taharet
Başlangıç: Müctehidlerimiz
Dünyanın her
tarafına yayılmış olan milyonlarca müslüman, İslam tarihinin ilk asırlarından
zamanımıza kadar ibadet ve hukuk meseleleri hususunda dört büyük müctehidden
birine bağlana gelmişlerdir. Bu dört müctehid şu zatlardır:
1- İmam-ı Azam Ebu Hanife: Adı Numan'dır. Babasının
adı da Sabit'dir. Hicretin 80. yılında Kûfe'de doğmuş ve 150 tarihinde Bağdad'da
vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
Sabit, İmam Hazret-i Ali'nin hizmetinde bulunmuş ve kendi
nesli için onun duasını almıştır.
İmam-ı Azam'ın annesi, babası Sabit öldükten sonra, İmam
Caferi Sadık ile evlenmişti. İmam-ı Azam bu muhterem zatın yanında yetişmişti.
Ashab-ı Kiram'dan birkaç zatı görmüş olmak şerefini kazanmıştır.
İmam-ı Azam'a uyanlardan her birine Hanefî veya Hanefiyyü'l
Mezheb denir. Biz Türkler ve diğer ırklara bağlı olan birçok müslümanlar
bu büyük müctehidin mezhebine uymuş bulunmaktayız. Onun için amel bakımından
imamımız, İmam-ı Azam'dır.
İmam Ebu Hanife Hazretleri bütün Ehl-i Sünnet tarafından
saygı duyulan dört büyük müctehidin birincisidir. İmam-ı Azam denilince
yalnız bu hatıra gelir. İlmi, zekası, zühd ve takvası çok yüksekti. İçtihadındaki
yükseklik, mezhebindeki kolaylık ve mükemmellik bütün müslümanlar tarafından
benimsenmiştir.
İmam-ı Azam'ın yetiştirdiği alimler arasında güçlü müctehidler
vardır; fakat hepsi de esas bakımından hocalarına uymuş, hepsi de Hanefî
mezhebinin fıkıh alimlerinden sayılmışlardır. Bunların en ünlüleri İmam
Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer'dir.
İmam Ebû Yusuf'un adı Yakub İbni İbrahim El-Ensarî'dir.
Dedesi Sa'd ashab-ı Kiram'dandır. Hicretin 113 yılında Kûfe'de doğmuştur.
182 veya 192 tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine
olsun... Harunürreşid'in Kadılar Kadısı (Kadı'l-Kudat'ı) olarak görev
yapmıştı.
İmam Muhammed, Hasan Şeybanî'nin oğludur. Babası Şamlıdır.
Hicretin 135. yılında Vasıt'da doğmuş olup Kûfe'de yetişmiştir. 189
tarihinde Rey şehrinde vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... Din
ilimleri üzerinde doksan dokuz kitab yazdığı rivayet ediliyor. El-Mebsut,
El-Ziyadat, El-Camiu's-Sağır, El-Siyeru'l-Kebir, El-Siyeru'l-Sağir adlı
kitablar bunlardan bazılarıdır. Bu kitablardaki meselelere "Zahirü'r-Rivaye"
denir. Kitablara da "Zahirü'r-Rivaye Kitabları" denir.
Hanifî mezhebinde en geçerli rivayetler de bunlardır. İmam
Muhammed, İmam Malik'den ders okumuştur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e
İmameyn (İki imam) denir.
İmam Züfer İsfahan'da ve Basra'da valilik etmiş olan Hüzeyl
adında bir zatın oğludur. İmam-ı Azam'ın Züfer'e verdiği değer büyüktü.
Hicretin 110 yılında doğmuş ve 158 tarihinde Basra'da vefat etmiştir.
Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
İlmihalimizin ibadetlere dair kapsadığı meseleler bütünüyle
İmam-ı Azam'ın mezhebine göre yazılmıştır. Bununla beraber bazı önemli
meselelerde diğer müctehidlerin mezheblerine de işaret edilmiştir.
Hanefî mezhebinin ihtilaflı meselelerinde önce İmam-ı
Azam'ın sonra İmam Ebû Yusuf'un, sonra İmam Muhammed'in, sonra İmam Züfer'in
görüşü ile işlem yapılır. Bu bir esastır. Bunlardan yalnız bazı
meseleler ayrı tutulur ki, sırası gelince açıklanacaktır.
2- İmam Malik İbni Enes: Hicretin 93. yılında
Medine-i Münevvere'de doğmuş ve 179 tarihinde Medine'de vefat etmiştir.
Allah'ın rahmeti üzerine olsun. İmam Malik, müslümanların haklı olarak
kendileriyle övündükleri dört büyük müctehidin ikincisidir. Çok yüksek
bir ilme, üstün bir zekaya, büyük bir zühd ve takvaya sahib idi. Mezhebi önceleri
Endülüs'e, bütün Mağrib'e (Fas'a) yayılmıştı. Bugün de Fas, Sudan,
Trablusgarb, Cezayir ve Yemen taraflarında benimsenmiş bulunmaktadır.
3- İmam Muhammed İbni İdris El-Şafiî: Hicretin
150. yılında Askalan'da veya Şam beldelerinden Gazze'de doğmuş, 240
tarihinde Mısır'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
İmam Şafiî soyca Kureyş kabilesindendir. Büyük dedesi
Şafiî gençliğinde Resül-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize
kavuşma şerefine ermişti. Onun babası Sabit de, Bedir Savaşı'nda İslamiyeti
kabul etmişti. Saygıdeğer bir sahabî idi.
İmam Şafiî, dört büyük müctehidin üçüncüsüdür. Büyük
bir alimdir. Çok büyük bir tefsir ve hadis alimidir. Tıb ilminde şiir ve
edebiyatta da ehliyeti vardı. Mezhebi doğu ve batı yönlerine yayılmıştır.
4- İmam Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbelî: Şeyban
kabilesidendir. Aslen Mervez'lidir. Hicretin 164 yılında Bağdad'da doğmuş
ve 241 tarihinde yine Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine
olsun.
İmam Ahmed de pek büyük bir alimdir ve dört büyük müctehidin
dördüncüsüdür. Hadîs ilminde üstün bir yetkiye sahibdi. Ezberinde bir
milyon hadisi şerif bulunduğu rivayet edilir. "Müsned" adındaki
kitabında otuz bin hadis vardır. Büyük alim Kuhistanî'nin sözüne göre,
hadislerin sayısı elli bin yedi yüzdür. Zühd ve takvası, yüksek ahlakı
her türlü övgünün üstünde idi. Mezhebi, Necd ülkesine ve İslam aleminin
diğer bazı yerlerine yayılmıştır.
Bu yetkili dört büyük imamın mezhebleri, kitab, sünnet,
ümmetin icmai ve fukahanın kıyası üzerine kurulmuştur.
Kitab'dan maksad Kur'an-ı Kerîm'dir. Sünnet'den maksad,
Peygamberimizin mübarek sözleri, yaptığı veya yapıldığını görüp de
yasaklamadığı işlerdir. Peygamber Efendimizin evvelce yasaklamadığı bir
şeyi görüp de ona karşı susmaları, o şeyin meşru olduğunu gösterir.
Ümmet'in icmaından maksad, bir asırda bulunan bütün müctehidlerin
bir olayın şer'î hükmü hakkında birleşmeleridir. Peygamber Efendimiz: "Ümmetim
(sapıklık) üzerinde toplanmaz," buyurmuştur. Bir hadis-i şerifte
de: "Müslümanların güzel gördüğü bir şey, Allah yanında da güzeldir,"
buyurulmuştur. Onun için müslümanların din varlıklarını temsil eden bütün
müctehidlerin bir mesele üzerinde aynı görüş ve fikirde bulunmaları, o
meselede şer'an geçerli bir delil, bir hüccettir.
Kıyas-ı Fukahaya gelince: Bundan maksad da, bir olayın
kitab, sünnet veya icma-i ümmet ile sabit olan hükmünü, aynı illet ve
sebebe, aynı hikmete bağlayarak o olayın tam benzerinde de göstermekten
ibarettir. Bu ikinci olay üzerinde varılan hüküm de güzel düşünülünce,
anlaşılır ki, yine hüküm, kitab, sünnet ve icma-i ümmet ile sabit olmuştur.
Müctehid yaptığı kıyas ile bu hükmü yeniden meydana çıkarmış oluyor.
Kıyas-ı Fukaha, bir ictihad meselesidir. Bunun meşru ve
makbul olması şeriatça sabittir.
"Ey akıl ve düşünce sahibleri! İbret alınız"
(Haşr: 2)
mealindeki Kur'an emri buna delildir. Resûl-i Ekrem Efendimiz ümmetinin fıkıh
alimleri için böyle bir içtihadı caiz görmüş ve övmüşlerdir.
Bir örnek gösterebiliriz: Peygamberimiz ashab-ı kiramdan
Muaz İbni Cebel'i (radıyallahu anh) kadı tayin etmişti. Peygamberimiz ona:
"Ey Muaz, ne ile hükmedeceksin?" diye sorunca:
- Kitab ile hükmedeceğim, onda bulamazsam sünnet ile hükmedeceğim,
onda bulamazsam ictihadımla hükmedeceğim cevabını vermişti.
Peygamber Efendimiz de bu cevap üzerine: "Yüce Allah'a
hamd olsun ki, peygamberinin görevlendirdiği elçisini, peygamberinin razı
olduğu şeye kavuşturmuştur," buyurarak memnuniyetini açıklamıştı.
Bu bakımdan yetkili alimlerin kıyas yolu ile ictihad
yapmaları da şeriatça pek güzel bulunmaktadır.
Kitab, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha'ya Edille-i
Erbaa, Usul-i Erbaa (dört delil, dört esas) denir. Bütün müctehidler tüm
olarak bu dört delili kabul etmişler ve bütün şer'î hükümleri bu dört
delilden birine veya bir kaçına dayamışlardır. Artık bu delillerin hepsini
kabul etmek de bir vecibedir. Bu deliller, insanların hak ve vazifelerini
bildiren İslam hukukunun gelişmesini sağlayan birer yüksek feyiz ve hikmet
kaynağıdır. Müslümanların dinî hayatı, bu feyizli hikmet ve ihtiyaç
kaynağından asla uzak kalamaz.
Yukarda adlarını yazdığımız dört büyük İmam, müslümanlar
için Allah'ın bir rahmetidir. Bunlar dört delilden dinî hükümleri çıkarmışlar
ve müslümanlara izleyecekleri yolu göstermişlerdir. Artık bunlardan
herhangi birinin mezhebine uyan kimse, hak bir mezhebe bağlanmış,
peygamberimizin yolunda bulunmuş demektir.
Bu saygıdeğer büyük müctehidlerin hepsi de dinî
meselelerin esasında birleşmişlerdir. Bu bakımdan aralarında ayrılık
yoktur. Ancak ikinci derecede bulunan bir kısım meseleler üzerinde ayrılık
göstermişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların çoğu görünüşte
olan bir ayrılıktan başka birşey değildir. Çünkü bu meselelerin bir çoğunda
bu büyük zatlardan biri "Azimet-Takva" yolunu, diğeri de bir
"Ruhsat-Müsaade" yolunu seçmiştir. Böylece mü'minlerin önüne
geniş bir rahmet sahası açılmıştır. İşte: "Ümmetim arasında
bulunan görüş ayrılıkları bir rahmettir", hadis-i şerifi ile
buna işaret buyurulmuştur.
Düşünelim: Müslümanlıkta ibadetlere, muamelelere ve diğer
konulara ait ne kadar çok mesele vardır. Bunların hükümlerini Kur'an'dan, Sünnet'ten
ve Ümmetin icmaından bulup meydana çıkarmak öyle her müslüman için kolay
bir şey değildir. Bu çok büyük bir ilim ve dirayet işidir. İşte bu büyük
müctehidler yalnız Allah rızası için, müslümanlara gerekli olan bütün
meseleleri açıkça bildirmişlerdir. Her asırda milyonlarca müslümana
ışık tutmuşlardır. Artık bu büyük zatların müslümanlık alemine ne büyük
hizmetlerde bulunduklarından, ne kadar teşekküre hak kazandıklarından kim
şübhe edebilir?!..
Bu kıymetli alimler, büyük bir ihlas ve ciddiyetle ve çok
güzel bir niyetle ictihad alanında çalıştıkları içindir ki, doğruyu
buldukları meselelerden dolayı ikişer kat, hata ettikleri meselelerden dolayı
da birer kat sevab kazanmışlardır.
Şunu da ekleyelim ki, bu dört müctehide ait dört
mezhebden her birinin bağlıları, kendi mezheblerinin daha doğru, daha
isabetli, sünnet ve maslahata daha uygun ve daha elverişli olduğuna inanır.
Aksi halde o mezhebi seçmelerinin bir manası kalmaz. Bununla beraber diğer
mezheblerin kıymetini azaltmak da akıllarından geçmez. Bu dört mezhebin dördüne
de saygı duyarlar. Bu saygı Ehl-i Sünnet'in bir alametidir.
Bilindiği gibi, İslam hukukuna ait ilme "Fıkıh"
denir. Fıkıh, lügat anlamında bir şeyi olduğu şekilde tam olarak bilmek
ve anlamak demektir. İbadetlere, muamelelere ve cezalara dair dinî hükümleri
bildiren ilme de "Fıkıh İlmi" adı verilmiştir. Yazdığımız
"İlmihal" bu fıkıh ilminin bir bölümüdür.
Dinî hükümleri ayrıntılı delillerden, yukarda yazdığımız
dört delilden anlayıp çıkarmaya yetkisi olan İslam alimlerinden her birine
"Fakih", çoğuluna da "Fukaha" denir. Müctehidler ise,
fukahanın en yüksek tabakasını teşkil ederler.
Dinî hükümleri göstermek ve açıklamak yetkisi, bu
ehliyetli Fukaha'ya aittir. Ezberlerinde binlerce hadis-i şerîf, binlerce ilmî
mesele bulunan nice insaflı alimler, dinî hükümleri belirlemek hususunda sözü
Fukaha'ya bırakmış, bu çok ince ve zor görevi yerine getirmek için
kendilerinde yetki görmemişlerdir.
Gerçek şu: Mübarek isimleri ile sayfalarımızı süslediğimiz
dört büyük imamdan ve muhterem müctehidden her birine uyan zatlar arasında
öyle derin ve geniş muhtelif ilimlere sahib kudretli alimler vardır ki, her
biri üstün ilim ve irfana sahib iken, ictihad yapmaya cesaret göstermemiş,
bu imamdan birine uymayı şeref kabul etmiştir.
Artık dar bilgili kimselerin kendilerinde böyle bir yetki görmeye
nasıl hakları olabilir?
Kabul etmeliyiz ki, dinî meselelerle ilgili olayların hükümlerini
öteden beri herkes tarafından kabul edilen bu büyük müctehidlerden öğrenmek
zorundayız. İctihad gücünde olmayan kimselerin dinî konular üzerinde, müctehidlerin
mezhebine aykırı olarak, kendi anlayışlarına göre hüküm vermeleri, kendi
düşüncelerine göre cevab vermeleri, Allah katında çok büyük bir
sorumluluğa sebeb olur. Bu şekilde bir kimse vereceği cevabda doğru olsa
bile, bilmeksizin cevab vermiş olacağından yine sorumluluktan kurtulamaz. Bu
konuda bir hadis-i şerîfin meali şöyle: "Sizin ateşe atılmaya en
cesaretliniz, fetvaya (dinî meselelere) cevab vermeye en çok cesaret göstereninizdir."
Bir düşünelim: Bir kimse tababet, matematik veya astronomi
ilmine dair bilgisi olmadığı halde, bunlar üzerinde söz söylemeye ve yazı
yazmaya cesaret edemez. Cesaret edecek olursa, büyük hatalara düşmüş ve
kendini çok küçük düşürmüş olur. Artık bu ilimlerden çok daha önemli
ve geniş olan, üstelik sorumluluğu büyük olan dinî ilimler üzerinde
yeterince bilgisi olmayanların söz söylemeye ve cevab vermeye cesaret göstermeleri
nasıl doğru olabilir? Böyle bir cesaret, büyük sorumlulukları gerektirmez
mi? Bunun benzeri, insanların yapmış oldukları kanun maddelerini bilmeyen
kimselerin bu maddeler konusunda gelişi güzel söz söylemeleri, bunların
nelerden ibaret olduğunu ve nasıl uygulanacağını açıklamaya kalkışmaları
asla doğru görülmez. O halde Allah kanunu olan yüce dinin yüksek hükümleri
hakkında yeterli bilgi sahibi olmayanların söz söyleyip cevab vermeye kalkışmaları
nasıl doğru olabilir? İnsan bunun manevî sorumluluğunu düşünüp
titremelidir. Maddî çıkarlar, hiç bir zaman manevî sorumlulukları karşılayamaz.
Eğer din konusunda herkes, müslümanlar tarafından kabul
edilen muhterem bir müctehide uymaz da kendi düşüncesine göre söz söyleyecek
olursa, hak dinin yüce aslını kaybetmiş ve büyük bir sapıklık içine düşmüş
olur. Nitekim böyle karanlık bir durum, geçmiş ümmetlerden bir çoğunun başına
gelmiştir. Bu sebebden dolayı, müslümanlar böyle bir sapıklığa düşmemek
için, öteden beri bu dört büyük müctehidden birine uymuşlar ve onu yol gösterici
kabul etmişlerdir. Bu sayede de manevî sorumluluktan kurtulmak çaresini elde
etmişlerdir.
Sonuç: Bu dört müctehidin büyüklüğü üzerinde ve
onların mezheblerinin hak olduğunda müslümanlar çoğunluğunun birliği
vardır. Bu dört mezhebden başkasına uyulmaması konusunda da yine bütün müslümanların
sanki bir birlik anlaşmaları olmuştur. Çünkü bu dört mezhebi kuran dört
müctehidden her biri, Hazret-i Peygamberimizin devrine çok yakın bir zamanda
yetişmiş, büyük bir ilim ve güzel amellerle vasıflanmışlardı. Üstün
bir zekaya sahib olan, eserleri zamanımıza kadar ulaşan ve bütün müslümanların
takdirini kazanan kimseler olmuşlardır. Böylece müslümanlar arasında fazla
ayrılık kapısı kapanmış, tam yetki sahibi olmayanların içtihada kalkışmalarına
meydan kalmamıştır.
Ara sıra meydana çıkacak bazı mesele ve olayların hükümlerini
belirlemek için bu dört müctehidden birinin uygulamış olduğu esasa ve
benimsemiş olduğu usule başvurmak yeterlidir. Bunlara uyarak din ilimlerinde
yetki ve faziletleri kabullenilmiş olan kimseler tarafından, bu gibi mesele ve
olayların hükümleri çözümlenip belirlenebilir.
Bu saygıdeğer dört müctehide, Eimme-i Erbaa (Dört İmam)
denir. İmam-ı Azam'dan başka üçüne de, Eimme-i Selâse (Üç İmam) denir.
Yüce Allah hepsinden razı olsun. Amîn...
Müslümanlıkta
İbadetler, Taharetler
1- İslam dini, Yüce Allah'a ibadetten, itaat ve
teslimiyetten ibaret en kutsal bir dindir. Bu kutsal din, Yüce Allah'ı bilmek,
ona ibadet ve itaatta bulunmak için insanların yaratılmış olduklarını
bildirmektedir.
Büyük İslam dini, insanları yükseltir, insanları
melekler gibi temiz bir hayata kavuşturur, insanların ruhlarını manevî
duygularla aydınlatır. Bütün kainatın yüce yaratıcısına kulluk ve
ibadet görevinde bulunmalarını emreder.
İkramı bol olan ezeli yaratıcımızın manevî huzurunda
kabul edilmek, insan için ne büyük bir nimet, ne büyük bir şereftir. İşte
ibadet ve itaat, insana bu nimet ve şerefi kazandırır.
Uyanık bir ruhun ferahlığı, sağlam düşünceli bir
insanın kalben huzuru, gerçek bir neş'eye ve bir mutluluğa kavuşması,
ancak Yüce Allah'a ibadet sayesinde elde edilir.
İbadet ve itaat zevkinden yoksun olanlar, kendi yaratılışlarındaki
hikmetten habersiz olan zavallılardır.
Yüce Allah'a kulluk ve ibadette bulunmayanlar, borçlu
oldukları şükür görevini terk etmiş, sonsuz ahiret hayatlarını tehlikeye
düşürmüş mutsuz kimselerdir.
Hiç şübhe yok ki, insanların mutluluk ve selameti, gerçek
varlığı, Yüce Allah'a güzel niyet ve samimi bir kalb ile ibadet ve itaat
etmekle kazanılmış olur. ibadetlerin bir kısmı da temizliğe ve paklığa
bağlıdır.
2- Müslümanlık, temizliğe büyük bir önem vermiştir.
Taharet, maddî ve manevî kirlerden arınmak demektir. Bir kısım ibadetlerin
şartı, başlangıcı, anahtarıdır. Temizlik bulunmadıkça bu ibadetler
yerine getirilemez. Temizlik bulunmadıkça insan Yüce Allah'ın manevî
huzuruna giremez. Nitekim bir hadis-i şerîfte:
"Temizlik imandandır" buyurulmuştur.
Diğer bir hadis-i şerifde de: "Namazın anahtarı
temizliktir" buyurulmuştur.
Aynı zamanda temizlik sağlık için yararlıdır. Rızkın
çoğalmasına sebeb olur. Nitekim bir hadis-i şerifde: "Temizliğe
devam et ki, rızkına genişlik verilsin" buyurulmuştur.
Sonuç: Ehliyet ve yetki sahibi olan her insan birtakım
ibadetlerle, temizliklerle din bakımından görevlidir. Bazı şeyleri yapmakla
ve bazı şeyleri yapmamakla sorumlu tutulmuştur. Bunlara dair ilmihalimizde
yeterince bilgi verilecektir. Ancak din kitablarında, yazışmalarda ve konuşmalarda
çokça tekrarlanan bazı deyimler vardır ki, önce bunlann anlamlarını
bilmek gerekir. Bunun için önce bunların lügat ve terim manalarını yazacağız.
Bir
Kısım Dinî Deyimler
3- İbadet: Lûgatta kullukta bulunmak demektir. Şeriat
teriminde "İyi niyete bağlı olarak yapılmasında sevab bulunan her iştir."
Yüce Allah'a saygı ve itaat için yapılır. Namaz kılmak, oruç tutmak
gibi...
4- Taat: Emri benimseyip yerine getirmek demektir.
Buna itaat de denir. Şeriatta itaat ise, yapılmasından dolayı sevab kazanılan
herhangi bir iştir; gerek niyet bulunsun, gerek bulunmasın. Kur'an-ı Kerîm'i
okumak gibi...
5- Kurbet: Yakınlık demektir. Şeriatta ise, Yüce
Allah'a manevî olarak yakınlığa sebeb olan herhangi güzel bir iştir.
Sadakalar ve nafile kılınan namazlar gibi...
6- Niyet: Kasıd manasındadır ki, kalbin bir şeyi
yapmaya yönelmesi demektir. Şeriatta ise, yapılan bir görevle Yüce Allah'a
ibadette bulunmayı ve O'na manevî bakımdan yaklaşmayı kasdetmektir.
Bir işin ibadet olabilmesi için böyle bir niyete ihtiyaç
vardır. Örnek: Biz namazlarımızı, yalnız Yüce Allah'ın emrine uymak için,
O'nun nzasını kazanmak için kılarız. İşte bu, namaz hakkında bir
niyettir. Yoksa başkalarına göstermek veya vücut sağlığı için namaz şeklinde
yapılacak olan hareketler, Allah rızasını taşımadığı için, ibadet sayılmaz.
Allah rızası niyetine bağlı bulunan temizlik gibi bir abdest de, bir
ibadettir.
7- Teklif: Bir kimseye zorluk veren bir şeyi
emretmek ve ona yüklemek demektir. Şeriatta ise: İslam dininin ehliyet ve
yetkiye sahib olan insanlara birtakım şeyler yapmalarını ve birtakım şeyleri
yapmamalarını emredip yüklemesidir. Bunlarla din yönünden görevlenmiş
olan bir insana da Mükellef (Yükümlü) denir. Çoğulu "Mükellefin"dir.
İnsanlar yetki ve kudretleri nisbetinde mükellef (yükümlü)
olurlar. Aklı bulunan ve bûluğ çağına ermiş olan kimsenin ehliyeti tam
olacağından yükümlülüğü de öylece tam olur.
8- Akıl: Ruhun bir kuvvetidir ki, insan onunla bilgi
sahibi olur. İyi ile kötüyü ayırır ve eşyanın gerçek hallerini onunla
anlar.
Diğer bir tarife göre akıl ruhsal bir nurdur ki, insana
gideceği yolu aydınlatır, insana hak ve gerçeği bildirir. Bu ruhsal kuvvete
sahib olana akıllı kimse denir. Bundan yoksun olana da Mecnun (deli) denir.
9- Büluğ: Belli bir çağa yetişmek ve belli
birtakım vasıflara sahib olmak demektir. Belli bir yaşta bulunan ve belli vasıflara
sahib olan kimseye "Baliğ ve Baliğa" denir. Şöyle ki: Uykuda gördüğü
bir rüyadan dolayı üzerine gusletmek gereken (ihtilam olan) bir erkek baliğdir.
Evlendiği takdirde çocuk yapabilecek genç bir erkek de baliğdir.
Baliğ veya baliğa olma yaşının başlangıcı, erkek çocuklar
için tam on iki, kız çocuklar için de tam dokuz yaştır. Bu yaşların sonu
da her ikisinde tam on beş yaştır.
Böyle on beş yaşını bitirmiş olduğu halde, kendisine
ihtilam ve gebelik gibi buluğ eseri belirmeyen kimse, hükmen baliğ sayılır.
10- Hüküm: Karar, bir şeyin sonucu olma, bir sonucu
gerektirme, etki, emretme manalarında kullanılır. Din deyiminde ise, bir şeyin
üzerine düşen eser demektir. Yükümlülerin (mükelleflerin) işleri ile
ilgili olan dine ait hükümlerden her birine "Şer'î hüküm, çoğuluna
da Ahkam-ı Şer'iye (Şer'î hükümler) denilir.
Örnek: Zekat farzdır, hırsızlık haramdır, denilmesi
birer Şer'î hükümdür.
11- Ef'al-i Mükellefin (Yükümlülerin İşleri): Mükellef
insanların yaptıkları işlerdir ki, farz, vacib, sünnet, müstahab, helal,
mubah, mekruh, haram, sahih, fasid, batıl gibi kısımlara ayrılır.
12- Farz: Yapılması din yönünden kesin şekilde
gerekli olan herhangi bir görevdir. Farz, kat'î ve zannî diye ikiye ayrıldığı
gibi, farz-ı ayın ve farz-ı kifaye olarak da kısımlara ayrılır.
13- Farz-ı Kat'î (Kesin farz): Kesin olarak şer'î
bir delil ya Kur'an'ın açık bir ayeti yahut peygamberimizin sağlam bir
hadisi ile yapılması emredilen ve istenen görevdir. Namaz ve zekat gibi...
14- Farz-ı Zannî: Müctehidlerce kesin sayılan
delile yakın bir derecede kuvvetli görülen ve böylece zannî bir delil ile
sabit olan görevdir. Amel bakımından kesin farz kuvvetinde bulunur. Buna
Farz-ı Amelî (amel bakımından farz) da denir. Aynı zamanda böyle bir
farza, delilinin zannî olmasından dolayı "Vacib" adı da verilir.
Buna göre farz-ı amelî, farz kısımlarının zayıfı, vacib kısımlarının
da kuvvetlisi bulunmuş olur. Nitekim abdest almakta başa mutlak olarak
meshetmek kesin bir farzdır. Fakat başın dörtte biri kadarını meshetmek
ise, amelî bir farzdır.
15- Farz-ı Ayn: Yükümlü (mükellef) olan herkesin
yapmak zorunda olduğu farzdır. Beş vakitte kılınan namazlar gibi...
16- Farz-ı Kifaye: Yükümlülerden bazılarının
yapmaları ile diğerlerinden düşen ibadetlerdir. Cenaze namazı gibi...
Farzların yapılmasında büyük sevablar vardır. Özürsüz
olarak yapılmamaları da, Allah'ın azabını gerektirir. Kifaye olan farzı, müslümanların
bir kısmı yapmadığı takdirde, bundan haberi olan ve bunu yapmaya gücü
yeten bütün müslümanlar Allah katında sorumlu olup günah işlemiş
bulunurlar.
Kesin olan farzı inkar etmek küfür olur. Amelî olan bir
farzı inkar bid'attır, günahı gerektirir. Bütün bunlar farzların hükmüdür.
Farzın çoğulu feraizdir.
17- Vacib: Dinimizde yapılması kesinlik
derecesinde bir delil ile sabit olmayan ve yine kuvvetli bir delil ile sabit görülen
şeydir. Vitir ve bayram namazları gibi...
Vaciblerin yapılmasında sevab vardır. Terk edilmeleri de
azabı gerektirir. Vacibin inkar edilmesi bid'attır ve günahtır. Bunlar,
vaciblerin hükmüdür. "Vecibe" sözü, bazen farz yerinde ve bazan
da vacib yerinde kullanılır. Çoğulu "Vecaib"dir.
18- Sünnet: Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi
ve sellem) Efendimizin farz olmayarak yaptığı işlerdir. Müekked sünnet ve
gayr-i müekked sünnet kısımlarına ayrılır. Sünnet-i şerifin bir manası
da kitabın başlangıç bölümünde geçmişti. Sünnetin çoğulu "Sünen"dir.
19- Sünnet-i Müekkede (Müekket, kuvvetli sünnet):
Peygamber Efendimizin devam edip de pek az yapmadıkları ibadetlerdir. Sabah,
öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi...
İslam dininde önemle benimsenen ezan, ikamet ve cemaate
devam gibi sünnetlere "Sünen-i Hüda" denir. Bunlar da birer müekked
sünnettir.
20- Gayr-i Müekked Sünnet: Peygamber Efendimizin
ibadet maksadı ile bazan yapmış oldukları şeylerdir. Yatsı ve ikindi
namazlannın ilk sünnetleri gibi...
Peygamber Efendimizin yiyip içmeleri, giyinip kuşanmaları,
oturup kalkmaları gibi, kendi öz hallerine ait işlere de, "Sünen-i
Zevaid" adı verilmiştir. Bunlar da birer gayr-i müekked sünnet
demektir.
Müekked sünnetlerle "Sünnet-i Hüda" adı
verilen sünnetlerin yapılmasında sevab vardır. Kasden terk edilmelerinde
azab yoksa da, ayıplama vardır. Gayr-i müekked ile "Zevaid" sünnetlerin
yapılması çok güzeldir. Sevgili peygamberimize uymanın bir nişanı olduğundan,
bunları yapmak sevaba ve Peygamberimizin şefaatına kavuşmaya bir yoldur.
Bunların yapılmaması azarlanmayı gerektirmez. İşte bunlar sünnetlerin hükümleridir.
Ashab-ı Kiram'ın hal ve tutumlarına, onların izledikleri
zühd ve takva yollarına da, biz Hanefîlerce sünnet denir.
21- Müstahab: Lügat manası, sevilmiş şey
demektir. Din deyiminde, Peygamber Efendimizin bazen yaptıkları ve bazen da
terk ettikleri ibadettir. Kuşluk namazı gibi. Bu bir nevi müekked olmayan sünnettir.
Peygamber Efendimiz, müstahab denilen bazı şeyleri sevmiş
ve benimsemiştir. İlk devrin değerli müminleri de bunları seve seve yapmışlar
ve bunların yapılmasını din kardeşlerine öğütlemişlerdir.
Müstahab olan şeylere; "mendub, fazilet, nafile,
tatavvu', edeb" adı da verilir. Şöyle ki: Müstahab olan şeye, sevabı
çok olup yapılması istendiğinden ötürü mendub ve fazilet denilir. Farz ve
vacib üzerine ilave olarak yapıldığı için de ona "Nafile"
denilir. Kesin bir emre dayanmaksızın sadece bir sevab isteği ile yapıldığı
için ona "Tatavvu" adı verilir. Güzel ve övgüye değer bir iş
olduğu için de ona "Edeb" denmiştir. Bunun çoğulu
"Adab"dır. Edeb üzerinde bilgi için bu eserin ahlak bölümüne müracaat
edilsin.
Müstahab olan şeyin yapılmasında sevab vardır. Terk
edilmesinde azarlama ve ayıplama olmadığı gibi, tenzih yolu ile de kerahet
yoktur. Bunlar da, müstahabların hükümleridir.
Şafiî ve Hanbeli Mezheblerinin fıkıh alimlerine göre sünnetler,
müstahablar ve mendublar birdir. Herhangi bir sünnete müstahab yahut mendub
da denir.
22- Helal: Dinde caiz görülen herhangi bir şeydir.
Yapılmasından ve kullanılmasından dolayı ayıplama gerekmez. Helalin her çeşit
lekeden arınmış olan saf ve tertemiz kısmına "Tîb ve Tayyib"
denir.
23- Mubah: Yapılması ve yapılmaması dinde
caiz görülen şeydir. Ne yapılmasında, ne de yapılmamasında günah vardır.
Helal olan bir yemeği yahut meyveyi yiyip yememek gibi...
24- Mekruh: Lügatta sevilmeyen ve hoş görülmeyen
şey demektir. Din deyiminde, yasaklığı sabit olmakla beraber, ona aykırı
olarak da bir delil veya işaret görülen şeydir. Yapılması doğru olmayıp
yapılmaması iyi olan bir iştir.
25- Kerahet: Bir şeyi fena görmek, ona razı olmamak
demektir. Kerahet iki kısma ayrılır: Kerahat-i Tahrimiyye ki, harama yakın
olan mekruhtur. Kerahat-i Tenzihiyye ki, helala yakın olan kerahettir. Bu tarif
İmam-ı Azam ve İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre, tahrimen
mekruh olan bir şey, haramdan sayılır. Haram gibi ahiret azabını
gerektirir. Tenzihen mekruh olan bir şey ise, ittifakla helala yakındır. Böyle
bir kerahetin yapılması azabı gerektirmez. Ancak yapılmaması sevab kazandırır.
Fıkıh kitablarında bir kayda bağlanmaksızın mutlak
olarak "Kerahet" sözü anılınca, bundan genellikle tahrimen kerahet
kasdedilir. İleride görülecektir.
26- Haram: Bir şeyin yapılması, kullanılması,
yiyilip içilmesinin İslam dininde kesin bir delille yasaklanmış olmasıdır.
Bu da "Haram liaynihi ve Haram ligayrihi" kısımlarına ayrılır.
27- Liaynihi Haram: Aslı itibariyle herkes için
haram olan şeydir. Şarab, akan kan ve lâşe gibi...
28- Ligayrihi Haram: Aslında helal olup başkasının
hakkından dolayı haram olan şeydir. Şeriat çerçevesinde sahibinin izni
olmadıkça o şeyden başkaları faydalanamaz. Başkasına ait kıymetli bir
malı veya yemeği izinsiz almak gibi...
Haram olan şeylere "Muharremat" denir. Haramın
yapılmamasından sevab kazanılır. Yapılması ise azabı gerektirir. Haram
olduğu ittifakla kesin şekilde sabit olan bir şeyi helal saymak, insanı
imandan çıkarır.
29- Sahih: Rükün ve şartlarını toplayan
herhangi bir ibadet veya işlemdir. Farz ve vaciblerini gözeterek kılınan bir
namazın sahih olması gibi...
30- Caiz: Dince yapılması yasak sayılmayan şey
demektir. Bazan sahih yerinde, bazan da mubah yerinde kullanılır. Bazı işlemler
dünya ahkamı bakımından sahih olduğu halde, ahiret ahkamı bakımından
caiz olmaz. Cuma namazını kılmakla yükümlü olan bir kimsenin cuma ezanı
okunurken yaptığı alışveriş muamelesi gibi. Böyle bir muamele sahihtir ve
geçerlidir. Fakat manevî sorumluluğu gerektirdiği için caiz değildir.
31- Fasid: Kendi başına sahih ve meşru iken,
gayri meşru bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru olmaktan çıkan şeydir.
İbadet konusunda fasid ile batıl aynı hükümdedir.
Meşru olan bir işi bozan, hükümsüz kılan şeye de
"Müfsid" denir. Kasden yapılması azaba sebeb ise de, yanılarak yapılması
azabı gerektirmez. Namaz içinde gülmek gibi. Gülmek, aslında sahih olan
namazı bozar.
32- Batıl: Rükünlerini veya şartlarını büsbütün
veya kısmen kendisinde toplamayan herhangi bir ibadet ve muameledir. Bir özür
bulunmaksızın abdestsiz kılınan namaz gibi.
33- Taharet: Lügat manası temizlik ve nezafet
demektir. Din deyiminde taharet, pislik ve necasetten arınmış olmak veya
hades (abdestsizlik) denilen şer'î bir engelin kalkması halidir. Temiz olan
şeye tahir, temizleyici şeye de "Tahûr veya Mutahhir" denir.
Temizleme işine de, "Tathir" denir.
Taharetler, Kübra (büyük) ve Suğra (küçük) diye ikiye
ayrılır.
34- Taharet-i Suğra (Küçük Temizlik): Abdestsizlik
denilen hali gidermek için yapılan temizliktir, Abdest almak gibi.
35- Taheret-i Kübra (Büyük Temizlik): Cünüblük
ile hayız ve nifas denilen hallerden çıkmak için yapılan yıkanmadır ki, ağıza
ve burna su vermek şartı ile bütün vücud yıkanır. Buna "gusül, iğtisal,
boy abdesti" de denilir.
36- Hades: Bazı ibadetlerin yapılmasına şer'an
engel olan ve hükmen necaset sayılan bir haldir. Hades-i asgar (küçük
hades) ve hades-i ekber (büyük hades) kısımlarına ayrılır.
37- Hades-i asgar (küçük hades): Yalnız
abdest (taharet-i suğra) ile giderilen haldir. İdrar yapmak, vücudun herhangi
bir yerinden kan çıkmak sebebiyle gelen abdestsizlik hali gibi...
38- Hades-i ekber (büyük hades): Ağız ve burun
dahil bütün vücudun yıkanması (büyük temizlik) ile giderilen
taharetsizlik halidir Bu hal da cünüblükten, hayız ve nifas denilen
hallerden meydana gelir. Bunların ayrıntılı olarak açıklamaları ileride
gelecektir.
39- Hades: Maddeten temiz ve pak olmayan herhangi bir
şeydir. Buna "necis, gerçek necaset, pislik" de denir. Şöyle ki:
Aslen veya geçici olarak temiz bulunmayan bir şeye necis ve necaset denir.
Bunun çoğulu "Encas"dır. Örnek: Sidik aslen necis olduğu gibi,
bulaştığı bir elbise de necis, pis ve murdardır.
Aslen murdar olan şeye "Neces" de denir.
Hakîkî necasetler, namazda bağışlanan mikdarlarına göre,
"Necaset-i hafîfe" ve "Necaset-i galiza, mugallaze" kısımlarına
ayrıldığı gibi, akıcı olup olmamaları bakımından da, "mayi"
ve "camid" kısımlarına ve görülüp görülmemeleri bakımından
da "necaset-i mer'iyye" ve "necaset-i gayr-i mer'iyye" kısımlarına
ayrılır.
40- Necaset-i Hafife: Pis olduğu konusunda şer'î
delil olmakla beraber aksine bir görüş de bulunan şeydir. Bu tür necasetler
bir delile göre murdar görülmekte ise de, diğer bir delile göre murdar sayılmazlar.
Eti yenen hayvanların sidikleri gibi...
41- Necaset-i Galize: Pisliği hakkında şer'î bir
delil olup aksine başka bir delil bulunmayan şeydir. İnsan ve hayvan tersleri
gibi...
42- Necaset-i Mer'iyye: Yoğunluğu olan veya
kuruduktan sonra görülebilen herhangi pis bir maddedir. Akan kanlar gibi...
43- Necaset-i Gayr-i Mer'iyye: Donup kalmayan veya
bulaştığı yerde kuruduktan sonra görülmeyen herhangi pis bir maddedir.
Sidik gibi.
Sonuç: Gerek hakikaten, gerekse hükmen temiz sayılmayan şeyler,
bazı ibadetlerin yapılmasına engeldir. Bunları belli bir usul ile temizlemek
gerekir. Temizlik için en çok kullanılan şey sudur. Bunun için hangi şeylerin
temiz olup olmadığını ve temiz olmayanların nasıl temizleneceğinı bilmek
her müslüman için şarttır. Bu konular üzerinde din ölçüleri bakımından
bilgi verilecektir.
Suların Kısımları
44- Sular Şer'an iki kısımdır: Biri, mutlak sulardır ki,
su denilince bu tür su anlaşılır. Bunlar yaratılışlarındaki vasıf üzerinde
duran sulardır. Yağmur suyu, kar suyu, deniz suyu, kuyu suyu, göze ve pınar
suları gibi... Bunların her birine "Mutlak Su" denir.
Diğer kısım sulara "Mukayyed Sular" denir.
Yabancı bir maddenin mutlak sulara karışması ile asıl vasıflarından çıkan
ve özel bir isim alan sulardır. Gül suları, çiçek suları, üzüm, asma ve
et suları gibi... Bunların her birine "Mukayyed Su" denir.
45- Mukayyed sular, aslî ve gayr-i aslî diye iki kısma
ayrılırlar. Aslen mukayyed olanlar: Kavun, karpuz, asma, gül suları ve
benzerleridir. Gayr-i aslî olan mukayyed sular, aslında mutlak su iken yabancı
bir maddenin karışması ile meydana gelen sulardır. Bir su içine yaprakların
düşmesi, o yaprakların çürüyerek suyun incelik ve akıcılığını, renk
ve kokusunu değiştirmesiyle bozulan sulardır.
46- İçinde nohut ve mercimek gibi temiz bir şeyin pişmesiyle
incelik ve akılcılığını kaybeden bir su da mukayyed su sayılır. Yine
üç vasıfdan (renk, tad ve kokudan) birini veya ikisini değiştirecek şekilde
mutlak suya mukayyedin karışması ile su mukayyed olur. Şöyle ki: Bir mutlak
suya, süt gibi renk ve taddan ibaret iki vasfı olan bir içecek madde yahut
karpuz suyu gibi yalnız bir tad vasfı bulunan bir sıvı karışıp kendisinde
bu vasıflardan yalnız biri meydana çıksa veya sirke gibi üç vasıflı (tad,
renk koku) bir sıvı karışıp da bu vasıflardan ikisi mutlak suda belirse,
artık o su, mukayyed olur.
47- Mutlak olan su yosun tutarak veya bekleyerek renk ve
kokusu değişirse, yahut içine tadını değiştirmeyecek miktarda sabun,
zaferan, toprak ve yaprak gibi temiz ve katı şeyler düşerse yahut içinde mısır
ve nohut gibi şeyler ıslatılmış olursa mutlak su olmaktan çıkmaz. Bu
durumda incelik ve akıcılığını değiştirmemek şartı ile üç vasfı
bozulmuş olsa bile, mutlak hükmünden çıkmaz. Ancak suyun tabiatı olan
incelik ve akıcılık halinin değişmesiyle mukayyed olur.
Mutlak Suların Nevileri ve Hükümleri
48- Mutlak sular, tahir ve mutahhir (temiz ve temizleyici)
olup olmamaları bakımından beş kısımdır:
1) Temiz ve temizleyici olan ve kerahetten beri bulunan
sulardır. Üç vasfı (rengi, tadı, kokusu) bozulmamış ve kendisinde
keraheti gerektiren bir şey bulunmamış olan herhangi mutlak bir su bu kısma
girer. Bu su, hem içilir, hem yemeklerde kullanılır, hem de onunla her türlü
temizlik yapılabilir.
2) Temiz ve temizleyici olmakla beraber mekruh olan sulardır.
Ev kedisi gibi evcil bir hayvanın yahut çaylak ve doğan gibi yırtıcı bir
kuşun yahut evlerden eksik olmayan fare gibi hayvanların içlerinden içmiş
oldukları sular bu kısımdandır. Başka bir su varken böyle suları içmek,
yemekte ve temizlikte kullanmak tenzihen mekruhtur.
3) Temiz olduğu halde temizleyici olmayan sular: Bunlar bir
hadesi (hükmî necaset olan abdestsizliği) gidermek için insanın bedeninde
ibadet maksadı ile kullanılan sulardır. Böyle abdest ve gusül için kullanılmış
olan sulara Mâ-i Müstamel (kullanılmış su) denir.
Örnek: Abdesti olmayan bir müslümanın bütün abdest
azalarında veya bir kısmında kullanıp biriktirdiği, yahut cünüb bir müstümanın
bütün bedeninde kullanmış olduğu su, bu kısımdandır.
Abdesti olan bir müslümanın abdest almış olduğu yerden
başka bir yerde sevab niyeti ile abdest alması yahut bir ibadet yaptıktan
sonra aynı yerde tekrar abdest alması suretiyle toplanan sular da böyledir.
Yine yemeklerden önce ve sonra, Peygamberimizin sünnetine
uymak maksadı ile el yıkamakta kullanılmış olan sular da böyledir.
İşte bu şekilde kullanılmış sular her ne kadar temiz
iseler ve maddi pislikleri giderirlerse de, (abdestsizlik gibi) hükmen
necasetleri gideremezler. Bu sularla abdest alınmaz ve gusledilmez.
Kullanılmış böyle suların temiz olup temizleyici
olmamaları İmam Muhammed'e göredir. Fetva da buna göredir. Fakat İmamı
Azam ve İmam Ebu Yusuf'a göre, bu sular temiz değildir, pis sayılırlar.
(İmam Malik ve İmam Şafiî'den nakledilen bir görüşe göre,
bu kullanılmış sular hem temiz, hem de temizleyicidir. Ancak ikinci defa
kullanılmaları mekruhtur.)
4) Bunlar temiz olmayan sulardır. İçine pislik düştüğü
kesin olarak bilinen yahut fazla bir zanla bilinen az mikdardaki sulardır. Böyle
sular pis hükmündedir. Ancak büyük su hükmünde olan kuyu ve havuz gibi
sulara pislik düşünce, o suyun üç vasfından birini (tad, renk veya
kokusunu) değiştirirse o zaman bu büyük su da pis olur. Aksi halde büyük
sulara necaset düşmekle, vasıflarından birini kaybetmedikçe pis olmazlar.
Akar halde olan sular da böyledir. Böylece büyük sularla akar halde olan
sular aynı hükmü taşımış oluyorlar.
Durgun olup akar halde bulunmayan suların kare şeklinde
bulunmaları halinde yüz ölçümünün yüz arşını bulması ile ve daire
halinde olanların çevresi otuz altı arşını bulması ile bunlar büyük su
sayılırlar. Bu ölçüden az olanlar da küçük su hükmündedir.
Akar halde olan sulara gelince, bunlar az olsun, çok olsun büyük
sular (büyük havuzlar) hükmündedir. Böyle bir akar su içine düşen bir
pislikle suyun üç vasfından biri değişip bozulmadıkça, bu su temizdir ve
temizleyicidir. Bunların derinliğine bakılmaz. Avuç ile alınan sudan dolayı,
suyun dibinin açılmaması, büyük su olmak bakımından yeterlidir. Bir suyun
da akıcı sayılabilmesi için, en az bir saman çöpünü götürmesi lazımdır.
5) Şüpheli (Meşkûk) Sular: Bunlar, merkeblerin ve katırların
artığı olan sulardır. Böyle bir su temiz ise de, abdestsizliği (hades
denilen hükmî necaseti) gidermeğe yeterli olup olmadığı şüphelidir. İlerde
bu konuda bilgi verilecektir.
49- Bir kimsenin abdesti varken, sadece serinlemek için
yahut başkasına abdest alınışını öğretmek için abdest aldığı su,
hem temizdir, hem de temizleyicidir.
Yine bir kimse abdest aldıktan sonra aynı mecliste daha
abdesti bozulmadan ve o abdestle bir ibadet yapmadan tekrar abdest alırsa,
biriken su temizdir, temizleyicidir. İçinde temiz bir kabın veya temiz bir çamaşırın
yıkandığı su da böyledir. Çünkü bu sularla ne maddî ne de hükmî bir
temizlik yapılmıştı. Ancak böyle kullanılmış sulardan insan tiksinir; sağlık
bakımından da zararlı olmaları düşünülür. Zaruret olmadıkça bu gibi
sular içilmez, yemeklerde kullanılmaz. Bunlarla abdest ve boy abdesti alınmaz.
50- Bir mutlak (tabiî) suya kullanılmış (müstamel) su
karıştığı zaman bakılır: Eğer asıl temiz su, karışan (müstamel)
sudan iki kat fazla ise, onunla hükmî necaset (abdestsizlik) giderilebilir.
Durum aksine olursa, karıştırılan müstamel (kulanılmış) su asıl temiz
sudan iki kat fazla olursa, onunla abdestsizlik (hades)
giderilemez, gusül yapılamaz. Her iki suyun mikdan eşit olduğu zaman,
ihtiyat olarak hüküm yine böyledir.
Mukayyed Suların Hükümleri
51- Yukarıda işaret edildiği üzere, mutlak sularda dıştan
bir tesir bulunmayınca bunlar içilir, yemeklerde ve bütün temizlik çeşitlerinde
kullanılır, abdest veya gusül alınır. Gerek hakîkî, gerek hükmî kirler
giderilir. Mukayyed sular ise böyle değildir. Bunlarla abdest ve boy abdesti
alınmaz. Bunlarla hades denilen hükmî necaset (abdestsizlik) giderilemez.
Çünkü bu gibi temizlikler için dinimiz mutlak (tabiî) suları kullanmayı
emretmiştir. Bununla beraber mukayyed suların bazıları içilebilir,
yemeklerde kullanılabilir. Yine mukayyed sulardan yağlı ve kaygan olmayan ve
sıkılmakla akıp gidenlerle hakikî necasetler (pislikler) giderilebilir.
52- Mutlak sular, içlerine düşecek bazı şeylerden dolayı
temizliklerini yitireceği gibi, mukayyed sular da yitirir. Bu halde her iki su
da, ne hakikî ve ne de hükmî pislikleri gidermekte kullanılabilir. Bunlarla
ilgili olarak bilgi verilecektir.
Su
Artıkları Hakkında Hükümler
53- Az ve durgun olan su artıkları şu kısımlara ayrılır:
1) Hem temiz, hem de temizleyici olan ve kerahet taşımayan
artıklar: Bunlar, ağızları temiz olan bütün insanların, deve sığır ve
koyun gibi, eti yenen evcil hayvanların, atların ve attan veya inekten doğmuş
katırların, eti yenen vahşi hayvanların, eti yenen kuşların artıklarıdır.
Bu cins hayvanların su artıkları içilir ve bu artıklarla temizlik yapılabilir.
Ağızları temiz olmayanların artıkları da temiz değildir. Şarap içen
veya ağız dolusu kusan kimselerin şarap içmelerinin veya kusmalarının
hemen arkasından içtikleri suyun artığı gibi.
2) Kullanılmaları mekruh olan artıklar: Bunlar, kedilerin,
tavukların ve atmaca, şahin, doğan, çaylak, katal gibi yırtıcı kuşların
ve pislik yemekten çekinmeyen koyun, sığır, keçi gibi hayvanların artıklarıdır.
Başka temiz su varken bunların içilmesi ve temizlikte
kullanılması tenzihen mekruhtur. Fakat başka su bulunmayınca, bunlar içilebilir
ve bunlarla temizlik yapılabilir. Bu gibi sular varken teyemmüm yapılması
caiz değildir.
3) Kullanılmaları şüpheli olan artıklardır. Bunlar,
yabanî olmayan merkeblerin ve bunlardan doğmuş katırların artıklarıdır.
Başka temiz su bulunmayınca hem abdest alınır, hem de ihtiyat olarak teyemmüm
yapılır.
Şüpheli (meşkûk) bir su ile, şüpheli olmayan bir su
birbirine karışacak olsa, tartıca ağır gelene itibar edilir. Bu iki su eşit
olunca, yine ihtiyat olarak teyemmüm de edilir.
4) Necis (pis) sayılan artıklardır. Bunlar, köpek, kurt,
aslan, kaplan, domuz ve benzeri hayvanların ve vahşi kedilerin artıklarıdır.
Bunlar temizlikte kullanılamaz ve zaruret olmadıkça da bunlar içilemez.
54- Terler ve salyalar, ağızdan akan sular hüküm bakımından
artıklar gibidir. Bu bakımdan artığı temiz olanın, ter ve salyası da
temizdir. Artığı mekruh veya şüpheli (meşkûk) olanın, ter ve salyası da
mekruh veya meşkûk (şüpheli) olur.
Artıkları temiz olmayan hayvanların terleri ve salyaları
da temiz değildir.
55- Bir arada bulunan kaplardan çoğunda temiz su ve az bir
kısımda pis su bulunsa, araştırma yapmak gerekir. Kapların hangilerinin
temiz olduğu zan üstünlüğü ile tayin edilir. Ondan sonra da, tayin edilen
sulardan içilir, abdest ve gusül temizliği yapılır. Çünkü hüküm
kuvvetli olan hale göredir. Fakat temiz olmayan kaplar temizlerden daha çok
veya temizlere eşit olsa, yemekte ve içmekte kullanılmak için araştırma
yapılabilir; ancak abdest ve gusül için araştırma yapmak gerekmez. Bu sular
döküldükten veya hayvanların ihtiyacı için birbirlerine kanştırıldıktan
sonra teyemmüm yapılır.
Kuyular Üzerindeki Hükümler
56- Kuyular, suları ne kadar çok olursa olsun, yüzeyleri yüz
arşın (takriben altmış beş) metrekareye ulaşmadıkça yahut daima akıp
giden bir su yolu üzerinde bulunmadıkça küçük sular (küçük havuzlar) hükmündedirier.
Bu esasa göre, içlerine düşecek şeylerden dolayı haklarında aşağıdaki
hükümler uygulanır.
57- Üzerlerinde pislik bulunmadığı bilinen insan veya eti
yenen koyun ve deve benzeri hayvanların içlerine düşüp de diri olarak çıkmış
oldukları kuyuların suyu pis olmaz.
Yine katırın ve merkebin, atmaca, şahin, çaylak gibi yırtıcı
kuşların, köpek, kurt, kaplan benzeri canavarların içine düşüp de diri
olarak çıktıkları kuyuların da suyu pis olmaz; ancak ağızlarının salyasının
düştükleri suya bulaşmaması lazım. Bulaştığı takdirde su, salyanın hükmüne
bağlıdır. Hayvanın salyası temiz ise, artığı gibi su da temizdir (*).
Salyası pis ise, su da pis olur. Bu durum daha önce bildirilmişti.
58- Bir kuyunun içine fare, serçe veya bunlardan birinin büyüklüğünde
başka bir hayvan düşüp ölse, o hayvan henüz şişmemişse, bu hayvan
kuyudan çıkarıldıktan sonra yirmi kova su kuyudan çekilip dökülür. Bu
miktar suyun çıkarılması vacibdir. Bu mikdar su çıkarılmadıkça kuyunun
suyu temiz olmaz. Böyle bir kuyudan otuz kova çıkarılması müstahab olur.
59- Bir kuyunun içine kedi, tavuk, güvercin veya bunlardan
biri büyüklüğünde başka bir hayvan düşüp ölse de, henüz şişmeden çıkarılsa,
o kuyudan kırk kova su çekilir ki, bu mikdar su çıkarmak vacibdir. Elli veya
altmış kova su çıkarılması müstahab olur.
60- Bir kuyunun suyuna, bir damla dahi olsa, kan, şarab,
sidik gibi akıcı bir pislik karışsa, o su pis olur. Yine bir kuyunun içine
domuz düşse yahut koyun, keçi ve bunlar büyüklüğünde bir hayvan düşüp
öldükten sonra şişmiş olsa, yahut serçe ve fare büyüklüğünde küçük
bir hayvan düşüp ölerek dağılsa veya tüyleri dökülse, o kuyunun dibinde
bir kova su kalmayacak şekilde suyunun tümünü çıkarmak icab eder. Ancak
kuyunun suyu çok olup devamlı olarak kaynamakta ise, iki yüz kova su çekmek
yeterlidir; bu vacibdir. Üç yüz kova çıkarılması müstahabdır. Daha sağlamı,
kuyunun içindeki su mikdarının kaç kova olduğu hesaplanarak o mikdar suyun
çıkarılmasıdır. Bazı alimlere göre fetva, bu şekilde işlem yapmaktır.
61- Bir kedi köpekten korkarak yahut bir fare kediden veya
bir koyun kurttan korkarak kaçıp da ölmeyecek şekilde kuyuya düşse,
kuyunun bütün suyu pis sayılır. Çünkü bu hallerde hayvanların işemiş
olmaları ihtimali kuvvetlidir. Fakat geçerli sayılan diğer bir görüşe göre,
bu halde kuyu pis olmuş sayılmaz. Zaruret bakımından bu hal bağışlanmıştır.
62- Tavuktan çıkan taze bir yumurtanın ve yeni doğmuş
bir kuzunun içine düştüğü su pis olmaz; ancak bunların üzerinde pislik
bulunduğu bilinirse, su pis olur.
63- Tercih edilen görüşe göre, bir kuyuya devenin,
koyunun, keçinin, atın, katırın, merkebin, sığırın ve mandanın tersleri
düşmekle o kuyunun suyu pis olmaz. Bu terslerin yaş yahut kuru, sağlam veya
kırık olması arasında fark yoktur. Çünkü bunlardan korunmak çok zordur.
Hele kırlardaki kuyularda bunlardan korunmak daha güçtür. Ancak kuyuya düşen
bu pislik parçaları adet itibariyle çoğumsanıyorsa yahut her su çekilen
kovada en az bir ve iki parça görülürse, o zaman su temizliğini kaybetmiş
olur. Bununla beraber daha güvenilir bir görüşe göre zaruret esas alınır.
Şöyle ki: Evlerdeki kuyuları bu pisliklerden korumak güç olmadığı için,
kuyuya düşmeleri halinde böyle kuyular pisleşir. Fakat kırlardaki kuyuları
korumak güç olduğundan bu pislikler o kuyuları temizlikten çıkarmaz.
64- Kaz, tavuk, ördek gibi hayvanların tersleri suyu bozar.
Onun için içine düştükleri kuyunun bütün suyunu boşaltmak gerekir. Çünkü
bunların pislikleri galiz (ağır) necasettir.
65- Güvercin ve serçe gibi eti yenen kuşların tersleri,
kuyularda ve kaplarda olan suları bozmaz. Eti yenmeyen kuşların tersleri de
suyu bozmaz. (İmam Şafiî'ye göre bunların tersleri suyu bozar.)
66- İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre,
yırtıcı kuşların tersleri kuyuların suyunu bozmaz; çünkü bunlardan
kuyuları korumak güçtür. Mikdarları çok olmadıkça elbiseyi pis
yapmazlar. Suyun vasıflarını bozmadıkça; çok olan suları da temizlikten
çıkarmazlar. Fakat kaplardaki sular bozulmuş olur; çünkü bu kabları
korumak mümkündür.
67- Bir kuyuda lâşeden (ölü hayvan kalıntısından) başka
bir pislik görülse, pislik görüldüğü andan itibaren o kuyunun suyu pis
sayılır. Artık o sudan abdest alınmaz, başka temizlik işinde de kullanılmaz.
Su kuyusunda fare veya kedi ölüsü gibi bir lâşe görüldüğü zaman, eğer
düşüş zamanı biliniyorsa, o vakitten itibaren kuyunun suyu pis sayılır.
Fakat lâşenin kuyuya düştüğü zaman bilinmez de, kuyudaki ölü hayvan şişmiş,
dağılmış veya tüyleri dökülmüşse, o kuyu üç gün ve üç geceden
itibaren pislenmiş sayılır. Eğer kuyuda bulunan ölü hayvan şişmemiş, dağılmamış
veya tüyleri dökülmemiş ise, bir gün ve bir geceden itibaren ihtiyaten o
kuyu pis kabul edilir. Bu esasa göre o müddetler içinde alınan abdestler ve
gusüller sahih olmamış demektir. Bunlarla kılınmış olan namazların kazası
lazım gelir. Aynı zamanda bu sularla yıkanmış olan pis elbiselerin tekrar yıkanmaları
gerekir. Fakat o sularla pis olmayan çamaşırlar yıkanmışsa, onları tekrar
yıkamak gerekmez. Bütün bunlar, "kesinlikle bilinen şey, şübhe ile
gerçekliğini kaybetmez" kuralına dayanmaktadır.
Bu mesele İmamı Azam'a göredir. İmameyn'e (Ebû Yusuf ve
Muhammed'e) göre eğer inceleme sonunda kuyuda bulunan ölü hayvanın ne zaman
kuyuya düştüğü anlaşılamazsa, görüldüğü andan itibaren kuyunun pis
olduğu kabul edilir. Ondan önce kılınan namazlar kaza edilmez ve yıkanan çamaşırlar
tekrar yıkanmaz. O ölü hayvan dışardan bir rüzgarla yahut başka bir
sebeble kuyuya henüz düşmüş olabilir. Meydana gelen bir olayın en yakın
zamana nisbet edilmesi esastır.
68- Pislenmiş bir kuyunun içinde bulunan sular kuruyup çekildikten
sonra, tekrar suyu gelmeye başlasa, kuyu temizlenmiş sayılır; çünkü bu şekilde
çekilip kaybolan pislik geri gelmez.
69- Kuyuların suyunu boşaltmada kullanılacak kovalar, orta
büyüklükteki kovalardır. Bazı alimlere göre, yaklaşık olarak 5 kg. (1400
dirhem) su alacak büyüklükte olmalıdır. Bu kovaların tam ağızlarına
kadar dolması gerekmez. Suyu pislenen kuyudan tayin edilen mikdar su çekilince,
kuyunun geri kalan suyu da, çamurları ve taşları da, kova ile kovanın ipi
de, kovayı çekenin elleri de temizlenmiş olur. Çünkü bunların temizliği,
kuyunun temizliğine bağlıdır. Bir kuyudan çekilmesi icab eden suyu bir günde
çekmek şart değildir, ayrı günlerde çekilerek gereken mikdar
tamamlanabilir.
70- Akıcı kanı bulunmayan balık, çekirge, kurbağa,
sinek, küçük yılan, akreb, su köpeği ve su hınzırı gibi hayvanların
suda yahut başka bir sıvı içinde ölmesi ile o su pis olmaz. Böyle bir su
ile abdest alınabilir.
71- Az su hükmünde olan bir su içine, az dahi olsa pislik
düşmekle o su pis olur. Fakat bir oluktan akmakta olan su, bir ölü hayvan leşine
(karada yaşayan ve kanı olan bir hayvan ölüsüne) veya başka bir pisliğe
dokunup geçerse hemen pis olur mu? Bu konuda duruma bakılır. Şöyle ki:
Suyun tamamı veya çoğu o pisliğin üzerine uğrarsa, su pislenmiş olur.
Ancak üzerine suyun uğradığı pislik tamamen dağılarak eseri görülmez
bir hale gelmiş olursa,o zaman su pislenmiş olmaz, temiz sayılır.
Yine suyun az bir kısmı böyle bir pisliğe uğrasa, yine
su temizliğini kaybetmiş olmaz. Ancak suyun dokunduğu pislikten suda bir iz
kalmış olursa, temizlikten çıkar.
72- Pisliğin üç vasfından biri (renk, koku ve tad)
kuyunun suyuna geçmeyecek şekilde, kuyu ile tuvalet arasında mesafe bulunsa,
o kuyunun suyu pis sayılmaz(**).
Fakat pisliğin üç vasfından biri suya geçmiş olursa, kuyu pis olur.
Tuvaletle kuyu arasında bulunan mesafe uzak bile olsa, yine bu durumda kuyunun
suyu pis sayılır.
(*) Bütün bu bahisde sözü geçen
temizlikten din bakımından ibadetlerin yapılmasına engel olan hades ve
habesin giderilmesinin kasdedildiğini, yoksa tıbbî ve fennî temizlik
kasdedilmediğini önemle kaydetmek gerekir.
(**) 57. paragrafın dipnotuna bakınız. (Yukarıdaki * dipnottur.)
Din
Yönünden Temiz Sayılan Şeyler
73- Aslen bütün yeryüzü, bütün madenler, bütün sular,
bütün otlar, ağaçlar, çiçekler ve meyvalar, domuzdan başka hayvanların
üzerlerinde pislik olmamak şartı ile bedenlerinin dışı temizdir. Bunların
dokunması ile elbiseler pislenmiş olmaz. Domuzun sadece kılları, zaruret
dolayısıyle badana yapmak ve ayakkabı dikmek için kullanılabilir. Bunlarla
yapılan badana ve dikilen ayakkakbı pis sayılmaz.
Yine bir su kovası, domuz kılları ile yapılmış olan bir
fırça ile boyanmış olur da, boya kuruyarak suda boyadan bir iz kalmazsa,
yine kova temiz sayılır; onunla kuyudan su çıkarılabilir. O kıllardan az
bir mikdar suya düşse de, su bozulmuş olmaz. Bu hüküm İmam Muhammed'e göredir.
Tercih edilen de bu görüştür. İmam Ebû Yusuf'a göre, bu kıllar içine düştüğü
suyu bozar. Çünkü bu kılların kullanılışı bir zaruret sebebiyle caiz görülmüştür.
Bunların su içine düşmeleri zaruret dışında kalır. Bu kılların fırça
olarak kullanılmaları da hoş görülmemektedir. Bunların yerine kullanılacak
başka bir şey bulunduğu zaman, kullanılmamaları şübhesiz ki daha iyidir.
Şunu da belirtelim ki, bir şeyin temiz sayılması, onun
yenip içilmesinin helal olmasını gerektirmez. Nice zehirli sular ve nice
sarhoşluk veren otlar vardır ki, bunlar temiz oldukları halde yenip içilmeleri
haram bulunmaktadır.
(Malikî'lere göre, köpek ile domuz dahil, her canlı
hayvanın bedeni temizdir.)
74- Domuzdan başka olarak boğazlanıp kanları akıtılan bütün
hayvanların deri, ciğer, yürek, dalak ve damarları ile etleri arasında kalıp
akmayan kanları temizdir. Bu boğazlamanın din usulüne göre yapılmış
olması görüşü daha kuvvetlidir. Bit, pire ve tahta kurusu kanları da böylece
pis değildir.
75- Su içinde yaşayan hayvanlardan suda ölen balıklar ve
diğer hayvanlar temizdir. Bununla beraber bu deniz hayvanlarından bir kısmının
yenmesi haramdır. Sekizinci kitaba bakılsın.
76- Domuzdan başka olan hayvanların, boynuz, tırnak,
kemik, kıl ve tüyleri gibi içlerine kan girmeyen organları ve tabaklanan
derileri hayvanların ölümleriyle pis olmaz. Sahih olan görüşe göre,
sinirleri temiz değildir. Çünkü bunlarda acı duyacak kadar bir canlılık
bulunmuştur.
77- Misk kedisi temizdir, yenmesi de helaldir. Miskin göbeği
de temizdir. Zibad denilen yağ da temizdir.
78- Henüz ot yememiş süt kuzularının kursakları
temizdir. Bunlar ister boğazlansın, ister boğazlanmasınlar, bunlardan peynir
mayası yapılabilir.
79- Tavuğun ölümünden sonra çıkan yumurta temizdir,
yenebilir. Ölmüş bir koyunun memesinden çıkan süt de temizdir. Bu süt İmamı
Azam'a göre içilebilir, iki İmama (Ebû Yusuf ve Muhammed'e) göre süt temiz
ise de memenin pis olmasından dolayı içilmez.
80- Kokmuş et, ekşimiş yemek, acılaşmış yağ, kokup
kurtlanmış et veya peynir bu durumda temizliğini kaybetmiş olmaz. Fakat
bunların zararlı olmaları itibariyle yenmeleri uygun olmaz.
81- Ev kedilerinin sidiği, dokunduğu kapları ve içine düştüğü
suyu pisleştirir. Bir zaruret olduğu için elbiselere dokunması ile elbise
pis sayılmaz.
Yine farelerin de sidiği suları temizlikten çıkarır.
Ancak yenecek ve içilecek şeylere az mikdarda dokunan fare sidikleri ve
tersleri, yiyecek ve içeceklerde tadları belirmeyince bağışlanmıştır.
Çünkü bunlardan korunmak zordur. Diğer bir görüşe göre, hem kedinin hem
de farenin sidikleri suları da bozar, elbiseleri de bozar. Bunun için ihtiyat
yolunu seçmelidir.
82- İğne ucu yahut iğne deliği kadar küçük olan sidik
serpintileri bir bedene yahut bir yere veya elbiseye sıçrarsa o yerler pis sayılmaz.
Fakat böylece suya sıçrayan olursa, bu bağışlanmaz; durgun ve az olan suyu
pisletir. Çünkü bu gibi sıçrantılardan suyu korumak kolaydır.
83- Akar veya durgun bir halde olan suya pisliğin düşmesinden
dolayı sıçrayan damlalar temizdir. Ancak damlalarda pislik izi olursa, o
zaman pis sayılırlar.
84- Heladan, ahırdan ve hamamdan çıkan buharların oluşturduğu
su damlaları temiz sayılır. Fakat pis sayılan bir şeyden sıkılarak çıkarılan
sıvılar temiz değildir.
85- Caddelerin gerek sert ve gerek yumuşak olan çamurları,
pislikten arı olmasa da temiz sayılır. Elbiseye sıçrayan böyle çamurun tümünün
pis olduğu belli değilse, bu elbise ile namaz kılmak sahihdir.
86- Bir cenazenin üzerinde pislik yoksa, onun yıkanması
halinde meydana gelen yıkantı temizdir, namaza engel olmaz. Fakat ölü üzerinde
pislik varsa, o halde yıkantısı da pistir; ancak yıkama işi ile uğraşılırken
sıçrantılardan korunmak güç olduğu için bunlar bağışlanmıştır.
87- Necaset yıkantısı da pistir. Temizlenmesi üç kez yıkamakla
olan şeylerin dördüncü kez yıkantısı temiz olur.
88- Pis yerler üzerinden esip gelen bir rüzgarın dokunduğu
elbise ve kumaşlar pis olmaz. Ancak elbise veya kumaşlarda pislik eseri görülürse
o zaman pislenmiş sayılırlar.
89- Ancak sıkılmak suretiyle damlayabilecek kadar ıslak
olan bir bohçaya temiz elbiseler sarılır da, bu elbiselerde pislik eseri görülmezse,
elbiseler temiz sayılır.
Yine kurumuş halde bulunan pis bir yer üzerine serilen çamaşırda
pislik eseri bulunmazsa, o çamaşırın ıslaklığı pis yer üzerinde görülse
bile pislenmiş olmaz.
90- Bir kimse pis bir yatak veya pis bir yer üzerine yatıp
uyumuş olsa, adam pislenmiş sayılmaz. Ancak terinden veya ayağındaki bir yaşlıktan
dolayı pisliğin eseri elbisesinde veya bedeninde görülürse, bu pisliklerin
yıkanması gerekir.
91- Keçi ve koyun benzeri hayvanların memesine yapışmış
olan pisliklerin sağılan süt içine düşmesiyle süt pis olur. Fakat süt sağılırken
sütün içine kuru olarak düşen bir iki parça pislik henüz dağılmadan
hemen çıkarılıp atılırsa ve sütte de bir iz bırakmazsa, o süt temizdir.
Bu mikdar bağışlanmıştır; çünkü bundan korunmak güçtür.
Din
Yönünden Temiz Sayılmayan Şeyler
92- Maddeleri bakımından dinde temiz sayılmayan şeyler,
namaza engel olan mikdarları bakımından iki kısma ayrılır: Ağır
pislik ve Hafif pislik.
Ağır pislikler şunlardır:
1) İnsanların sidikleri, tersleri, menileri, idrardan sonra
gelen vedîleri (kalın akıntı) ve şehevî bir istekten sonra gelen mezîleri,
ağız dolusu kusuntuları, organlardan çıkıp akan kanları ve bedenlerinden
kesilip düşen et ve deri parçaları...
Kadınlara ait adet ve lohusalık kanları ile, devamlı bir
şekilde gelen istihaze kanları da bu ağır necasetler kısmına girer.
(Şafiî ve Hanbelîlere göre menî temizdir.)
2) Eti yenmeyen hayvanların sidikleri, ağızlarından gelen
salyaları, akan kanları ve kuşlardan başka bütün hayvanların tersleri...
Yarasanın sidiğinden ve tersinden sakınmak mümkün görülmediği
için temiz sayılır.
3) Eti yenen hayvanlardan tavuk, kaz ve ördeklerin
tersleri...
4) Lâşeler (ölü hayvanlar): Karada yaşayan ve boğazlanmaksızın
ölen yahut din kurallarına uyulmaksızın kesilen kanlı hayvanlar ve bunların
tabaklanmamış derileri... İşte bu gibi hayvanlara Meyte (lâşe) denilir.
Kaz ve ördek ölüleri de böyledir.
(Malikîlere göre, ölü hayvanın eti pis olduğu gibi,
derisi, kemiği, sinirleri de temiz değildir. Kılları ve yünleri ise
temizdir. Şafiîlere göre ise, ölü hayvanın tüylerine ve kıllarına, tımaklarına
varıncaya kadar bütün cüzleri pistir. Çünkü bu cüzlerin hepsine canlılığın
geçişi vardır.)
5) Şarab ittifakla ve diğer sarhoşluk veren içkiler çoğunluk
görüşü ile pistir. Çünkü bunların hepsi akla ve sağlığa zararlıdır.
Hepsi dince yasak şeylerdir. Bunlardan kaçınmak dince istenmektedir. Bunlara
yasağın konması ve bunlardan nefret edilmesi de bu hikmete bağlıdır. Hele
ibadetlerde temizliğe ve paklığa riayet edilip ihtiyatlı davranmak en önemli
işlerdendir. İbadetlerin tam bir temizlik içinde Allah'ın emrine uyularak
yapılması farzdır.
(Şafiî Mezhebine göre de, sarhoşluk veren bütün içkiler,
az olsun veya çok olsun temiz değildir.)
Hafif Olan Pislikler
1) Atların ve eti yenen koyun, geyik gibi ehlî hayvanların
ve yabanî hayvanların sidikleri hafif pisliktir. Bu hayvanların tersleri İmam
Azam'a göre ağır pisliktir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre ise
hafif pisliktir. Fetva, bu iki imama göredir. Katırlarla merkeblerin tersleri
hakkında da ihtilaf vardır.
2) Etleri yenmeyen hayvanlardan atmaca, çaylak ve kartal
gibi havada pisleyen kuşların tersleri...
3) Her hayvanın karaciğerine bağlı olan öd kesesi ve işkembesi,
tersinin hükmüne bağlıdır. Koyunun tersi hafif olduğu gibi, onun öd
kesesi ve işkembesi de hafif pisliktir.
Temiz Olmayan Şeylerin Hükümleri
93- Temiz olmayan şeyler: Gerek ağır olsun, gerek hafif
olsun, maddî şeyleri kirletmek hususunda eşittirler. Bu yönden pislikler ağır
ve hafif kısımlarına ayrılmaz. Ancak namazın sahih olmasına engel olmak
veya olmamak bakımından bu iki kısım esas alınarak aşağıdaki hükümler
uygulanır.
94- Ağır necaset sayılan bir şeyin: Katı ise üç
gramdan, sıvı ise el ayasından daha geniş olan miktarı, giderilmesi mümkün
olunca, namazın sıhhatine engel olur. Bu anılan ve ondan daha az olan
miktarlar ise az necasettir, namazın sıhhatine engel olmaz; bağışlanmış
sayılır.
Buna göre namaz kılanın elbisesinde veya ayaklarını basıp
namaz kıldığı yerde, yaklaşık olarak üç gramdan çok katı olan ağır
pislik bulunursa, onun namazı sahih olmaz. Secde ettiği yere gelince, bu
hususda İmam Azam'dan iki rivayet vardır. İmam Muhammed'e göre, burada aynı
mikdar necaset sebebiyle namaz sahih olmaz. Fakat İmam Ebû Yusuf'a göre sahih
olur.
95- Hafif pisliğe gelince: Bunların bulaştığı beden
organlarının ve elbiselerin dörtte birinden azı namaza engel olmaz. Bu az
mikdar sayıldığı için bağışlanmıştır. Bu mikdardan fazla olan
pislikleri gidermek mümkün olduğu zaman, namazın sıhhatına engel olurlar.
Yine: Bir meste bulaşan böyle hafif bir pislik, mestin
topuklardan aşağı olan kısmının dörtte birinden az ise, bağışlanır;
fazla ise bağışlanmayıp namaza engel olur.
İmam Ebû Yusuf'a göre, enine ve boyuna yalnız bir karış
mikdarı bulaşması bağışlanmıştır. Bedenin ve elbisenin bundan fazlasına
bulaşması namaza engel olur. Bununla beraber imkan olunca, bedenin, elbisenin
ve namaz kılınacak yerin, pislik çok az bile olsa, temizlenmesi bir
fazilettir. Bir pisliğin az bir mikdarı ile namaz kılınması sahih ise de
keraheti vardır. Bunu gidermeden namaz kılmamalıdır.
Temizleme Yolları
96- Pis olan eşyayı temizlemek için, cinslerine göre değişik
yollar vardır. Temizleme yolunun başlıcası su ile yıkamak ve kaynatmak usulüdür.
Diğerleri, silmek, kazımak, ovalamak ve yakmak suretiyle
temizlemedir. Bunları sırasıyla anlatıyoruz:
1) Su İle Yıkayarak Temizleme
Hades (Hükmen necaset) denilen abdestsizlik, cünüblük ile
hayız ve nifas halleri, her çeşit temiz mutlak sularla giderilir. Bu sulardan
bulunmayınca abdestsizlik gibi, hades halleri teyemmümle giderilir, ileride açıklanacaktır.
Hubus (hakikî necaset) denilen pislikler de temiz olan
mutlak ve mukayyed sularla temizlenir.
Örnek: Maddî bir pislik, yağmur, dere ve deniz sularıyla
giderilebildiği gibi, çiçek suları ile, meyve ve sebzelerden çıkan sularla
ve içinde nohut veya mercimek gibi şeyler ıslatılmış sularla da
giderilebilir. Fakat temiz olmayan sularla, yağlı ve yapışkan sıvılarla,
akıcılık ve incelik vasfını kaybeden sularla pislikler giderilmez.
Görünür halde olan pislikler, izleri (renk, koku ve
maddeleri) giderilinceye kadar su ile yıkamakla temiz olurlar. Bir defa yıkamakla
tamamen pislik giderilmiş olursa, sahih olan görüşe göre, bir daha yıkanması
gerekmez. Eğer pisliğin rengi, bulaştığı yerden kaybolmayacak halde ise, o
eşya, kendisinden bembeyaz su akıncaya kadar yıkanır. Pis boya ile boyanmış
elbise ve kaplar gibi...
Görülemeyen bir pisliğin bulaşmış olduğu eşya, bir
kap içine konarak üç kez yıkanır ve her defasında sıkılmakla temiz olur.
Sıkmak, yıkayıcının kuvvetine göre olur. Son sıkmada, hiç su
damlamayacak şekilde sıkmak gerekir. Böylece hem yıkanan şey; hem yıkayıcının
eli, hem de kullanılan kap temizlenmiş olur. Başka başka kaplarda pis eşya
yıkanmış olursa, birinci kap üç kez, ikinci kap iki kez ve üçüncü kap
da bir kez yıkanmakla temizlenmiş olur.
Köpeğin yaladığı bir kap da, üç kez yıkanmakla
temizlenir. Bununla beraber pis şeyin koku ve tadı kalmamalıdır. Ancak
kokusunun giderilmesi mümkün olmazsa, o zaman koku eserinin bulunması bağışlanır.
Pis olan bir şeyi su ile yıkamak hususunda akar su, durgun
su ile kap içinde yıkamak veya kap içinde yıkamamak bakımından bir fark
yoktur. Yeter ki su berrak bir duruma gelsin. Bu yıkamada sıcak su veya sabun
gibi temizleyici maddelerin kullanılması şart değildir, güçlük olmadığı
zaman bunların kullanılması tercih edilir.
Keçe ve benzeri, sıkılmaları mümkün olmayan pis eşyalar
kap içinde üç defa yıkanır ve her yıkayışta pis eşyanın suyu süzülür
ve damlaları kesilinceye kadar bırakılmış olursa, temizlenmiş sayılır.
Fazla kurutulması gerekmez. Böyle bir eşya akarsu içine bırakılırsa veya
üzerine sular dökülerek yıkanırsa, onda pislik izi kalmayınca temiz olur.
Ayrıca sıkılıp kurutulmasına ve tekrar tekrar suya sokulmasına gerek
yoktur.
Pis olan bir kına ile boyanan bir organ üç kez yıkanmakla
temiz olur. Kınanın organ üzerinde kalan rengi bir zarar vermez. Bir organa
değen kan ve benzeri bir maddeyi üç kez yalayıp tükürmekle izi giderilmiş
olursa, hem organ ve hem de yalayanın ağzı temiz olur.
Topraktan yapılarak ateşte pişirilen kaplar pisleşince,
her defasında damlaları kesilinceye kadar suyu sıktırılmak şartı ile üç
kez yıkanır. Bir görüşe göre, bu gibi kapların yenisi ateş alevine
tutulmakla temizlenir.
Tahtadan yahut topraktan yapılmış yeni kaplar pisleşince,
üç kez yıkanır ve her defasında kurutulur. Pisliğin rengi ve kokusu
tamamen gidince bu eşya temiz olur. Çünkü bu eşyaların o pisliği emmiş
olmaları düşünülebilir.
İçine murdar bir şey düşmüş olan zeytinyağı ve
benzeri bir yiyecek, bir kap içinde üzerine üç defa su döküldükten sonra
çalkalanır ve her defasında suyu süzülerek yiyecek madde alınırsa,
temizlenmiş olur.
Temiz olmayan bir su içinde kalarak şişen buğday ve arpa
gibi şeyler üç defa temiz suda ıslatılır ve her defasında kurutulup suyu
çekildikten sonra temizlenmiş olur.
Görülmeyen bir pislik, bedenin veya çamaşırın hangi
tarafına dokunmuş olduğu bilinmez yahut unutulmuş olursa, o bedenin veya çamaşırın
bir tarafı yıkanınca, sahih olan görüşe göre, her tarafı temizlenmiş
sayılır. Fakat bedenin veya çamaşırın tümünü yıkamak daha uygun düşer.
Üzerinde necaset veya meni bulan kimse, bunun ne zaman bulaştığını
bilemezse, necaset için son abdest bozduğu, meni için de, son uyku uyuduğu
zamandan itibaren kılmış olduğu namazları tekrar kılar.
Bir çeşmenin su boruları pislenmiş olsa, içinde akacak
temiz su ile borularda necasetin izi kalmadığı anlaşıldığı anda
temizlenmiş olur.
2) Suda Kaynatma ile Temizleme
İçine pis bir şey karışan ve yüzeyi 65 metre kareden küçük
olan süt, pekmez ve bal gibi sıvı şeyler, asıl mikdarlarına düşünceye
kadar temiz su ile kaynatılır. Üçüncü ameliye yapılmakla bunlar
temizlenmiş olur. Çünkü böyle yapmakla temiz olmayan şeyin aslında bir değişiklik
meydana gelir.
Usulüne göre boğazlandıktan sonra, henüz bağırsakları
çıkarılmadan, tüylerini yolmak için kaynar suya atılmış olan tavuk ve
benzeri hayvan pislenmiş olur; artık temizlenmez. Çünkü pis suyu içine çekmiş
olur. Onun için böyle bir hayvan kesildikten sonra, üzerindeki akar kanını,
hem de içini çıkardıktan ve yıkadıktan sonra kaynar suya atmalıdır. İşkembe
de yıkanıp temizlenmeden önce kaynar suya atılırsa bir daha temiz olmaz.
Fakat henüz kaynar hale gelmemiş suya atılıp çıkarılırsa, temiz su ile yıkanarak
temizlenmiş olur. Kaynar suyu içine daha çekmeden hemen sudan çıkarılırsa
yine yalnız yıkamakla temiz olur.
3) Ateşe Sokmak Yolu İle Temizleme
Pis su verilen bir bıçağın hem içi, hem de dışı pis
olur. Bu durumda onun dışı yıkanmakla veya temiz bir bezle silinmekle
temizlenir. Artık o bıçakla karpuz ve et gibi yiyecekler kesilip yenebilir.
Fakat bu halde bıçağın sadece dışı temiz olduğundan üzerinde onu taşıyanın
namazı sahih olmaz; çünkü iç kısmı pistir. İç kısmının temizlenmesi
için ateşin içine konur ve üç kez veya bir kez ona temiz su verilir.
Pis çamurdan yapılan testi ve çanak gibi şeyler, ateşte
pişip onlarda pislik eseri kalmayınca temizlenmiş olur.
Boğazlanmış bir hayvanın kellesi üzerinde veya herhangi bir maden parçası
üzerinde bulunan kanlar, ateşe sokulup kaybolmakla o şeyler temizlenmiş
olur.
İçlerine yaş pislik dokunmuş olan fırınlar ve tandırlar,
içlerinde yanan ateşle temizlenmiş olurlar. Artık onlarda ekmek pişirilebilir.
4) Silmek Yolu ile Temizleme
Bıçak, cam, abanos, cilalı tahta, düz mermer ve tepsi
gibi şeyler, kuru veya yaş pislikle kirlenirlerse, yaş bir bezle veya süngerle
veya toprakla veya yaprak benzeri birşeyle silinirler de, pisliğin izi kalmadığına
kanaat getirilirse, bunlar temizlenmiş olur. Buna göre kana bulaşmış sonra
da temiz bir bezle veya toprakla tamamen silinmiş olan bıçağın veya kılıcın
taşınması ile namaz bozulmaz.
5) Kazımak ve Ovalamak Yolu İle Temizleme
Pisliği emmeyecek bir halde olan mest ve ayakkabı benzeri
şeylere, hayvan tersi gibi görünür bir necaset dokununca, su ile
temizlenebilir. Ayrıca bıçak ve benzeri şeylerle kazımakla ve yere sürüp
ovalamakla da temizlenir. Fakat sidik gibi görünmeyen necaseti ancak yıkamakla
temizlemek mümkündür. Elbiseye ve bedene dokunan pisliği de kazımak veya
toprağa sürmek yeterli değildir, bunu yıkamak gerekir.
İnsanların kurumuş olan menileri ovalamakla
temizlenebilir.
Dokunmuş olduğu elbise astarlı olsa da, yine ovalamak
yeterlidir. Fakat yaş halde olan meniyi mutlaka su ile yıkamak gerekir.
Bununla beraber elbiseye dokunup kurumuş olan bir meni, ovalanmakla
temizlendikten sonra, o elbise ile namaz kılınabilirse de, o yer sonra ıslanmış
olsa, sahih kabul edilen görüşe göre pislik hali geri döner; onu tekrar
kurutup ovalamak veya yıkamak gerekir.
Pislenen bir çukur veya kuyu, artık pisliğin bulaşmadığı
inancına varılıncaya kadar çevresinden kazınmakla temiz olur.
6) Kurumak ve Toprak Sermekle Temizleme
Yeryüzü ve yeryüzünde temelli olan herhangi bir şey
pislenince kuruyarak temizlenir. Şöyle ki: Pis olan bir yer parçası, güneş,
rüzgar ve ateşle kuruyup üzerindeki pisliğin izi kalmazsa, temizlenmiş
olur. Böyle bir yer üzerinde namaz kılınabilir, fakat bu toprakla teyemmüm
yapılamaz. Çünkü böyle bir toprak temiz ise de temizleyici değildir.
Yerde sabit bulunan ot, ağaç, döşenmiş taş, tuğla ve
kiremit benzeri şeyler de bunlara dokunan pisliğin izi kalmamak üzere
kurumakla temizlenmiş olur. Fakat yerde sabit olmayıp koparılmış veya çıkarılmış
bulunan otlar, ağaçlar, taşlar, tuğlalar, kerpiçler ve benzeri şeyler,
kendilerinde pislik eseri kalmadığı inancına varıncaya kadar su ile yıkanmakla
temizlenirler; kurumakla temiz sayılmazlar. Ancak cilalı olmayan sert ve katı
olan taşlar, yerden ayrılmış olsalar bile, kurumakla temizlenirler; değirmen
taşları gibi. Çünkü bunlar pisliği içlerine çektiğinden yeryüzü hükmündedirler.
Pis olan bir yer parçası, pisliğin izi kalmayıncaya kadar
üzerine su akıtılmakla veya pisliğin kokusu kalmayacak derecede üzerine
temiz toprak sermekle temizlenir.
7) Suyun Akması veya Kaybolması Yolu ile Temizleme
İçine pislik düşmüş olan küçük bir su, bir havuz ve
su dolu bir hamam kurnası, bir taraftan veya üstündeki musluktan temiz su
gelip akıp gitmekle, pisliğin eseri kalmamışsa temiz olur. Bu bir akar su hükmünde
olur. Fakat gelen suyun havuz altından akıp gitmesi yeterli değildir.
Pis olan bir kuyunun suyu çekilip kaybolunca o kuyu
temizlenmiş olur. Bundan sonra gelen suyu pis olmaz. Çünkü giden pislik artık
geri dönmez.
8) Hal Değişme (İstihale) Yolu ile Temizleme
Pis olan bir madde temiz olan bir madde haline dönüşürse
temiz olur. Örnek: Bir merkeb veya bir domuz, diri veya ölü olarak tuzlaya düşüp
de tuz haline gelse temiz sayılır.
Yine bir yığın gübre toprak kesilse, tezek yanıp kül
olsa, şarab sirkeye dönse, misk ahusunun kanı miske dönse bunlar temizlenmiş
olurlar. Pis bir toprak altüst edilmekle, pis bir zeytinyağı sabun haline
getirilmekle temizlenmiş olur.
Bir şıra veya şarab, içine herhangi bir pislik düşüp
dağıldıktan sonra sirke yapılmakla temizlenmiş olmaz. Bunların içine fare
düşmeside aynıdır.
Yine pis olan bir süt peynir yapılmakla veya pis bir buğday
öğütülmekle veya unundan ekmek yapmakla, pis bir susamdan yağ çıkarılmakla
temiz olmaz. Çünkü bunlarda hal değişikliği yoktur.
9) Bazı Davranışlar Yolu İle Temizleme
Harmanda döğülen buğday ve arpa gibi yiyeceklerin
bilinmeyen bir mikdarı hayvanın kaşanması ile pislendikten sonra, o pis
mikdarına eşit veya daha ziyade ondan çıkarılsa, geri kalan temiz sayılır.
Çünkü bunun bütününde temizlik asıldır ve muhakkakdır. Temiz olmayan
mikdarın hangi kısımda kaldığı da şübhelidir, bilinmemektedir. Asıl
olan temizlik, şübhe ile kaybolmaz. Böyle bir buğday ve benzeri şeyler bölüşülmekle
veya kısmen yıkanmaklada temizlenmiş olur.
Yarısından azı veya bilinmeyen bir mikdarı pis olan bir
pamuk yığını hallaç tarafından tamamen atılınca temizlenmiş olur; fakat
çoğunluğu pis ise temizlenmez.
10) Boğazlama ve Tabaklama Yolu ile Temizleme
Domuzdan başka herhangi bir hayvanın derisi, meşru şekilde
boğazlanmakla temiz olur. Böyle bir hayvan derisi üzerine namaz kılınabilir.
Etine gelince: Eğer eti yenen hayvanlardan ise, eti de temiz olur. Fakat eti
yenmeyen hayvanlardan ise, sahih olan görüşe göre, eti temiz olmaz. Böyle
bir etten 3 gr. kadar bir kimsenin üzerinde bulunsa, onun namazı sahih olmaz.
Boğazlanmasıyla eti temiz sayılsa bile, yenmesi caiz olmaz. Çünkü her
temiz olan şeyin yenmesi gerekmez.
Domuzdan başka her hayvanın derisi tabaklanmakla da temiz
olur. İki çeşit tabak yapılır: Biri hakikî tabaktır ki, şap, mazı, tuz
ve benzeri kimyasal maddelerle yapılır. Bu uygulama ile deriler ve postekiler
koku ve rutubetten kurtulur. Diğer çeşit tabak da, hükmen tabakdır ki, deri
ve postekilere toprak serpmekle, güneşe, havaya ve rüzgara karşı bırakmakla
yapılır. İşte bu iki çeşit tabaklama usulünden biri ile işlem gören bir
deri temizlenmiş olur. Böyle bir deri üzerinde namaz kılınır, böyle bir
deriden yapılmış olan bir elbiseyi giyenin namazı da sahih olur.
Tabak yapılmakla postekilerde olan pis yaşlık kaybolur.
Domuz derisi ise, bütün eczaları ile pis olduğu için tabaklanmakla
temizlenmez.
İnsan derisi, hürmet ve kerametinden dolayı tabaklanmaz.
Tabaklanmakla temizlense de, asla kullanılamaz.
Yabancı ülkelerde pis maddelerle tabaklandıkları bilinen
deriler, üç defa yıkandıktan sonra ancak onlarla namaz kılınabilir. Şübheyi
gidermek için, durumları kesinlikle bilinmeyen böyle derileri yıkamak bir
ihtiyattır.
11) İstinca (büyük abdest temizliği) ve İstibra
(küçük abdest temizliği) Yolu ile Temizleme
Kan, meni, sidik ve gaita gibi pisliklerin çıkmış
oldukları yerleri temizlemek gerekir ki, buna "İstinca"
denir. Bu temizleme, avret yerlerini yabancılara göstermeksizin su ile, yoksa
küçük taşlarla yapılır. Önce taşlarla, sonra su ile yapılması daha
uygundur. Fakat kemik, kireç, kömür, tezek, bez, pamuk ve kağıt gibi şeylerle
istinca mekruhtur.
Su ile istincanın sağlık yönünden yararları çoktur. Bu
konuda tıb kitablarında önemli bilgiler vardır.
İstinca yerini taşarak namazın sıhhatini engelleyecek
kadar fazla olan pislikleri yıkamak farzdır.
Erkekler idrar yaptıktan sonra, sidik sızıntısının
kesilmesini beklemeleri gerekir ki, buna "İstibra" denir. İstibra
usulü her insanın bünyesine göre değişiktir. Bekleyerek, biraz yürüyerek,
ayakları hareket ettirerek ve öksürerek yapılır. İdrarın kesildiğine
kanaat hasıl olunca, istinca (su ile yıkama) yapılır. Çünkü idrar yaşlığın
bulunması, idrarın damlaması gibi abdestin sıhhatine engeldir.
İstinca'da temizliğe fazla dikkat edip idrar ve benzeri
pislik eseri bırakmamaya "İstinka" denir. İstinca'dan sonra
ayağa kalkmadan temiz bir bez parçası ile veya sol el ile kurulanmalıdır. Böylece
temizlik için kullanılan suyun kalıntılarını gidermeye çalışmalıdır.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "İdrardan çok korununuz;
çünkü kabrin bütün azabı ondandır."
Bunun için idrardan son derece sakınmalı ve temizliğe
dikkat etmelidir. Kadınlara "İstibra" gerekmez. Onların bir müddet
beklemeleri yeterlidir. Ondan sonra istinca edip abdest alabilirler.
İstinca ile istibranın bazı edebleri vardır. Onlar da şunlardır:
Helaya girerken "Allah'ım! Pislikten ve pis olmaktan sana sığınırım"
diye dua edilir. Helaya sol ayakla girilir ve heladan sağ ayakla çıkılır.
Helada kıbleye yönelik oturmamalı, arkayı da kıbleye çevirmemelidir.
Bunları yapmak mekruhtur. Rüzgara karşı, bir özür yokken ayakta, karınca
ve benzeri böceklerin yuvalarına, abdest ve gusül alınacak sulara işemek
mekruhtur.
Yol üzerine, mescit civarına, mezarlığa, durgun ve
akarsulara, ırmak kenarlarına, ağaç altlarına abdest bozmak da mekruhtur.
İnsanların görebileceği bir yerde istibra yapılması da edebe aykırıdır.
Helada iken konuşmamalı, din ve dünya işleri düşünülmemelidir.
Avret yerine ve çıkan pisliklere bakmamalıdır. İdrarın içine tükürülmemelidir.
Oruçlu olmayan kimse istinca ederken ayaklarını birbirinden uzak tutmaya çalışmalı
ve gevşek oturmalıdır. Temizlenme bakımından daha iyi olduğu için böyle
yapmak mendubdur.
Özürlü
Kimselere Ait Bazı Meseleler
97- Abdesti bozup da devam eden illete Özür denilir.
Çoğulu A'zar gelir. Erkek olan özür sahibine "Ma'zur" kadma da
"Ma'zure" denir.
Örnek: Zaman zaman kısa fasılalarla burun kanaması,
herhangi bir organdan kan çıkıp devamlı akması, bir ağrıdan dolayı gözün
irinle sulanması, meme ve kulak gibi organlardan irin ve benzeri bir suyun akıp
durması, mesaneden gayri ihtiyarı idrar çıkıp zaman zaman devam etmesi,
kendini tutamayacak şekilde ishalin bulunması veya yel çıkması birer özürdür.
Bu haller kimde bulunursa o mazur veya mazure sayılır.
98- Bir illetin özür sayılabilmesi için bir müddet kısalığı
bulunması şarttır. Şöyle ki: Bir özür, önce abdest alınıp namaz kılınacak
kadar bir zaman kesilmemek üzere tam bir namaz vakti devam etmelidir. Sonra da
her namaz vaktinde hiç olmazsa bir kez daha o illet meydana çıkıp durmalıdır
ki, bu illet sahibi özürlü sayılsın.
Mesela: Bir kimsenin burnu, bir gün öğle vaktinin başından
sonuna kadar, bir abdest ile bir namaza müsait olmamak üzere kanayıp da bu
durum, sonra gelen her namaz vaktinde bir kez olsun meydana gelecek olursa, o
kimse özürlü (mazur) olmuş olur. Fakat böyle bir özür, tam bir namaz
vakti içinde bir kez olsun meydana çıkmazsa, artık özür kesilmiştir,
sahibi de özürlü olmaktan çıkmıştır.
Özrün
Hükmü
99- Özürlü olan kimse, her namaz vakti abdest alır. O
vakit içinde aldığı abdestle -abdesti bozacak bir başka şey olmadıkça-
dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Kazaya kalmış namazları kılabilir.
Vitir namazı ile bayram ve cenaze namazlarını da kılabilir. Ancak illet
devam etmelidir.
Misal: Özürlü bir kimse, sabah namazı için tam vaktinde
abdest alsa, bu abdest, sabah namazı vaktinin çıkmasına kadar devam eder. Bu
vaktin çıkması (güneşin doğması) ile son bulur. Artık vakti çıktıktan
sonra o abdest ile başka namaz kılınamaz. Ancak muvakkat bir zaman için özrü
kesildikten sonra abdest almışsa ve henüz özrü de belirmemişse, başka
bozacak bir halde olmamışsa, vaktin çıkması ile abdesti bozulmuş olmaz.
Fakat özürlü kimse, güneşin doğmasından sonra abdest
almış olursa, onun abdesti öğle vakti çıkıncaya kadar devam eder, dilediği
namazları kılar. Yeter ki, kendisinden abdesti bozan başka bir hal çıkmasın.
Sonuç: Özürlü olanların abdestleri, namaz vaktinin
girmesi ile bozulmaz; vaktin çıkması ile bozulur. Bu hüküm İmamı Azam'a göredir.
Sahih olan da budur.
İmam Ebû Yusuf'a göre: Özürlünün abdesti, hem namaz
vaktinin girmesiyle, hem de çıkmasıyla bozulur. Bu bakımdan güneş doğduktan
sonra özürlünün aldığı abdest, öğle vaktinin girmesi ile bozulur. İmam
Züfer'e göre ise, özürlünün abdesti, yalnız namaz vaktinin girmesi ile
bozulur; çıkması ile bozulmaz. Bu bakımdan, özürlünün sabah namazı için
aldığı abdest, güneşin doğup vaktin çıkması ile bozulmaz. Ancak öğle
vaktinin girmesi ile bozulur.
(İmam Şafiî'ye göre, özürlünün her namaz için ayrı
ayrı abdest alması gerekir. Bunun abdesti, kıldığı namazın sona ermesi
ile bozulur.)
100- Bir özürlünün özrü kesilmişken, abdesti bozan başka
bir halden dolayı abdest aldıktan sonra özrü yine meydana çıkarsa, abdesti
bozulmuş olur, yeniden abdest alması gerekir. Çünkü önceki abdesti, bu özür
sebebi ile değildi.
Fakat özrü kesilmediği halde, vakit içinde özründen
veya başka bir abdestsizlik halinden dolayı abdest alır da, o vakit içinde
özrü meydana çıkarsa, onun abdesti bozulmaz. Çünkü onun aldığı bu
abdest, hem özrü için, hem de diğer abdestsizlik hali için alınmış sayılır.
101- Özürlü bir adam, oturmak, secde yerine işaretle
namaz kılmak, özrün çıkış yolunu rahatça tıkayabilmek gibi yollarla özrün
ortaya çıkmasına engel olabilirse, artık özürlü sayılmaz. Bunun için,
abdest aldıktan sonra özrü meydana çıksa o abdest ile namaz kılamaz.
102- Özürlü kimsenin özründen dolayı çamaşırına
bulaşan pislikler, özrü devam ettikçe namazının sıhhatına engel olmaz.
Namaza engel olan ölçü mikdarını taşmış olsalar bile, namaza engel sayılmazlar.
Fakat bu pislikler tekrar çamaşırına dokunmayacaklarsa onları yıkamak
gerekir.
Görülüyor ki, mübarek İslam dini, bir kolaylık dinidir.
Özürlüler için her yönden kolaylık gösterilmiştir. Artık dinin yüklediği
görevleri yerine getirme bakımından hiç kimse bir özür ileri süremez.
Kadınlara
Ait Haller
103- Kadınlara ait hayız, nifas ve istihaze halleri vardır.
Şöyle ki: Hayız; Bir kadının döl yatağı denilen rahminden bir
hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın belirli günler içinde gelen
kandır. Buna Adet hali de denir. Bu şekilde gelen bir kana Hayız kanı denir.
Bu kan sebebiyle belli bir zaman meydana gelen şer'î engele de "Hayız"
denir. Böyle adet gören bir kadına da "Hâiz" denir.
Nifas; Çocuğun doğumu arkasından kadınlardan
gelen yahut çocuğun çoğu meydana çıktıktan sonra gelen kandır. Bu
haldeki kadına Nüfesa denir ki lohusa demektir.
İstihaza; Rahimden değil de, bir damardan gelip
tenasül organı yolu ile akan kokusuz bir kandır. Bu durumda olan kadına da Müstehaze
denir.
Hayızla
İlgili Meseleler
104- Kadınlar adet hallerine çok dikkat etmelidirler. Çünkü
bu haller, onların birçok din görevleri ile ilgilidir. Bu konu ile ilgili başlıca
meseleler şunlardır:
105- Kadınlar en az dokuz yaşlarında buluğ çağına erer
ve adet görmeye başlarlar. Elli veya elli beş yaşlarında da "Sinn-i İyas"
denilen adet görmeme devresine girerler. Bu yaştan daha önce adetten kesilen
kadınlar da vardır.
(Malikîlere göre, henüz dokuz yaşına girmemiş bir kızdan
gelen bir illet kanıdır, hayız değildir. Dokuz ile on iki yaş arasında
bulunan bir kızdan gelen kan, uzman kimselere gösterilir. Kesinlikle hayız
kanı olduğunu söyler veya şübhe içinde kalırlarsa, hayız görmüş sayılır.
Hayız kanı olmadığını kesinlikle kararlaştırırlarsa, bir illet kanı
sayılır, hayız hükmüne girmez. On üç yaşını geçmiş bir kadından
elli yaşına kadar gelen kan, mutlaka hayızdır. Elli yaşını geçmiş bir
kadından yetmiş yaşına kadar gelen kan da uzmanlara gösterilir ve ona göre
hüküm verilir. Yetmiş yaşından itibaren gelen kan ise, kesinlikle istihaze
(bir illet kanı) dir.
Şafiîlere göre, adetlerin kesilmesi için belli bir zaman
yoktur. Hayat boyu hayız kanı devam edebilir. Bu hususta bölgelerin iklimi
etkili olur. Çünkü adet müddeti, bölgelerin sıcak ve soğuk olmasına göre
değişir. Ancak çoğunluk olarak altmış iki yaşında iken kesilir.
(Hanbelîlere göre, iyas (adetten kesilme) zamanı elli yıldır.
Bundan sonra gelen kan kuvvetli de olsa, istihaze (illet) kanıdır, hayız kanı
değildir.)
106- Adet müddetinin en azı üç gündür (yetmiş iki
saattir). En çoğu da on gün, (iki yüz kırk saat)... Bu iki zaman arasında
görülecek kanlar, adet kanı sayılır. Bu zaman içinde devamlı olarak kanın
gelmesi gerekmez, ara sıra kesilebilir. Örnek: Bir kadın üç gün kan gördükten
sonra iki gün kanı kesilse ve arkasından üç gün daha devam etse, bu sekiz
günün hepsi adet gününü teşkil etmiş olur.
(Malikî mezhebine göre, ibadetler için adetin en azı diye
bir müddet yoktur. Çok az bir zaman içinde görülen kanla adet hali gerçekleşir.
Fakat ölüm ve boşanma iddetleri ile istibralar bakımından adetin en az müddeti
bir gün veya bir günün bir mikdarıdır. Adetin en çok müddeti ise, gebe
olmayan yeni adet görmeye başlamış kadın (Mübtedie) hakkında on beş gün
takdir edilir.)
107- İki adet arasındaki temizlik haline Tuhr
(Temizlik) hali denir. Bunun müddeti on beş günden az olamaz. Fakat bundan çok
olabilir. Tuhr hali aylarca ve senelerce devam edebilir. Böyle temizlik hali
devam eden kadına Münteddetü't-Tuhr (Temizliği devamlı) denir.
(Malikîlerle Hanbelîlere göre, bu hayız arasında kanın
kesildiği günlere Temizlik günleri (Yevmü'n-Neka) denir. Hayız olan kadın,
bu günlerde temiz sayılır. Diğer adet halinde olmayan kadınların temiz
halinde sayılır, onlar gibi ibadet eder. Tuhr'un en az müddeti sekiz veya on
veya on yedi gündür. Hanbelîlere göre ise, on üç gündür.)
108- Bazı kadınların adet günleri, sayılan belli günlerdir.
Örnek: Her ay beş veya yedi veya dokuz gün adet görürler. Böyle bir kadına
"Mu'tade" denir. Bir adet, bir kez meydana geldiği üzre kararlaşmış
olabilir. Şöyle ki: Henüz adet görmeye başlayan bir kız, ilk kez sekiz gün
kan görse, sonra yirmi iki gün temiz olsa, bu şekilde adeti kararlaşmış
olur. Ondan sonra devamlı olarak kendisinden bir hastalık sebebiyle kan
gelecek olsa, onun hem adet günleri, hem de temizlik günleri her ay o şekilde
hesab edilir.
109- Bazı kadınlarda adet günleri değişik olur. Şöyle
ki: Bir ay beş gün diğer ay altı gün adet görebilirler. Bu durumda
ihtiyatlı hareket etmek gerekir. Böyle bir kadın, altıncı gün oldu mu yıkanır,
namazlarını kılar ve eğer ramazansa orucunu tutar; çünkü bu altıncı gündeki
kanın illet (istihaze) kanı olması muhtemeldir. Fakat bu altıncı gün çıkmadıkça,
cinsî münasebette bulunamaz, boşanmışsa iddeti dolmuş sayılmaz. Çünkü
bu altıncı günün kanı, hayız kanı olmak ihtimali vardır.
110- Bir adetin değişmiş olması için, ona aykırı iki
adet hali görülmelidir. Örnek: Her ay beş gün adet gören bir kadın, sonra
iki kez dört gün veya iki kez altıgün kan görse, onun adeti beş günden dört
güne veya altı güne geçmiş olur.
Sonuç: Adet, bir defa ile yerleşir, iki defa ile değişebilir.
Bununla beraber İmam Ebû Yusuf'a göre, adet bir defa ile değişmiş sayılabilir.
Buna yeni adetin eskisini bozup onun yerini alması anlamında "Fesh-î
adet" de denilmektedir.
111- Belli günler devam eden bir adete aykırı olupda on günden
fazla devam etmeyen kanlar, adet kanı sayılır. Bu halde adet değişmiş
olur. Örnek: Her ay yedi gün kan gören bir kadın, sonra on gün kan görse,
hepsi hayız kanı sayılır. Bu halde adeti yedi günden on güne geçmiş
olur. Fakat belli günlerden sonra gelen kan, belli günlerle toplandığı
zaman on günden fazla olursa, yedi günden ziyade olan kanlar hayız kanı sayılmaz,
İstihaze (illet) kanı olur. Şöyle ki: Böyle yedi gün kan gören bir kadın
sonradan on bir veya on iki gün kan görmeye başlarsa, bunun adet edinilmiş
yedi günlüğü hayız kanı olur. Sonraki dört veya beş günü istihaze
(illet) kanı olur.
Yine: Her ay başından itibaren beş gün adet görmekte
olduğu farz edilen bir kadın, bu adeti üzere kan gördüğü gibi, bundan iki
gün veya üç gün veya beş gün önce de kan görmüş olsa, bunların hepsi
adet sayılır; çünkü adet sayısı on günü geçmemiştir. Fakat kan görme
günlerinin tümü bu şekilde on günden fazla olursa, yalnız adeti olan o beş
günde gördüğü kan hayız kanı sayılır, adet edindiği günlerden fazla
olan bütün kanlar istihaze (illet) kanı sayılır.
112- Adet görmekte olan bir kadından bir hastalık sebebi
ile devamlı olarak kan gelecek olsa, onun hayız ve temizlik hallerindeki belli
günlerine göre hüküm verilir. Örnek: Her ay başından itibaren on gün kan
gören bir kadın, ondan sonra yirmi gün veya altı aydan noksan olmak üzere
şu kadar ay ve gün temizlik üzere olsa, onun adeti böyle kararlaşmış
olur. Sonra böyle bir kadından devamlı olarak kan gelse, yine eski şekli üzere
her ayın ilk on günü hayız, diğer yirmi günü veya şu kadar ay ile günü
de temizlik hali sayılır. Fakat temizlik müddeti tam altı ay veya daha
ziyade bulunmuş olursa, temizlik müddeti altı aydan bir saat noksan kabul
edilir ki, bu müddet, gebelik halinin en az zamanıdır.
Yine: Yeni hayız görmeye başlayan bir kızın adeti
kararlaşmaksızın kanı akıp devam etse, her aydan on günü adetine sayılmış
olur. Diğer yirmi günü de temizlik müddeti kabul edilir.
113- Bir hastalık veya önemsememe neticesi adet günlerini
unutmuş olan bir kadına "Mütehayyire" denir. Böyle bir kadının gördüğü
akıntı kesilmeyecek olsa, onun adeti hakkında kuvvetli olan görüşü ile işlem
yapar. Kuvveti fazla olan bir görüşe sahib değilse, ihtiyat olan yolu
benimser. Boşanmış ise, iddeti için on gün, temizlik müddeti de altı
aydan bir saat noksan olmak üzere takdir edilir. Diğer bir görüşe göre:
Temizlik müddeti iki ay kabul edilir. Bunun namaz ve oruçları üzerinde ayrıntılı
bilgi vardır. Bu konu ile ilgili geniş bilgi, İmam Sarahsî'nin "Mebsûd"
isimli kitabında vardır.
114- Adet görme çağına gelen bir kız, ilk kez görmeye
başladığı kandan dolayı hemen namazını bırakır ve oruçlu ise, orucunu
kaza etmek üzere sonraya bırakır. Evli ise, cinsi ilişkide bulunmaz. Böyle
bir kıza "Mübtedie" denir. Bu kan üç günden az bir zaman içinde
kesilirse, hayız kanı olmadığı anlaşılır. O zaman bırakıp kılmadığı
namazları kaza etmesi gerekir. İmam Azam'dan nakledilen bir görüşe göre,
ilk başlayan bu kan üç gün devam edip de hayız kanı olduğu bilinmedikçe,
namazı terk etmez ve orucuna da devam eder.
115- Hayız müddeti içinde gelen kan tamamiyle kesilmedikçe,
adet son bulmuş olmaz. Bu kan, siyah, kırmızı, yeşilimtrak veya sarı
olabileceği gibi bulanık ve toprak rengi de olabilir. Adetini tamamlamış
olan bir kadından gelecek akıntı bembeyaz bir renkte bulunur.
116- Bir kadının görmekte olduğu adetini, kocasına karşı
inkar etmesi veya gerçeğe aykırı olarak adet gördüğünü söylemesi helal
değildir.
Adet görmekte olduğunu söyleyen bir kadın, iffetli ve
saliha bir kadın ise, sözü kabul olunur; değilse kabul olunmaz. Ancak doğru
söylediğine inandırıcı bir hal olursa, kabul edilir. Mesela, söylediği söz,
adetinin başlangıç zamanına rasgelmişse, o halde dediği kabul olunur.
Nifas Haline Ait Meseleler
117- Nifas: Lohusalık halidir ki, en az müddeti yoktur. Çocuk
doğuran kadın hiç kan görmeyebilir veya bir gün de görebilir. Nifas
halinde en çok kan görme müddeti ise, kırk gündür. Bundan sonra gelen kan,
nifas kanı değildir. Bununla beraber bazı kadınlar çocuk doğurduktan
sonra, on beş, yirmi veya yirmi beş gün kan görürler. Ondan sonra
temizlenmiş olurlar. Bu bakımdan onların nifas müddeti, kanların kesildiği
günler kadar olur. Kan kesilince yıkanır ve namaz kılar, oruçlarını
tutarlar.
(İmam Malik'e göre, nifasın en çok müddeti yetmiş gün
ve İmam Şafiî'ye göre, altmış gündür. Çok kere kırk gün olur.)
118- El ve ayak gibi organları belirmiş olan bir çocuğun
düşmesi ile nifas hali meydana gelir ve çoğunlukla kan on veya onbeş gün
devam eder. Fakat organları belirmeyen bir düşükten dolayı nifas hali
olmaz. Bunun düşmesi ile görülen kan üç gün devam eder. Önce de, en az
on beş gün temizlik hali devam etmiş ise, bu kan hayız kanı sayılır. Değilse
istihaze (illet) kanı olur.
119- Hayız, nifas ve istihaze halleri, kanın dışarıya çıkması
ile bilinir. Onun için çocuk doğuran bir kadından kan çıkmamış olsa, iki
imama göre (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed) nüfesa sayılmaz. Bu itibarla
gusl etmesi gerekmez ve oruçlu ise orucu bozulmaz; yalnız abdest alması
gerekir. Fakat İmam Azam'a göre, ihtiyat olarak gusletmesi lazımdır.
120- Nifas müddeti olan (kırk gün) içinde görülen
temizlik de, nifastan sayılır. Örnek: On gün kan gelip beş gün kesildikten
sonra tekrar on gün kan gelecek olsa, bu yirmi beş günün hepsi nifas müddeti
sayılır.
(Malikîlere göre, iki kan arasındaki temizlik müddeti yarım
ay devam ederse, temizlik hali sayılır. Sonra gelen kan da hayız kanı olur.
Temiz günler yarım aydan az devam ederse, bütün günler nifas sayılır.
Şafiîlere göre de, bu temizlik günleri en az on beş gün
devam ederse, temizlik hali sayılır. Bu temizlik günlerinden önceki hal,
nifas hali ve sonraki görülen kan da hayız olur. Fakat bu temizlik on beş günden
az devam ederse, hepsi nifas hali sayılır.
Hanbelîlere göre bu temizlik günleri mutlak surette
temizlik hali sayılır. Diğer temiz halde bulunan kadınlara gerekli olan
ibadetler, nifas görmekte olan kadına da bu temizlik günlerinde vacib olur.)
121- Bir kadın ikiz çocuk doğursa, nifas müddeti birinci
çocuğun doğumundan itibaren başlar, o günden sayılır.
(İmam Malik'e göre, ikiz doğan çocuklar arasında altmış
günden az bir müddet geçmiş ise, nifas müddeti birinci çocuğun doğum gününden
başlar. Aralarında bundan daha çok bir müddet geçmiş ise, her çocuktan
dolayı bir nifas müddeti başlar.
Şafiîlere göre nifas müddeti ikinci çocuğun doğmasından
başlar. Birinci çocuğun doğmasından sonra gelen kan, eğer adet zamanına
rastlamışsa, hayız kanı sayılır. Rastgelmemiş ise, istihaze kanı olmuş
olur.)
Hayız
ve Nifas Hallerine Ait Hükümler
122- Adet gören veya lohusa olan müslüman kadınlara ait
bazı özel hükümler vardır. Şöyle ki: Bu haller içinde bulunan bir kadın
namaz kılamaz, şükür secdesi bile yapamaz. Oruç tutamaz. Kur'an-ı Kerîm
'den bir ayet dahi okuyamaz; ancak dua ayetlerini dua niyeti ile okuyabilir.
Kur'an-ı Kerîm'e veya Kur'an ayetlerinin yazılı bulunduğu levhalara ve
paralara, tam ayet olmasa bile, dokunamaz, tutamaz. Sahih kabul edilen görüşe
göre, Kur'an tercümesi hakkında da hüküm böyledir, onu da ele alamaz.
Mescidlere (camilere) giremez. Kabe'yi tavaf edemez, kocası ile cinsî ilişki
kuramaz. Kocası böyle bir hanımın göbeği altından diz kapakları altına
kadar olan yerlerinden aralarında bir engel olmaksızın faydalanamaz. Şehvetin
olup olmaması fark etmez. Bunu yapmak haramdır. Aralarında bir engel (bir
elbise) varsa, cinsî ilişkiden başka faydalanma yapabilir.
123- Adet gören veya lohusa (nifas) olan bir kadın, bu
hallere ait günler içinde terk edeceği farz namazları kaza etmez. Namazlar
her gün tekrarlandığı için dinde bir kolaylık olmuştur. Fakat o hallerde
terk edeceği ramazan oruçlarını sonradan kaza eder.
124- Farz veya nafile oruç tutmakta olan bir kadın, bu hal
üzere iken hayız görse veya lohusa olsa, bozmak zorunda kaldığı o orucunu
sonra kaza eder.
Yine: Nafile bir namaza başlamışken kendisinden böyle bir
hal meydana çıksa, o başlamış olduğu namazı sonradan kaza eder. Fakat
farz namaza başlamış ise onu kaza etmez. Çünkü o namazın kendisine farz
olmadığı meydana çıkmıştır.
125- Bir kadın temiz olarak yatıp da uyandığı zaman, hayız
görmeye başladığını anlarsa, uyandığı andan itibaren adet görmeye başlamış
sayılır. Aksine olarak hayızlı bir kadın, yatıp da uyandığı zaman
temizlenmiş olduğunu anlarsa, ihtiyat olarak, yattığı zamandan itibaren
temizlenmiş sayılır. Onun için bu iki esasa göre de, eğer yatsı namazını
kılmadan önce yatmış ve uykuda iken bu namaz vakti geçmiş bulunursa, bu
namazı kaza etmesi gerekir.
126- Adet gören veya lohusa olan bir kadın, dua ayetlerini
dua niyeti ile okuyabilir. Yüce Allah'ı zikir ve tesbih edebilir. Bu hallerde
bulunan kadının pişireceği yemekler ve içeceği suların artıkları mekruh
değildir. Böyle bir kadını, cinsî ilişki olmaksızın kocasının yatağa
alması caizdir.
127- Bir kadının adeti henüz bitmeden kanın kesilmesine
ve yıkanmasına itibar olunmaz. Bu bakımdan adeti tamamen bitmedikçe, kendisi
ile cinsel ilişki kurulmaz. Çünkü adet müddeti içinde kanın gelmeye başlaması
mümkündür. Fakat böyle kanın kesilmesi üzerine kadın yıkanmış olunca,
ihtiyat olarak namazlarını kılar ve oruçlarını tutar.
128- Hayız ve nifas için belli olan en çok müddetler geçince,
cinsel ilişki hemen helal olur. Fakat bu müddetten önce kandan kesilmeleri
ile cinsel ikişki hemen helal olmaz. Bu durumda kadın ya yıkanmış olmalıdır,
ya da üzerinden bir namaz vakti geçmelidir. Yahut da, bir özür sebebiyle
teyemmüm edip onunla, nafile dahi olsa, bir namaz kılmış olmalıdır ki,
cinsel ilişki helal olsun.
129- Hayız ve nifas konusunda, bir müslümanın gayrimüslim
olan zevcesi ile cinsel ilişkisi, sahih olan görüşe göre, aynen müslüman
olan zevcesi hükmündedir. Diğer bir görüşe göre, müslüman olmayan bir
zevcenin adeti her ne zaman tamam olursa, kocasının ona yaklaşması helal
olur. Yıkanmasını veya üzerinden bir namaz vakti geçmesini beklemeğe gerek
yoktur.
130- Bir kimse, henüz adetini tamamlamamış olan zevcesine
yaklaşırsa günahkar olur. Onun için tevbe ve istiğfarda bulunması gerekir.
Bununla beraber fakir müslümanlara bir veya yarım altın sadaka vermelidir.
Bu bir altın beş gram ağırlığında olan bir altın paradır.
131- Adet ve nifas halleri kadınlar için bazı konularda özür
sayılmaktadır. Onun için namazın farziyeti onlardan düşüyor, oruçları
da sonraya kalıyor. Bununla beraber bu durumda olan bir kadın, kan olarak çıkardığı
sıvıdan dolayı tam bir temizlik halinde değildir. Yüce Allah'ın huzurunda
durup namaz kılmak ve Kur'an ayetlerini okumak veya Kur'an'ı tutmak için tam
bir temizlik hali içinde bulunmak lazımdır. Onun için böyle bir kadının
namaz kılması, oruç tutması, Kur'an okuması veya Kur'an'a yapışması caiz
olmaz.
Diğer bir yönden de, böyle bir kadın hastadır,
dinlenmeye muhtaçtır. İfraz ettiği (çıkardığı) madde de kerih
kokuludur; bundan yaratılış gereği hoşlanılmaz. Onun için bu durumda
cinsel ilişkinin caiz olması hikmete uygun düşmez.
Bir de, bu geçici müddet içinde ortaya çıkan yasaklık
sebebiyle insan nefsine hakim duruma gelir, nefsinde sükûnet meydana gelir,
kuvvet israfından kurtulur, böylece daha fazla kuvvet ve sıhhat kazanır.
Netice olarak deriz ki: Dinin tayin ettiği hükümlerde
bizim bilmediğimiz daha nice hikmetler ve yararlar var!.. Bize düşen görev
bu hükümlere uymaktır. (194. meseleye bakılsın.)
İstihaze
Haline Ait Meseleler
132- Bir kadından üç günden az ve on günden fazla gelen
kan, hayız kanı değildir. Buna istihaze kanı denir. Gebelik halinde olan bir
kadından gelen kan da hayız kanı değildir; o da istihazedir.
(İmam Malik ile İmam Şafiî'ye göre, gebe olan kadınlar
da adet görebilirler. Doğumdan önce gelen kan hayız sayılır. Bununla
beraber Şafiî'lere göre, çocuk tamamen doğduktan sonra gelen kan nifastır.
Bundan önce gelen kan ve çocukla beraber gelen kan nifas değildir. Bu kan,
kadın hayızlı bulunmuş ise, adet kanıdır. Hayızlı bulunmamış ise,
illet kanıdır.
Hanbelî'lere göre, doğumla beraber çıkan kan ve doğumdan
iki veya üç gün önce doğum sancısının belirtisi olarak gelen kan nifas
sayılır.)
133- İstihaze adı verilen kan, diğer organlardan gelen kan
gibidir. Böyle bir kanın gelmesi ile yalnız abdest bozulur. Devamlı gelirse,
özürlü hükmüne geçer ve özür sahiblerine ait olan hükümler bu
gibilerde uygulanır. Böyle müstahaze sayılan bir kadından namaz sorumluluğu
düşmez. Orucunu kazaya bırakamaz. Onunla cinsel ilişki kurmak haram olmaz.
134- Henüz dokuz yaşına girmemiş kızlardan gelen kan,
istihazedir. Bu yaştaki çocuklardan kan gelmesi nadirdir. Nadir için ise hüküm
yoktur.
135- İyas (Aadetten kesilme) yaşı denen çağa girip
adetten kesilmiş ve iyasına hükmedilmiş bir kadından daha sonra gelen kan
istihaze kanıdır. Mesela yetmiş yaşına girmiş bir kadından daha sonra kan
gelecek olsa bu istihaze kanı sayılır. Diğer bir görüşe göre, bu kadın
eskiden olduğu gibi akar kan görürse, adeti geri dönmüş olur. Fakat az bir
yaşlık görmesi adet sayılmaz.
Abdestin Mahiyeti
136- Abdest belli organları usulüne göre yıkamaktan ve
meshetmekten ibaret bir temizliktir, bir ibadet ve itaattir. Abdeste, güzel oluşundan
ve temizliğe yardımcı olmasından dolayı "Vuzu" adı verilmiştir.
Abdestin manevî birçok faydaları ve sevabları olduğu gibi, maddî olarak da
pek çok yararları vardır. Vakit vakit abdest alan bir müslüman temizliğe
riayet etmiş, temizliği alışkanlık haline getirerek kendisini, birçok
hastalıklara sebebiyet verecek kirli hallerden korumuş olur.
"Abdest üzerine abdest, nur üzerine nurdur."
buyurulmuştur. Bir hadîs-i şerifde şu anlamdadır: "Her kim
emrolunduğu gibi abdest alır ve emrolunduğu şekilde namaz kılarsa, geçmiş
günahları bağışlanır."
137- Namaz gibi bir kısım din görevlerini yerine getirmek
için abdest almaya gerek vardır. Bu görevlerden her birinin yapılması,
abdestin bir sebebidir. Abdestsiz bir kimse namaz kılamaz, tavaf edemez, bir
mahfaza içinde olmaksızın Kur'an'ı tutamaz, Kur'an'ın tam bir ayetinin veya
bir kısmının yazılı bulunduğu bir levhaya el süremez. Bunları yapmak
haramdır. Fakat Kur'an-ı Kerimi ezber olarak veya karşıdan mushaf'a bakarak
abdestsiz okuyabilir. Aklı olan ve büluğ çağına eren ve suyu kullanmaya gücü
yeten her müslüman, gerektiği zaman abdest almakla yükümlüdür.
Abdestin Farzları
138- Abdestin farzları dörttür: Yüzü bir kez
su ile yıkamak, iki eli dirseklerle beraber bir kez yıkamak, her iki ayağı
topuklarla beraber bir kez yıkamak ve başın dörtte birini ıslak bir elle ve
kullanılmadık temiz bir su yaşlığı ile bir kez silmek (meshetmek) tir. Şöyle
ki:
Yüz denilen organ, iki kulak memesi, arasındaki yer ile alnın
saz biten yerinden çene altına kadar olan kısımdır. Kulaklarla sakal arasında
bulunan kılsız kısımlar da yüzden sayılır. İşte yüz denilen bütün bu
kısmı su ile bir kez yıkamak farzdır.
Sakal sık olunca, onun üstünü yıkamak yeterlidir, altındaki
deriyi yıkamak gerekmez. Fakat sakal seyrek olunca, altındaki deri kısımları
da yıkamak gerekir.
Dirseklere gelince, bunlara "Mirfak" denir. Elleri
dirseklerle beraber yıkamak farz ise de, dirseklerden daha yukarısını yıkamak
zorunluluğu yoktur. Ayakların iki taraflarında bulunan ve "Topuk"
denilen şişkin kısımları da yıkamak gerekir. Fakat bunların yukarısını
yıkamak gerekmez.
Başa meshe gelince: alınla arkaya doğru başın ön kısmına
meshedilmesi daha faziletlidir. Meshedilen yer iki kulağın üstüdür. Bu kısımdaki
saçların üzerine meshedilmesi yeterlidir. Fakat bu kısımdan aşağıya
sarkan saçların üzerine meshedilmesi, başın üstünde topak olsalar dahi,
yeterli olmaz.
(Malikî ve Hanbelîlere göre, başın tamamını meshetmek
vacibtir. Şafiîlere göre en az bir parmak mesih yeterlidir.)
Abdestin
Sünnetleri
139- Abdestin başlıca sünnetleri şunlardır:
1) Abdeste başlarken önce temiz olan elleri bileklere kadar
yıkamak. Temiz olmayan elleri önce yıkamak ise farzdır. Böylece diğer
organlar kirlenmiş olmaz.
2) Abdeste "Eüzü Besmele" ile başlamak. Abdest
arasında okunacak Besmele ile bu sünnet yerine getirilmiş olmaz.
(Hanbelîlere göre, abdestin başlangıcında Besmele okumak
vacibdir; kasden terk edilirse, abdest batıl olur. Yanılarak veya bilmeyerek
terk edilmesi abdesti geçersiz kılmaz.)
3) Niyet etmek: Abdesti, namaz kılmaya veya abdestsizliği
gidermeye veya Yüce Allah'ın emrini yerine getirmeye niyet ederek almak.
Niyet kalb ile olur, dil ile "Niyet ettim Allah rızası
için abdest almaya" denilmesi güzel görülmüştür. Niyetin vakti,
elleri veya yüzü yıkamaya başlama zamanıdır.
(Malikîlerle Şafiîlere göre, abdestin başında niyet
etmek farzdır. Hanbelîlere göre de, niyet abdestin sıhhatının şartıdır.)
4) Mazmaza (ağıza su vermek) ve istinşak (buruna su çekmek).
Şöyle ki: Elleri yıkadıktan sonra önce üç kez ağıza dolusunca su alınır
ki, buna "Mazmaza" denir. Sonra üç kez de burnun yumuşağına kadar
gidecek şekilde buruna su verilir ve sümkürülür. Buna da "İstinşak"
denir. Her su verişte su yenilenir. Bunları yapmakla hem ağzın, hem de
burnun içi yıkanmış ve kullanılacak suyun tadı ve kokusu anlaşılmış
olur.
5) Mazmaza ve istinşakı aşırı derecede yapmak. Şöyle
ki: Mazmazada su, boğaza kadar iner. İstinşakta su, burnun katı yerine kadar
çıkarılır. Fakat oruçlu olanlar mazmaza ve istinşakı böyle aşırı
yapmazlar.
6) Misvak kullanmak. Şöyle ki: Misvak, arak denilen ağacın
dalından yapılan ve dişleri temizlemek için kullanılan bir fırçadır. Böyle
lifleri olan diğer ağaç dallarından da yapılabilir. Misvak, parmak kalınlığında
ve bir karış boyunda olmalıdır. Sağ ele alınır ve serçe parmağının üstünden
geçirilir, baş parmak ve işaret parmağı ile tutularak ıslak olan ağzın
sağ tarafından enine olarak dişler fırçalanır. Bunun kullanılması oruca
zarar vermez.
Misvakın pek çok yararları ve sevabı vardır. Dişleri
temizler, ağız kokusunu giderir, sağlığa yararlı olur. Bir hadis-i şerifte:
"Misvak, ağzı temizleyici ve Rabbin rızasını kazandırıcıdır,"
buyurulmuştur. Diğer bir hadis-i şerifde de: "Eğer ümmetime güçlük
vermeyecek olsaydım, her abdest için misvak kullanmalarını onlara emrederdim,"
buyurulmuştur.
Misvak bulunmaz veya kullanıldığında dişleri kanatırsa,
onun yerine parmak kullanılabilir. Şöyle ki: Baş parmak ağzın sağ tarafına,
şehadet parmağı da sol tarafına salınarak üst ve alt dişler ovalanır.
Misvak kullanmak yalnız namazlara özgü değildir, kullanılması her zaman
iyidir; çünkü temizliğe yardımcıdır. Kıl fırçalarla yapılan diş
temizlemelerine de üstünlüğü vardır.
Kadınlar oruçlu olmadıkları zaman çiğnedikleri sakız
misvak yerine geçer.
7) Sıra gözetmek: Abdest alırken önce yüz, sonra kollar
yıkanır. Bundan sonra başa meshedilir ve arkasından da ayaklar yıkanır.
Ayaklarda mest varsa, mestlerin üzeri meshedilir. Bu şekilde sıra gözetilmezse,
yine abdest sahih olur, ancak sünnete uyulmuş olmaz.
(Şafiî ve Hanbelîlere göre, abdest alırken bu sıraya
uymak farzdır.)
Abdesle sağ tarafdan başlamak: Sağ kol, sol koldan önce
ve sağ ayak, sol ayakdan önce yıkanır. Sağ taraf daha şerefli olduğu için
böyle yapılır.
9) Abdest organlarını üçer kez yıkamak. Bunlardan biri
farz, diğer ikisi sünnettir. Üçten fazla veya üçten az yıkamak sünnete
aykırıdır. Şüphe sebebiyle veya su azlığı dolayısıyla bu sayılar
azaltılıp çoğaltılabilir.
10) Elleri ve ayakları yıkamaya başlarken parmak uçlarından
başlanır.
11) Eller ve ayaklar yıkanırken parmakların arasını
yoklayıp yıkamak (hilallamak): El parmakları birbirine sokularak, ayak
parmakları da el parmaklarından biri ile yapılır. Sol elin serçe parmağı
ile sağ ayağın altından ve serçe parmağın arasından hilallamaya başlayarak
sıra ile sol ayağın serçe parmağında sona erdirilmesi iyidir. Parmakları
akar suya koymak da hilallama yerine geçer.
12) Abdest suyunu, bıyıkların ve kaşların altlarına ve
yüzün çevresinden sarkmış bulunan fazla kıllara eriştirmek.
13) Sakalın çeneden aşağıya uzamış kısmını
meshetmek ve sık olan sakalı bir avuç su ile alt tarafından el parmakları
ile hilallamak. Bu, iki İmama göredir, İmamı Azam'a göre müstahabdır.
14) Başın tamamını bir su ile meshetmek. Buna
"Kaplama Mesih" denir. Sünnet üzere kaplama mesih şöyle yapılır:
Her iki el tamamen ıslatılır. Sonra bu iki elin baş parmakları ile işaret
parmaklarından sonra gelen üç parmak birbirine bitiştirilir. Bu ellerin
ayaları yukarı kaldırılıp o bitişik parmaklar uç uca gelmek üzere
birbirine yaklaştırılır.
Böylece bitişik halde olan iki elin parmakları başın ön
tarafından enseye kadar çekilir. Sonra ellerin ayaları başın iki tarafına
yapıştırılarak ense tarafından başın önüne kadar çekilir. Böylece bütün
başın meshi bitmiş olur. Sonra başa değdirilmeyen baş parmakların içi
ile kulakların dışları ve şehadet parmakları ile de kulakların içleri
meshedilir. Parmakların arkaları ile de boyun meshedilir. Bununla beraber başın
her tarafı istenildiği bir şekilde meshedilebilir.
(Şafiîlere göre, meshi üç kez tekrarlamak sünnettir.)
15) Kulakları meshetmek. Bu mesih bir su ile yapılabileceği
gibi yukarıda bildirildiği şekilde de yapılabilir. Serçe parmaklarını
kulak deliklerine sokarak kımıldatmalıdır.
(Hanbelîlere göre, kulakları ve içlerini meshetmek farzdır;
çünkü bunlar da baş kısmına dahildir.)
16) Boynu meshetmek: Başı ve kulakları meshettikten sonra,
iki elin arkaları ile ve üçer parmakla, yeni bir suya gerek kalmaksızın
boyun meshedilir. Boğazı meshetmek bid'attır.
17) Abdest organlarını, üzerlerine dökülen su ile iyice
ovmak.
18) Abdest organlarını, arada kesinti yapmadan yıkamak.
Bir organ henüz kurumadan diğerini yıkamaya geçmek. Buna "Vila"
denir. Havanın sıcaklığı sebebiyle yıkanan organın hemen kuruması vilaya
engel değildir.
Bazı alimlere göre vila: Abdest alırken araya başka bir iş
sokmamaktır.
(Malikîlerle Hanbelîlere göre, abdest organları yıkanırken
hemen birbiri ardından yıkanmaları ve araya başka bir iş sokulmaması farzdır.)
Abdestin
Edebleri
140- Abdestin birçok edebleri vardır. Başlıcaları
şunlardır:
1) Henüz vakit girmemişken abdest alıp namaza hazır
bulunmak. Ancak özür sahibleri abdestlerini vakit girdikten sonra alırlar.
2) Kıbleye yönelerek abdesti almak.
3) Abdest sularının elbiseye sıçramaması için, yüksek
bir yerde durmak.
4) Abdest için başkasından yardım istememek. Ancak bir özür
sebebi ile başkasından yardım istemelidir. Başkasının kendi arzusu ile
abdest suyunu hazırlaması veya abdest alana su dökmesi edebe aykırı olmaz.
5) Abdest alma sırasında zaruret olmadıkça dünya lakırdısı
yapmamak.
6) Abdestin başından sonuna kadar niyeti unutmayıp kalbde
tutmak ve her organı abdest niyeti ile yıkarken Besmele çekmek ve dua etmek.
Salat ve selam getirmek.
7) Elleri yıkarken dar olmayan yüzükleri oynatmak. Eğer yüzük
dar ise, muhakkak suretle yüzükleri oynatıp altına su geçmesini sağlamak
gerekir.
Abdest alırken ağıza ve buruna sağ el ile su vermek ve
sol el ile sümkürmek.
9) Yüzü yıkarken göz pınarlarını yoklamak, abdest
suyunu dirseklerin ve topukların yukarlarına eriştirmek.
10) Abdest için yeterinden fazla su harcamamak. Organlardan
su damlamayacak kadar da kısıntı yapmamak. Deniz kenarında bulunulsa bile,
gereksiz su harcamak kerahet olur.
11) Abdest suyu güneşte ısıtılmış olmamalıdır.
12) Abdest için toprak ibrik kullanmak ve bunu sol tarafta
bulundurmak. Kullanırken de, ağzından değil, kulpundun tutmak ve ibriği
kendine özel yapmamak. Destiyi boş bırakmayıp diğer bir abdest için dolu
bulundurmak.
13) Abdest tamamlanınca kıbleye karşı şehadet
kelimelerini okumak. Bir hadis-i şerifin anlamı şöyle: "Sizden biriniz
abdest alırda, abdestini noksansız tamamlar ve sonra: "Şahidlik
ederim ki, Yüce Allah'dan başka ibadet edilecek varlık yoktur; Hazret-i
Muhammed de 0'nun kulu ve Resulüdür; derse ona cennetin sekiz kapısı açılır.
Artık dilediği kapıdan cennete girer."
14) Artan abdest suyundan ayakta kıbleye karşı biraz içip: "Ya
Rabbî! Beni, her günah işledikçe tevbe eden ve günahdan kaçınıp tertemiz
bulunan iyi kullarından et." diye dua etmek.
Şöyle de dua edilebilir.
"Allah'ım! Senin şifanla beni şifalandır, senin ilacınla
beni tedavi et. Beni korkudan, hastalıklardan ve ağrılardan koru."
15) Abdestin sonunda bir veya birkaç defa "Kadir"
suresini okumak.
16) Abdest aldıktan sonra, eğer kerahet vakti değilse, iki
rekat namaz kılmak. Bu saydıklarımız, din ve sağlık yönünden çok yararlı
oldukları için abdestin edebleri olmuşlardır. Abdestin sünnet ve edeblerine
aykırı olan şeyler ya tahrimen, ya da tenzihen mekruhtur.
Abdestin Duaları
141- Abdeste ait önceki alimlerden zamanımıza kadar gelmiş
dualar vardır. Her abdest uzvu yıkanırken onunla ilgili uygun bir dua okunur.
Bunlar okunmasa da, yine abdest tamam olur; fakat okunmaları iyidir. Şöyle
ki:
1) Abdest alacak kimse, abdeste başlarken "Eûzü ve
Besmele" çektikten sonra:
اَلحَمْدُلِلَهِ
الَّذِىجَعَلَ
المَاءَ
طَهُورًاوَجَعَلَ
اْلاِسْلاَمَ
نُورًا
"Yüce Allah'a hamd olsun ki, suyu temizleyici ve İslam'ı
nur yapmıştır," der.
2) Ağzına su alırken:
اَللَّهُمَّ
اَسْقِنِىمِنْ
حَوْضِ
نَبِيِّكَ
كَاْساً
"Allah'ım! Peygamberinin Kevser Havuzundan bana öyle
bir kâse içir ki, ondan sonra asla susamayayım," der.
3) Burnuna su verirken:
اَللَّهُمَّ
لاَتَحْرِمْنِىرَايِحَةَ
نَعِيمِكَ
وَجِنَانِكَ
"Allah'ım! Beni nimetlerinin ve cennetlerinin güzel
kokularından mahrum etme," der.
4) Yüzünü yıkarken:
اَللَّهُمَّ
بَيِّضْ
وَجْهِىبِنُورِكَ
يَوْمَ
تَبْيَضُّ
وُجُوهٌ
وَتَسْوَدُّ
وُجُوهٌ
"Allah'ım! Bazı yüzlerin aklanacağı ve bazı yüzlerin
kararacağı günde benim yüzümü ak yap," der.
5) Sağ kolunu yıkarken:
اَللَّهُمَّ
اَعْطِنِىكِتَابِىبِيَمِنِىوَحَاسِبْنِىحِسَاباًيَسِيراً
"Allah'ım! Kitabımı sağ elime ver ve benim hesabımı
kolay yap," der.
6) Sol kolunu yıkarken:
اَللَّهُمَّ
لاَتُعْطِنِىكِتَابِىبِشِمَالِىوَلاَمِنْ
وَراَءِ
ظَهْرِىوَلاَتُحَاسِبْنِىحِسَابَاًشَدِيداً
"Allah'ım! Kitabımı soldan ve arka tarafımdan
verme ve beni zor bir hesaba çekme," der.
7) Başını meshederken:
اَللَّهُمَّ
غَشِّنِىبِرَحْمَتِكَ
وَاَنْزِلْ
عَلَىَّمِنْ
بَرَكَاتِكَ
"Allah'ım! Beni rahmetinin içine koy, üzerime de
bereketlerinden indir," der.
Kulaklarını meshederken:
اَللَّهُمَّ
اجْعَلْنِىمِنَ
الَّذِينَ
يَسْتَمِعُونَ
الْقَوْلَ
فَيَتَّبِعُونَ
اَحْسَنَهُ
"Allah'ım! Beni, hak sözü işitip de onun en güzeline
uyanlardan yap," der.
9) Boynunu meshederken:
اَللَّهُمَّ
اعْتِقْ
رَقَبَتِىمِنْ
الناَّرِ
"Allah'ım! Bedenimi cehennem ateşinden azad
et," der.
10) Ayaklarını yıkarken:
اَللَّهُمَّ
ثَبِّتْ
قَدَمَىَّعَلَىالصِّرَاطِ
يَوْمَ
تَزِلَّ
فِيهِ
اْلاَقْدَامُ
"Allah'ım! Bir takım ayakların kayacağı günde,
ayaklarımı Sırat Köprüsü üzerinde sabit kıl," der.
Vasıf
Bakımından Abdestin Nevileri
142- Abdestler, vasıfları ve gerekli olmaları
bakımından üç kısma ayrılır.
1) Farz olan abdestler: Bunlar, müslümanların namaz kılmak,
tilavet secdesi yapmak veya Kur'an-ı Kerimi elleriyle tutmak için alacakları
abdestlerdir.
2) Vacip olan abdestler: Kabe'yi sadece tavaf etmek için alınan
abdestlerdir.
3) Mendub olan abdestler: Bunlar sırf temiz bir hal üzere
bulunmak, ezbere Kur'an okumak, ezan okumak, kamet getirmek, din ilimlerini
okuyup okutmak, din kitablarını tutmak, cenazeyi yıkamak ve ardından yürümek
veya öfkeyi sindirip yok etmek için alınan abdestlerdir. Herhangi bir hata
arkasından alınan abdestler de bu kısımdandır. Bu gibi maksadlarla alınan
abdest ile namaz kılınabilir, Kur'an ele alınabilir.
Abdestin Sıhhatine Engel Olmayan Şeyler
143- Dudaklar adet üzere yumulduğu zaman, görülmeyen
kısımlarını yıkamak abdest için gerekli değildir. Bunların kuru kalması
abdeste zarar vermez; çünkü bunlar ağız kısmındandır.
144- İyileşip de henüz kabuğundan ayrılmamış olan bir
çıbanın içini yıkamak gerekmez.
145- Şehir ve köy halkının tımaklarmda olan kirler ve vücudlarındaki
kirler, pire ve sinek tersleri, abdestin sıhhatına engel olmaz.
146- Boyacıların tımaklarında kalan boyalar, zaruret gereği
tırnakların üzerinde ince bir tabaka teşkil eden ve altlarına su işlemesine
engel olan boyalar, abdeste manidir. Abdest organlarına yapışan hamur, mum,
çapak, balık pulu gibi şeyler de böyledir.
147- Abdest organlarından birinin bir zarurete dayanarak yıkanamaması
veya meshedilememesi, abdestin sıhhatına engel olmaz. Örnek: Bir yarayı veya
ayakta bulunan bir yanık yerini yıkamak eğer sahibine zarar verirse bunlar
meshedilebilir, mesh de zarar verirse terk edilir.
Yine, bir yaranın üzerinde bulunan ilaç, yara yerini taşmış
olursa, bu taşan kısım yıkanır; fakat yıkanması zarar verirse, mesh ile
yetinilir.
148- Abdest alırken veya abdestten sonra, bir abdest organının
yıkanıp yıkanmamış olmasında şübheye düşünürse bakılır:
Eğer şübheye düşen kimse, her zaman şübhelenmiyorsa, o
organını (uzvunu) yıkar. Fakat vesveseli bir kimse ise yıkamaz, onun şübhesine
bakılmaz.
149- Bir kimse abdest aldığını sağlam olarak bildiği
halde, abdestini bozup bozmadığı üzerinde şübheye düşse, o kimse
abdestli sayılır. Kesin olarak bilinen bir şey şübhe ile ortadan kalkmaz.
Aksine abdestini bozmuş bulunduğunu kesinlikle bildiği halde, sonradan abdest
alıp almadığından şübhe eden kimse de abdestsiz sayılır.
150- Abdest organlarından birini veya birkaçını yitirmiş
olan kimse, mevcut bulunan organlarını yıkar. Ayakları kesilmiş olan
kimseden bunları yıkamak farziyeti düşer ve bu durum abdestin sıhhatine
engel olmaz.
Mestler Üzerine Mesh Verilmesi
151- Ayağa giyilen ve "Mest" adı verilen mest
hükmündeki şeyler üzerine, abdest alınırken meshedilmesi caizdir. Bu, İslam
dininin gösterdiği bir kolaylıktır. Bu meshden maksad, mestlerin üzerine
ayakların uclarından başlayıp aşık kemiklerini aşmak üzeri inciklere doğru
ıslak olan el parmaklarını sürmektir.
152- Ayaklara meshetmenin farz mikdarı, giyilen her iki
mestin ön ve üst tarafından el parmaklarının en küçüğü itibarı ile
üç parmaklık yerin meshedilmesidir. Bu kadarlık bir yerin meshedilmesi ile
farz yerine getirilmiş olur.
(Malikîlere göre, mestlerin bütünü üzerine mesh yapılması
gerekir. Bu mikdarın azına mesh yeterli değildir. Hanbelîlere göre,
mestlerin üstünün çoğuna meshedilmesi kafidir. Şafiîlerde ise, mestlerin
üstüne bir parmak kadar mesh yapılması yeterlidir.)
153- Mestlerin altına mesh yapılmaz. Mestler üzerine mesh
yapılırken ıslak olan el parmaklarının açık olması, meshin el parmakları
ile yapılması, ayak parmaklarının ucundan başlayarak yukarıya doğru yapılması,
sünnete uygun olan meshdir. Yoksa, mestin üzerine su dökmek, mesti sünger
gibi bir şeyle ıslatmak, enine olarak mestin üzerine meshetmek veya meshe
mestin goncundan başlamak yeter. Ancak böyle yapmak sünnete aykırıdır.
154- Ayakları topukları ile beraber örten çizmeler,
potinler, kendileri ile üç mil kadar yürünebilecek kuvvetli ve kalın çoraplar,
konçlu aba terlikler de mest hükmündedir. Bunların üzerine de mesh yapılabilir.
Meshin
Cevazındaki Şartlar
155- Bir meshin caiz olabilmesi için yedi şart
gereklidir:
1) Mestler, abdest için ayaklar yıkandıktan sonra
giyilmelidir. Bir özürden dolayı ayağa veya ayağın sargısına
meshedilmesi de yıkama hükmündedir. Onun için böyle bir meshden sonra
giyilen mestler üzerine mesh yapılabilir.
2) Mestler, topuklar dahil, ayakların her tarafını örtmüş
olmalıdır. Topuklardan kısa olan mestler ve benzeri ayakkabılar üzerine
mesh yapılmaz.
3) Ayağa giyilen mestler üzerine en az üç mil yol yürüyebilmelidir.
Bir mil dinimizde dört bin arşındır. Bir arşın da yirmi dört parmaktır.
4) Giyilen mestlerin topuklarından aşağı kısımlarında,
ayağın küçük parmağı ölçüsü ile, üç parmak delik, sökük ve yırtık
bulunmamalıdır. Şu kadar var ki, böyle bir noksan, ayak parmaklarının
uclarına rastlarsa, mikdara değil, sayıya bakılır: Üç parmak görünmedikçe,
yırtık zarar vermez. Yine mestlerde üç parmak kadar sökük bulunduğu
halde, mestlerin sağlamlığından dolayı yürürken bu sökük açılıp
parmaklar gözükmezse, yine meshe engel olmaz. Bir mestte bulunan ayrı ayrı yırtıklar
toplanır; fakat iki mestteki yırtıklar toplanmaz. Bunun için bir mestte iki
ve diğer mestte bir veya iki parmak mikdarı yırtık bulunursa mesh yapmaya
engel olmaz.
(Malikîlere göre, bir ayağın en az üçte biri görülecek
kadar bir mestte yırtık yoksa meshi bozmaz. Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre,
ayakta yıkanması farz olan mikdar, mestlerdeki bir yırtıktan görülecek
olsa, mesh bozulmuş olur. O yıkanması farz olan mikdar, çorap veya başka
bir şeyle örtülmüş olsa bile hüküm değişmez.)
5) Mestler, bağsız olarak ayakta durabilecek kadar kalın
olmalıdır.
6) Mestler, dışarıdan aldıkları suyu hemen içine çekerek
ayağa ulaştıracak bir halde olmamalıdır.
7) Her ayağın ön tarafından en az küçük el parmağı
kadar bir yer mevcut bulunmalıdır.
Bu itibarla, bir veya iki ayağının ön tarafı bulunmayan
kimse mestlerine mesh yapamaz. Ökçe taraflarının bulunması yeterli değildir.
Çünkü bir ayağı yıkamakla diğerine mesh bir arada toplanamaz. Fakat bir
ayağı tamamen mevcut bulunmayan kimse, diğer ayağına giydiği mest üzerine
mesh yapabilir. Çünkü mesh ile yıkama bir arada toplanmamıştır.
Mesh
Müddeti
156- Meshin müddeti, ikamet halinde olan (yolcu hükmünde
bulunmayan) kimse için birgün bir gece, yani yirmi dört saattir. En az on
sekiz saat (üç günlük) bir mesafeye gitmek üzere yola çıkan bir misafir
(yolcu) için ise, üç gün (yetmiş iki saat) geçerlidir. Bu müddetin başlangıcı,
mestler giyildikten sonra ilk abdestin bozulma zamanından itibarendir. Örnek
verilirse, bir kimse abdestini tamamladıktan sonra o taharet üzerine
mestlerini giyse de, beş saat sonra ondan abdesti bozucu bir hal meydana gelse,
bu beşinci saatten itibaren meshin müddeti mukim için yirmi dört saat ve
misafir için yetmiş iki saat devam eder. Mestleri giyiş zamanına bakılmaz.
157- İkamet halinde iken yolculuğa çıkan kimse, misafirin
müddeti üzere hareket eder, o zamanı doldurur. Aksine olarak misafir olan
kimse, bir gün ve bir gece (yirmi dört saat) meshettikten sonra mukim olsa,
mesh müddeti bitmiş olur. Artık ayaklarını yıkaması gerekir.
158- Mestlerine mesh yaparak abdestli bulunan kimse,
mestlerini ayaklarından çıkannca, yalnız ayaklarını yıkaması gerekir,
abdestini tamamen tazelemesi gerekmez. Ayaklarını yıkamak suretiyle abdest alıp
mestlerini giymiş olan bir kimse, daha bu abdesti bozulmadan herhangi bir
sebeble mestlerini ayaklarından çıkarsa, abdesti bozulmuş olmayacağı için
ayaklarını tekrar yıkaması gerekmez.
(Malikîlere göre, mest için bir zaman yoktur. Guslü
gerektiren bir durum olmadıkça, mestler üzerine daima mesh yapılabilir.
Ancak cuma namazını kılacak kimseler için, her cuma günü mestlerini çıkarıp
ayaklarını yıkamaları mendubdur. Şafiî ve Hanbelîlere göre, mubah (haram
işleme niyeti bulunmayan) bir seferdeki yolcu için mesh müddeti üç gün,
üç gece (yetmiş iki saat)'dir. Günah işlemek için yola çıkıldığı
takdirde bu müddet yirmi dört saattir.
Sargı
Üzerine Mesh
159- Kırılan veya yarası bulunan bir uzvu (organı) yıkamak
zarar verince, kırık üzerindeki tahtaya veya yara üzerindeki sargıya, hem
abdest ve hem de gusül için bir kez meshedilir. Bu mesh de zarar verirse, terk
edilir.
160- Elde, tırnakta ve diğer uzuvlarda bulunan herhangi bir
yara üzerine konulmuş sakız, pamuk gibi şeylerin veya ilaçların üzerine
de zaruret halinde bir kere mesh yapılır. Bunlara sıcak su zarar vermiyorsa,
mesh yeterli olmaz, yıkamak gerekir. Yapılacak meshin bütün sargıyı
kaplaması gerekmez; çoğunluğunu meshetmek kafi gelir.
161- Sargıyı çözmek zarar veriyorsa, özürlü yerin
etrafını sargı altından yıkamak gerekmez. Bunlardan açık bulunan yerleri
meshetmek yeterlidir.
162- Böyle bir sargı üzerine yapılan mesh için belli bir
müddet yoktur. Özür devam ettiği müddetçe sargı üzerine mesh yapılır.
Bu sargının taharet hali üzere (abdestli olarak) sarılmış olması da şart
değildir.
163- Bir sargı üzerine mesh yapıldıktan sonra sargı değiştirilirse,
tekrar mesh gerekmez. Yine bir sargıya mesh yapıldıktan sonra, onun üzerine
başka bir sargı daha sarılmış olsa, yeniden bir mesh daha yapılmaz. Henüz
özür kalkmadan sargı açılsa, mesh bozulmuş olmaz.
164- Bir özürden dolayı iki ayaktan biri üzerine mesh yapılınca,
diğerini yıkamak gerekir. Çünkü bu mesh de yıkamak hükmündedir.
165- Özür tamamen kalkınca, mesh bozulmuş olur, artık
sargı üzerine mesh yapılmaz. Yerinin yıkanması gerekir.
Meshi
Bozan Şeyler
166- Abdesti bozan her şey meshi de bozar. Onun için müddet
henüz bitmemiş ise, yeniden alınacak abdestte mestlere veya sargılara da
yeniden mesh verilir. Aşağıda yazılı hallerden dolayı da mesh bozulur:
1) Üzerine meshedilmiş olan mestin ayaktan çıkması veya
çıkarılması. Bu durumda eğer abdest mevcut ise, yalnız ayakları yıkamak
kafidir. Yeniden tam bir abdest almak gerekmez. Bir mestin goncuna kadar, ayağın
çok kısmımın çıkmış olması da, tamamen çıkması hükmündedir.
2) Mesh müddetinin sona ermesi. Bu halde henüz abdest devam
ediyorsa, yalnız ayakları yıkamak yeterlidir. Yeniden tam bir abdest almaya
gerek yoktur. Bununla beraber mesh müddeti son bulsa bile ayakları çıkarıp
yıkamanın soğuktan donmaya sebebiyet vereceğinden korkulursa, yine meshe
devam edilir.
Abdesti Bozan Şeyler
167- Aşağıdaki hallerin her biri abdesti bozar:
1) Önden ve arkadan kan, irin, meni, sidik, gaita (necaset)
gibi bir pisliğin veya herhangi bir sıvının çıkması, abdest ve gusulde yıkanması
farz olan yere kadar taşmasa bile, abdesti bozar.
2) Arka taraftan yel çıkması.
3) Ağızdan ve burundan, ön ile arkadan başka herhangi bir
organdan sıvı halinde kan çıkması. Şöyle ki: Akıcı bir halde ağızdan
çıkan kan, tükürükten fazla veya ona eşit ise, abdesti bozar, değilse,
bozmaz. Bu renginden anlaşılır. Diğer yerlerden çıkan kan ise, çıkış
yerinden yanlarına taşınca abdesti bozar. İğne ucu gibi çıkıp da yerinde
kalan kan damlası abdeste engel olmaz. El veya parmak ile silinmesi de zarar
vermez. Yaradan çıkan irin ve sarı sular da hüküm bakımından aynıdır.
Vücuttaki kabarcıklardan çıkan saf su da, sahih görüşe
göre, kan hükmündedir. Diğer bir görüşe göre böyle bir suyun çıkması
abdesti bozmaz. Bu görüşe uyuldugu takdirde, çiçek ve uyuz hastalıklarına
tutulmuş olanlar için bir kolaylık vardır. Zaruret halinde bu görüşle
amel etmekte bir sakınca olmadığı, İmam Hulüvanî'den nakledilmiştir.
(Şafiîlere göre, önden ve arkadan başka diğer herhangi
bir yerden gelen kan, irin ve sarı su sebebiyle abdest bozulmaz.)
4) Ağız doluşu kusmak. Şöyle ki: Kolaylıkla
yutulmayacak kadar ağızdan yemek, su ve safra gibi şeylerin gelmesi abdesti
bozar. Bu maddeler bir mecliste azar azar gelip de bir ağız dolusu miktarına
ulaşmış olsalar yine hüküm aynıdır. Abdest bozulur. Bu, İmam Ebû
Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre, kusuntu başka başka meclislerde
gelse bile, sebeb aynı olduğu takdirde yine abdest bozulmuş olur.
5) Az veya çok bir zaman bayılmak, çıldırmak, yürürken
irade dışında sallanacak şekilde sarhoş olmak. Bu sarhoşluk bir zorlama
sonucu olsa, yine hüküm değişmez.
6) Rükûlu ve secdeli bir namazda iken mükellef bir insanın
kasden veya sehven (yanılarak) uyku halinde olmaksızın, yanındakiler işitecek
kadar kahkaha ile gülmesi, hem abdestini, hem de namazını bozar. Çocuğun
veya uyuyanın kahkaha ile gülmeleri, sadece namazı bozar, abdesti bozmaz.
7) Çocuk doğurmak. Çocuğun doğması ile kan görülmese
bile abdest yine bozulur.
Erkeğin hanımı ile aşırı derecede oynaşması da
abdesti bozar. Kendilerinden bir sıvı çıksın veya çıkmasın hüküm aynıdır.
Fakat İmam Muhammed'e göre, bu durumda mezî gibi bir yaşlık çıkmadıkça
abdest bozulmuş olmaz.
9) Erkeğin tenasül organına kaybolacak şekilde tıkanmış
olan bir pamuğun, üzerinde ıslaklık olmasa bile, sonradan dışarıya çıkmış
olması veya çıkarılması abdesti bozar. Yine bu organa tıkanmış olan ve
bir kısmı dışarda kalan pamuğa sidiğin sirayet etmiş olması da abdesti
bozar. İç kısımdaki yaşlık abdeste zarar vermez. Ancak pamuk dışarıya
çıkıp düşerse, o zaman abdest bozulur. Çünkü az bir ıslaklık pamukla
bulunmuş demektir.
10) Kadının tenasül organı içine veya dışına tıkanan
bez veya pamuğun yaş olarak dışarıya çıkması veya çıkarılması
abdesti bozar. Şöyle ki: Bu organın dış kısmına tıkanan pamuğun iç
tarafı ıslanmış olunca, abdest bozulmuş olur. Pamuğun dışına ıslaklığın
geçmesi şart değildir. Fakat bu organın iç kısmına tıkanan pamuğun dışarısına
kadar yaşlık gelmedikçe, abdest bozulmaz.
11) Yan üstü yatarak, bağdaş kurarak, dirseklere
dayanarak, ayakları yan taraftan çıkarıp oturarak, namaz dışında secde
haline geçerek uyumak abdesti bozar. Yine oturur vaziyette uyurken yere düşmese
bile, kıçı yerden kesilip yükselmiş olsa abdesti bozulur.
12) Çıplak hayvan üzerinde yokuş çıkarken uyumak. Ancak
düz yolda veya yokuştan aşağıya doğru inerken hayvan üzerinde uyumak
abdesti bozmaz. Palanlı ve eğerli hayvan üzerinde, hangi şekilde olursa
olsun uyumak zarar vermez.
13) Teyemmüm etmiş olan bir kimsenin abdest alabileceği
bir suyu görmesi ile abdesti bozulmuş olur.
14) Özür sahibi olanlar için namaz vaktinin çıkmış
olması. (99. maddeye bakınız.)
Abdesti
Bozmayan Şeyler
168- Aşağıdaki haller abdesti bozmaz:
1) Bir hastalık olmaksızın gözden gelen yaş ve su veya ağlamak.
2) Yara ve benzeri yarıklar içinde görülen ve dışarıya
çıkmayan kan, irin ve sarı sular.
3) Bir yaradan kopan deri parçası.
4) Mayasıl ıslaklığı ve parmaklar arasındaki pişinti.
5) Yarıdan az olmak şartı ile donmuş kanın tükrük veya
sümüğe bulaşmış olması.
6) Kulaktan, burundan veya yaradan kurt çıkması. Bu kurt
temizdir, üzerindeki yaşlık ise azdır, onda akıcılık kuvveti yoktur.
7) Ağız dolusu olmayan kusuntu.
Baştan inen veya içeriden yükselip çıkan balgam, ağız
dolusu olsa bile, abdesti bozmaz. Çünkü balgam yapışkan ve kaypak olduğundan
pisliği içine çekmez. Üstündeki yaşlığı ise azdır. Bu hüküm İmamı
Azam ile İmam Muhammed'e göredir, İmam Ebû Yusuf'a göre, iç boşluğundan
gelen ağız dolusu balgam abdesti bozar.
9) Kokusu olsun veya olmasın, erkek ve kadının tenasül
organından çıkan yel.
10) Rutubetsiz ye kokusuz olarak arka taraftan çıkarılan
şırınga. Bununla beraber uygun düşen, ihtiyat olarak abdesti yenilemektir.
11) Erkeğin tenasül organına damlatıldıktan sonra geri
gelen yağ. Bu da İmamı Azam' a göredir.
12) Pıhtılaşmış bir halde kusulan kan parçası.
13) Baştan buruna veya kulağa kadar akıp gelen, fakat gusülde
yıkanması farz olan yere taşmayan kan.
14) Kullanılan misvak (ve fırça) üzerinde veya ısırılan
sert meyvalar üzerinde görülen ve akıcılığı bilinmeyen kan izleri.
15) Pire, kene, sivri sinek, kara sinek gibi haşeratın karınları
doluncaya kadar emdikleri kan.
Sülüğün karnı doluncaya kadar kan emdikten sonra düşmesi
halinde kendisinden kan çıkarsa abdesti bozar.
16) Saçların tıraş edilmesi, bıyıkların kırpılması,
tırnakların kesilmesi.
17) Kıçı tamamen yere yerleştirmek suretiyle oturarak
uyumak.
18) Namazda iken ayakta, oturarak, rükûda ve secdede
uyumak.
19) Namaz dışında, cenaze namazında ve tilavet secdesinde
kahkaha ile gülmek.
(Şafiîlere göre, namaz içinde de kahkaha ile gülmek
abdesti bozmaz.)
20) Ne kendisinin, ne de başkasının duyamayacağı bir
sesle gülümseme (tebessüm). Bununla abdest bozulmayacağı gibi, namaz da
bozulmaz. Fakat yalnız kendisinin işitebileceği bir sesle gülmek, abdesti
bozmasa da namazı bozar.
21) Herhangi bir kimsenin bedenine veya tenasül organına el
ile dokunmak.
(Malikîlere göre, mükellef olan bir kimse, buluğ çağına
yakın bir kadının açık bulunan bir uzvuna veya ince hafif bir şeyle örtülü
bir yerine lezzet maksadı ile dokunsa abdesti bozulur. Bir maksad olmaksızın
duyulan bir lezzet de böyledir. Öyle ki, kadın mahrem olsa bile, lezzetlenme
duygusu olan bir dokunma ve yapışma ile abdest bozulur.)
(Şafiîlere göre, herhangi bir yabancı kadının hiç bir
engel bulunmaksızın bir uzvuna dokunmak abdesti bozar. Lezzet bulunmasa bile,
hüküm yine böyledir. Bundan kadının saçları, dişleri ve tırnakları müstesnadır.
Bunlara dokunmak, bir lezzet olsa bile, abdesti bozmaz. Yine Şafiîlere göre,
bir erkek veya bir kadın, kendisinin veya başkasının oturağını veya ön
tenasül organını bir engel olmaksızın elinin içi ile tutsa, abdesti
bozulur. Maliki ve Hanbelîlere göre de böyledir. Ancak bunlara göre, bir kadının
kendi tenasül organını tutması abdestini bozmaz.)
Not: Bu gibi ihtilaflı meselelerde ihtiyata riayet edilmesi
daha iyidir. Hanefî mezhebinde olan bir kimse, kendi mezhebine göre abdesti
bozmayıp başka mezhebe göre abdesti bozan bir hal ile karşılaştığı
zaman, ihtilaftan kurtulmak için abdest almalıdır. Böyle hareket etmek,
bilhassa imamlar için mendubdur.
Gusül
ve Guslü Gerektiren Haller
169- Gasl, yıkamak demektir. Gusül ve iğtisal da, yıkanma
anlamını taşır. Din deyiminde gusül: Bütün bedenin yıkanmasıdır, boy
abdesti alınmasıdır. Buna taharet-i kübra (büyük temizlik) denir. Böyle
bir temizliği gerektiren hal cünüblüktür. Ayrıca kadınların hayız ve
nifas kanlarının sona ermesidir. Cünüblük hali ise, aşağıda açıklanacağı
üzere, şehvetle meninin atılmasından ve cinsel ilişkiden meydana gelir.
170- Şehvetle yerinden ayrılan ve şehvetle dışarıya atılan
bir meniden dolayı gusletmek gerekir. Şehvetle yerinden aynlıp, şehvet
kesildikten sonra dışarıya atılan meniden dolayı da, İmamı Azam ile İmam
Muhammed'e göre, gusletmek gerekir. Fakat İmam Ebu Yusuf'a göre gusül
gerekmez.
Rüyada şehvetle ayrılan bir meninin, şehvet kesildikten
sonra dışarıya akıtılmasını sağlamak için tenasül organını tutmak ve
sonra dışanya akıtmakta, misafir ve soğukta bulunanlar için İmam Ebu Yusuf
görüşünü seçmekte kolaylık vardır. Bu yönden bu görüşün tercih
edilmesini uygun görenler vardır.
171- Bakmak ve dokunmak suretiyle şehvetle gelen meniden
dolayı da gusletmek gerekir.
172- Cinsel ilişki halinde sünnet yerinin veya o kadar bir
kısmın duhulü ile, buluğ çağına ermiş erkek ve kadının gusletmeleri
gerekir. Meninin gelip gelmemesine bakılmaz. Bunlardan yalnız biri buluğ çağına
ermiş ise sadece ona gusül gerekir, diğerine gerekmez. Ancak buluğ çağına
yaklaşmış bir devrede ise, yıkanmadan namaz kılmasına izin verilmez.
Namaza devam için taharette tedbirli olmak lazımdır. Bu ve buna benzer hangi
haller olursa olsun ihtiyat olan yol gusletmek suretiyle şüpheli hallerden sakınmaktır.
173- Uykudan uyanan kimse, yatağında, çamaşırında veya
bedeninde bir yaşlık görünce bakılır: Eğer rüyada cinsel ilişkide
bulunduğunu hatırlıyorsa, gusletmesi gerekir. Yaşlığın meni olup olmamasında
şüpheye düşmesi bir önem taşımaz. Ancak ihtilam olduğunu hatırlamadığı
takdirde, yaşlığın mahiyetinin ne olduğu üzerinde durulmaz ve gusül
gerekmez. Çünkü akıntının şehvetle geldiği bilinmemektedir. Bu mesele İmam
Ebû Yusuf'a göredir, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göre, gelen akıntının
mezi olduğunu anlıyorsa, gusl etmesi gerekmez. Fakat meni olduğunu biliyor
veya şübheye kapılıyorsa, gusletmesi gerekir. İhtiyata uygun olan da budur.
Onun için fetva buna göredir.
174- Yatağından uyanıp kalkan kimse, ihtilam olduğunu hatırladığı
halde, tenasül organında bir yaşlık görse gusletmesi gerekir. Ayakta veya
oturduğu yerde uyuyan kimse, uyanıp da bu organında bir yaşlık görse, bakılır:
Eğer bu yaşlığın meni olduğuna kanaati varsa veya uyumadan önce bu organı
hareketsiz bir halde idi ise, gusletmesi gerekir. Fakat böyle bir kanaati yoksa
ve tenasül organı da önceden uyanık durumda idi ise, gusletmesi gerekmez.
Bulunan yaşlığın mezi olduğuna hükmedilir. Çünkü organın uyanık olması,
mezinin çıkmasına sebeb olur.
175- Sarhoş veya bayılmış olan bir kimse uykusundan uyanıp
da, kendisinde meni bulacak olsa, gusletmesi gerekir. Mezi bulacak olsa yıkanması
gerekmez.
176- İdrarını yaparken, tenasül organı uyanık olduğu
halde meni gelse, yıkanması gerekir. Organ uyanık olmayınca; gusletmek
gerekmez, çünkü uyanıklık şehvetin bulunmasına delildir.
177- Bir erkek veya bir kadın rüyada ihtilam olsa da, meni
dışarıya çıkmış olmasa, yıkanmak gerekmez. İmam Muhammed'e göre, böyle
bir kadının ihtiyat olarak yıkanması gerekir. Çünkü kadından çıkacak
bir sıvının yine ona dönmesi ihtimali vardır.
178- İhtilam olan veya cinsel ilişkide bulunan bir kimse,
idrarını yapmadan veya çokça yürümeden veya yatıp uyumadan yıkansa da,
sonra kendisinden meninin arta kalan kısmı çıkacak olsa, ikinci kez yıkanması
gerekir. Fakat idrarını yaptıktan veya epeyce yürüdükten veya uyuduktan
sonra şehvetsiz olarak gelecek meni guslü gerektirmez. Çünkü bu durumda o
meni, yerinden, şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur. Yine bir kadından, yıkandıktan
sonra, kocasının menisi çıkacak olsa, tekrar gusletmesi gerekmez.
179- Bir yatakta yatıp uyuyan iki kimse, uyandıkları zaman
ihtilam olduklarını hatırlamayarak yatakta meni gibi bir yaşlık görseler
veya kurumuş meni görüp de o yatakta kendilerinden önce başka bir kimse
yatmış olsa bu durumda meninin kime ait olduğu bilinmese, her ikisinin de
ihtiyaten yıkanması gerekir.
180- Şehvet olmayıp da döğülmeden, ağır bir yük kaldırmadan
ve yüksek bir yerden düşmeden dolayı meni gelmesiyle gusül gerekmez.
(İmam Şafî'ye göre bu hallerde de gusül gerekir.)
181- Yerinden şehvetle ayrılan bir meni, bedenin dışına
veya dış hükmünde olan yere çıkmadıkça gusül gerekmez.
182- Bakire bir kızın bekaretini yok etmemek sureti ile yapılan
bir ilişkide meni gelmeyince gusül gerekmez; çünkü bekaret, sünnet yerine
kadar duhule engel olmuş demektir.
183- Cünüblük, hayız veya nefselik (loğusalık) halinde
iken, gayrimüslim bir kadın veya gayrimüslim bir erkek ihtida etse,
gusletmesi farz olur. Hayız veya nefseliği son bulmuş olsa da, yıkanmamış
bulunsa, yine gusül gerekir. Fakat yıkanmış bulunan veya henüz cünüplük,
hayız ve nefselik haline düşmemiş olan erkek veya kadın gayrimüslim ihtida
etse, yıkanması mendub olur.
Guslün
Farzları
184- Guslün farzları, ağzı, burnu ve bütün vücudu
birer kez yıkamak üzere üçtür. Bu farzlar, aşağıda bildirileceği şekilde
yapılır.
185- Ağıza ve buruna bolca su alınmalı. Bu işe abdestle
yapılan ağız ve buruna su vermelerden daha çok özen gösterilmelidir.
186- Vücut yıkanırken iğne ucu kadar bir yerin kuru
kalmamasına dikkat edilecek, kulaklar ve göbek oyuğu yıkanacak. Su saçların,
sakalların, kaşlann ve bıyıkların, aralarına ve altlarındaki deriye kadar
geçecektir. Bunlar sık olsa bile, suyun ulaşması sağlanacaktır. Bunların
araları ve dipleri kuru kalırsa, gusül tamamlanmış olmaz. Ancak kadınların
başlarından aşağıya sarkmış olan saçlarının yıkanması şart değildir.
Önemli olan bunların diplerine suyun geçmesidir. Erkeklerde bir zorunluk
bulunmadığı için, böyle sarkmış olan saçlarının her tarafını yıkamak
gerekir.
187- Kapanmış olan küpe deliklerinin içini de yıkamalıdır.
Öyle ki, bu deliklerin ıslanmış olduğuna kanaat getirmelidir. Böyle bir
kanaat yoksa, onları el ile ovarak ıslamalıdır. İçlerine zorla su geçebilecek
bir halde olan küpe deliklerini de, içlerine su geçecek bir şekilde el ile
ıslatıp yıkamalıdır.
188- Tırnaklar arasında kalan kurumuş çamurların ve göz
çapakları gibi şeylerin altlarını da yıkamalıdır; bunu yapmak
gereklidir. Fakat tırnaklar üzerindeki kirler, topraklar, kınalar gusüle
engel olmazlar. Çünkü bunlar suyun geçmesine engel değildirler. Bu konuda köylü
ile şehirli eşittir. Sahih olan görüş budur.
189- Bir özür sebebiyle sünnet olamamış kimsenin, organında
toplanmış olan derinin içini de yıkaması lazımdır. Ancak açılmasında
bir zorluk olursa, o zaman içi yıkanmaz. Çünkü bu deri bedenin dışından
sayılır. Buraya kadar gelen bir sidik ile abdest bozulur.
190- Suyun geçmesini engelleyecek şekilde dişlerin arasında
nohut büyüklüğündc sert yemek parçası bulunmamalıdır. Vücudun hiç bir
yerinde suyun geçmesini engelleyecek balık pulu veya çiğnenip kurumuş ekmek
parçası gibi bir şey de bulunmamalıdır. Çünkü bunların altlarına su geçmeyince,
gusül sahih olmaz.
191- Birbirine bitişik olup da aralarında su geçirmeyecek
bir halde bulunan parmakları yıkarken, su ile aralarını ovmalıdır, içi boş
olan göbeğin içini de yıkamalıdır. Üzerlerinde pislik bulunmasa da, avret
yerlerini su ile yıkayıp temizlemelidir. Bunların da kuru kalması gusülün
sıhhatine engel olur.
192- Ayaklarda bulunan çatlaklar üzerine merhem koyulunca,
eğer altlarını yıkamak zarar vermeyecekse, altlarını yıkamak gerekir.
Zarar verecekse üstleri yıkanır. Bu da zarar veriyorsa, üzerlerini
meshetmekle yetinilir. Mesih de zararlı ise, meshedilmez.
193- Bir kimse guslettikten sonra ağzını veya burnunu yıkamadığını
veya bedeninden bir yerin kuru kaldığını anlarsa, yeniden gusletmesi
gerekmez; yalnız o yerleri yıkaması yeter. Bu arada farz bir namaz kılmışsa
onu tekrar kılması gerekir.
194- Gözlerin içini soğuk veya sıcak su ilc yıkamak güç
ve zararlı olduğu için, ne abdest alırken, ne de guslederken gözlerin içini
yıkamak gerekmez. Körler için de böyledir. Temiz olmayan bir sürme ile gözler
sürmelenmiş olsa bile, bunu yıkamak gerekmez. Gözlerin hafifçe kapatılması
hem abdest için hem de gusül için bir engel teşkil etmez. Yeter ki su,
kirpiklere ve pınarlara ulaştırılmış olsun.
(Malikîlere göre. gözlerin ve ağız ile burnun içleri,
bir de meydanda olmayan kulak deliği bedenin dışından sayılmaz. Bu bakımdan
bunları abdestte ve gusülde yıkamak farz değildir; sünnettir.
Hanbelîlere göre, ağız ile burnun içleri yüzden sayılır.
Onun için hem abdestte, hem de gusülde yıkanmaları farzdır.)
Takma olan gözleri çıkarıp abdest ve gusülde altlarını
yıkamaya gerek yoktur. Bu yıkama zararlı olunca, zaten çıkarılmaları caiz
olmaz.
Guslün
Sünnetleri
195- Guslün başlıca sünnetleri şunlardır:
1) Gusle niyet ederek, besmele çekerek ve misvak kullanarak
başlamak. Bu niyet guslün sıhhati için şart değildir. Sevabı vardır.
Temizliğin bir ibadet sayılması için bir sebebdir.
(Maliki ve Şafiî'lere göre, gusülde niyet farzdır.
Hanbelîlere göre de, bu niyet guslün sıhhatinin şartıdır. Durum böyle
olunca, ihtilafdan kurtulmak için guslederken abdestsizliği gidermeyi ve namaz
gibi bir ibadetin yerine getirilmesini hatırlamalıdır.)
2) Gusülde önce elleri, sonra oyluk yerlerini yıkamak. Eğer
bedende meni gibi bir pislik varsa onu gidermek.
3) Gusülden önce, sünnet üzere abdest almak. Bir kap içinde
veya toprak üzerinde yıkanıldığı zaman ayakları yıkamayı sona bırakmalıdır.
4) Abdest aldıktan sonra önce üç kez başa, sonra üç
kez sağ omuza, sonra üç kez sol omuza su dökmek. Her su döktükçe, beden
iyice ıslansın diye, bedeni iyice oğuşturmak. Bir kap içinde veya toprak üzerinde
yıkanılıyorsa, çıkarken önce sağ ayağını, sonra sol ayağını yıkamak.
(İmam Malik ve İmam Ebu Yusuf'dan bir rivayete göre, gusül
yaparken bedeni ovalamak farzdır.)
5) Gusül yaparken fazla su harcamamak ve çok kısıntı da
yapmamak.
6) Kimsenin görmeyeceği bir yerde yıkanmak. Eğer erkekler
erkekler arasında, kadınlar da kadınlar arasında bulunurlar da yıkanmak için
tenha bir yer bulamazlarsa, bir köşeye çekilip avret mahallerini bir peştemal
ile örterek yıkanırlar. Avret yerlerini açmaları caiz olmaz. Erkeklerin
veya kadınlarla erkeklerin arasında bulunan kadınların da bunlar arasında yıkanmaları
caiz değildir. Bu durumda teyemmüm ederek namazlarını kılmaları uygundur.
Çünkü hükmen su bulunmamış demektir.
Yine, gerek erkekler ve gerekse kadınlar kendi cinsleri arasında
yıkanmak için bir peştemal veya benzeri bir örtü bulamazlarsa ve böylece
avret yerlerini açmak mecburiyetinde kalırlarsa teyemmüm ile kılarlar. Sonra
tenha bir yer veya bir peştemal bulunca gusledip teyemmüm ile kılmış
oldukları namazları iade ederler. Hamamlarda bu örtünme işine çok dikkat
etmelidir.
7) Tenha bir yerde yıkanıldığı zaman, yine avret yerini
açık bulundurmamak. Açık bulundurulursa kıble yönüne dönmemek.
Guslederken konuşmamak.
9) Gusülden sonra elbeseyi giyerken çabukça örtünüvermek.
10) Gusülden sonra bedeni bir havlu veya bir mendil ile
silmek.
11) Bir kimse bir akar suya veya bir havuza dalsa veya yağmur
altında durup bütün vücudu ıslansa, ağzına ve burnuna su vermek halinde,
gusül farziyetini yerine getirmiş olur. Bu durumda organlarını kımıldatır
veya su içinde biraz beklerse, sünneti yerine getirmiş sayılır.
12) Yukarıda sıralanan sünnetlere uygun bulunmayan bir gusül,
guslün edeblerine uygun düşmemiş ve kerahetten de kurtulmamış olur.
Abdestte sayılan edebler, gusülde de aynen uyulması
gereken edeblerdir. Ancak guslederken kıbleye doğru durulmaz. Avret yerleri peştemal
ile örtülü ise kıbleye dönülebilir.
Abdestte mekruh olan şeyler, gusülde de mekruhtur. Bir de
gusülde dua okumak mekruhtur. Yine gusülde bir organdan su damlarken onu alıp
diğer organı yere düşmeyen bu su ile yıkamak caizdir; çünkü gusülde bütün
beden bir organ sayılır. Abdestte bunu yapmak caiz değildir.
Guslün
Vasıfları
196- Yukarda geçen 169. maddede açıklandığı
gibi, cünüblükten, hayız ve nifas kanlarından kesilişinden dolayı
gusletmek farzdır. Bu farzın dışında bazı hallerde gusletmek sünnet veya
müstahabdır. Bunların başlıcaları şunlardır:
1) Cuma ve iki bayram namazları için gusletmek.
2) Hac ve umrede ihrama girerken ve Arefe günü vakfe yapmak
için yıkanmak (gusletmek).
3) Medine-i Münevvere ile Mekke-i Mükerreme'ye girmek için
yıkanmak.
4) Müzdelife ve Mina'da bulunmak için yıkanmak.
5) Günahdan tevbe için yıkanmak.
6) Güneş ve ay tutulması halleri ile yağmur duasında
bulunmak için yıkanmak.
7) Kan aldırmak ve ölü yıkamak için gusletmek müstahab
olduğu gibi, baygınlıktan sonra ayılan kimsenin yıkanması da müstahabdır.
Yolculuktan dönenin ve yeni elbise giyecek kimsenin yıkanması.
9) Berat ve Kadir gecelerine kavuşmaktan dolayı yıkanmak.
10) İnsanların toplanacağı bir yerde bulunmak için yıkanmak.
11) İstihaze (illet kanından) kurtulan kadının yıkanması.
12) Cünüblüğünün hemen arkasından hayız (adet) görmeye
başlayan bir kadın, isterse, cünüblüğü için yıkanır, isterse yıkanmasını
adetin sona ermesine bırakır.
13) Her cinsel ilişki için yıkanmak. Zevcesi ile cinsel
ilişkide bulunan kimse, henüz yıkanmadan tekrar ilişkide bulunabilir. Fakat
bu arada yıkanması veya abdest alması mendubdur.
14) Henüz namaz vakti gelmeden yıkanmak. Çünkü namaz
vaktine kadar cünüb bir kimsenin yıkanmayı geciktirmesi günah sayılmaz;
fakat daha önce yıkanmanın fazileti vardır.
Sünnet ve müstahab olan gusüller, sadece hürmet ve
temizlik için yapılır. Bu kısım müstahab ve sünnet olan yıkanmalarda ağıza
ve buruna su çekmek mecburiyeti yoktur.
Gusül
Etmesi Farz Olanlara Haram veya Mekruh Olan Şeyler
197- Üzerlerine gusül farz olanlara, gusletmeden önce haram
olan şeyler şunlardır:
1) Namaz kılmak. Bir ayet olsa bile, Kur'an niyeti ile
Kur'an okumak. Hamd ve dua ile ilgili ayetleri, dua ve zikir niyeti ile okumak
caizdir. Cünüb veya adet halinde olan bir kadının dua niyeti ile Fatiha
Suresini okuması caizdir.
Yine bu durumda olan kimsenin çocuklara Kur'an ayetlerini
kelime kelime öğretmesi de caizdir. Şehadet kelimesini söylemek, tesbih ve
tekbir getirmek yine caizdir.
2) Kur'an-ı Kerime, bir veya yarım ayet olsa bile, el sürmek
ve Mushaf-ı Şerif'i tutmak haramdır. Ancak Kur'an'a yapıştırılmamış
olan bir kılıf, bir mahfaza ve sandık içinde onu taşımak ve onu dış
taraftan tutmak caizdir.
3) Kabe'yi tavaf etmek ve bir zorunluk olmadığı halde bir
mescide girmek veya içinden geçmek. Fakat zaruret hali olursa, geçilebilir.
Bir kimsenin evinin kapısı, mescidin içine doğru açılsa ve evine girip yıkanmak
için mescit içinden geçmek zorunda kalsa, o kimse mescit içinden geçerek
evine girer ve yıkanır. Bu bir mecburiyet halidir. Mescit içinde uyurken
ihtilam olan kimse, dışarıya çıkmak için teyemmüm eder; fakat bu teyemmüm
ile Kur'an okuyamaz, namaz da kılamaz.
4) Üzerinde ayeti kerime yazılı bulunan bir levhayı veya
bir parayı el ile tutmak.
Üzerlerine gusül gerekli olanların yıkanmadan önce
yapmaları Mekruh olan şeyler şunlardır:
1) Din kitablarından herhangi birini el ile tutup
okumak.
2) El ve ağzı yıkamadan yiyip içmek.
El ile tutmayıp yer üzerinde bulunan bir sayfaya veya bir
levhaya Kur'an'dan yazı yazmak. Bu da İmam Muhammed'e göre mekruhtur.
Cünüb ile hayız ve nifas halinde bulunanların Kur'an-ı
Kerim'e bakmaları mekruh değildir. Bu, el ile tutmak hükmünde değildir.
(İmam Malik'e göre, Cünüb olan kimse, Kur'an okuyamazsa
da hayız halinde olan kadın okuyabilir; çünkü cünüb olan kimse hemen yıkanabilir.
Fakat adetli ise, adet müddeti dolmadan yıkanamadığı için özürlü sayılır.)
Teyemmümün
Niteliği ve Farzları
198- Lûgatta teyemmümün anlamı, bir şeyi kasdetmek'tir.
Din deyiminde ise; Su bulunmadığı veya suyu kullanmaya güç yetmediği
zaman, toprak cinsinden temiz bir şeyle abdestsizliği gidermek için yapılan
bir işlemdir.
Şöyle yapılır: Abdestsiz olan yahut gusletmesi gereken
bir kimse, iki elini toprak cinsinden temiz bir şeye bir kez vurup bununla yüzünü
mesheder. Sonra yine iki elini ikinci kez vurup bununla da dirseklerine kadar
iki kolunu mesheder. Bu işlem, abdestsizliği gidermek yahut namaz kılmak veya
taharetsiz sahih olmayan bir ibadeti yerine getirmek niyeti ile yapılır. İşte
teyemmümün esası bundan ibarettir. O halde teyemmümün farzları bir niyet
ve iki mesihden ibarettir.
İmam Züfer'e göre, teyemmümde niyet farz değildir.
199- Teyemmüm, bu ümmetin özelliklerindendir, ahir zaman
ümmeti için bir kolaylıktır. Yüce mabuduna ibadet edecek olan bir müslümanın
alışmış olduğu temizlik halinden yoksun olarak ibadet etmemesini sağlar.
Bu konuda müslümanın duyduğu ruhsal bir ihtiyacı giderir, insanı yaratılışının
aslı olan toprağa döndürerek onda tevazu ve yaratıcıya saygı duygularını
canlandırır.
200- Teyemmüm Hicretin beşinci yılanda meşru olmuştur.
Peygamber efendimizin Medine'ye hicretlerinin beşinci senesi Şaban ayının
ilk günlerinde Peygamberimiz Huzaa kabilesinin bir oymağı olan "Beni
Mustalık" savaşında bin kişilik bir ordu ile susuz bir yerde gecelemişlerdi.
Sabah namazını kılmak için abdest alacak su bulamadılar. Sabahın erken bir
vaktinde şu anlamdaki ayet-i kerime nazil oldu: "Yolculuk halinde olur
da su bulamazsanız, temiz toprak ile teyemmüm ediniz." (Nisa: 43,
Maide: 6) Böylece teyemmümle namaz kılmalarına Yüce Allah'ın emri çıktı.
Ashab-ı Kiram sevindiler ve teyemmüm ederek sabah namazını kıldılar.
Teyemmümün
Sünnet Üzere Yapılması
201- Sünnete uygun bir teyemmüm, aşağıdaki şekilde yapılır:
1) Teyemmüme başlarken Besmele getirip namaz için tahareti
niyet etmelidir.
(Hanbelîlere göre, Besmeleyi okumak vacibdir, bunu yapmayınca
teyemmüm olmaz.)
2) Parmaklar açık olduğu halde iki eli toprağa vurduktan
sonra ileri sürüp geri çekmelidir.
3) Elleri kaldırınca, eğer fazla tozlanmışlarsa onları
yan yana getirip birbirine hafifçe vurmalı. Bu şekilde ellerdeki tozlar
silkildikten sonra, bu ellerle bütün yüzü meshetmelidir.
4) İlk vuruşta yapıldığı gibi elleri yine temiz toprağa
tekrar vurduktan sonra silkmeli ve sol elin baş parmağını ayırarak diğer
parmakların iç tarafları ile sağ elin parmak uclarından başlayarak kolun dış
tarafını dirseklere kadar çekip meshetmeli. Sonra yine sağ elin iç tarafına
dönerek sol elin baş parmağı ile serçe parmağını halka ederek baş
parmakla beraber elin ayası ile dirsekten bileğe kadar elin iç tarafını
meshetmeli. Baş parmağı daha ileriye yürüterek sağ elin baş parmağının
üstünü de meshetmelidir.
5) Sol ele sağ elin meshedilişi gibi, aynen sağ elle de
sol eli meshetmelidir.
6) Açıklandığı şekilde teyemmümde sıra gözetilerek
önce yüzü, sonra kolları meshetmeli ve bu işlemde kesinti yapmamalıdır.
Teyemmümün
Şartları
202- Teyemmümü mubah kılacak bir özür bulunmalıdır. Bu
özür, gerçek olarak veya hükmen suyu kullanmaya güç bulunmamaktır. Şöyle
ki: Abdest alacak veya gusledecek kimsenin bulunduğu yerden en az bir mil (dört
bin adım) uzakta suyun bulunmasıdır. Bu durumda su, gerçekten bulunmamış
sayılır. Yahut su bulunur da, onunla yıkandığı takdirde hastalanmaktan,
hastalığının artmasından veya uzamasından tecrübesi neticesi olarak
korkarsa veya yetkili müslüman bir doktor su kullanmasını zararlı sayarsa,
yine teyemmüm edilir; çünkü hükmen su bulunmamış demektir.
(Malikîlere göre, yetkili müslüman bir doktor bulunmazsa,
bu teyemmüm konusunda müslüman olmayan yetkili bir doktorun sözü
yeterlidir.)
Şu durumlarda da hükmen su bulunmamış sayılır: Cana,
mala, şeref ve emanete ait bir tehlikenin, yakında bulunan bir suyu kullanma
halinde bulunması. Bulunan suyun abdest veya gusle yetişmemesi. Bulunan su,
abdest veya gusle harcandığı takdirde, kendisinin veya arkadaşının veya
beraberindeki hayvanın susuzluktan helak olacağını kuvvetli bir ihtimal ile
bilmesi. Kuyudan su çekebilmek için ip ve kova gibi aletlerin bulunmaması.
Bulunan su ancak pisliği gidermeye kafi gelip de bundan fazla su bulunmaması.
Mevcut olan su ile abdest alındığı veya
gusledildiği takdirde, bayram ve cenaze namazlarının tamamen kaçırılacağından
korkulması. Ancak bu namazların bir kısmına yetişilebileceği anlaşılınca
veya cenazenin velisi olur da, kendisini bekleyeceklerini bilince, teyemmüm
etmek caiz olmaz.
Yine, sadece namazı kaçırmak korkusu ile, kazası mümkün
olan (bedeli bulunan) namazlar için teyemmüm etmek caiz olmaz. Cuma ve diğer
vakit namazları gibi... Çünkü bunlara yetişilemezse, cuma yerine öğle
namazı kılınır. Vakit namazlarına yetişilemezse, bunlar kaza edilir.
203- Teyemmüm ederken niyet bulunmalıdır. Şöyle ki:
Teyemmüm edecek kimse, elini teyemmüm edecek toprağa korken veya eline
dokunan toprak ile yüzünü meshe başlarken, bu işi abdestsizlikten
temizlenmek, namaz kılmak veya abdestsiz yapılması caiz olmayan bir ibadette
bulunmak maksadı ile yapmalıdır. Böyle bir niyet olmaksızın alınan bir
teyemmüm ile namaz kılınmaz. Sadece teyemmümü niyet etmek yeterli değildir.
Bu duruma göre, su bulamayan abdestsiz bir kimse, Kur'an'ı eline almak veya
bir mescide girmek niyeti ile teyemmüm etse, bu teyemmümle onun namaz kılması
sahih olmaz. Çünkü Kur'an'ı tutmak abdestsiz caiz değilse de, bunu yapmak
bir ibadet değildir; maksad ise Kur'an okumaktır. Abdestsiz olarak ezbere
Kur'an okumak caizdir. Boy abdesti almak durumunda olan bir kimse için mescide
girmekte taharet şarttır. Fakat bu da kasdolunan bir ibadet sayılmaz; onu için
bu maksadla alınan teyemmüm ile namaz kılınmaz. Abdestsiz bir kimse için
ezber olarak Kur'an okumak bir ibadet ise de, bunun yapılması taharete bağlı
değildir. Taharetsiz (abdestsiz) yapılabilir.
Ezan okumak, ikamet yapmak, kabirleri ziyaret etmek, ölüyü
gömmek, selama karşılık vermek veya hayırlı bir iş yapmak niyeti ile yapılan
teyemmümlerle de namaz kılanamaz.
204- Teyemmüm, her yönden temiz olan toprak cinsinden bir
şeyle yapılır. Şöyle ki: Üzerlerinde pislik dokunmamış olan toprak, kum,
çakıl, horasan, alçı gibi toprak cinsinden olan şeylerle teyemmüm yapılır.
Yine taş cinsinden olan mermer, kiremit, tuğla, yakut, zümrüt, zebercet,
tutya ve mercanla veya nemli olsun, yanık olsun toprakla veya çoğu toprak karışımı
olan maddelerle, kaya tuzu ile, çamurla sıvanmış duvarla da teyemmüm
edilebilir. Bunların üzerinde toz bulunması şart değildir. Fakat kurumadıkça
çamurla teyemmüm edilmez; bu imam Ebû Yusuf'a göredir, İmam Azam'a göre,
vaktin çıkmasından korkulur ve çamurun toprağı sudan ziyade olursa, çamur
ile teyemmüm edilir.
Odunların ve otların yanması ile meydana gelen küllerle,
demir, altın, gümüş gibi eriyip şekil değiştiren ve yumuşayan
madenlerle, inci, cam, kumaş ve elbiselerle, hayvan postekileri ile teyemmüm
yapılmaz. Çünkü bunlar toprak cinsinden sayılmazlar. Ancak bunların üzerinde
belli bir şekilde toz bulunursa, o zaman üzerlerinde teyemmüm edilebilir.
Bir de üzerlerindeki topraklardan dolayı, cevher halinde
bulunan altın, gümüş, bakır benzeri madenlerle teyemmüm edilebilir.
(İmam Ebû Yusuf ile İmam Şafiî'ye göre, teyemmüm yalnız
toprakla yapılır, İmam Malik'e göre, toprak ve kumla teyemmüm caiz olduğu
gibi otlarla, ağaçlarla ve karla da caiz olur. İmam Ahmed İbni Hanbel'e göre,
teyemmüm yalnız yanmamış olan ve başkasından gasbedilmemiş olan tozlu bir
haldeki temiz bir toprakla yapılır. Kum ve diğer şeylerle yapılmaz.)
205- Tahareti engelleyen durum son bulmuş olmalıdır. Vücudun
herhangi bir yerinden çıkan kan daha kesilmeden abdest alınamayacağı gibi
teyemmüm de yapılamaz.
206- Meshe engel olan deri üzerindeki kurumuş hamur ve balık
pulu gibi şeyler giderilmiş olmalıdır. Aksi halde, mesih yüz ve kollar üzerinde
bulunan engeller üzerine yapılmış olur.
207- Teyemmüm, iki elin iç taraflarını iki kez toprak
cinsinden temiz bir şey üzerine koymakla yapılmalıdır. Bununla beraber
niyet eden kimseye başkası teyemmüm ettirebilir.
208- Teyemmüm iki elin veya bunların yerini tutacak olan
bir şeyin tümü veya çoğunluk kısmı ile yapılır. Bunun için iki
parmakla teyemmüm caiz olmaz. Fakat bir el ile yüz ve diğer bir elle de kol
meshedilebilir. Bu halde, bir elle tekrar toprağa vurulup diğer kol da
meshedilir.
Eli çolak olup su kullanamayan kimse, yardımcısı yoksa, yüzünü
ve kollarını yere sürmek sureti ile teyemmüm eder. Elleri ve kolları
kesilmiş olan kimse de, yalnız yüzünü yere sürerek teyemmüm eder. Bu
kimsenin yüzünde yara bulunsa, teyemmüm etmeksizin namazı kılar.
209- Yüz ile kollar tamamen meshedilmelidir. Yüz kısmı
sayılan yerin her tarafı meshedilir. Yüzük ve bilezik gibi şeyler de çıkartılır
veya yerlerinden oynatılır. Diğer bir görüşe göre, organların çoğunluğunu
meshetmek yeterlidir. Dörtte bir kısmın meshedilmemesi teyemmümün sıhhatine
engel olmaz.
Teyemmümü
Mubah Kılan ve Kılmayan Bazı Haller
210- Henüz namaz vakti girmeden de teyemmüm edilebilir.
Fakat namaz için müstahab olan vakit geçmeden su bulabileceğini tahmin eden
kimse için teyemmümü geciktirmek mendubdur.
(Üç imama göre, bir namaz için vakti girmedikçe teyemmüm
yapılmaz; çünkü teyemmüm bir zaruret için taharet sayılmıştır. Özürlünün
tahareti gibi, vakitten evvel abdesti sahih olmaz.)
211- Bir mil mesafeden daha yakında su bulunduğunu sanan
kimse, suyun bulunduğunu sandığı yöne doğru üç-dört yüz adım gider
veya birini göndererek suyu aratır. Ancak yolda düşman tehlikesi gibi bir
korkusu olursa, bu aratma yapılmaz.
212- Suyun varlığından bilgi verecek uygun bir kimse
bulunduğu halde ondan sormaksızın teyemmüm etmek caiz değildir. Bu durumda
eğer teyemmüm ederek namaz kılar da, sonra bir milden daha yakın bir yerde
su bulunduğu kendisine haber verilirse, kıldığı namazı iade eder.
213- Su bulunacağı kendisine söz verilen kimse, kazaya
kalmak korkusu olsa bile, namazını geciktirir. Ancak suyu va'd edenin yanında
veya bir mil mesafeden daha yakınında su bulunmuş olmalıdır.
214- Boy abdesti alması gereken bir kimse, yalnız organlarının
bir kısmına veya sadece abdestine yetecek kadar su bulsa, yine teyemmüm eder;
o suyu harcaması gerekmez.
215- Yalnız içilmek için kırlarda sarnıçlar içinde hazırlanmış
olup herkesin yararlanmasına terk edilmiş bulunan sular teyemmüm etmeye engel
olmaz. Ancak bu sular çok olur da abdest ve gusül almaya izin verilmiş olduğu
bilinirse, bu sular kullanılır, teyemmüm edilmez.
216- Hacıların hediye için taşıdıkları zemzem suyu,
teyemmüm yapmaya engeldir. Ancak zemzemin içine, en az bir misli kadar gül
suyu karıştırılmış olursa, bu takdirde zemzem mukayyed su hükmüne girer
ve onunla abdest almak caiz olmadığı için teyemmüm yapılır.
217- Cünüblükten dolayı teyemmüm etmiş olan bir
kimsenin abdesti bozulsa, cünüb sayılmaz, abdestsiz olur. Bu kimse yalnız
abdeste yetecek kadar su bulsa, bununla abdest alır. Bu kadar su bulamazsa,
tekrar namaz için teyemmüm eder.
218- Abdest almak veya gusletmek için başkasının yanında
bulunan suyu istemek gerekir. Ancak suyun çok kıt olduğu bir yerde
istenmeyebilir.
219- Abdest alacak veya gusledecek bir kimsenin, ihtiyacından
çok parası olduğu zaman, değer kıymeti ile veya biraz fazlasıyla satılmakta
olan suyu ihtiyacı için satın alması gerekir. Fakat normal fiyatın iki
misli ile satın almak gerekmez; çünkü bu aşırı bir fiyattır.
220- Suyu kullanmaktan aciz olup da parası bulunan kimse,
normal bir ücretle abdest verdirecek kimse bulursa, teyemmüm edemez.
221- Başkasının yardımı ile abdest alabilecek olan bir
kimsenin yardımcısı kendi kölesi, kendi çocuğu veya kendi ücretli hizmetçisi
ise, teyemmüm etmesi ittifakla caiz olmaz. Böyle kendi başına abdest
alamayacak derecede özürlü olan kimse, abdest için kendisine yardım
edebilecek başka bir adamı varsa, yine teyemmüm edemez. Zevcesinin bulunması
da, teyemmüm etmesine engeldir. Kabul edilen görüş budur. Fakat İmam
Azam'dan bir rivayete göre, bu durumda olan kimse teyemmüm edebilir.
Deniliyor ki, zevc ile zevce abdest verme konusunda birbirine
yardım etmek zorunda değillerdir. Bunun için, bunlardan biri diğerine yardımcı
sayılmaz. Ancak birbirlerine yardım görevinde bulunmaları bir iyilik olduğundan,
yardımın yapılması güzel kabul edilmiştir. Öyle ki, bunlardan biri diğerine
yardım etmeyi üzerine alınca, makbul olan görüşe göre, artık teyemmüm
yolunu seçemez.
222- Bir zindanda habsedilmiş olan kimse, temiz su veya
toprak bulamayınca, İmam Azam ile İmam Muhammed'e göre, namazını sonraya bırakır.
İmam Ebû Yusuf'a göre, bir şey okumaksızın namaz kılar gibi ayakta durur,
rükû ve secde vaziyetlerini alır, kendisini namaz kılan gibi gösterir.
Sonra kurtulunca, kılamadığı namazları kaza eder.
223- Abdest uzuvlarının (organlarının) yarısında veya
çoğunda yara bulunan bir kimse teyemmüm eder; fakat yarısından azı yaralı
ise, sağlam yerlerini yıkar ve yaraların üzerlerine mesheder, teyemmüm
yapamaz.
Gusül için de, eğer vücudun yarısı veya daha çoğu
yaralı ise teyemmüm edilir. Vücudun yarısından azı yaralı ise sağlam
yerler yıkanır ve yaraların üzerleri meshedilir.
224- Bir abdest ile birçok farz ve nafile namaz kılınabildiği
gibi, bir teyemmüm ile de kılınabilir.
(İmam Şafiî'ye göre, bir teyemmüm ile yalnız bir farz
namaz ve birçok nafile namaz kılınır. Sahih olan bir görüşüne göre de,
bir teyemmüm ile bir farz namaz ve bununla beraber ayrıca cenaze namazları da
kılınabilir. Ancak bir teyemmüm ile bir farz namazdan başka bir farz namaz kılınamaz.)
Bu ihtilaftan kurtulmak için, her farz namazda yeniden
teyemmüm etmek daha iyidir.
225- Temiz bir toprak cinsinden çok kimseler teyemmüm
edebilirler. Çünkü yeryüzü el değdirilmesi ile kullanılmış sayılmaz.
Teyemmümü
Bozan Haller
226- Abdesti bozan ve guslü gerektiren haller teyemmümü de
bozar, hükümsüz kılar. Teyemmümü mubah yapan özrün kalkması da, bu özürden
dolayı yapılmış olan teyemmümü bozar. Bu bakımdan su bulunmadığı için
veya bir hastalık için yapılmış olan bir teyemmüm, su bulununca veya
hastalık kalkınca hemen bozulur. Su ile abdest alınmadıkça veya cünüblük
hali varsa, yıkanmadıkça namaz kılınamaz.
227- Cünüblük sebebiyle yapılan teyemmüm, abdest yerine
de geçer. Araya yeni bir cünüblük veya abdestsizlik hali girmedikçe, suyu
kullanmaya güç yetinceye kadar bu teyemmüm ile birçok namaz kılınabilir.
Aynı şekilde, su ile gusleden kimse, bu temizliği devam ettikçe abdest
almaya gerek olmaksızın dilediği namazları kılabilir.
228- Bir özürden dolayı teyemmüm eden kimse, diğer bir
özre tutulsa, birinci özrün son bulması üzerine teyemmüm de son bulur, diğer
özür için tekrar teyemmüm etmesi gerekir. Örnek: Su bulunmadığı için
teyemmüm eden kimse, henüz su bulamadan abdest almaya engel teşkil edecek bir
hastalığa yakalansa ve bu arada su bulacak olsa, önceki teyemmümü bitmiş
olur. Bu hastalıktan dolayı tekrar teyemmüm etmesi gerekir; çünkü teyemmümün
sebebi değişmiştir.
229- Teyemmüm ile namaz kılmakta olan bir adam su görse,
namazı bozulmuş olur. Abdest alıp yeniden namaz kılması gerekir. Fakat
namaz tamamlandıktan sonra suyun bulunması, kılınan o namazın iade
edilmesini gerektirmez.