ayakta iken bakılınca organlarının ayrımı belirsiz
olan resim, namaz kılanın yanında bulunsa, keraheti gerektirmez.
49) Üzerinde canlı resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılınması
ve canlıya ait bir resim üzerine secde edilmesi mekruhtur. Fakat böyle bir
elbisenin üzerine başka bir elbise giyerlerse, onunla namaz kılınmasında
kerahet yoktur.
Bir de yere serili olup üzerinde böyle resimler bulunan bir serginin, resim
bulunmayan kısmında namaz kılınması ve secde edilmesi mekruh değildir.
Bilindiği gibi, öteden beri birçok kavimler, yalnız bir
olan Allah'a iman inancını bırakıp şirke düşmüşler ve tasarladıkları
canlı tanrılarının resim ve heykellerini yaparak onlara tapınmışlar, hürmet
göstermişler ve ibadethanelerini onlarla doldurmuşlardır.
Bugün madde yönünden pek yüksek görülen nice milletler
de henüz kendilerini böyle putlara tapmaktan kurtaramıyorlar. İslâm dini
ise, insanlara tevhid (yalnız bir Allah'a ibadet) inancını tebliğ edip öğretmiştir.
Allah'a ortak koşan kavimlerin bu putlara tapma hallerini çok fazla kötülemiştir.
Artık ezelî ve ebedî olan, her şeye hakim bulunan bir yaratıcının varlığına
inanan ve yalnız O'na ibadetle şeref kazanan İslâm toplumunun bu putlara
tapanlara karşı bir ayrılık nişanı göstermesi gerekir. Yalnız bir
Allah'a iman (tevhid) inancını daima göstermek için mabedlerini ve namaz kılacakları
yerleri, bu gibi puta tapanları taklit ve onlara saygı anlamına gelecek şeylerden
uzak bulundurmaları bir görev gereğidir.
Gerçekten hiç bir müslümanın bu gibi resim ve heykellere
tapınmak hatırından geçmez. Fakat şu putperest milletlere karşı bir ayrılık
eseri göstermek ve zihni az çok meşgul edecek şeylerden namazgahlarını
uzak bulundurmak dinimizin yüksek hikmetleri gereğidir.
50) Namazın mekruhlarının bir kısmı "İmamet ve
Cemaat" konusunda, bir kısmı da "Kıraat ve Evkat-ı Salât" bölümünde
ve diğer konularında yeri geldikçe anlatılmıştır.
51) Yanılma olmaksızın ve sehiv secdelerini
gerektirmeksizin keraheti tahrimiye ile kılınan namazların iade edilmesi
vacibdir. Fatiha sûresi yerine kasden başka bir ayet okunarak kılınan namaz
gibi...
Tercih edilen görüşe göre, kerahetle kılınan önceki
namazla farz yerine getirilmiş olup iade sureti ile kılınan namaz ise onun
eksiklerini tamamlayıcı yerine geçmiş bulunur.
Namazı
Bozan ve Bozmayan Şeyler
475- "Fesad" bozulma ve "İfsad" da,
bozma demektir. Bunların karşıtı "Salâh (Sıhhat)" ve
"Islah" dır. İbadetlerde fesad ile "butlan" birdir. Fasid
olan bir ibadete "batıl" da denir. Bir şeyi bozan sıhhat halinden
çıkaran şeye de, "müfsid" denir. Çoğuluna "müfsidat"
denir.
Bir namazın şart ve rükünlerinden biri bulunmamakla o
namaz fasid olacağı gibi, bu şart ve rükünler üzere başlanıldıktan
sonra bazı şeylerin bulunmasından dolayı da fasid olabilir. Namazı böyle
bozan şeylere "Müfsidat-ı Salât" adı verilir. Bunların bir kısmı
daha önce yeri geldiğinde anlatılmıştı.
Biz burada şart ve rükünleri ile başlanmış bir
namazı bozacak şeylerin başlıcalarını yazacağız. Şöyle ki:
1) Namazda iki harfden ibaret dahi olsa, namaz kılanın
işiteceği derecede söz söylemek namazı bozar. Bu hususta kasıd, yanılma,
uyuma ve hata halleri eşittir.
2) Bir hastalık sebebiyle veya bir malın ve bir arkadaşın
kaybolması gibi musibetten dolayı harfler belirecek şekilde sesle ağlamak
veya "ah, uh, eh" diye inlemek, "öf demek, yahut bir toza üflemek
veya bir şeyden bezginlik göstermek için "uf, tuh" demek namazı
bozar.
Yüce Allah'ın korkusundan, cennet veya cehennemi hatırlamaktan
dolayı ağlamak, ah ve iniltide bulunmak namazı bozmaz. Kendini tutamayacak
derecede şiddetli hastalıktan dolayı bir ah ve inilti de namazı bozmaz.
3) Cemaattan biri, imamın okuduğu Kur'andan duygulanarak ağlasa
veya "evet" dese, bakılır: Eğer bu bir huzur ve huşu eseri ise,
namazı bozulmaz. Fakat sadece ses güzelliğinden lezzet duyma eseri ise namazı
bozulur.
4) Bir özür veya makbul bir sebeb bulunmaksızın "eh,
eh..." diye boğazı gürültü çıkararak temizlemek namazı bozar. Fakat
zorlamayarak kendiliğinden gelen bir öksürme, bir özür sayıldığından
namazı bozmaz. Sesi düzeltip güzelleştirmek için veya namazda bulunduğunu
bildirmek için veya kendi imamının bir kıraat hatasını düzeltmek için
bunun yapılmasında namaz bozulmaz. Çünkü bu boğaz temizliği doğru bir
maksada dayanmaktadır. Sahih olan görüş budur.
5) Aksıran kimseye namazda "Yerhamükallah"
denilmesi ve başkasının "Rahimekallah" demesi üzerine namazda
"amin" denilmesi namazı bozar. Fakat aksıranın kendi nefsine karşı
"Yerhamükallah" demesi namazı bozmaz. Yine, aksıran kimseye hamd
etmesini hatırlatmak için namazda "Elhamdü lillâh" denilmesi,
sahih olan görüşe göre namazı bozmaz. Çünkü bu sözün cevab yerinde
olması benimsenmiş değildir. Bu yalnız bir hatırlatmadan ibarettir.
6) Namazda "Allah" ismi işitilmekle "Celle
Celâlüh" denilse veya Peygamber Efendimizin şerefli ismi işitilmekle
"sallallahu aleyhi ve sellem" denilse, bakılır: Eğer bununla bir
cevap kastedilmiş ise namaz bozulur. Fakat yalnız bir övgü ve yüceltme
kasdedilmişse, bozulmaz. Çünkü bu, namaza aykırı olmayan bir zikir olmuş
olur.
7) Namazda şeytani bir vesveseden dolayı "Lâ havle ve
la kuvvete illâ billah" denilse, bakılır: Eğer bu vesvese ahiretle
ilgili bir şey ise, namaz bozulmaz. Fakat dünya ile ilgili bir şey ise, namaz
bozulur. Çünkü vesvese bir acıdır. Bu durumda dünyaya ait bir acıdan
dolayı bu "Lâ havle" sözü söylenmiş olur.
Namaz kılmakta olan kimse, kendisini çağırana veya içeriye
girmek için izin isteyene, namazda olduğunu anlatmak için "Elhamdü lillâh"
veya "Sübhanellah" dese veya okuyuşunu aşikâr yapsa, bununla namaz
bozulmaz.
9) Kur'an-ı Kerim'in içinde veya hadis-i şeriflerde
bulunan bir duayı namaz içinde okumak, namazı bozmaz. Namazda: "Allahümme
Ekremnî, Allahümme en'im aleyye, Allahümme aslih emri, Allahümmerzuknî'l-afıyete,
Allahümmağfir lî ve livalideyye ve lilmüminine velmüminat"
denilmesi gibi...
Fakat: "Allahümmeğfir liammî, Allahümmeğfir
lihalî" gibi bir dua, namazı bozar. Çünkü, böyle bir dua Kur'anda
ve hadislerde yoktur.
10) Namazda, insanların sözlerine benzer bir şekilde dua
edilmesi ve insanlardan istenilmesi imkansız olmayan bir şeyin Yüce Allah'dan
istenilmesi, namazı bozar. Allahümme at'imnî lahmen = Allah'ım bana
et yedir." , "Allahümmekzi deyni = Allah'ım borcumu Öde,"
ve "Allahümmerzuknî zevceten = Allah'ım beni zevceyle rızıklandır"
diye dua edilmesi gibi...
11) Namazda bir kimseye dil ile selam vermek veya başkasının
selamını dil ile almak veya tokalaşarak selamlaşmak namazı bozar. Sadece
Aleyküm denilmesi veya yanılarak selam alınması da böyledir.
12) Namazda el ile veya baş ile selam alınsa, sorulan veya
istenilen bir şey için baş, göz ve kaş ile işarette bulunulsa, namaz
bozulmaz. Fakat bir namaz kılana: "ileri git, yanında namaz kılacak
kimseye yer ver" denilip, o da bu emre uyarak hareket etse, namazı
bozulur. Çünkü namaz içinde Allah'dan başkasının emrine uymuş olur.
Fakat kendiliğinden biraz çekilerek namaz kılacak kimseye safda yer vermesi
namazı bozmaz.
13) Namaz içinde çok sayılan iş ve hareket, namazı
bozar. Az sayılan iş bozmaz. Şöyle ki: Namaza ve namazı düzeltmeye ait
olmayan ve çok hareket sayılan bir hareket namazı bozar. Çok iş ve hareket
o işdir ki, onu işleyen kimseyi dışardan bir kimse gördüğü zaman,
namazda olmadığından şübhe etmez. Bunun karşıtı az iştir ki, sahibini gören,
onun namazda olup olmadığından şübheye düşer.
Örnek: Namaz kılmakta olan bir kimse, yerden bir taş
alarak kuş veya benzeri bir şeye atacak olsa, namazı bozulur. Çünkü bu
hareketi çok harekettir. Fakat yanında bulunan bir taşı bir eliyle atacak
olsa, namazı bozulmaz. Çünkü bu bir az işdir. Ancak namaz içinde başka
bir şey ile uğraştığından dolayı günah işlemiş olur.
14) Bir kimse namazda, kendi imamından başka bir kimsenin
okuduğu Kur'andaki yanlışlığı veya takıldığı yeri düzeltse namazı
bozulur. Çünkü bu hareket bir öğretme ve öğrenme sayılır. Öğretme ve
öğrenme ise, çok harekettir. Fakat kıraat maksadı ile okuyup da bunun
sonunda o kimse için düzelme hasıl olsa, namazı bozulmaz.
Yine, kendi imamı için düzeltme yapsa, namazı bozulmaz.
İmamın yeteri kadar Kur'an okumuş olması fark etmez. Çünkü bu aynı namazı
düzeltmeye aitir. Fakat namaz kılan bir kimse, kendisi ile beraber aynı
namazda olmayan kimsenin okuyuşunu düzeltirse, namazı bozulur, çünkü bu
bir öğretme sayılır.
15) Bir kimse namazda iken vücudunu bir kere veya arka
arkaya iki kere veya değişik rekatlarda birer, ikişer kere kaşısa, namazı
bozulmaz. Fakat bir rekatta birbiri ardınca üç defa kaşısa, bozulur. Ancak
bir organını, elini tekrar kaldırmadan birkaç defa kaşıması, bir defa kaşıma
sayılır.
16) Namazda bir özür olmaksızın birbiri ardınca hiç
durmadan en az üç adım atmak namazı bozar. Yine, bir şahsın çarpması üzerine,
namaz kılanın elinde olmayarak yerden üç adım kadar yürümesi de namazı
bozar. Namaz kılınan yerden tutup çıkarılmak da böyledir, namaz bozulur.
17) Namazda tekrarlama yapılmaksızın bir el ile baştan
sarığı veya giysiyi kaldırıp yere koymak veya bunları yerden kaldırıp başa
koymak, namazı bozmaz. Fakat bunları yerden kaldırıp başa koymak çok iş
ve harekete muhtaç olursa, namazı bozar.
18) Namaz kılmakta olanın bir kimseye bir el veya bir kamçı
ile vurması, namazı bozar. Çünkü bu, çok iş ve harekettir. Fakat hayvan
üzerinde namaz kılanın bu hayvana arka arkaya üç defa vurması, namazını
bozarsa da, bir veya iki defa vurması bozmaz. Sahih olan görüş budur.
Yine, hayvanın yürümesi için, bir ayağı iki defa
hareket ettirmek namazı bozmaz. Fakat iki ayağı hareket ettirmek bozar, iki
ayak, iki el yerinde sayılır.
19) Namazda iken hayvana binmek, namazı bozar, fakat namazda
iken hayvandan inmek bozmaz.
20) Namaz içinde bir ayakkabıyı iki el ile giyinmek, namazı
bozar. Fakat ayağındaki ayakkabılarını ayaktan kolayca çıkarıvermek,
namazı bozmaz.
21) Bir kimse yanılarak veya kasden bir buğday tanesi yese,
bir damla su içse, gözüne sürme çekse, bedeninin herhangi bir yerine yağ sürse,
baş ve sakalının saçlarını tarasa veya örse namazı bozulur. Çünkü
bunlar birer çok iştir. Fakat bir elinde bulunan yağı veya benzerini diğer
eline almaksızın başına veya başka bir organına sürse, bununla namazı
bozulmaz. Çünkü bu az bir iştir.
22) Namazda çocuğu alıp emzirmek namazı bozar. Namaz kılmakta
olan bir kadının memesini çocuk kendi başına tutup emecek olsa bakılır: Eğer
süt çıkmaksızın bir iki defa emmiş olursa, namaz bozulmaz. Fakat süt çıkarsa
veya süt çıkmaksızın iki defadan çok emerse, namaz bozulur.
23) Namaz içinde bulunan bir erkeği, zevcesinin öpmesi
veya okşaması ile namazı bozulmaz. Ancak erkeğin şehveti uyanırsa,
bozulur. Fakat bir kadının namazı, kocasının kendisini şehvetle okşaması
ile veya ister şehvet olsun, ister olmasın öpmesiyle bozulur. Çünkü cinsel
yaklaşma konusunda kocanın hareketi asıldır.
24) Bir kimse namazda iken, gözüne karşı gelen bir kitaba
yalnız baksa yahut ne yazılmış olduğunu anlamak için bir göz atsa, sahih
olan görüşe göre, namazı bozulmaz. Fakat karşısında bulunan bir
Kur'an"ı Kerim'den yahut yazıları bulunan bir mihrabdan Kur'an-ı Kerim
ayetlerini okuyacak olsa, bakılır: Eğer okuduğu ayetler, onun ezberinde idi
ise, namazı bozulmaz. Fakat ezberinde yoktu ise, en az bir ayet okuyunca namaz
bozulur; çünkü bu, bir öğrenme demektir. Bu mesele İmamı Azam'a göredir,
iki imama göre, ziyade okumakla da bozulmaz. Ancak böyle bir okuma mekruhtur.
Bunda, kitab ehline (Yahudi veya Hıristiyanlara) bir benzeyiş vardır.
25) Bir maksada bağlı olmayarak kalbe gelen kuruntular ve işler
namazı bozmaz. Onun için, bir kimse namaz içinde dili ile söylemeksizin düşüncesi
ile bir şiir veya bir hutbe düzenleyecek olsa, günah işlemiş olur. Çünkü
böyle yapan kimsenin kalbi, namazda başka şeyle uğraşmış olur. Bununla
beraber namazı bozulmaz.
26) Namaz kılmakta olan bir kimse, kaç rekat namaz kıldığına
dair olan bir soruya cevab olarak elinin parmaklarını gösterecek olsa, namazı
bozulmaz. Yine üç kelimeden az olmak üzere yazı yazsa, namazı bozulmaz.
Ancak görenler, onun namazda olmadığını sanırlarsa, namazı bozulur.
27) Cemaatle namaz kılan kimse, bir özür sebebiyle, diğer
bir görüşe göre de özürsüz de olsa, ön tarafa, sağ veya sol tarafa
yahut kıbleden yüzünü çevirmeksizin arka tarafa bir rükün mikdarı, dura
dura birer saf kadar gitse, mescidden çıkmadıkça veya kırda ise, saflardan
ayrılmadıkça namazı bozulmaz. Çünkü mescidde ve sahrada safların bulunduğu
kısım, tek bir yer sayılır. Bunun için kırda namaz kılanın ön tarafında
saf bulunmazsa, secde yerinin önüne geçmesi ile namazı bozulur. Yine tek başına
namaz kılanın da, secde yerini geçmesi ile namazı bozulur. Kadınlar için
evleri, bir görüşe göre mescid, diğer bir görüşe göre kır hükmündedir.
28) Ağız dolusundan az olan bir kusuntu, elde olmayarak
yutulursa, bununla namaz bozulmaz.
29) Namazda olan bir kimse, göğsünü özürsüz olarak kıbleden
döndürse, namazı bozulur. Fakat bir organdan kan çıkmak gibi bir sebeble
abdestsizlik meydana geldiğini yanlışlıkla zannetse de kıbleye arka çevirecek
olsa, mescidden çıkmadıkça namazı bozulmaz. Fakat bu adam imam olur da
yerine başkasını geçirirse, namaz bozulmuş olur.
30) Namazda bulunan kimseden burun kanaması veya kusuntu
gibi, istekle olmayan abdesti bozacak bir şey meydana gelse, o kimse serbest
olur: Dilerse abdest alıp yeniden namaz kılar. Buna namaza yeniden başlama
(istinaf-ı salât) denir. Faziletli olan da budur. Dilerse, namaza aykırı hiç
bir şeyle uğraşmaksızın en yakın yerdeki su ile abdest alır ve tek başına
idiyse, bu abdest aldığı yerde veya evvelce namaza başlamış bulunduğu
yerde namazının geri kalan kısmını tamamlar. Bir imama uymuş idiyse,
evvelki yerine dönüp orada namazını tamamlar. İmama uymanın sıhhatine
engel olacak bir yerde durup oradan tekrar imama uyamaz. Ancak cemaatla kılınan
namaz bitmiş olursa, o zaman yalnız başına namaz kılan gibi hareket eder.
Bu namaz kılışa da, başlanan namaza devam (bina-i salât) denir. Böyle bir
kimse abdest almak için yakın suyu bırakıp uzağa gitse veya gidip gelirken
Kur'an okusa veya bu arada avret yeri açılsa, artık namazı bina edemez (başladığı
namazdan geri kalan kısmı kılamaz). Yeniden namaz kılması gerekir. (Lâhik
bölümüne bakılsın.)
31) Namazı bozulan bir imamın, kendi yerine başkasını geçirmesi
ittifakla caizdir. Şöyle ki: Bir imama, namaz kılarken burnu kanamak gibi
(semavî) bir abdestsizlik gelse, cemaat içinden imam olmaya elverişli bir
kimseyi işaretle veya elbisesinden tutarak mihraba geçirir. İmamla beraber
yalnız bir kişi bulunmuş olsa, bu kimse imamete ehil ise, imamlığa geçmesi
kararlaşmış olur. İmam böyle yerine bir adam geçirmeksizin mescidden çıksa
veya sahrada ise safları geçmiş olsa, cemaatın namazı bozulur, imam tek başına
namaz kılan hükmünde kalır. Dilerse abdest alıp namazı bina eder (bıraktığı
yerden tamamlar), dilerse yeniden namazını kılar. Bu istihlâf (yerine başkasını
geçirme) konusunda cemaatın bilgisi yoksa, istihlâf cihetine gidilmeyip namazın
yeniden kılınması daha faziletlidir. Çünkü bu durumda namazın bozulmasını
gerektiren bazı haller olabilir.
32) Dişlerin arasında kalmış olan bir kırıntı namaz içinde
yutulsa, bakılır: Eğer en az nohut mikdarı ise namazı bozar. Bundan küçük
ise namazı bozmaz.
33) Ağızda bulunan bir şeker parçasının, namazda çiğnenmediği
halde tadı boğaza gitse, namazı bozar. Fakat namazdan önce yenmiş bir yemeğin
ağızda kalmış olan tadı, namaz içinde tükürükle boğaza gitse, bununla
namaz bozulmaz.
34) Namazda sakız veya Hindistan cevizi gibi bir şey, arka
arkaya üç kez çiğnenecek olsa, namaz bozulur. Yutulmasa da böyledir. Fakat
çiğnenmediği halde bunun küçük bir parçası boğaza gidecek olsa, bundan
namaz bozulmaz.
35) Namaz içinde bayılma ve çıldırma halleri namazı
bozar.
36) Dört rekatlı bir namazı bilmemezlikle iki rekat
sanarak birinci oturuştan sonra selam veren kimsenin namazı bozulur. Yatsının
farzını teravih, öğlenin farzını cuma veya sabah namazı zannederek
birinci oturuşta selam verilmesi de böyledir. Fakat yanılarak böyle bir
selam vermekle namaz bozulmaz.
İskat-ı
Salât (Namaz Borcunu Düşürme) Meselesi
476- Kazaya kalmış beş vakit farz namazlarla vitir
namazlarının bağışlanması umudu ile yapılan bir sadaka verme işlemine
"İskat-ı Salât" denilmektedir. Şöyle ki: Mükellef bir insan,
farz ve vitir namazlarını, ima ile dahi olsa yerine getirmeye gücü olduğu
halde, eda veya kazayı yapmaksızın ölse, bunların düşürülmesi için
(bunların manevî sorumluluğundan kurtulması ümidi ile) bunlara karşı ödenmek
üzere malının üçte birinden harcama yapılmasını vasiyet etmesi gerekir.
Buna göre ölünün geriye bıraktığı malın üçte birinden namazlar için
fidye (bedel) verilir. Böylece bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir.
477- İskat-ı Salât (namazların düşürülmesi) için
vasiyette bulunmamış olan bir ölünün velisi (varislerinden biri) tarafından
bağış yolu ile verilecek bir mal ile de, bu "İskat" işlemi yapılabilir.
Ölünün bu yüzden bağışlanması Allah'ın rahmetinden umulur.
Yabancı bir kimse tarafından yapılacak böyle bir bağışın
bu konuda yeterli olup olmadığı üzerinde ihtilaf vardır. Her halde, yabancı
bir kimse tarafından ölü adına verilecek sadakadan da ölüye sevab ulaşır.
478- Bir kimse hastalığı sırasında kazaya kalmış
namazlarını düşürmek için fidye ve sadaka veremez. Çünkü bunları kaza
etmesi ihtimali vardır. Vereceği bu fidye hiç bir zaman namaz yerine geçemez.
Fakat bu hastalık halindeki namazlarını kaza etmek fırsatını bulamayacağını
düşünerek vasiyette bulunsa, bu vasiyeti ölümünde, varisi varsa bırakmış
olduğu malın üçte birinden, varisi yoksa malının tamamından (İskat-ı
Salât olarak) yerine getirilir.
479- İskat-ı salât için ölünün miladi yıl olarak
hayatı esas alınır. Şöyle ki: Ölü erkek ise on iki, kadın ise dokuz yaşından
sonraki yaşadığı yıl hesab edilir. Bu zaman içinde namazlarını kılmış
olsa dahi, bunların kılınmasında noksanlar bulunacağı düşüncesi ile bütün
bu müddet içindeki namazları için fidye verilmesi tercih edilir. Örnek: Ölen
bir erkeğin ömrü yetmiş yıl olsa, bunun elli sekiz senesi için her namaz
karşılığında bir fitre mikdarı fidye verilir.
480- Namaz fidyesi için ayrılan para, ömre göre hesap
edilen namazların karşılığı olarak yetmediği takdirde, bu para çoğunlukla
on fakire devir şeklinde verilebilir.
Örnek: Altmış iki yaşında ölen bir kimsenin elli
senelik hayatı için devir yapılmak istense, fitre elli kuruş olduğu kabul
edilerek namazların iskatı için de doksan lira ayrılmış bulunsa, bir aylık
devir yapılır. Şöyle ki: Vitir namazı dahil, bir aylık namaz, otuz gün
itibarı ile yüz seksen vakit eder. Bunun fidyesi de, elli kuruş fitre üzerinden
doksan lira eder. Elli senede ise, altı yüz ay vardır. Bu durumda bu doksan
lira on fakire veya birkaç birkaç fakire altı yüz defa devredilir. Eğer bu
ayrılan para iki misline (180 liraya) çıkarılmış olursa, üç yüz defa
devir yeterli olur. Eğer ayrılan para kırkbeş lira olursa, o zaman bin iki yüz
defa devir gerekir. Böylece devir sayısı, ayrılan paranın mikdarına göre
değişir.
481- Fidyenin devri yapılırken acele etmemelidir. Usulüne
göre alıp verilmelidir. Şöyle ki: ölünün mükellef olan varisi (velisi),
fidyeyi fakire verirken "Falan oğlu falanın namaz keffareti olmak üzere
bunu al." deyip gerçekte fakire ait olarak bu parayı vermelidir. Fakir
de: "Bunu kabul ettim," deyip aldıktan sonra kendi rızası ile
veliye hibe ve teslim etmelidir. Veli de hibeyi kabul edip aldıktan sonra yine
bu şekil üzere o fakire veya başka bir fakire vererek kazaya kalan namazları
karşılayıncaya kadar devir yapılıp bitirilmelidir.
Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de şefkat
duygusunu göstererek bunu bağışlayana hibe etmesi, geçmişi düzeltmeye gücü
kalmamış olan din kardeşinin manevî sorumluluğunu azaltmak gibi, çok hayırlı
bir maksada yönelik bulunduğundan, bu işlem büyük bir merhamet ve kardeşlik
alametidir. Din kardeşleri arasındaki vefakarlık görevi unutulmamalıdır.
482- İhtilaftan kurtulmak için devir işlemini velinin
kendisi yapmalıdır. Bunu kendisi yapamazsa, yerine başka bir kimseyi tam bir
yetki ile vekil tayin etmelidir. Artık vekil olan kimse o parayı veli adına
fakire vermeli ve o parayı veli adına fakirden bir aracı sıfatı ile o parayı
hibe olarak kabul eylemelidir. Böyle olmazsa, o şahsın bu parayı başkasının
mülkiyetine geçirmeye ve veli adına mülk edinmeye yetkisi olamaz.
Yabancının da ölü adına bağış yolu ile namaz için
fidye verebileceğine inanan bazı fıkıh alimlerine göre ise, böyle devamlı
bir vekalet alınmasına gerek yoktur. Başlangıçta fidyeyi vermeye veli tarafından
vekalet verilen kimse bunu başkasının mülkiyetine geçirir ve fakirin de
kendisine yapılan hibesini kabul ederek bunu kendi tarafından ölü adına
fakire tekrar temlik eder (mülkiyetine geçirir). Bununla beraber birinci görüş
tercih edilmiştir. Devirden sonra velinin veya vekilin eline hibe yolu ile
gelen paradan, kendileri ile devir yapılan fakirlere, kalblerini hoş tutmak için
bir mikdar verilir. Geriye bir mikdar kalırsa, o da başka fakirlere sadaka
olarak verilir. Eğer bu para yerine mücevherattan bir şey konulmuş olursa,
bunun kıymeti üzerinden sadaka verme işlemi yapılır.
483- Namaz fidyesinden sonra oruç keffareti, sonra kurban
keffareti, sonra yemin keffareti için tekrar devir yapılır. Bir nafile olarak
başlanıp da bozulduktan sonra kaza edilmemiş namazlar, adanmış olup da
getirilmemiş adak namazlar ve kurbanlar için de bir mikdar devir yapılır.
Hatta yapılmamış tilavet secdesi de bir vakit namaz sayılarak bundan dolayı
da fidye verilir. Namaz fidyesinin tümünü bir fakire bir günde vermek
caizdir. Fakat oruç ve yemin keffaretleri böyle değildir. Bu fidyeler bir günde
bir şahsa toptan verilemez. (Oruç ve yemin kefferati bölümüne bakılsın.)
484- Namaz fidyesinin vasiyet edilmesi, bunun varisler tarafından
bağış yolu ile yapılmasından daha iyidir. Bir de bu fidye, daha ölü gömülmeden
yapılmalıdır. Uygun olan budur. Bununla beraber gömüldükten sonra yapılması
da caizdir. Ölünün velisi, ölü adına kazaya kalmış namazlarını kılamaz,
oruçlarını tutamaz. Fakat bu gibi ibadetlerin sevabından ölmüş bir müslümana
hediye yapılabilir. Ölünün bundan faydalanacağı Allah'ın ihsanından
beklenir.
485- İma ile de namaz kılamayan bir hasta, bu hal üzere ölse,
bu hastalığı müddeti içinde kılamamış olduğu namazlar için vasiyet
etmesi gerekmez. Çünkü bunları kaza etmekten sorumlu olacağı bir zamana
ermemiştir. Bunun için bu namazlar, üzerine ödenmesi gereken bir borç olmamıştır.
Bundan dolayı fidye verilmesi yoluna gidilmez.
486- Namaz için fidye vermeye dair açık bir delil ve icma
yoktur. Bu usul, delil ile sabit olan oruç fidyesine kıyas yolu ile de kabul
edilmiş değildir. Bu bir ihtiyat işidir. Hanefî müctehidleri bunu güzel görmüşlerdir.
Bunun kazaya kalmış namazlar yerine geçeceği kesin olarak ileri sürülemez.
Ancak böyle bir fidye vasiyeti, bir pişmanlık eseridir, bir istiğfar nişanıdır.
Bunun varis tarafından bağış yolu ile yapılması da, bir şefkat ve hayırseverlik
alametidir. Kaza için de bir imkan kalmamıştır. Bu yönden bu Fidyenin kabulü
Yüce Allah'ın rahmetinden umulmaktadır. Bunun için bu usul, bazılarının
sandığı gibi, sonradan İmam Birgivî merhum tarafından ileri sürülmüş
bir şey değildir. Doğrusu şudur ki, bu mesele Hanefî mezhebi üzere yazılmış
en eski kitablarda da bu şekilde mevcuttur. Deniliyor ki:
Fidye ile oruç borcunun düşeceği üzerinde nass (kesin
delil) vardır. Namaz da, Hanefî fıkıh alimlerinin istihsan görüşlerine göre
oruç gibidir, oruçtan daha önemlidir. Bunun için kaza edilmesine imkan
kalmamış olan namazlardan dolayı da fidye verilerek Yüce Allah'ın mağfiretine
sığınmak, ihtiyatî bir iş olarak uygundur.
487- İmam Muhammed El-Şeybanî (Allah ona rahmet etsin)
Ziyadat adlı kitabında "Namaz fidyesi" İnşallahü teala kifayet
eder, demiştir. Demek ki, bunun afv ve mağfirete bir vesile olacağı Yüce
Allah'dan umuluyor. Yoksa bunun üzerinde kesin bir delil yoktur. Eğer bu
fidyenin namazlara kifayet edeceği kesin bir delile veya kıyasa dayansaydı, böyle
Allah'ın dilemesi şeklinde söz söylenmezdi.
Fahrül-İslam Pezdevi'nun Usul kitabında şöyle deniliyor:
Namaz hakkında fidyenin cevazına (yeterli olacağına), oruç hakkında hükmettiğimiz
gibi hüküm veremeyiz. Ancak namaz hakkında fidyenin lütfen kabulünü Allah
tarafından bir ihsan olarak isteriz. İbn'ül-Hümam gibi, içtihad derecesini
kazanmış bir zatın da, Fethu'l-Kadir'deki ifadesine göre namaz, Hanefî
imamlarının istihsanı ile oruç gibidir. Madem ki oruç ile fidye vermek,
yemek yedirmek arasında bir denklik şeriatça sabit olmuştur. Buna göre bu
denklik namaz ile fidye arasında da sabit olabilir. Eğer böyle bir denklik
varsa, netice elde edilmiş olur. Değilse, namaz için fidye bir iyilik ve
ihsandan ibaret kalır, iyilik ve ihsan ise, günahları giderir. Bir ayeti
kerimede buyurulmuştur.
"İyilikler kötülükleri siler." (Hud:
114).
488- Fıkıh kitablarımızdan Kuhüstanî'de şöyle
deniliyor: "Eğer ölü, namaz için fidye verilmesini vasiyet etmemiş
ise, velisinin bağış yapması caizdir. Bunun müstahsen bir iş olduğu görüşünde
ayrılık yoktur. Bunun sevabı ölüye ulaşır."
Doğrusu, hiç bir zaman namaz fidyesi ile namaz borçlarımızın
ödenmiş olacağını ileri süremeyiz. Fakat acizane verilecek sadakalardan
dolayı da, Allah'ın ihsanına ulaşmaktan ümidimizi kesmeyiz. Hiç bir hayır
ve iyilik Allah yanında boşa gitmez. Verilen sadakalardan ve yapılan vakıflardan
dolayı müminin amel defterine daima sevab yazılır durur.
489- Bir ölü vasiyet etmediği takdirde, onun varisleri,
geriye bırakmış olduğu maldan fidye vermek zorunda değildir. Hele varisler
fakir bulunurlarsa, bir gelenek ve iyilik düşüncesi ile bu fakir varisleri
fidye vermeye yöneltmek uygun olmaz. Bilhassa varisler arasında çocuklar ve
yetimler bulunursa, bunların hisselerinden fidye verilmesi asla caiz olmaz.
Bir de kendileri ile devir yapılacak fakirler arasında çocuk,
bunak, deli, zengin ve gayri müslim bulunmamalıdır. Bu hususlara dikkat
etmelidir.
Mescidlere
Ait Hükümler
490- Mescid, İslam mabetlerine (ibadet evlerine) verilen bir
isimdir. Lûgatta "secde edilecek yer" demektir. Çoğuluna "mesacid"
denir. Mescidlerin büyüğüne "Cami" denir. Bunun çoğulu da "Cevami"dir.
Mescidler Yüce Allah'a ibadet için yapılmıştır. Bundan
dolayı her mescidin büyük bir şeref ve fazileti vardır. Bu şerefi göstermek
için her mescide Beytullah (Allah'ın evi) denmiştir. Onun için mescidlere hürmet
edilir. Mescidlerde hiç kimse istediği gibi hareket edemez. Bir mescid kıyamete
kadar mesciddir. Mescidlere saygısızlık etmek, taşkınlıkta bulunmak, Yüce
Allah'ın hakkına saldırmaktır. Bunun sorumluluğu pek büyüktür.
491- Bir mescidin içi ve arsası mescid olduğu gibi, semaya
kadar olan bütün üst tarafı da mescid hükmündedir. Onun için mescidlerin
içlerinde yapılması mekruh ve yasak şeyler, bunların üstlerinde de
mekruhtur.
492- Mescidlerin "Fina-i Mescid" denilen çevresi,
mescidlere bitişik olup aralarında yol bulunmayan yerler de namaz hususunda
mescid hükmündedir. Bu bakımdan oralardan imama uymak sahihdir. Saflar bu
yerlere ulaşmasa bile hüküm aynıdır. Fakat diğer hususlarda mescid hükmünde
değillerdir. Oralardan geçip gitmek ve oralara abdestsiz girmek caizdir.
Bayram ve cenaze namazgahları da, yalnız namaz hususunda
mescid hükmündedirler. Bir kimsenin kendi evinde kendisi için mescid edindiği
yer, asla mescid hükmünü kazanmaz.
493- Mescidlerin en faziletlisi Mescid-i Haram (Kâbe) ile çevresindeki
sahasıdır. Sonra Medine-i Münevveredeki "Mescidünnebi"dir. Sonra
"Beytülmakdis"dir. Sonra "Kuba" mescididir. Bundan sonra en
eski mescidler, daha sonra da en büyük olan mescidler gelir.
(Malikîlere göre, mescidlerin en faziletlisi önce "Mescid-i
Nebevidir. Sonra "Mescid-i Haram", sonra "Mescid-i Aksa'dır.
Bunlardan sonra bütün mescidler eşittir.
Ancak insanın evine yakın olan mescidde namaz kılması,
komşuluk hakkını gözetme bakımından daha faziletlidir.)
494- Bir kimsenin, kendi mahalle veya kabilesi mescidinde
namaz kılması diğer mescidlerde namaz kılmasından daha faziletlidir, diğer
mescidlerin cemaatı ister daha çok ve ister daha az olsun. Yalnız bir
mescidin imamı daha salih ve alim olursa, orada namaz kılmak daha
faziletlidir. Bu konuda Mescid-i Haram ile Mescid-i Nebevi'de kendilerine has
bir özellik ve üstünlük vardır. Bunlarda kılınan namazların sevabları
kat kat ziyadedir.
495- Bir mescid insanlara dar gelecek olsa, yanındaki yer
sahibinden kıymeti ile arsa satın alınarak mescide katılır. Arsa sahibi razı
olmasa bile bu işlem yapılır, çünkü buna bütün insanların ihtiyacı
vardır. Böyle bir mescid veya cami, sonradan binaların durumundan anlayan
yetkili kimselerin görüşlerine göre çok genişlemiş ise, içinde cuma ve
bayram namazları kılınması gibi en büyük idareciden tekrar izin alınması
gerekir.
496- Bir kimse, Yüce Allah'ın rızası için yaptırmış
olduğu mescidin idaresine, tamirine, döşeme ve aydınlatılmasına ehil ise müezzinliğine
ve imamlığına, başkalarından daha çok hak sahibidir. Kendisinden sonra da
evladı ve aşireti, diğer insanlardan evladır. Bunlar müezzinliğe ve imamlığa
ehil değiller ise, diledikleri uygun kimseleri müezzin ve imam tayin
edebilirler. Ancak yapılan bu tayin işinde vakıf ile mahalle halkı arasında
bir ayrılık olursa, bakılır: Eğer vakıfın seçtiği kimseler daha iyi
veya halkın seçtiği şahıslara eşit ise, vakıfın, seçtiği tercih
edilir. Değilse, halkın isteği geçerli olur.
497- Bir mescidin duvarlarını ve kubbesini birtakım nakış
ve yaldızlarla süklemekte bir beis yoktur; fakat sade bir halde bulunması
daha iyidir, özellikle kıble tarafının bakışları toplayacak şekilde ince
ve zarif nakışlarla süslenmesi,
namaz kılanların dikkatini çekeceğinden ve kalblerinin huzurunu bozacağından
mekruh görülmüştür. Bununla beraber bir kimse kendi malından bir mescidi süsleyebilir.
Fakat mütevelli (mescidin bakımına memur olan kimse), bu gibi nakış ve süsleri,
vakıfın malından yapamaz. Yaparsa, bedelini öder. Çünkü bunlar mescidin
yapısına ve devamına ait şeyler değildir. Ancak gelir fazlasının zalimler
eline geçip yok olacağından korkulursa bu gibi harcama yapılabilir.
498- Mescidlerin lambaları en fazla gecenin üçte birine
kadar yakılabilir, bundan fazla yakılamaz. Çünkü vakfın malına tecavüz
olur. Ancak vakıfın böyle bir şartı varsa veya adet öyle ise, tecavüz sayılmaz.
499- Mescid içinde kuyu kazılmaz. Eskiden beri varsa, olduğu
gibi bırakılır. Abdest için hazırlanmış bir yer yoksa, mescid içinde
abdest alınmaz.
500- Devamlı imam ve müezzini bulunan bir mescidde namaz kılındıktan
sonra, tekrar cemaat halinde ezan ve ikametle namaz kılınması mekruhtur.
Fakat tekrar ezan ve ikamet yapılmaksızın mescidin mihrabından başka bir
tarafta bazı kimselerin tekrar cemaatla namaz kılmaları, sahih olan görüşe
göre, mekruh değildir.
501- Bir mescidde ezan okunduktan sonra, içinde bulunan
kimsenin o mescidi bırakıp başka bir mescide gitmesi, başka bir mescidde görevli
değilse, mekruhtur.
502- Namaz kılanın önünden geçmek günahtır. Fakat
mescidde ileri saflarda yer varken, arka saflarda namaz kılanın önünden geçmek
ve ileri gitmek caizdir. Çünkü bu kimse, kendisine hürmet hakkını kaybetmiştir.
503- İtikâfa girmeyen kimsenin mescid içinde yemek yemesi
ve uyuması mekruhtur. Fakat bir görüşe göre memleketinden uzak kalmış
kimsenin mescid içinde yemesi ve uyuması caizdir. Ancak ihlilafdan kurtulmak için
böyle bir garibin itikafa niyet etmesi daha iyidir.
504- Mescidlere abdestli olarak girilir. Namaz maksadı
olmaksızın mescidlere çocukları ve delileri sokmak, zaruret olmadıkça yol
gibi geçip gitmek caiz değildir.
505- Bir mescide girerken önce sağ ayağı ileri atarak
girmeli ve hemen Peygamber Efendimize Salat ve Selam getirmeli: "Allahümmeftah
aleyna ebvabe rahmetike = Ya Rabbi! Üzerimize rahmetinin kapılarını aç,"
diye dua etmeli. Çıkarken de önce sol ayağı dışarıya atmalı: "Allahümmeftah
aleyna ebvabe fadlike = Ya Rabbi! Üzerimize lütuf ve kereminin kapılarını
aç," diye duada bulunmalıdır.
506- Mescidlere gelişi güzel hareket ve davranışlarla
girilemez. Kollar sıvalı, pallo omuzlara atılmış bir şekilde girmek uygun
olmaz. Bir zaruret bulunmadıkça, mescidlerde dizleri dikmek veya ayakları
uzatmak sureti ile rastgele oturulmaz. Bunlar caiz görülemez.
Yine, mescidlere serili sergiler üzerine kirli veya ıslak
ayaklarla basılamaz. Mabedlerin temizliğine zarar veren işler yapılamaz.
Herkes haline göre, mabedlere en temiz ve en güzel elbiselerini giyerek
gitmeli. Cemaatı tiksindirici hallerden kaçınmalıdır. Bir ayet-i kerimede:
"Her mescide gidişinizde temiz ve güzel
elbiselerinizi giyiniz," buyurulmuştur.
507- Mescidlerde yüksek sesle konuşmak mekruhtur. Ancak
cemaata duyurmak için hatiblerin ve vaizlerin, din dersi veren hocaların
seslerini yükseltmeleri caizdir. Başkalarının namazlarını karıştırmamak
şartıyla, Kur'an okuyanların ve Allah'ı zikredenlerin seslerini yükseltmeleri
de caizdir.
508- Mescidlerde gürültü yapmak, gereksiz yere dünya işlerini
konuşmak, kaybolan eşyaları sorup araştırmak, zikir ve hikmet taşımayan
şiirler okumak caiz değildir. Denilmiştir ki: "Ateşin odunu yemesi
gibi, mescidde konuşulan sözler, iyilikleri yer, bitirir."
509- Mescidlerde suçlulara ceza uygulamak, alış-veriş
yapmak caiz değildir. Yalnız itikâf halinde olanlar, kazanç sağlamak maksadı
olmaksızın sadece ihtiyaçları kadar alış-verişte bulunabilirler.
(İmam Ahmed'e göre, mescidlerde nikah akdî yapılması sünnettir,
İmam Şafiî Hazretlerine göre, bu akid yalnız, itikaf halinde bulunan için
caizdir.)
510- Mescid içinde dilencilik yapmak haramdır. Bu
dilencilere para vermek de mekruhtur. En ihtiyatlı görüş budur. Fakat hediye
ve sadaka vermek yasak değildir.
511- Mescidleri pis ve kötü kokulu şeylerden korumak,
vacib olan bir görevdir. Onun için mescid lambalarında temiz olmayan yağları
kullanmak caiz değildir. Soğan ve sarımsak gibi, kokuları hoş olmayan şeyleri
yemiş kimselerin cemaat arasına girmeleri de uygun değildir. Çünkü bunların
kokusu cemaata eziyet verir.
512- Mescidlerde okunan Kur'an-ı Kerimi, hutbeleri ve yapılan
vaazları tam bir hürmetle dinlemek gerekir. Mescidlerde oturup kalkma, gidip
gelme edeblerine gereği üzere riayet edilmesi bir görevdir.
Bütün bunlar, mübarek mabedlere ait edeblerdendir. Bunlara
aykırı hareket etmek, İslâm adabına aykırıdır. Böyle hoş olmayan bir
hareket, İslâm mabedinin ne kadar kutsal bir makam olduğunu güzelce
anlamamaktan ileri gelir. Kur'an-ı Kerime ve diğer saygı değer şeylere karşı
yapılması gereken hürmeti bilmemekten ileri gelir. Sosyal terbiyeye ve din
kardeşlerine karşı gösterilmesi gereken hürmet ve nezakete aykırı
bulunur. Artık bu gibi yolsuz hareketlerden kaçınmalı, İslâm adabına yaraşır
şekilde hareket etmelidir.
513- Mescid kapılarını namaz vakitlerinden sonra kapamak
mekruhtur. Ancak içindeki eşyanın çalınmasından korkuluyorsa,
kilitlenebilir.
Ek
514- Mescid ve cami inşa etmenin fazileti ve sevabı pek çoktur.
Bunları yapmak, bunların inşaatına yardım etmek, bir iman ve hayırseverlik
nişanıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerimde: "Yüce Allah'ın mescidlerini,
ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse bina ve imar eder," diye
buyurulmuştur.
515- Mescidleri bina ve imar eden müminler hakkında büyük
müjdeler vardır. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: "Her kim
Yüce Allah'ın rızasını dileyerek bir mescid bina ederse, Allah da ona
cennette bir ev bina eder.
Diğer bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: "Her
kim helal malından, içinde Yüce Allah'a ibadet edilecek bir bina yaparsa,
Allah da onun için Cennetde inci ve yakuttan bir bina yapar".
İşte helal maldan, görsünler ve işitsinler için değil
de, yalnız Allah rızası için yapılan bir mabedin sevabı çok fazladır. Ne
mutlu böyle hayırlı işler başaranlara!..
516- İnsanlar ölünce amelleri biter, amel defterleri kapanır.
Artık bu defterlere sevab yazılmaz. Ancak mescid yapmış olmak gibi devamlı
hayırları bulunan müminlerin amel defterleri kapanmaz. Onlara daima sevablar
yazılır durur. Çünkü bir hadis-i şerifde buyurulmuşlur: "Bir mümine,
öldükten sonra, amelinden ve iyiliklerinden ulaşacak şeylerden biri, öğrenip
yaydığı ilim yahut geriye bırakmış olduğu salih evladı yahut miras bırakmış
olduğu Mushaf yahut yapmış olduğu mescid yahut yolcular için yapmış olduğu
ev yahut akıtmış olduğu ırmak yahut sağlık halinde hayatta iken malından
çıkarıp verdiği sadakadır. Bunlar vefatından sonra kendisine (sevab
olarak) ulaşır".
İşte bu hadis-i şerifin beyanına göre de, mescidleri
yapan, medreseleri kuran, çeşmeleri akıtan ve benzeri hayırlı vakıfları
yapan kimseler hakkında ne büyük bir müjdeyi kapsıyor.
517- Yüce Allah'ın rızası için yapılmış vakıflar
birer sadaka-i cariyedir (devam edip giden hayırlardır). Şöyle ki: Mükellef
olan bir müslüman, bir malının mülkiyet ve menfaatini insanların
tasarrufundan engellerde, Allah yolunda bir hayır işine bağlarsa, onu
vakfetmiş olur. Artık o mal, ancak Yüce Allah'ın mülkü hükmüne geçer.
Onda hiç kimsenin mülkiyet hakkı kalmaz.
Herhangi bir vakfın geçerli hale gelebilmesi için usulüne
göre mahkemede tescil edilmesi gerekir. Ancak bundan vakıf olan mescidler,
mezarlıklar ve vasiyet suretiyle olan vakıflar müstesnadır. Şöyle ki:
Bir müslüman bir mescid yapar da, onu yoluyla beraber mülkiyetinden
çıkararak içinde namaz kılınması için insanlara izin verirse, insanlarda
orada cemaatla namaz kılarsa, o mescidin vakıflığı, tescile muhtaç olmadan
tamamlanmış olur.
Yine, bir kimse bir malını, bir hayır yoluna vakıf olmak
üzere vasiyet edip sonra o vasiyet üzerine vefat etse, bakılır: Eğer malının
üçte biri bunu karşılıyorsa veya varisi yoksa veya varisleri olur da
vasiyetin tümünü geçerli kabul ediyorsa, o mal, o hayır yoluna tamamen
vakfedilmiş olur. Eğer geriye bırakmış olduğu malın üçte biri yetmeyip
varisler de muvafakat etmiyorsa, terekesinin üçte biri kadar olan mikdar ancak
o hayır işine konulan şartlarla vakfedilmiş bulunur. Bunun geçerliliği
tescile bağlı değildir. Vakıflarla ilgili bilgi, "Hukuku İslâmiye ve
Istılâhatı Fıkhiye" adındaki eserimizin dördüncü cildinde vardır.
518- Mescidlere, ibadet yapmak ve cemaatla namaz kılmak için
devam etmek de, mescidleri sağlığa kavuşturmak ve imar etmek sayıldığından
fazileti pek ziyadedir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur: "Bir kimse, içinde
cemaatla namaz kılınan bir mescide gidecek olsa, gidiş ve gelişlerinden
atacağı adımlarından her biri ile bir günahı silinir. Diğer biri ile de
kendisi için bir sevab yazılır.
Diğer bir hadis-i şerifde de: "Her kim evinde güzelce
abdest alır da, sonra mescide giderse, o kimse Allah'ın ziyaretçisi olur.
Ziyarette bulunana ikram ise, her ziyaret edilen zat üzerine bir haktır"
diye buyurulmuştur.
Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur:
"Gecenin karanlığında mescide yürüyen kimse, kıyamet gününde Yüce
Allah'a nurlar içinde kavuşacaktır".
Ne büyük müjdeler!... Artık mescidlere devamlı bir
ganimet bilmeli, cemaatla namaz kılmanın sevabını kaçırmamaya çalışmalıdır.
Bu hususta muvaffak olmamazı Yüce Allah'tan niyaz ederiz.
Cenaze
İle İlgili Vacipler ve Görevler
519- Cenaze ölü demektir. Ölmek üzere bulunan kimseye
"muhtazar" denir. Muhtazarın yanında tevhid ve şahadet kelimelerini
okumaya ve ölünün kabri başında yapılacak konuşmaya "Telkîn"
denir.
Ölünün yıkanmasına "Gasl-i meyyit",
ölünün yıkanmasından sonra kabre gömülmesine kadar yapılması gereken şeylere
ve bunların temin etmeye de "Techiz" adı verilir.
Ölüyü bilinen bezlere sarmaya da "Tekfin"
denilmektedir.
520- Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek ve üzerine
namaz kılıp bir kabre gömmek müslümanlar için bir farz-ı kifayedir. İnsanlar
bu farzı yapmadıkları zaman, bundan hepsi Allah katında sorumlu olurlar. Bu
görevi yapmaya imkânları yoksa, sorumlu olmazlar.
521- İslâm ölülerini hayır ile anmak, onların güzel
hallerini söylemek ve kötülüklerini söylemekten kaçınmak müslümanlar için
bir görevdir. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: "Ölülerinizi
güzel hallerini yad ediniz, kötülüklerini söylemekten çekininiz."
Öyle ki, bir İslâm ölüsünde görülüp iyi haline delâlet
eden güzel koku veya yüzünün nurlanması gibi şeyleri söylemek müstahabdır.
Fakat fena koku ve yüzünün kararması gibi şeyleri söylemek haramdır, gıybetten
sayılır. Ancak ölü açıkta haram işleyen bid'at sahibi olarak tanınmış
ve bu hal üzere ölmüş ise, fena halleri söylenebilir. Başkalarına ibret
olmak için söylenmesi caiz olabilir.
522- Ölmek üzere olan kimseyi (muhtazarı), bir güçlük
yoksa kıbleye doğru sağ yanı üzerine çevirmek müstahabdır. Ayakları kıbleye
doğru olarak ve başı biraz yükseltilerek arkası üstüne de yatırılabilir.
Adet haline gelen de budur. Bu halde, başı biraz yukarı kaldırılır ki, yüzü
kıbleye yönelmiş olsun.
523- Ölüm haline giren kimseye Kelime-i Tevhid telkîn
edilir. Bu bir sünnettir. Şöyle ki: Daha ruhu boğazına çıkmadan yanında
Tevhid ve Şahadet kelimeleri okunur; fakat sen söyle, diye ona zorlanmaz.
Hasta da bu kelimeyi bir defa okuyup başka bir şey söylemezse, artık telkine
son verilir. Böylece son sözü tevhid kelimesi olur. Bu telkini, hastanın hoşlanmadığı
bir kimse yapmamalıdır. Bu telkin, içine tevbeyi de alacak şekilde şöyle
yapılabilir: "Estağfirullahel-Azim ellezi lâ İlâhe illâ hüvel-Hayyül
Kayyüme ve etübu ileyhi = Şanı Yüce olan Allah'dan mağfiret diler
ve ona tevbe ederim ki, O'ndan başka hak mabud yoktur. O, Hayy'dır, Kayyum'dur."
Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"Her kimin son sözü 'Lâ İlâhe İllallah'
olursa cennete girer."
Muhtazarın yanında Yasin ve Ra'd surelerini okumak müstahabdır.
524- Muhtazar ölünce gözleri yumdurulur, çenesi kapatılarak
bir bez ile iyice çekilip tepesine bağlanır. Bunları yapan kimse şöylece
dua etmelidir:
"Bismillâhi ve âlâ milleti Resûlillahi. Alahümme
yessir aleyhi emrehu ve sehhil aleyhi ma ba'dehu ve es'idhu bilikaike vec'al ma
harace ileyhi hayren mimma harece anhü = Yüce Allah'ın ismini zikir
ile ve Resûlüllah'ın dini üzere ölmüş olsun. Ey Allah'ım! Bunun işini
kolay et, kendisine ilerisini kolaylaştır, onu cemalinle mutlu kıl. Gitmekte
olduğu âlemi ona, içinden çıktığı âlemden daha hayırlı yap."
525- Ölünün üzerinden elbisesi çıkarılır, yıkanması
için hazırlanan bir yer üzerine konulur ve üstüne örtü çekilir. Şişmesine
engel olmak için karnı üstüne bıçak gibi bir demir parçası konulur.
Elleri yanlarına uzatılır. Kollan göğsünün üzerine konulmaz. Yanında cünub,
hayız ve nifas hallerinde olanlar bulunmaz.
526- Ölünün yanında güzel kokulu bir şey bulundurulur.
Yıkanmadıkça yanında Kur'ân okunmaz, okunması mekruhtur. Bu durumda başka
bir odada Kur'ân okunabilir. Ölünün bulunduğu yer geniş olup üzerinde de
tam bir örtü bulunduğu takdirde, kendisine yakın oturulmaksızın gizlice
Kur'ân-ı Kerîm okunması da kerahet olmayabilir.
527- Ölünün komşularına ve yakınlarına vefat haberi
verilir. Bunlar da, ölüye karşı son görevlerini yapmaya koşarak sevab
kazanırlar.
Cenazelerin
Yıkanması
528- Cenazelerin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması
ve kabirlerine konulması müstahabdır. Bunun için önce cenaze teneşir
denilen tahtadan bir sedir üzerine, ayakları kıbleye doğru olarak arka üzeri
yatırılır. Teneşirin çevresi güzel kokulu bir şeyle üç, beş veya yedi
defa tütsülenir. Göbeğinden dizleri altına kadar olan avret yerleri bir örtü
ile örtülüp elbiseleri tamamen çıkarılır.
529- Cenaze yıkayan erkek veya kadın yıkayıcı, farz olan
yıkama görevini yerine getirmeyi niyet etmeli ve Besmele ile başlamalıdır.
Yıkama bitinceye kadar da: "Gufraneke ya Rahman! = Ey
Rahman olan Rabbim, senin mağfiretini dilerim" demelidir.
Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altından ölünün
avret yerlerini temizler. Sonra abdest aldırmaya başlayarak önce cenazenin yüzünü
yıkar. Ağzına ve burnuna su vermez. Yalnız dudaklarının içini ve dışlarını,
burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya parmağına sardığı bezle mümkün
olduğu kadar siler. Ondan sonra elleri ile kollarını yıkar. Sahih olan görüşe
göre, başını da meshedip ayaklarını da geciktirmeksizin hemen yıkar. Böylece
abdest verilmiş olur.
Namazın ne olduğunu henüz anlamayacak bir yaşta olan çocuk
ölünce, buna böyle bir abdest verilmez.
530- Cenazenin abdest işi tamamlanınca, üzerine ılık ve
tatlı su dökülür. Saç ve sakalı taranmaksızın, varsa "hatmî"
denilen güzel kokulu bir ot ile yoksa sabun ile yıkanır. Sonra sol tarafına
çevrilerek önce sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol yanlan
üçer defa yıkanır. Daha fazla yıkanabilirse de israf olmamalıdır. Bundan
sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu kaldırışta cenaze, yıkayıcının göğsüne
veya eline ve dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa
su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest ve vücudun tamamını yıkamaya
gerek yoktur. Fakat şişip dağılmak üzere bulunan bir ölünün üzerine
yalnız su dökülerek yetinilir. Ona abdest vermek ve üç defa yıkamak
gerekmez.
531- Ölünün saçları ve tırnakları kesilmez. Sünnet
olmamışsa, sünnet edilmez. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz. Yıkandıktan
sonra havlu ve benzeri bir şeyle kurulanır. Ondan sonra kefen gömleği
giydirilir ve geri kalan kefenleri yayılır. Başına ve sakalına "hanut"
denilen kâfur veya benzeri güzel kokulu bir şey konur. Secde yerleri olan alın,
burun, eller, dizler ve ayaklara da kâfur konur.
532- Ölünün yıkanacağı yer kapalı olup yıkayıcı ve
yardımcılarından başkası onu görmemelidir. Bir ölüyü, ona en yakın
olan kimse veya takva sahibi güvenilir kimse yıkamalıdır. Bu yıkamak parasız
olmalıdır. Çünkü bu bir din görevidir. Öyle ki, yıkayıcı olarak bir
kimseden başkası bulunmasa, bunun yıkama ücreti alması caiz olmaz. Fakat başka
yıkayabilenler varsa, o zaman ücret alınabilir.
533- Erkek olan ölüyü erkek, kadın olan ölüyü de kadın
yıkar. Bu yıkayıcılar taharet üzere bulunmalıdırlar. Bunların cünüb,
haiz, nifas halinde olmaları ve yıkayıcının gayri müslim olması
mekruhtur. Ancak müslüman bir erkek hakkında gayri müslimden başka bir
erkek ve müslüman bir kadın hakkında gayri müslim bir kadından başka kadın
bulunmadığı zaman bunlar yıkayabilirler.
534- Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü
kadın, iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça evlilik devam halinde sayılır.
Fakat bir erkek, ölmüş bulunan zevcesini yıkayamaz. Çünkü erkeğe iddet
gerekmez. Karısı ölünce, aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak
onu yıkayacak bir kadın bulunmazsa, koca zevcesine teyemmüm verir.
(Üç İmama göre, kocanında zevcesini yıkaması caizdir.)
535- Erkekler arasında ölmüş olan bir kadına mahremi
varsa, bu mahremi ona eli ile teyemmüm ettirir. Mahremi yoksa, yabancı bir
erkek eline bir bez alarak ve gözlerini kapayarak teyemmüm ettirir.
536- Su bulunmadığı zaman yine teyemmüm ile yetinilir.
Bir cenaze için teyemmüm yapılıp namazı kılındıktan sonra su bulunacak
olsa, yeniden yıkanır, namazı tekrar kılınıp kılınmayacağı hakkında
İmam Ebû Yusuf'un iki görüşü vardır.
537- Henüz büluğ çağına yaklaşmamış (müştehat
olmayan) bir kız çocuğunu erkek yıkayabildiği gibi, henüz mürahik (buluğ
çağına ermemiş) bulunan bir erkek çocuğunu da kadın yıkayabilir.
538- Cinsel organı kesilmiş veya yumurtaları (husyeleri)
çıkarılmış erkek ile organı tam erkekler arasında fark yoktur. Bu
gibileri de erkekler yıkar.
539- Suda boğulmuş olan bir müslüman, yıkamak niyeti ile
üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. Yalnız su içinde kalmış olması,
hayattaki müslümanları cenazeyi yıkama farzını yerine getirmekten
kurtarmaz.
540- Bir müslümanın akrabası veya zevcesi olan bir gayri
müslim öldüğü zaman onun dindaşlarına verilir. Eğer bunlara verilmezse,
sünnet üzere olmaksızın yıkanır ve sarılarak gömülür, yukarda açıklandığı
üzere mü'minlere yapılan işlem buna yapılmaz.
541- Ölen bir müslümanın, gayri müslimden başka akrabasından
bir velisi bulunmasa, cenazesi gayri müslimlere verilmez. Çünkü bunun teçhiz
ve tekfini ile ilgili bütün görevler müslümanlar üzerine bir farz-ı
kifayedir.
542- Ölü olarak düşen bir çocuk, bir bez parçasına sarılarak
gömülür, yıkanması gerekmez.
543- Erkek mi, kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan
kendisine "hünsa-i müşkil" denilen kimse ölünce teyemmüm
ettirilir, yıkanmaz. Kefenlenme hususunda kadın sayılır.
544- Ölmüş olan bir müslümanın başı ile beraber vücudunun
çoğu bulunuyorsa yıkanır; kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız
olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuş olsa
yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.
545- Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı
veya benzeri şeyler artık yıkanmaz.
Cenazelerin
Kefenlenmesi
546- Ölen erkek veya kadın her müslümanı bedenini örtecek
şekilde bir giysi ile kefenlemek farzdır. Bu farz görevini yapmayan müslümanlar
günahkâr olurlar. Ölünün kefenlenmesi üç şekilde olur:
Birincisi, "Sünnet üzere olan kefenleme"dir ki,
erkekler için Kamis, İzar ve Lifafe'den ibaret olmak üzere üç kattır. Kadınlar
için ise, bu üç parça ile beraber bir baş örtüsü ile bir göğüs örtüsünden
ibaret beş kattır.
İkincisi, "Kefen-i Kifayet"dir ki, erkekler için
İzar ve Lifafe olur. Kadınlar için de bunlarla beraber bir baş örtüsü
olur.
Üçüncüsü, "Kefen-i Zaruret'dir ki, hem erkekler için,
hem de kadınlar için yalnız bir kattır. Bu durumda ölü, bulunabilen bir
parça elbiseye sarılır. Fakat bir zaruret bulunmadıkça böyle bir kat kefen
ile yetinilmez.
547- Kamis, bir gömlek yerindedir. Boyun kısmından
ayaklara kadar uzun olur. Yen ve yakası bulunmaz, etrafı da oyulmaz. İzar ise
bir don ve bir eteklik yerindedir ki, baştan ayağa kadar uzun bulunur. Lifafe
ise, bir sargı yerinde olup baştan ayağa kadar uzun bulunmakla beraber, baş
ve ayak tarafları düğümlenir. Böylece İzar'dan daha uzun bulunmuş olur.
548- Kefenin beyaz renkte pamuk bezinden olması daha
faziletlidir. Gelenek olarak da beyaz patiskadan yapılmaktadır. Kefenin yenisi
ve yıkanmışı birdir. Kadınlar için ipekten kefen ve zaferan ile usfur
denilen boyalarla boyanmış bezlerden de kefen yapılabilir.
Kefenler mümkün olduğu kadar güzel ve ölünün varlığına
uygun olmalıdır. Erkeklerin kefenleri, cuma ve bayram günlerinde, kadınların
kefenleri de babalarını ziyaret edecekleri günlerde giydikleri elbiselere kıymet
bakımından uygun bulunmalıdır. Bu bir ölçüdür. Sünnet mikdarı olan
kefenden daha fazlasını seçmek mekruhtur. Hele varisler arasında muhtaçlar
veya çocuklar bulunursa, hiç benimsenemez.
549- Kefenler daha ölülere sarılmadan önce tek adet
olarak birkaç defa güzel kokulu şeylerle tütsülenir. Önce Lifafe tabut içine
veya hasır ve kilim gibi bir şey üzerine serilir. Onun üzerine de İzar yayılır.
Sonra da ölü Kamis (kefen gömleği) içinde olarak İzar'in üstüne konur.
Bu durumda ölü erkek ise, İzar önce soluna, sonra da sağına getirilerek
sarılır. Ondan sonra Lifafe de aynı şekilde sarılır. Açılmasından
korkulursa, kefen bir kuşak ile de bağlanır.
Ölü kadın olunca, saçları ikiye ayrılarak kefen gömleği
üzerinde göğsü üzerine konur. Bunun üzerine, yüzünü de örtecek şekilde
başörtüsü konur. Sonra üzerine İzar sarılır. İzar'ın üzerinden de göğüs
örtüsü bağlanır. Daha sonra Lifafe sarılır. Göğüs örtüsü Lifafe'den
sonra da bağlanabilir.
550- Kefen konusunda, büluğ çağına yaklaşmış erkek çocuklarla
kız çocuklar, büluğ çağına ermiş büyükler hükmündedir. Henüz büluğ
çağına yaklaşmamış çocukların kefenleri yalnız İzar ile Lifafe'dir;
yahut bir kat olarak yapılır. Üç kat yapılması daha iyidir.
551- Her şahsın kefeni kendi malından karşılanır. Kefen
harcamaları, borçtan, yapılan vasiyetten ve varis hakkından öncedir. Ancak
borç karşılığı olarak bırakılan rehin maldan kefene harcama yapılmaz.
Rehin alanın hakkı daha önde gelir. Geriye mal bırakmamış olan bir ölünün
kefen masrafı, hayatta iken, nafakasını vermekle yükümlü bulunduğu
kimselere aittir. Böyle bir kimsesi bulunmazsa, hazine tarafından karşılanır.
Bu da mülkün olmazsa, müslümanlar tarafından kefen ihtiyacı karşılanır.
552- Kadınların kefenleri, zengin olsalar dahi, kocalarına
aittir. Fetva buna göredir. İmam Muhammed'e göre, yalnız mal bırakmayan kadınların
techiz ve tekfin masrafları, nafakalarını vermekle yükümlü olan kimselere
aittir. Eğer kadınların mallan varsa, masraflar o maldan karşılanır. (İmam
Şafiî'ye göre de böyledir.)
553- Bir ölünün techiz ve tekfinini varislerinden biri
yerine getirse, bu masrafları terekesinden alabilir. Fakat varis olmayan yabancı
bir kimse, ölünün akrabasından olsa bile, varislerin iznini almaksızın bu
harcamaları yapsa, yaptığı masrafı terekesinden alamaz. İsterse yapacağı
masrafı ölünün geriye bıraktığı maldan (terekesinden) alacağına dair
şahid tutsun, ister tutmasın, hüküm aynıdır.
554- Bir ölünün mezarı açılıp kefeni çalınmış
olursa bakılır: Eğer cenaze bozulmamışsa (kokup çürümemişse), yeniden
kefene sarılır. Bu kefen, terekesi henüz bölünmemiş ise, bu maldan karşılanır.
Terekesi bölünmüş ise varisleri tarafından temin edilir.
Cenaze
Namazları
555- Yıkanıp hazırlanan müslüman bir ölü, ön
tarafa konarak onun namazı kılınmak üzere müslümanların abdest almaları
ve kıbleye yönelmiş bulunmaları farz-ı kifayedir.
556- Cenaze namazının şartı niyettir. Bu niyetle ölünün
kadın veya erkek, kız çocuk veya oğlan olduğu tayin edilir, imam olan zat,
Allah Teala'nın rızası için, hazır olan cenaze namazını kılmaya ve o
cenaze için dua etmeye niyet ederek namaza başlar, imamete niyet etmesi
gerekmez; ister cemaat arasında kadın bulunsun, ister bulunmasın.
Cemaattan her biri de, Allah rızası için o cenaze namazını
kılmaya ve onun için duaya ve imama uymaya niyet eder.
Ölü erkek ise, "şu erkek için", kadın ise
"şu kadın için" diye duaya niyet edilir. Çocuklar için de bu şekilde
niyet edilir. Cemaattan biri, ölünün erkek mi, kadın mı, büyük mü, küçük
mü olduğunu bilmediği zaman, "üzerine imamın namaz kılacağı ölüye,
imamla beraber namaz kılmaya ve dua etmeye" diye niyet eder.
557- Cenaze namazının rükünleri kıyam ile tekbirdir. Sünnetleri
de, hamd ve sena etmek, salat ve selam getirmek, hem ölüye hem de diğer müslümanlara
dua etmekten ibarettir. Duanın rükün olduğunu söyleyenler de vardır. Namaz
şöyle kılınır: Cenazeye karşı ve kıbleye yönelik olarak saf bağlanır,
niyet edilir. İmam olan zat, ellerini namazda olduğu gibi bağlar. Cemaat da
gizlice tekbir alarak ellerini bağlarlar. Bu tekbir bir bakıma bir rükündür,
bir bakıma da bir şarttır. Bu tekbirin arkasından hem imam, hem de cemaat
"Sübhaneke"yi okurlar. (Buna: "Ve celle senaüke"yi de
eklerler). Sonunda ellerini kaldırmaksızın "Allahü Ekber" diye
imam aşikâre tekbir alır. Cemaat da, ellerini kaldırmaksızın gizlice
tekbir alır. Bundan sonra hepsi gizlice "Allahümme Salli ve Allahümme
Barik" dualarını okurlar. Tekrar aynı şekilde "Allahü Ekber"
diye tekbir alınır. Bu defa da ölüye ve diğer müminlere gizlice dua
edilir. Bu duadan sonra yine "Allahü Ekber" denilip tekbir alınır
ve arkasından önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa imam yüksek sesle, cemaat
da gizlice selam verirler. Böylece namaz tamamlanmış olur. Bu vacib olan
selam ile ölüye, cemaata ve imama selam verilmesine niyet edilir. Bazılarına
göre bu selamda ölüye niyet edilmez.
(Cenaze namazında Fatiha süresinin okunması, Şafiîlerce
bir rükündür. İlk tekbirden sonra okunması daha faziletlidir. Hanbelîlerce
de bu bir rükündür. Birinci tekbirden sonra okunması vacibdir. Malikîlere göre
okunması tenzih yolu ile mekruhtur.)
558- Erkek cenaze namazında şöyle dua edilmesi naklolunmuşutur:
(*)
559- Ölü, erkek çocuk ve aslen mecnun ise Yukardaki duada
geçen: "Ve men teveffeytehu minna feteveffihi alel-iman" cümlesinden
sonra şöyle dua edilir: (**)
560- Ölü erkek değil ise, duadaki zamirler müennes (dişi)
zamirleri olarak şöyle değiştirilir.
561- Cenaze namazında öteden beri nakledilen duaları
bilmeyenler, kolaylarına gelen başka uygun duaları okuyabilirler. Bunlar arasında:
"Rabbenâ âtina fiddünya haseneten..." ayetini okusalar kafi
gelir.
Şöyle dua edebilirler: (***)
562- Cenaze namazının asıl rüknü olan tekbirler, anlatıldığı
gibi, üçtür. İlk tekbirle beraber hepsi dört tekbir etmiş olur. İmam bir
beşinci tekbir daha alacak olsa, cemaat buna uymaz.
563- Cenaze namazında cemaatın bulunması şart değildir.
Yalnız bir erkeğin veya yalnız bir kadının cenaze namazını kılması ile
de bu farz yerine getirilmiş olur. Cenaze namazı cemaatla kılındığı zaman
imam olmaya en çok hak sahibi bulunan, en geniş yetkiye sahib idarecilerdir.
Bunlardan sonra cuma namazını kıldıran imam gelir. Sonra iyi bir hal sahibi
bulunan mahalle veya kabile imamıdır. Daha sonra da ölünün veraset sırasına
göre velisi bulunanlardır.
564- Bir veli, namaz kılma sırası kendisine gelmişse, başkalarına
namaz kıldırma iznini verebilir. Derecesi önde olmayanlardan başkası
velinin izni olmadıkça namaz kıldıramaz. Eğer kıldıracak olsa, veli de
yeniden namaz kılar ve başka bir cemaata da kıldırabilir. Fakat başkası
yeniden kıldıramaz ve dereceleri eşit olan velilerden biri kıldırınca veya
kıldırmasına izin verince, diğerlerinin artık kıldırmaya yetkileri
kalmaz. Çünkü velayet hakkı, her birine tam ve eşit olarak ayrı ayrı
sabit olmuştur.
Ölen bir kadının velisi bulunmazsa, namazı kıldırmaya
kocası, sonra komşuları hak sahibidirler. İmamı Azam'dan bir rivayete ve Ebû
Yusuf'un görüşüne göre, ölünün namazını kıldırmak görevinde, velisi
herkesden önce gelir.
(İmam Şafiî'nin görüşü de, İmam Ebû Yusuf'un görüşü
gibidir.)
565- Bir ölünün namazını yalnız kadınlar kılacak
olsalar, bu caiz olur ve farz yerine gelmiş olur.
Kadınların cemaat halinde cenaze namazını kılmaları da
caizdir, fakat teker teker kılmaları müstahabdır.
566- Birkaç cenaze bir araya gelse, bunların ayrı ayrı
namazlarını kılmak daha iyidir. Hangisi önce getirilmişse, onun namazı önce
kılınır. Hep beraber getirilmişlerse, en faziletlisi öne alınır. Bununla
beraber hepsine bir namaz da yetişir. Böyle topluca namazları kılınınca,
imamın önünde erkek ölü bulundurulur. Diğer ölüler de saf halinde veya
birbiri hizasında göğüsleri imama karşı olarak sıraya konurlar. Şöyle
ki: imama karşı önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra kadınlar ve daha
sonra da kız çocukları konur.
567- İmam, ölünün göğsü hizasında durur. Cemaat da hiç
olmazsa üç saf bağlar. Cenaze namazında safların en faziletlisi en arkada
olanıdır.
568- Cenaze musalla'ya (namaz için hazırlanan yere) baş
tarafı imamın soluna gelecek şekilde konulmuş olursa namaz caiz ise de, günah
işlenmiş olur.
569- Cenaze namazına başlandıktan sonra gelip cemaata katılan
kimse, hemen tekbir alır, noksan kalan tekbirlerini de dua okumaksızın
birbiri peşinden alır, böylece cenaze musalladan kaldırılmadan tekbirlerini
tamamlayıp selam verir.
Yine, imamın dördüncü tekbirinden sonra cemaata katılan
kimse, hemen tekbir alarak imama uyar, imamın selamından sonra da üç tekbiri
kaza eder. Fetva bu şekildedir. Diğer bir görüşe göre, imamın alacağı
tekbir beklenir, imam tekbir almadıkça cemaata katılmak olmaz.
570- Şiddetli yağmur gibi bir özür bulunmadıkça
cenazeyi cami içine alarak namazını orada kılmak tenzihen mekruhtur. Cenaze
mescidin ön tarafına konularak imam ile cemaatın bir kısmı cenaze ile
beraber, bir kısmı da mescid içinde durur, saflar da bitişik olursa, kılınacak
namaz mekruh olmaz. Birçok büyük camilerde de adet bu şekildedir. Bundan
Mescîd-i Haram müstesnadır. Onun içinde her türlü namaz kılınır. Cenaze
namazını kabristanda kılmak da uygun görülmemektedir.
571- Cenaze namazında kadınlar erkeklerin arkasında saf bağlar,
çünkü kadınlar için safların en hayırlısı, en geride bulunan saftır.
Bununla beraber bir kadın erkeğin yanında durarak cenaze namazını kılsalar,
namazları bozulmaz. Çünkü bu namaz mutlak (rûku ve secdeli) bir namaz değildir.
572- Kıble yönü araştırılıp ona göre namaz kılındıktan
sonra, hataya düşüldüğü anlaşılırsa, namaz iade edilir. Fakat cemaatın
abdestsiz bulunduğu anlaşılırsa, namaz iade edilmez; çünkü imamın namazı
sahih olunca, bununla cenaze, namazının farziyeti yerine gelmiş olur.
573- Güneşin doğması, batması ve zeval yaklaşması
vakitlerinde cenaze namazı kılmak mekruhtur. Bununla beraber bu vakitlerde kılsalar,
iade gerekmez. Bu vakitlerde cenazeyi gömmek mekruh değildir.
574- Huzurda bulunmayan (gaib) bir ölü üzerine namaz kılmak
caiz değildir. Çünkü kıble yönünden sapma hali olur. Doğu tarafında bir
ölü olsa, namaza kıbleye doğru durulunca, ölü arkada veya solda kalır. Ölüye
doğru dönülünce de kıbleden sapılmış olur.
(Malikîlere göre de ölünün huzurda bulunması şarttır.
Fakat Şafiîlere göre, gaib üzerine de namaz kılınabilir. Çünkü
Peygamber Efendimiz Necaşî'nin cenaze namazını bu şekilde kılmıştır.
Buna cevab olarak deniliyor ki, bu Peygamber Efendimize mahsus bir iştir. Onun
için bazı özel hallerin bulunması mümkün olan şeylerdir. Hanbelîlere göre
de, aradan bir aydan fazla geçmemiş olunca gaib üzerine cenaze namazı kılınabilir.)
575- Namazı kılınmayarak gömülen ve üzerine toprak atılmış
bulunan, bir cenazenin henüz dağılmamış olduğuna dair kuvvetli bir kanaat
varsa, ölünün hakkını ödemek için kabri üzerine namazı kılınır. Yıkanmadan
gömülmüş olsa da, yine böyle yapılır. Fakat çürüyüp dağıldığına
dair kuvvetli bir zan varsa, artık namazı kılınmaz. Çürüyüp çürümemek
üzerinde kuvvetli olan görüş esas alınır.
(Cenaze namazının farziyeti icma ile sabittir. Bu icmâ'nın
delili de: "Ve salli aleyhim = Müslüman cenazeler üzerine namaz kıl'
ayeti kerimesi ile Hazret-i Peygamberin uygulamasıdır. Malikî fıkıh
alimlerinden Aliyyü'l-Adevî, haşiyesinde diyor ki: Cenaze namazının
Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi, meşru kılındığı üzerinde bazı fıkıh
alimlerinin tereddüdü vardır. Bazı hadis-i şeriflerin zahirine bakılırsa,
Medine-i Münevvere'de meşru kılındığı anlaşılmaktadır. Resulü Ekremin
Medine-i Münevvere'de Bera ibni Ma'rur'un kabrini ziyaret ederek üzerine ilk
cenaze namazını kılmış olduğu rivayet edilmektedir.)
576- Diri olarak doğduğu bilinen veya bedeninin çoğu diri
olarak çıkan bir çocuk yıkanıp namazı kılınır. Böyle olmayınca, yalnız
yıkanır, üzerine namaz kılınmaz.
577- Bir ölü yıkanmadan veya unutularak yalnız bir organı
yıkanmadan kefene sarılacak olsa, kefen açılır ve yıkanması tamamlanır.
Üzerine namaz kılınmış idi ise, namaz iade edilir. Kabre konulup da üzerine
henüz toprak atılmamış olduğu takdirde de hüküm böyledir. Fakat toprak
atılmış bulunursa, artık kabirden çıkarılması haramdır. Yıkanma işi
üzerinden düşer. Yalnız kabri üzerine tekrar namazı kılınır. Benimsenen
görüş budur. Kefensiz olarak kabre konulduğu zaman da, artık kabri açılmaz.
578- İntihar eden (kendini öldüren) üzerine namaz kılınır.
İmam Ebû Yusuf'a göre, intihar hata ile veya şiddetli bir ağrıdan dolayı
olmadıkça, intihar edenin namazı kılınmaz.
579- Anasını veya babasını haksız olarak kasden öldüren
kimsenin namazı kılınmaz.
580- Savaş halinde öldürülen eşkiya ve yol kesiciler yıkanmaz
ve üzerlerine namaz kılınmaz. Fakat ortadan kaldırıldıktan sonra öldürüldükleri
takdirde yıkanır ve üzerlerine namaz kılınır. Recim (taşla öldürülme
cezası) ile veya kısas yolu ile öldürülenlerin de cenazeleri yıkanır ve
üzerlerine namaz kılınır.
581- İrtidat ettiğinden (İslâm'dan çıktığından)
dolayı öldürülen bir kimsenin cenaze namazı kılınamayacağı gibi, cesedi
de ne İslâm mezarlığına ve ne de döndüğü millet mezarlığına gömülür.
Boş bir arazide kazılacak bir çukura gömülür.
582- Bir müslümanın nikahında bulunan ehl-i kitabdan bir
kadın, gebe olduğu halde ölse namazı kılınmaz; bunda icma vardır. Kabrine
gelince, onun için ayrıca bir mezar yapmak ihtiyattır. Bir görüşe göre
de, çocuğa uyularak İslam mezarlığına gömülür. Diğer bir görüşe göre
de, çocuk henüz ondan bir cüz bulunduğu için, ana çocuğa bağlı olmadığından
kendi milletine ait bir mezarlığa gömülür.
583- Müslümanlarla müslüman olmayanların cenazeleri
birbirine karışık bir halde bulunsa, bakılır: Eğer müslümanlara mahsus
bir işaret ve belirti varsa ona göre işlem yapılır. Bir alamet bulunmadığı
taktirde, hepsi yıkanır ve müslümanlara niyet edilerek hepsinin üzerine
namaz kılınır. Fakat gayri müslimler çok bulunursa, yalnız yıkanırlar,
hiç birinin üzerine namaz kılınmaz. Çünkü çoğunlukta tüm hükmü vardır.
Sayıları eşit olduğu zaman bir görüşe göre üzerlerine namaz kılınır,
diğer bir görüşe göre kılınmaz. Gömülmeleri işine gelince, bu da
ihtilaflıdır. Bir rivayete göre bunlar ayrı bir mezarlığa gömülürler.
Kabirleri yükseltilemez, düz yapılır.
584- Kimliği bilinmeyen bir kimse, İslâm yurdunda öldürülmüş
bir halde bulunsa, bakılır: Eğer üzerinde bir nişan varsa ona göre işlem
yapılır. Nişan yoksa, sahih olan bir görüşe göre, İslâm yurduna bağlı
kalınarak yıkanıp üzerine namaz kılınır. Böylece İslâm ülkesi sayılmayan
yerde ölü olarak bulunan kimse de, müslüman olduğuna dair bir nişanı
olmayınca, bulunduğu yere bağlı kılınarak gayri müslim sayılır.
585- Cenaze namazını kıldıracak imamın, buluğa ermiş
ve akıl sahibi olması şarttır. Diğer namazları bozan şeyler, cenaze namazını
da bozar.
586- Ölünün alnına veya sargısına veya kefenine,
kendisinin iman üzere, ezeli ahd üzerinde sabit olduğuna dair
"Ahidname" denilen bazı mukaddes kelimeler yazılması takdirinde Yüce
Allah'ın mağfiretine kavuşulacağı umulur, denilmiştir. Fakat kelime-i
tevhid gibi mübarek kelimelerin mezar içinde kalıp zamanla çiğnenmesi veya
cenazeden akacak sıvılar içinde kalması düşüncesi ile yapılması
benimsenmemektedir.
Ölü yıkandıktan sonra, kefenlenmeden önce alnına mürekkeble
değil de, yalnız şehadet parmağı ile: "Bismillahirrahmanirrahîm"
ve göğsü üzerine de: "La ilâhe illallah" yazılması daha
uygun görülmüştür.
587- Cenazeyi teşyi' etmek (arkasından mezara kadar takip
etmek) sünnettir. Bunda büyük sevab vardır. Öyle ki, akraba veya komşulardan
veya iyi halleri bilinmiş zatlardan olan bir cenazeyi takip etmek, nafile
ibadetten daha faziletlidir; değilse nafileler daha faziletlidir.
588- Hazırlanmış olan cenazeleri bir an önce götürüp
kabirlerine gömmek iyidir. Cuma günü sabahleyin hazırlanmış olan bir
cenazeyi, cemaati çok olsun diye cuma namazından sonraya bırakmak mekruhtur.
Ancak cuma namazının kaçırılması korkusu ile yapılabilir. Bayram namazı
vaktinde hazırlanmış olan bir cenazenin namazı da, bayram namazından sonra
hutbeden önce kılınır.
589- Cenazenin taşınmasında sünnet olan, dört kimsenin dört
taraftan onu yüklenmesidir. Her tarafından on adım kadar yüklenmek müstahabdır
ki, hepsi kırk adım eder. Bunun büyük sevabı vardır. Şöyle ki: Bir müslüman
cenazeyi önce ön tarafından sağ omuzuna, sonra ayak tarafından sağ omuzuna
alır. Sonra ön tarafından sol omuzuna, daha sonra da ayak tarafından sol
omuzuna yüklenir. Böylece her birinde on adım yürür. Uygun olan budur.
590- Cenazeleri omuzlarda taşıyarak kabirlerine kadar götürmek,
onların haklarında gösterilen en büyük hürmet ve saygı nişanıdır. Böyle
bir hareket, insanlığın şeref ve kıymetini gösteren bir davranıştır.
Bir insanı eşya taşır gibi, ahiret evinin kapısına kadar götürmek, insanın
duyarlı kalbini incitebilir. Bunun için bir zaruret olmadıkça, cenazeyi
arkaya almak veya hayvan ve arabaya yüklemek mekruhtur. Cenaze sarsıntı
verilmeksizin omuzlar üzerinde çabukça taşınmalıdır. Çocuk olan bir
cenazenin de, el üstünde götürülmesi, hayvan üzerine yükletilmesinden
daha iyidir. Çocuk cenazesini tek bir kişinin yaya veya binitli olarak eli üzerinde
götürmesinde bir sakınca yoktur.
591- Cenazeyi takip edenler, cenazenin arkasından yürümelidir.
Faziletli olan budur. Bununla beraber önünden yürümekte de kerahet yoktur.
Cenazeyi yaya olarak takip etmek, binitli olarak takip etmekden daha
faziletlidir. Binitli olan, cemaata eziyet vermemek için arkadan yürür. Çok
ilerden de yürüyebilir.
592- Cenazeyi takip edenler, hayatın sonunu düşünmeli,
tevazu içinde bulunmalıdırlar. Uygun olan budur. Bunların gülüp konuşmaları,
dünya laflarına dalmaları doğru olmaz. Öyle ki, zikir etmek veya Kur'an
okumakla sesi yükseltmek bile tahrimen mekruhtur.
593- Cenazeleri buhur kokuları, gürültü ve iniltilerle
takip (teşyi) etmek mekruhtur. Cenazeyi takip edenler, bu gibi şeyleri
engellemelidirler. Ancak bunu yapamazlarsa geri de dönmezler.
(Hanbelilere göre, cenaze ile beraber hoş olmayan bir şey
bulunur da, takip eden kimse bunu engellemekten aciz kalırsa, böyle bir
cenazeyi takip etmesi haram olur. Çünkü bunda, günahı kabullenme vardır.)
594- Cenaze için göz yaşları dökerek ağlamakta ve
kalben üzülerek kederlenmekte bir sakınca yoktur. Yeter ki, yersiz sözler söylenmesin.
Cenaze için yüksek sesle ağlamak, yaka yırtmak, yüz tırmalamak, saç
yolmak, dizlere vurmak gibi şeyler haramdır. Allah'ın takdirinde isyandır.
Bir ölü, aile ve akrabasının ağlamalarından dolayı
kabrinde azab çekmez. Fakat onlara vasiyet etmişse çeker.
595- Cenazeyi takip edenler, onun namazı kılınmadan geri dönmemelidirler.
Dönmek ihtiyacı olursa, cenaze sahibinin izni alınmalıdır. İyi hareket
budur.
Hele cenazeyi takip eden müslümanlardan bir kısmı cenaze
namazını kılarken, diğer bir kısmının seyirci kalması kadar acınacak ve
garibsenecek bir davranış olamaz.
596- Cenaze için ayağa kalkmak, başka milletlere kendini
benzetmek hükmünde olduğundan mekruhtur, yasaktır. Bir engel yoksa, ayağa
kalkıp cenazeyi takip etmelidir. Kabirlerine götürülen cenazelere el kaldırıp
selam vermek de hiç bir esasa bağlı değildir.
597- Kadınların cenazeleri takip etmeleri tahrimen
mekruhtur. Bundan dolayı sevaba değil, günaha girmiş olurlar.
(*) "Allahümmeğfir lihayyina ve meyyitina ve şahidina ve ğalbina
ve zekerine ve ünsane ve sağirina ve kebirina. Allahümme, men ahyeytehu minna
feahyihi alelislam. Ve men teveffeytehu minna feteveffihi alel-iman ve husse
hazelmeyyite birrevhi verrahati velmağfireti verrıdvan. Allahümme in kane
muhsinen fezid fî ihsanihi ve in kâne müsî'en fetecavez anhü ve lakkıhi'l-emne
vel-büşra velkeramete vel'zülfa. Birahmetike ya erhamerrahimîn!.."
Anlamı: "Allah'ım! Dirilerimizi, ölülerimizi, mevcut olanlarımızı,
gaib olanlarımızı, erkeğimizi dişimizi, çocuklarımızı ve büyüklerimizi
mağfiret buyur. Allah'ım! Bizden yaşattıklarnıı islam üzere yaşat,
bizden öldürdüklerini de iman üzere öldür. Özellikle bu ölüyü kolaylığa,
rahata, mağfirete ve rızana erdir.
Allah'ım! Eğer bu ölü muhsin ise (iyilik etmiş kimselerden ise) ihsanını
artır. Eğer günahkar ise, onu bağışla, ona güven ile sevinç ve iyilik
ver, onu rahmetine yakın kıl; ey merhamet edenlerin en merhametlisi!.."
(**) Allahümmec'alhü lena feretan. Allahümmec'alhü lena ecren ve
zuhren. Allahümmec'alhü lena şafi'an müşeffe'a..."
Anlamı: "Allah'ım! Onu bize, önden gönderilmiş bir sevab sebebi
kıl, onu bize bir hazırlık yap, onu bizlere bir şefaatçi ve şefaati kabul
edilmiş yap."
(***) "Allahümmeğfir-lî ve lilmeyyiti ve li-sairi'l-müminine
ve'l-müminât."
Anlamı: "Ey Allah'ım! Beni ve bu ölüyü ve diğer erkek ve kadın
müminleri bağışla..."
Cenazelerin
Kabirlerine Konulması
598- Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indirilince, bir
engel olmadığı zaman cemaat oturur. Bundan önce oturmaları mekruh olduğu
gibi, bundan sonra ayakta durmaları da mekruhtur.
599- Kabrin bir insan boyu kadar derin ve yarım boy kadar
enli olması güzeldir. Yarım boy mikdarı derin olması da yeterlidir.
Kabirlerde faziletli olan lâhiddir. Şöyle ki: Toprağı sert olan bir kabrin
içinde kıble tarafı oyulur. Ölü buraya konulur. Önüne de tahta, kamış
veya kerpiç benzeri şeyler konur. Bu durumda toprak, tam ölünün üzerinde
değil, bu şeyler üzerine atılmış olur. Bu ölüye karşı bir saygıdır.
Fakat kabrin yeri yumuşak veya ıslak olup da, lâhit kazılması
mümkün olmazsa, dere gibi çukur kazılır. Buna "Şakk = Yarma"
denilir. Gerek duyulursa, iki tarafı kerpiç ve tuğla gibi bir şeyle örülür.
Sonra ölü bunların arasına konulur. Üzerine de, ölüye dokunmayacak şekilde
kerpiç veya tahtalar ile tavanımsı bir örtü yapılır.
600- Kabrin dibi ıslak ve yumuşak olduğu zaman cenaze
tabut ile gömülebilir. Öyle ki, bu durumda tabutun taştan veya demirden yapılmış
olması caizdir. Fakat böyle bir hal olmayınca, tabut ile gömmek mekruhtur.
Bazı fıkıh alimlerine göre, kadınların tabut ile gömülmeleri, toprak
yumuşak olmasa bile, güzeldir. Dibi ıslak olan bir kabrin içine toprak döşenmesi
sünnettir.
601- Cenaze, kıble tarafından kabre konur. Sağ tarafı üzerine
kıbleye döndürülür. Bağı varsa çözülür. Sırt üstü yatırılmaz.
Cenazeyi kabre koyanlar, "Bismillahi ve âlâ milleti Resûlillâh"
(*)
derler.
Cenazeyi kabre koyacak olan kimselerin sayısı, ihtiyaca göre
değişir. Kadınları kabre koyacak olanların, neseb yönünden ona mahrem
olmaları daha iyidir. Bunlar bulunmazsa, yabancılardan iyi halleri bilinen
kimseler seçilir. Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar kabirleri üzerine
bir perde çekilir.
602- Bir kimse: "falan zat beni yıkasın, namazımı kıldırsın
veya kabre koysun," diye vasiyet ederse onu yerine getirmek gerekmez. Ancak
veli olanlar buna rıza gösterirlerse, vasiyet yerine getirilir.
603- Cenazeyi taşımak veya kabri kazdırmak için ücretle
adam tutmak caizdir.
604- Bir mezarlıkta, bir kimsenin hazırlamış olduğu bir
mezara başka bir ölü gömülecek olsa, bakılır: Eğer mezarlık geniş ise,
bunu yapmak mekruhtur. Geniş değilse caizdir; ancak kazı masraflarını ödemek
gerekir.
605- Bir kimsenin kendisi için mezar kazıp hazırlaması,
bir görüşe göre mekruhtur; çünkü hiç kimse kendisinin nerede öleceğini
bilemez. Fakat kefen hazırlamakta kerehat yoktur. Çünkü buna ihtiyaç
genellikle bulunmaktadır.
Hazret-i Ebu Bekir efendimiz (Radıyallahu Anh), kendisine
bir mezar kazıp hazırlayan bir adama şöyle buyurmuştur: "Kendin için
kabir hazırlama, kendini kabir için hazırla."
606- Bir müslüman kabrinde gömüldükten sonra orada, bir
deve boğazlanıp paylaşılacak kadar bir zaman bekleyip Kur'ân okumak güzel
görülmüştür. Çok kez "Mülk, Vakıa, İhlâs ve Muavvizeteyn sûreleri,
sonra Fatiha ile Bakara sûresinin başı okunur. Sevabı da, cenazenin ve diğer
iman sahihlerinin ruhlarına bağışlanır. Ölünün bağışlanması için Yüce
Allah'a dua edilir. Cenaze toprağa gömülür gömülmez din kardeşlerinin
hemen oradan dağılmaları uygun değildir. Cenazenin ruhu, onların bulunuşu
ile alışkanlık kazanır, yöneltilecek sorulara hazırlanmış olur ve Yüce
Allah'ın mağfiretini gözetlemiş bulunur.
Resulü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bir
cenaze gömüldükten sonra hemen geri dönmezdi. Bir müddet mezarı başında
durur ve cemaata karşı şöyle buyururdu: "Kardeşiniz için Yüce
Allah'dan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükûnet ihsan buyurmasını
dileyiniz. O, şimdi sual görecektir."
607- Mükellef çağına girip de gömülen bir müslümanın
mezarı başında "Telkîn" verilmesi meşru görülmüştür. Şöyle
ki: Mezara gömüldükten hemen sonra, iyi hal sahibi bir kimse kalkıp ölünün
yüzüne karşı durur. Ona hitaben: Ya falan; Yebne fülane! (Ya Osman! Ya
Zeyneb'in oğlu, gibi) diye üç kez seslenir. Ölünün ve anasının adlarını
bilmezse: Yâ Abdellah; Yebne Havva! denilir. Sonra da şöyle (**)
söylenir.
Üç kez de şöyle denilmesi (***)
âdet olmuştur:
Umulur ki, bu gibi okuyuşlar ve telkinler sebebiyle Yüce
Allah ölüyü bağışlar ve kabir sualinin cevabını kolaylaştırır.
Hanefi fıkıh alimlerinin bir görüşüne göre, gömüldükten
sonra telkîn yapılması ne emredilir, ne de yasaklanır.
(Malikîlere göre, telkîn ölüm döşeğinde mendubdur. Gömüldükten
sonra yapılması mekruhtur. Şafiîlerle Hanbelîlere göre telkîn yapılması
müstahabdır.)
608- Bir müslüman kıldığı namazın, tuttuğu orucun,
okuduğu Kur'ân'ın, verdiği sadakanın sevabını, ister hayatta olsun ve
ister olmasın, bir müslümana veya bütün müslümanlara hediye edebilir; bu
caizdir. Bu sevab onlara verilir ve her birinin aynı sevaba kavuşacağı
Allah'ın ihsanından beklenir.
609- Kabirden çıkan toprağın fazlasını kabrin üzerine
atmak mekruhtur fakat İmam Muhammed'e göre bunda bir sakınca yoktur. Definde
bulunanların kabir üzerine üçer avuç toprak atmaları ilk defasında: "Minha
halaknaküm (sizi topraktan yarattık)", ikincisinde: = "Ve
minha nuîdüküm (sizi toprağa çevireceğiz)", üçüncüsü: =
"Ve minha nuhricüküm tareten uhrâ (diğer bir defa daha
sizi topraktan diriltip çıkaracağız)", demeleri müstahabdır.
Kabir üzerine su serpmekte de bir sakınca yoktur.
Kabirler topraktan birer karış veya daha az yükseltilir.
Deve hörgücü gibi yapılması mendubdur. Düz bir şekilde yapılmaz ve kireçlenmez.
Fakat dağılan bir kabir toprak ile düzeltilebilir.
610- Cenazelerin gündüzün gömülmesi müstehabdır.
Geceleyin gömülmeleri de mekruh değildir. Ancak zorunlu bir hal olmadıkça
geceleyin gömülmemelidir.
611- Gemide ölen bir kimse, eğer uzaklık veya herhangi bir
sebeble karaya çıkarılamayacaksa ve beklemesi ile bozulacağından
korkuluyorsa, yıkanır ve kefenlenir. Sonra üzerine namaz kılınarak sağ
tarafı üzerine kıbleye karşı denize bırakılır.
(İmam Ahmed'den nakledildiğine göre, böyle bir ölüye ağır
bir şey de bağlanır ki, denizin dibine gidebilsin. İmam Şafiî
Hazretlerinin açıklamasına göre de, eğer İslâm ülkesine yakın ise, ölü
iki tahta arasına sıkıca bağlanıp denize atılmalıdır ki, sular onu bir
sahile atsın da müslümanlar tarafından alınarak gömülsün. Bize de böyle
nakledilmiştir.)
612- Ölmüş veya öldürülmüş olan kimseyi, bulunduğu
yerin mezarlıklarından birine gömmek müstahabdır. Gömülmeden önce, bir
ve iki mil uzaklıkta bulunan başka bir mezarlığa götürülmesinde de bir
sakınca yoktur. Daha uzak yere götürülmesi konusunda ihtilâf vardır. Bir görüşe
göre, sefer müddetinden daha uzak bir yere gömülebilir. Bunda kerahet
yoktur. Fakat gömüldükten sonra artık çıkartılıp taşınamaz; ancak başkasının
yerine gömülmüş olmak gibi zaruri sebeblerle olabilir.
(Malikîlere göre bir ölü gömülmeden önce de, sonra da
başka bir yere, şu şartlarla götürülebilir: Ölü taşınırken durumu
bozulmamalı, hürmette aykırı ve haraketi mucib bir hal olmamalı. Ayrıca
naklini gerektiren sebeb olmalı. Su baskını korkusu, ailenin ziyeret
edebilmesi için yakın olma düşüncesi ve gideceği yerin bereketi gibi bir
sebeb bulunması... Bu üç şarttan hiç biri bulunmazsa, taşınması haram
olur.
Hanbelîlere göre de, sahih bir maksada dayanarak
cenazelerin gömülmelerinden önce de, sonra da başka yere taşınmaları
caizdir. İyi bir kimsenin yanına veya mübarek bir yere taşınması gibi...
Yeter ki, kokusunun değişmeyeceği kanaatına varılmış olsun.
Şafiîlere göre, cenazeleri başka yerlere taşımak esasen
haramdır. Eğer ölülerini kendi beldelerinden başka bir yere gömmeyi âdet
edinmişlerse, oraya taşıyabilirler. Bir de Mekke-i Mükerreme'ye, Medine-i Münevvere'ye
Beytü'l-Makdis'e ve iyi kimselerin mezarlığına yakın bir yerde ölenlerin,
rayihaları değişmedikçe buralara taşınmaları sünnettir. Bununla beraber
bunların taşınmadan önce yıkanıp kefenlenmesi ve üzerlerine namaz kılınmış
olması gereklidir. Değilse taşınmaları haramdır. Gömüldükten sonra taşınmaya
gelince, bu ancak zaruret halinde olabilir. Haksız yere ele geçirilmiş bir
araziye ölüyü gömmek gibi. Sahibinin isteği üzerine oradan başka bir yere
götürülmesi caiz olur.
İmam Maverdî'nin açıklamasına göre, yıkanmadan gömülmüş
olmak, gömülen yeri su basmak ve rutubet çekmek de, kabrin açılmasını ve
ölünün başka bir yere taşınmasını gerekli kılan sebeblerdendir.
613- Ölünün velisi, ölünün gömülmesinden bir gün
sonra yedinci güne kadar kolayına gelen şeyi fakirlere sadaka vererek sevabını
ölüye bağışlamalıdır. Bu, bir sünnettir. Buna gücü yetmezse, iki rekat
namaz kılarak sevabını ölüye bağışlamalıdır. Fakat ölü sahiblerinin
birinci ve üçüncü günlerde veya bir hafta sonra ziyafet vermeleri
mekruhtur. Ancak ölünün komşularının veya uzak akrabasının yemek
hazırlayarak ölü sahiblerine ikram etmeleri ve yemelerine ısrarda bulunmaları
müstehabdır. Çünkü cenaze sahibleri kendileri için yemek hazırlayamayacak
bir halde bulunabilirler.
614- Ölü sahiblerinin, yapılacak taziyeleri kabul için,
üç gün kadar evlerinde oturmaları caizdir. Bununla beraber oturulmaması da
iyidir. Cenazenin gömülmesinden sonra, en son üç güne kadar bir defa olmak
üzere taziye yapılması müstahabdır. Eğer taziye edilecek kimse ortada
yoksa veya uzakta bulunuyorsa, o zaman üç günden sonra da taziye yapılabilir.
Taziyelerin kabristanda veya ölünün kapısı önünde yapılması
bidat ve mekruh görülmektedir. Taziyenin tekrarı da mekruhtur. Böyle bir
musibete uğrayana: "Allahü Teâlâ size güzel sabır ve bol mükâfat
ihsan buyursun," gibi sözlerle taziye edilir, teselli verilir. Musibete uğrayan
kimse de: "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun = Biz
Allah'dan geldik ve Allah'a döneceğiz," diye Allah'a teslimiyet göstermelidir.
(*) "Yüce Allah'ın ismi ile Resûlullah'ın
milleti (dini) üzerine seni gömüyoruz." demektir.
(**) "Ya Abdellah! Yebne Zeyneb; Üzkür ma künte aleyhi min şehadeti
en lâ ilahe illallah ve enne Muhammeden Resûlüllah ve enne'l-cennete hakkun
vennare hakkun ve ennelba'se hakkun ve ennessaete atiyyetün lâ reybe fîha ve
ennellahe yebasü men fil kubûr. Ve enneke rezîta billahi Rabben ve bil-İslâmı
dinen ve bi-Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) nebiyye'en ve bilkur'ani
imamen ve bilkâbeti kıbleten ve bilmü'minine ihvana. Rabbiyellahu lâ ilâhe
illâ hü. Aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbü'l-Arşi'l-azîm."
Anlamı: "Ey Abdullah! Ey Zeyneb oğlu! Hayatında inandığın
ve devam ettiğin şekilde: "Eşhedü en lâ İlâhe illallah ve enne
Muhammeden Resûlüllah" şehadet kelimesini söyle. Şübhesiz cennet hakdır
(mevcuttur). Cehennem hakdır, öldükten sonra dirilmek hakdır, kıyamet haktır;
bunda şübhe yoktur. Yüce Allah kabirlerde olanları diriltip mahşer yerinde
toplayacaktır. Sen hatırla ki, Allah'ın Rab olduğuna, dinin İslâm oluşuna,
Muhammed Aleyhissalatü vesselamın peygamber olduğuna, Kur'ân'ın imam,
Kabe'nin kıble ve mü'minlerin kardeş olduğuna razı bulunmuş idin.
(***) "Ya abdellah! Kul lâ ilâhe illallah. Kul Rabbiyellahu ve
diniyel-İslâmü ve nebiyyi Muhammedün. Aleyhi's salâtü vesselam. Rabbi, lâ
tezerhü ferden ve ente hayrül-varisin."
Anlamı: "Ey Abdullah; De ki: Allah' dan başka ilâh
yoktur. De ki, Rabbim Allah'dır. Dinim İslâm'dır. Peygamberim Muhammed
Aleyhisselâm'dır. Ya Rabbi! Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen varislerin en
hayırlısısın."
Kabir
ve Makbereler
615- Kabirleri ve kabristanları (mezarlıkları) güzel
korumak, temiz tutmak ve ağaçlarla süslemek, hayatta olanlar için bir görevdir.
Kabirleri çiğneyip üzerlerinden geçmek mekruhtur. Böyle bir davranış ölü
hakkında bir saygısızlıktır. Onların haklarını çiğnemek gibidir. Onun
için böyle yapmaktan mümkün olduğu kadar sakınmalıdır. Fakat mezarlığa
ait başka bir yol bulunmayınca, Kur'ân okumak, tesbihde bulunmak ve dua etmek
şartı ile, kabirlerin aralarından ve üzerlerinden gitmek ve kabirlerin
kenarlarına oturmakta kerahet bulunmadığını söyleyenler vardır.
616- Bir kabristan ne kadar eski olursa olsun ve ne kadar
ihtiyaç dışı bulunursa bulunsun, yine kabristan olarak korunması gerekir. Böyle
bir kabristanı satmak veya üzerinde herhangi bir tesis kurmak, içinde bulunan
ölü kemiklerini ve topraklarını başka bir mezarlığa götürmek caiz görülmemektedir.
Ölülerin hakları, dirilerin hakları kadar, belki ondan daha fazla saklıdır.
Bu hakları gözetmek insaniyet için yapılması gereken bir görevdir. Geçmişlerinin
haklarını gözetmeyen bir nesil, kendi evlâd ve torunlarından ne yüzle
korunma hakkı bekleyebilir?
617- Su basmakta olan veya yabancı bir millet elinde kalan
bir mezarlığı başka bir yere taşımak caiz görülmüştür. Böyle bir
mezarlığı mümkün olduğu kadar korumaya çalışmalıdır.
618- Bir cenaze kabre konulup üzerine toprak atıldıktan
sonra artık kabir açılmaz, kabrinden çıkarılmaz. Bu caiz değildir. Artık
Yüce Allah'a teslim edilmiş ve cemaatın ellerinden çıkmış olur. Ancak bir
mecburiyet hali bulunursa olabilir. Şöyle ki: Bir cenaze haksızlıkla ele geçirilmiş
(gasbedilmiş) bir yere gömülse veya başkasına ait elbiselerle kefenlenerek
gömülse veya satın alınıp gömüldüğü yere şuf'a (komşuluk) yolu ile
bir kimse sahib çıksa, cenazenin çıkarılması caiz olur. Çıkarıldığı
takdirde, yer sahibi kabri düzelterek üzerine dilediği şeyi ekebilir. Elbise
sahibi de, elbisenin kıymetini almakla yetinir.
Yine, cemaattan birinin bir eşyası kabre düşmüş olsa,
ölüye dokunmaksızın kabrinin toprakları açılarak o eşya çıkarılır,
bunda bir sakınca yoktur. Çünkü o malın bir değeri vardır. Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem) Efendimiz, malları yok etmekten insanları yasaklamıştır.
Bir malın boş yere mezarda kalması, değeri olan bir malı yok etmekten başka
bir şey değildir. İşte bu esasa ve hikmete dayanarak kabirlerin süslenmesi,
kabirlerde mum ve kandil yakılması da uygun görülmeyip israf sayılmaktadır.
Ancak çevresindeki bir yolu aydınlatmak için mezarlıkta lâmba yakılabilir.
İşte İslâm dininin mala verdiği kıymet! İşte her
davranışın bir şuura ve bir yarara dayanmasını isteyen bu İlâhi dindeki
büyük hikmet!...
619- Kabirlerin yanında uyumak, çevrelerini kirletmek, yaş
ağaçlarını ve otlarını kesip koparmak mekruhtur. Mezarlıktaki ağaçlar
ve otlar yaş bulundukça bir nevi hayat sahibidirler. Bunlar yaratılış
halleri ile Yüce Allah'ı tesbih ederler. Bu sebeble orada yatmış bulunan
iman sahiblerinin Allah'ın rahmetine kavuşacakları umulur.
Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz bir
kabristanda bulunan iki mezar sahibinin azab çekmekte olduklarını anlamışlar.
Mübarek ellerine aldıkları yapraksız bir yaş hurma dalını ikiye bölüp
bir kısmını bir kabrin ve diğerini de öbür kabrin başına dikmiş ve:
"Umulur ki, bunlar kuruyuncaya kadar, bu kabir sahiblerinin çekmekte
oldukları azab hafifleyecek," buyurmuşlardır. Bunun içindir ki, bazı
yerlerde kabirlerin üzerlerine Mersin ağaç dallarını koymak âdet olmuştur.
Fakat bu hususta asıl olan, yaş ağaçların dikilmesidir. İmam Buharî'nin
hadis kitabını açıklayan merhum Aynî dediği gibi, "Kabirlerin üzerine
sadece yaş dalları, güzel kokulu çiçekleri ve yeşillikleri koymak bir şey
değildir. Sünnet olan ağaç dikmektir." Ağaçların sağlık bakımından
da yararları bilinmektedir.
Gerçekte kabirlerin üzerine birkaç parça gül, reyhan
gibi yaş çiçekler de konulabilir. Fakat bu hususta israf edilmesi, boşuna
solup gidecek geçici çiçeklere birçok paralar harcanması uygun görülmez.
Hele başka milletleri taklit sebebi ile olursa, bu asla caiz olmaz.
620- Kabirleri haftada bir gün, özellikle cuma ve cumartesi
günleri, ziyaret etmek erkekler için mendubdur. Salih kimselerin kabirleri
teberrük için ziyaret edilir. Uzak bir yerde bulunmuş olsalar dahi, bu
yolculuğa katlanmak mendubdur.
Yaşlı kadınlar da ibret almak için, teberrükte bulunmak
için mezarları ziyaret edebilirler, bunda bir sakınca yoktur. Bir fitne
korkusu halinde ziyaretleri doğru olmaz.
Ziyaretçi, ayakta kıbleye doğru veya ölünün yüzüne
karşı durarak dua etmeli ve şöyle demelidir.
"Esselâmü aleyküm, ey mü'minler yurdunun
sakinleri! Bizler de inşaallah sizlere kavuşacağız. Yüce Allah'dan bizim ve
sizin için afiyet (her türlü kederden selâmet)
dilerim."
Peygamber Efendimiz (Medine'deki) Baki mezarlığını
ziyaret ederken böyle selâm verirlerdi.
621- Kur'ân okuyacak kimsenin, kabir kenarında oturmasında,
tercih edilen görüşe göre, kerahet yoktur. Oturup "Yasin" sûresini
okumak da çok sevabdır. Bu yüzden Allahü Teâlâ'nın ölülerimize kolaylık
vereceği, okuyana da, ölüler sayısınca sevab yazılacağı İmam Ali'den ve
Hazret-i Enes'den (Radıyallahu Anhüma) rivayet olunmuştur.
622- Kabirleri üzerine oda veya kubbe gibi şeylerin yapılması
ve yazı yazılması, İmam Ebû Yusuf'a göre tahrimen mekruhtur. Bütün müslümanların
yararına olarak vakfedilmiş veya ölülerin gömülmesi için bırakılmış
olup kimsenin mülkiyetinde bulunmayan bir mezarlıkta ise, mezarlar üzerine
bina yaparak başkalarının faydalanmasını engellemek haramdır.
Bununla beraber alimlerden, iyi kimselerden ve yüksek mevki
sahiblerinden olan zatların kabirleri kaybolmasın diye, yanlarına taş konmasında
ve isimlerinin yazılmasında bir sakınca yoktur. Diğer ölülerin de eserleri
kaybolmamak ve zillet halinden korunmak için başları ucuna birer taş dikilip
isimlerinin yazılmasında bir sakınca görmeyenler vardır. Hiç bir zaman bu
taşlara ayeti kerime yazılmamalıdır. Çünkü zamanla taşların kırılıp
dökülmesi mümkündür.
(Malikîlere göre, kabir üzerine Kur'ân yazılması haramdır.
Ölünün adı ile ölüm tarihinin yazılması mekruhtur. Şafiîlere göre,
bunlara, ne türlü olursa, olsun, yazı yazmak mekruhtur. Ancak bir alimin veya
salih bir kimsenin adını ve kendini tanıtacak bir vasfını yazmak mendubdur.
Hanbelilere göre, herhangi bir ayırım olmaksızın yazı yazmak mekruhtur.)
623- Bir kimseyi, öldüğü ev içindeki bir yere gömmek
mekruhtur. Çünkü böyle bir işlem ancak Peygamberlere özel olan bir iştir.
Yer altında mahzenler yapıp ölüleri oralara tabutlarla koymak, birçok sakınca
sebebiyle mekruh görülmüştür. Bu yerlere "Füseka" denilir.
624- Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de
kalmamış olmadıkça, onun kabri açılarak yerine başkası gömülemez.
Fakat başka bir yer bulunamayınca, ölünün kemikleri toplanır ve oraya gömülecek
olanla kendi arasında topraktan veya kerpiçten bir engel konur.
625- Bir ölü yanlışlıkla kıbleye aykırı bir şekilde
gömülmüş olsa, bundan dolayı kabri açılmaz. Çünkü cenazenin sağ tarafına
yatıralarak kıbleye doğru bulundurulması bir sünnettir. Buna riayet
edilmediğinden dolayı kabri açmak uygun olmaz.
626- Bir zaruret bulunmadıkça, birkaç cenazeyi bir mezara
koymak caiz değildir. Zaruret halinde ise konulur. Aralarına da bir engel
(perde) olsun diye toprak doldurulur. Uhud şehidleri böyle gömülmüşlerdir.
Cabir İbni Abdullah (Radıyallahu Anhüma) demiştir: "Uhud
savaşında ilk şehid olan zat, benim babam idi. Onu, diğer bir şehidle (Amr
İbnu'l Cümuh ile) beraber bir kabirde bırakmaya gönlüm razı olmadı. Altı
ay sonra kabri açtım. Babamı, kulağından başka, sanki kabre koyduğum gündeki
gibi taptaze bir halde buldum ve onu çıkarıp başka bir kabire yalnızca gömdüm."
627- İslâm yurdunda bulanan gayri müslimlerin mezarlarına
da tecavüz edilemez. Çünkü onlara hayatlarında eziyet verilmesi haram olduğu
gibi öldükten sonra da kabirlerine tecevüz etmek, kemiklerini kırmak ve
yerlerini dümdüz etmek haramdır. Onlarla bir sözleşme yapılmıştır, bu sözleşmeye
her halde riayet etmek gerekir. Fakat yeni fethedilen bir yerde, ihtiyaç görülürse,
müslüman olmayanların kabirlerini açmak ve kemiklerini kaldırıp yerlerini
başka bir hizmete ayırmakta bir sakınca yoktur.
Şehidler
ve Onlara Ait Hükümler
628- Şehidlik büyük bir derecedir. Allah yolunda canını
veren bir müslümana "Şehîd" denir, çoğulu Şüheda'dır.
Böyle bir adama şehîd denilmesi, ya cennete gireceğine şahidlik
yapıldığı veya ölümü anında birtakım rahmet meleklerinin hazır bulunduğu
veya kendisi Yüce Allah'ın manevî huzurunda hazır olarak rızıklanacağı içindir.
Şehîd kelimesi, Şahid sözüne denk olup hazır manasını
taşır. Şehîdler üç kısma ayrılırlar:
1) Hem dünya, hem de âhiret bakımından şehid olanlar.
Bunlar birer hükmî şehiddirler.
2) Yalnız dünya bakımından şehid olanlar. Bunlar da
birer hükmî şehiddirler.
3) Yalnız âhiret bakımından şehid olanlar. Bunlar da
birer hakîkî ve uhrevî şehiddirler. Böylece şehidler üç kısımdır.
1) Mükellef ve taharet üzere bulunduğu halde, kendisine
haksız yere yapıldığı bilinen bir tecavüzle öldürülmüş olan ve bundan
dolayı da varislerine diyet olarak bir mal verilmesi gerekmeyen herhangi bir müslümandır.
Gayrimüslimlerle veya yol kesicilerle yapılan çatışma sonunda öldürülüp
cünüb bir halde bulunmamış olan akıl sahibi ve büluğ çağına ermiş bir
müslüman, böyle bir şehiddir.
2) Savaş meydanında gözünden kan gelmiş olmak gibi, üzerinde
öldürülme alâmeti olduğu halde ölü bulunan bir müslüman da böyle bir
şehiddir.
Yine, malını, canını, ırzını ve diğer müslümanları
veya müslümanların koruması altında bulunan gayrimüslimleri korurken kılıç
ve kama gibi parçalayıcı bir silâhla haksız yere derhal öldürülmüş
bulunan mükellef ve tahir bir müslüman da böyledir.
Bu gibi şehidler birer kâmil şehiddir. Hem dünya, hem de
âhiret bakımından şehiddirler. Bunlardan her birine "Hükmi Şehid"
denir. Bu gibi şehidlerin hükmü, yıkanmaksızın, yalnız namazları kılınıp
elbiseleri ile gömülmektir.
Bu muhterem şehidlerin Allah katında dereceleri pek yüksektir.
Hak yolunda şehid olanlar, sonsuz bir hayata sahibdirler. Bunlar sonsuz bir âlemde
daima rızıklandırılacaklardır. Bunların bu özellikle ve seçkinliklerinden
dolayıdır ki, ayrıca yıkanmaları gerekmemekte ve kanlı elbiseleri
kendileri için bir seçkinlik nişanı bulunmaktadır. O kan bir ibadet
eseridir, giderilemez. Ancak kendilerine dışardan bir pislik değmişse, o
giderilir. Bir de kefen olmaya elverişli bulunmayan kürk, palto, ayakkabı ve
kalpak gibi kaba şeyler üzerinden alınır. Zırh ve silâhları da çıkarılır.
Geri kalan elbiseler sünnet mikdarından fazla ise, azaltılır. Elbiseleri
noksan ise sünnet miktarına çıkarılır.
Bu, İmam Azam'a göredir. İki İmama göre, bu şekilde öldürülmüş
olan bir müslüman, henüz mükellef ve tahir bulunmamış olsa da, yine ona
aynı işlem yapılır. Savaş halinde öldürülen büluğ çağına ermemiş müslüman
bir çocuk veya cünüb bulunmuş olan bir İslâm askeri gibi...
(Üç İmama göre, böyle bir hükmî şehid yıkanmayacağı
gibi, üzerine namaz da kılınmaz. Uygun görülen elbiseleri ile gömülmesi
gerekir.)
2) Kalbinde nifak bulunduğu halde görünüşte müslüman
sanılan ve savaşta müslümanların safında bulunurken düşman tarafından
öldürülen bir şahıstır. Bu da bir "hükmî şehid" dir. Buna da
dünya ahkâmı itibariyle şehid denir. Bunun da görüş hali esas alınarak yıkanmaz,
üzerine namaz kılınıp elbisesi ile gömülür.
(Şafiîlere göre ganimet için veya gösteriş için savaşan
veya ganimet mallarından çalan bir müslüman da, savaş esnasında öldürülürse,
yalnız dünya şehidi sayılır. Aynı zamanda Allah'ın tevhid kelimesini yüceltmek
için savaşsa da hüküm aynıdır. Bunun hakkında da görünüş haline bakılarak
şehid işlemi yapılır.)
3) Kâmil şehidde aranılan şartların bazılarını
toplamayarak ölümü, yalnız âhiret ahkâmı itibariyle şehid sayılan bir müslümandır.
Örnek: Hata yolu ile öldürülüp varislerine diyet adı
altında bir mal verilmesi gereken bir müslüman, âhirette sevaba kavuşma yönünden
şehid sayılırsa, da dünya ahkâmı bakımından şehid sayılmaz. Bunun için
diğer ölüler gibi yıkanır, kefene konur ve namazı kılındıktan sonra gömülür.
Yine, gayri müslimlerle veya yol kesici şakilerle savaşırken
yaralanıp savaş bittikten sonra bir tarafa çekilerek biraz yeyip içtikten,
konuştuktan, uyuduktan, ilâç kullandıktan veya aklı başında olarak üzerinden
bir namaz vakti geçtikten sonra vefat eden bir müslüman da, bu hükme girer.
Bu şekilde ölen bir mü'mine "Mürtes" denir.
Suda boğulan, ateşte yanan, enkaz altında kalan, veba,
taun, ishal, sıtma, zatülcenb hastalıklarından biri veya akreb sokması ile
ölen; nifas halinde veya gurbet elinde veya ilim yolunda veya cuma gecesinde ölen
bir müslüman da aynı hükümdedir.
Sevabını Allah'dan bekleyen bir müezzinin ve doğru alışveriş
yapan müslüman bir tüccarın, ailesinin geçimini kazanmak için hak üzere
bir çalışma sonunda ölmesi de bu tür şehidlerdendir.
Bütün bunlara, âhiret ahkâmı bakımından "Şehid"
denir. Bu yönden herbirine "Hakikî Şehid" denilmektedir. Bunlar din
görevlerine bağlı kimseler ise âhiret ahkâmı bakımından birer şehiddirler.
Fakat dünya ahkâmı bakımından şehid sayılmazlar. Bunun için diğer ölüler
gibi yıkanırlar, kefenlenirler. Namazları kılındıktan sonra da mezarlarına
diğer müslümanlar gibi gömülürler.
Evinde veya başka bir yerde öldürülmüş bir halde
bulunan bir müslüman hakkında da böyle işlem yapılır. Çünkü onun
zulmen öldürülmüş olduğu kesinlikle bilinemez.
Sonuç: Şehidlik büyük bir nimettir. İnsanın iyi hal üzere
yaşayıp şehid olarak ölmesi, onun hakkında pek büyük bir saadettir. Bir
hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Şehidliğe ermesini Yüce
Allah'dan ihlâsla dileyen kimseyi, Yüce Allah şehidler derecesine eriştirir;
isterse döşeğinde ölsün..."
Bütün bunlar ihlâsın ve güzel niyetin yüksek derecelere
ulaşma sevgisinin bir mükâfatıdır.
Allahû Teâlâ Hazretleri, hepimizi, din görevlerini gereği
üzere yerine getirmeye muvaffak kılsın, güzel niyetlere sahib olan ve şehidlerden
sayılan iyi kulları arasına katsın amîn. . .
"Sonuç müttakilere ve hamd Âlemlerin Rabbına
mahsustur."
"Her kim sıdk ile Allah'dan şehid olmayı
dilerse yatağında ölse dahi Allah onu şehidlerin durağına eriştirir."